Bahreyn’deki baskı ve çifte standart -Patrick Cockburn

Bahreyn’deki baskı ve çifte standart -Patrick Cockburn

Ýngiltere ve Amerika’nın Arap Baharı karşısındaki çifte standartlı tutumu, herkesin bildiði gibi belirgin. Ancak hiçbir yere dair ikiyüzlülükleri, her ikisinde de hükümetlerin barışçıl protestoları bastırmak için mümkün olan bütün güvenlik güçlerini kullandıðı, muhaliflerin hapsedildiði ve işkenceye uðradıðı Bahreyn ve Suriye ayaklanmalarına tepkilerinde olduðu kadar bariz deðil.

Ýş Suriye’ye gelince Barack Obama ve David Cameron, hükümetin baskısına dair şaşkınlıklarını açıklıyorlar ve rejim deðişikliðine dair taleplerinde gevezeler. Son zamanlara kadar, askeri müdahale göz ardı edilmemişti. Barack Obama’nın sözcüsünün geçen hafta Bahreyn’de protestocular ile güvenlik güçleri arasında meydana gelen çatışmaların ardından ettiði sözler bunun tersi oldu. Yapabildiði en iyi şey, tarafsız gibi görünerek “polise ve hükümet kurumlarına” yönelik şiddeti ve Bahreyn güvenlik güçleri tarafından “protestoculara karşı aşırı güç ve ayrım gözetmeksizin gaz bombası kullanılmasını” kınamak oldu. Beyaz Saray’ın aynısını Libya ve Suriye konusunda söylemesi halinde ne olacaðını düşünün.

Bahreyn sorulduðunda, Cameron ve William Hague (Ýngiltere Dışişleri Bakanı; ç.n.), insan hakları ihlalleri için hükümetlerinin en hafif fırçasını atıyorlar ve adadaki sınırsız iktidarın keyfini süren al-Kahlifa monarşisi tarafından uygulanan reform programının ciddiyetini vurguluyorlar.

Bahreyn’de uygulanmakta olduðu iddia edilen radikal reform, dün yayımlanan Uluslararası Af Örgütü raporuyla ikna edici bir biçimde itibarsızlaştı: “Yetkililerin aksini iddia etmelerine karşın, al-Khalifa ailesinin iktidarına karşı olanlara yönelik devlet şiddeti sürüyor. Gerçekte, Şubat ve Mart 2011’de hükümet karşıtı protestocuların acımasızca bastırılmasından bu yana ülkede çok fazla şey deðişmedi.”

Al-Khalifa ailesinin Af Örgütü’ne ya da Human Rights Watch’un iki hafta önceki çok benzer raporuna aldırış etmeleri olası deðil. Bahreynli yetkililer, geçtiðimiz sene iptal edilen Formula-1 yarışının 22 Nisan’da Bahreyn’de gerçekleşmesi muhtemel görünürken, bu hafta sonu şenlenecekler. Bahreyn’in gelecekteki istikrarına dair bir çeşit uluslararası inanç belgesi olan yarışın geri alınmasına büyük önem verdiler.

Ada krallıðında hayatın gerçekliði çok farklı. Haklarından mahrum bırakılmış Şii azınlık ile takriben yüzde 70’lik Arap nüfus ve Sünni nüfus arasındaki mezhepsel bölünme neredeyse bütüncül. Mezhepsel öfke ve korkuya gelirsek, Bahreyn şu anda Belfast veya Beyrut’un en kötü halleriyle aşık atıyor ve bunun neden gelişmesi gerektiðine dair çok az neden var. Hükümet belli ki, reformları büyük oranda bir halkla ilişkiler çalışması olarak görüyor. Daha fazla ifade özgürlüðü taahhütlerinin aksine, Af Örgütü, Ocak 2012’den bu yana “hükümetin yabancı gazetecilerin ve insan hakları heyetlerini girişlerini sınırlamaya başladıðını” belirtiyor. Birleşmiş Milletler Özel Raportörü’nün işkenceye dair bir ziyaretini de Formula-1 yarışından çok sonraya, Haziran’a dek ertelediler.

Bu iyi biçimde finanse edilmiş halkla ilişkiler faaliyeti işe yarayacak mı? Bahreynli egemenler, Arap Baharı’nın ardındaki en önemli güçlerden olan Katar televizyonu El Cezire’nin, Suriye’deki protestoları duvardan duvara yayınladıðı halde, komşu ülkeleri Bahreyn’deki protestoları büyük oranda görmezden gelmesinin avantajına sahip. Ancak gerçek, çoðu Bahreynli Şii’nin kendilerini, ya iş başvurularının reddedildiði ya da hiçbir yetkilerinin olmadıðı işlerin verildiði her an yoðunlaşan bir ayrımcılıðın kurbanları olarak görmeleri şeklinde ortada duruyor. Geçtiðimiz sene işten atılanlara, Kral Hamad bin Isa al-Khalifa’nın söz verdiði üzere işlerine döndüklerinde çoðu kez çok az iş verildi. Bahreyn Ýnsan Hakları Merkezi Başkanı Nabeel Rajab, bana şunu söyledi: “Yöneticiler memur, memurlar bekçi oldu.”

Önemli bir açıdan, Bahreyn’de al-Khalifalar ve Suriye’de Esadlar geçen sene iki benzer hatayı yaptılar. Her iki aile de, barışçıl gösterilere ölçüsüz şiddetle aşırı tepki gösterdi, böylelikle engellemeye çalıştıkları mutlak devrimci süreci yarattılar.

Bahreyn’deki protestolar 14 Şubat’ta başladı ve özünde siyasi reform, yurttaşlık hakları ve ekonomik haklar şeklinde devrimci olmayan bir talebi vardı. Bir ay sonra gaddarca bir şekilde bastırıldılar ve protestocular ile hafif bir duygudaşlık bile hapsedilmeye ve işkenceye uðramaya neden oldu.

* Kaynak: www.counterpunch.org sitesinde Patrick Cockburn'un yayınlanan makalesi Gerçeðin Günlüðü'nden Erkan Çınar tarafından çevrildi.

ANF NEWS AGENC