Bankalar yoksulların ekmeðiyle oynuyor

Bankalar yoksulların ekmeðiyle oynuyor

Her gün karnımızı doyurmak için biraz daha fazla para harcamak zorunda kalıyoruz. Gıda fiyatları son aylarda yirmi yılın en yüksek seviyesinde seyrediyor. 2008'deki gıda krizinde bir yıl içinde ortalama gıda fiyatları yüzde 57 artmış, buðday gibi bazı temel maddelerde fiyat artışı yüzde 100'ü bulmuştu. Daha sonra kısa bir süre düşüşe geçen fiyatlar son aylarda tekrar 2008'deki düzeye ulaştı. Tahıl, yað ve şeker fiyatları son beş yılda üçe katlandı. Daha önce hiç bu kadar yüksek seviyeleri görmemiştik.

Fiyatlar yukarıya çıktıkça günü karnını doyuramadan bitiren insanların sayısı da günden güne artıyor. 2008'de açlık sınırının altında yaşayanların sayısı tarihte ilk defa 1 milyarı aştı ve o zamandan beri her yıl 40 milyondan fazla insan açlar ordusuna katılıyor. Artık “gıda krizinin” sürekli hale geldiði ve ucuz yemek döneminin sona erdiði vaazediliyor.

Hükümet sözcüleri, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar, liberal ekonomistler ve gazeteler hep bir aðızdan krizin nedenini talepteki yükselmeyle, stokların yetersiz olmasıyla veya Çin ve Hindistan'da et tüketiminin artışıyla açıklamaya çalışıyorlar. Ne var ki sorunu arz-talep denklemleriyle veya "aşırı nüfus" teorileriyle açıklamak mümkün deðil. Evet, belki son kırk yılda dünya nüfusu ikiye katlandı ama aynı sürede tahıl üretimi de üç kat arttı. Birçok uzmana göre egemen çevrelerce öne sürülen gerekçeler tali nedenler, hatta bazı araştırmacılar stokların yetersiz olduðu bilgisinin doðru olduðundan bile emin deðil.

Oysa hükümetler ve gazetelerin üzerinde hemen hiç durmadıðı bir konu var ki belki de fiyat artışlarının arkasındaki en önemli neden: Bankalar. Yoksulların çıkarlarını merkeze alan Panap, Oxfam ve WDM gibi baðımsız kuruluşlar, son aylarda yayınladıkları raporlarda, gıda sektörünü adeta işgal eden bankaların yaptıkları spekülasyonlarla sektörü bir kumar ekonomisi haline getirdiðini ve soframıza gelen ekmeðin giderek daha pahalı hale gelmesinde başrolü oynadıðını dile getiriyor. Rakamlar bu iddiaların hiç de temelsiz olmadıðını gösteriyor.

SPEKÜLASYONLAR 20 KAT ARTTI

Gıda sektörü son yirmi yılda büyük bir dönüşüm geçirdi. Esas aktörleri çiftçiler ve gıda şirketleri olan sektöre, üçüncü bir oyuncu daha eklendi: Bankalar ve finans kurumları. Bankalar kısa sürede oyunun bütün kurallarını kendi çıkarları doðrultusunda deðiştirmeye başladı ve ne zaman ki bunlar gıda sektörüne hakim oldular, gıda krizinden konuşulur olmaya başladı.

Bankaların önce pazarda rahatça at oynatabilecekleri ortamı yaratmaları gerekiyordu. Bunun için 1990'lı yılların başından itibaren milyarlarca doları lobi faaliyetlerine (dolayısıyla politikacılara) aktararak sektörde bankaların rolünü kısıtlayan yasaların gevşetilmesini saðladılar. Bununla eşzamanlı olarak başta gıda pazarı için kritik önemi olan Chicago borsası olmak üzere bir dizi alanda spekülatif işlemlerin önünü açacak yasal düzenlemelerin yapılmasını saðladılar. Örneðin 1990'ların başında emeklilik fonlarını spekülatif yatırımlarda kullanmak yasaktı, artık deðil. Ve son olarak kendi aralarında çeşitli tahvil ve bonolar icat ederek gıda pazarını, çok sevdikleri deyimle tam anlamıyla "esnek" hale getirdiler. Bu düzenlemelerle 2000'lerin başlarında gıda sektörü banka operasyonları için son derece uygun duruma getirilmişti.

Pazara hakim olmak için uygun hukuki koşulları oluşturan bankalar, daha sonra süratle ellerindeki muazzam fonları borsalara akıtmaya başladılar. Başta emeklilik fonları ve sigorta birikimleri olmak üzere milyarlarca dolar “geleceðe dönük alımlar” adı altında borsalarda dönmeye başladı. Hiçbir reel karşılıðı olmayan bu spekülatif sermaye 2003-2008 arasında yüzde 1900 artarak 13 milyar dolardan 317 milyar dolara yükseldi. Bunun yüzde 40'ı doðrudan gıda ürünlerine, geri kalanın çoðunluðu da enerji ve maden sektörlerine yapıldı.

Spekülasyonların çoðunluðu geleceðe dönük alımlar adı altında gerçekleştiriliyor. Buna göre üreticilerin gelecekte yapacakları üretim borsada ticaret konusu haline getiriliyor. Bankalar kaðıt üzerinde olan bu tahmini ürünü borsada alım-satım konusu haline getiriyor. Gerçekte bir kez tüketilebilecek olan bu "ürünün" normal olarak sadece bir kez satılması gerekirken, ince oyunlarla tahviller bankalar ve baðımsız spekülatörler arasında defalarca el deðiştiriyor. Ucuza alınan tahviller mümkün olduðunca pahalıya elden çıkarılıyor. Ancak kaðıt üzerinde dönen bu sanal ticaretin sonuçları yoksullar için gerçek bir yıkım oluyor.

Başta Goldman Sachs olmak üzere onlarca finans devi ellerindeki emeklilik fonlarını ve hazır parayı bu kumar ekonomisine yatırdılar. 2008 itibarıyla borsalardaki geleceðe dönük tahvillerin tutarı tam 21 trilyon dolara ulaşmıştı. Bu fonlar daha önce tarihte görülmemiş bir talep şoku yarattılar, tamamen kaðıt üzerinde var olan ama sonuçları tastamam gerçek olan bir talep şoku. Bankalar bu tür spekülatif işlemlerle milyarlarca doları cebe indirirken zirveye fırlayan fiyatlar milyonlarca insanı yoksulluða, açlıða ve ölüme sürüklüyor.

BANKALARIN FÝYATLARDAKÝ PAYI EN AZ YÜZDE 50

Spekülasyonların en başta gelen oyuncuları tanıdık isimler: Goldman Sachs, Bank of America, Citibank, Deutsche Bank, HSBC, Morgan Stanley, JP Morgan… Sadece Goldman Sachs, 2009'da spekülasyonlardan 5 milyar dolar kar yaptı. Bu kurumların gıda sektörüyle hiçbir reel ilişkisi yok, sadece ucuz fiyata aldıkları tahvilleri yüksek fiyattan satıp yeni spekülasyon alanları aramakla ilgileniyorlar.

Bankaların gıda sektöründeki payı 1996'dan beri yüzde 12'den yüzde 61'e çıktı. Bu, gıda sektörüne sadece kısa dönemde kar yapma amacıyla yaklaşan kurumların dünya gıda piyasalarının çoðunluðuna hakim olduðu anlamına geliyor. Şu an soframıza gelen ekmeðin fiyatı, ekmekle hiçbir ilgisi olmayan bankalar ve yatırım fonları tarafından belirlenen bir “piyasada” oluşuyor ve Goldman Sachs ticari mal endeksi, bu tuhaf piyasanın yüzde 63'ünü kontrol ediyor.

Birçok uzmana göre bankaların yaptıðı bu spekülasyonlar karnımızı her gün biraz daha zorlanarak doyurmaya çalışmamızın en başta gelen nedeni. Özellikle 2008'de yaşanan gıda ve petrol krizinde spekülatif sermayenin oynadıðı rol çok daha görünür oldu. 2008'de tahıl ve petrol fiyatlarının birkaç ay içinde tarihi rekorlar kırdıðına sonra aynı hızla tekrar düştüðüne şahit olduk. Birkaç ay içinde fiyatların ikiye katlanıp sonra tekrar düşmesini arz-talep dengeleriyle açıklamak mümkün deðildi ve ilk kez o zaman bankaların spekülasyonları dikkat çekmeye başladı. BM'nin gıdadan sorumlu organı FAO bile, 2008 krizinde yaşanan fiyat artışının yüzde 60'ını arz-talep dengesiyle açıklayamadıðını söylerken, Bank of America'nın yatırım organı Merrill Lynch firması, eðer spekülasyonlar olmasa piyasadaki malların fiyatlarının yüzde 50 daha ucuz olacaðını bizzat itiraf ediyordu.

Gıda sektöründeki bu spekülatif işlemler 2008 krizinden beri artarak devam ediyor ve fiyatlar yükselip milyonlarca insan açlıða sürüklenirken bankalar ve büyük şirketler karlarına kar katıyor. Dünyanın en büyük gıda şirketi olan Wal-Mart’ın 2009'daki geliri 400 milyar dolardan fazlaydı, yani dünyanın en yoksul ülkelerinin toplam gelirinden fazla. Şirketlerin büyümesi, tekelleşmeyle de el ele gidiyor. Bugün dünya tahıl ticaretinin yüzde 85'ini altı şirket kontrol ederken muz ticaretinin yüzde 80'i üç şirketin elinde. Benzer örnekleri birçok başka ürün için vermek mümkün.

YOKSUL ÜLKELERDEKÝ TARIM PERÝŞAN EDÝLDÝ

Bankalar kapalı kapılar ardında bu soygunu organize ederken resmin genelinde Batılı hükümetler tarafından daha büyük bir oyun devreye sokuldu. Gıda gibi hayati bir sektörün bir avuç banka ve gıda tekeli tarafından kontrol edilmesi ancak gelişmekte olan ülkelerde tarımın dayanıksız hale getirilmesiyle mümkün olabilirdi. Bu amaç, 1980'lerde başlayan neoliberal saldırı dalgasıyla büyük oranda başarılarak yoksul ülkeler kendine yetemez, ithalata baðımlı ve krizler karşısında dayanıksız hale getirildiler.

Zengin ülkeler bunu saðlamak için ikili bir planı yürürlüðe koydu. Önce kendi ülkelerinde halkın vergilerini tarım sektörünü (çoðunlukla da büyük toprak sahipleri ve şirketleri) desteklemek için devreye soktular. Bugün AB, üreticilere verilen yardımlarda 120 milyar dolara yaklaşan bütçeyle dünya lideri, onu sırasıyla Japonya ve ABD takip ediyor. AB ülkelerinde bir inek için ayrılan günlük tarımsal desteðin tutarı ortalama 2,2 dolar. Bu rakam, 2,5 milyar insanın günlük kazancından daha fazla.

Günümüzde zengin ülkelerin kendi tarım sektörlerine ayırdıkları desteðin tutarı, yoksul ülkelere yaptıkları tarımsal yardımların 79 katına ulaşmış durumda. Yoksul ülkelerdeki çiftçilerin, hele ki küçük işletmelerin bununla rekabet edebilme şansı yok.

Yoksul ülkelerin bu eşitsiz rekabetten korunması ancak gümrük vergilerini kontrol edebilmelerine baðlıydı ve işte bu noktada planın ikinci ayaðı devreye sokuldu. Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası aracılıðıyla kuşatma altına alınan yoksul ülkeler, gıda sektörlerinde uluslararası tekellerin ve finans kurumlarının çıkarına olacak şekilde yasal düzenlemeler yapmaya ve gümrük vergilerini düşürmeye zorlandılar. Böylece tekeller için gerekli olan koşullar tam anlamıyla hazırlanmış oldu.

Bunun en tipik örneklerinden biri, bugün açlık sorununun en acı şekilde yaşandıðı ülkelerden biri olan Haiti. Haiti'nin toprakları verimsiz deðil, bu ülkede yüzyıllardır başta pirinç olmak üzere birçok ürün yetiştiriliyordu ve 1995 öncesinde yerel üretim toplam ihtiyacın yüzde 95'ini karşılayabiliyordu. Bu tarihte IMF, borç bataðına soktuðu Haiti'ye kredi verme karşılıðında bir dizi şart koştu. Şartlardan biri ülkenin yüzde 35 düzeyinde olan gümrük vergilerinin yüzde 3'e düşürülmesiydi. Hükümet bunu kabul etti ve kısa sürede, ABD hükümeti tarafından desteklendiði için Haiti'nin ürettiðinden çok daha ucuz olan Amerikan pirinci ülkeyi işgal etti. Ülkedeki binlerce pirinç üreticisi iflas etti. Yüzyıllarca kendine yeten pirinci üretebilmiş olan Haiti, bugün pirinç ihtiyacının yüzde 75'ini ABD'den ithal eder hale geldi.

Aynı senaryo onlarca yoksul ülkeye karşı uygulandı. Kenya 25 yıl önce kendine yeterli gıdayı üretebiliyordu. Bugün ihtiyacının yüzde 80'ini ithal etmek zorunda. Benzer sonuçları Afrika, Güney Amerika ve Asya'daki birçok ülke için söylemek mümkün. Deyim yerindeyse son yirmi yıl içinde Güney yarımkürenin Kuzey tarafından önce iflasa sürüklenmesine, sonra da ithalata baðımlı kılınmasına şahit olduk. Ve bu yıkım, bir de son yıllardaki banka spekülasyonlarıyla birleşince milyonlarca insan için korkunç sonuçlara yol açtı.

FÝYAT ARTIŞI YOKSULLARI VURUYOR

Gıda fiyatlarının yükselmesi herkesten çok yoksulları etkiliyor çünkü gıda yoksul ailelerin bütçesinin büyük kısmını oluşturuyor. Ortalama bir Amerikalı gelirinin yüzde 10'unu gıdaya harcarken yoksul ülkelerde bu oran yüzde 80'leri buluyor. Yüzde 90’ı Afrika ve Asya ülkelerinde yaşayan 2,5 milyar insan günde 2 dolar veya daha azıyla geçinmek zorunda. Bu nedenle yüzmilyonlarca insan için gıda fiyatlarındaki en küçük bir istikrarsızlık yıkıcı sonuçlar doðuruyor.

Fiyat artışına karşı dar bir bütçeyle yapılabilecekler sınırlı. Önce eðitim ve saðlıða ayrılan giderlerde kısıntı yapılıyor, daha sonra et ve sebze gibi "lüks" yemeklerin yerine daha ucuz olan tahıl ürünleri ikame ediliyor. Bazı ülkelerde gelir o kadar düşük ki tahıla ulaşmak bile mümkün olamayabiliyor. Bugün Haiti'de toprak, su, biraz sebze yaðı ve tuzu karıştırarak yapılan "çamur mantısı" olaðan bir yemek halini almış durumda ve pazarlarda satılıyor.

Bankalar kasalarını doldurup gıda şirketleri karlarına kar katarken her gün yaklaşık 20 bin kişi, her yıl çoðunluðunu çocukların ve kadınların oluşturduðu 7 milyondan fazla insan açlıktan ölüyor. Günümüzdeki tüm savaşlardan daha beter, daha alçakça bir soykırım bu.

HÜKÜMETLER SORUNU DERÝNLEŞTÝRÝYOR

Bir süre önce yapılan G-20 zirvesi öncesinde 40'tan fazla ülkeden 450 ekonomist bu soykırımın önüne geçilmesi için ortak bir bildiriyle zengin ülke liderlerine çaðrı yaptılar. Spekülatörlere karşı yaptırım getirilmesini ve bankaların gıda piyasalarındaki rolünün azaltılmasını talep eden iktisatçılar liderlerin bu konuda acil önlemler alacaðını umuyordu. Yanıldılar. "Finans krizi" tartışmalarına tutuşmuş liderler artık dayanılmaz hale gelen bu sorunu gündeme bile almadı.

Daha önceki zirvelerde de liderlere benzer çaðrılar yapılmış ve sonuç alınamıştı. 2008'de yaşanan gıda krizi sırasında toplanan G-8 liderleri, gıda krizinin arkasında "gereksiz talep" olduðunu söyleyip, alay eder gibi halktan “lüks tüketimden kaçınmalarını” istemişlerdi. Daha sonra liderlere bu duyuruyu yapmalarından önce verilen yemekte pahalı şaraplar eşliðinde hepsi birbirinden lüks 24 çeşit yemek servisi yapıldıðı haberleri basında yer almıştı. 2009'da yapılan zirvede, bu sefer "somut" bir karar alma ihtiyacı duyan zengin ülke liderleri yoksul ülkelere 22 milyar dolar yardım yapmayı taahhüt etti. Batılı hükümetler, işledikleri suçların yanında hiçbir kıymeti olmayan bu yardımı bile yapmadılar. Aradan geçen iki yıla raðmen bu taahhüdün yüzde 78'i yerine getirilmedi.

Ancak aynı hükümetler, gıda krizinin bir başka nedeni olan biyo-yakıt üretimi için şirketlere sadece bu yıl içinde 20 milyar dolar yardım yaptılar. Bugün ABD'deki mısır üretiminin yüzde 40'ı ve sebze yaðı üretiminin üçte ikisi otomobil yakıtı olarak kullanılıyor. ABD, AB ve Brezilya'da her yıl üretilen 400 milyon ton mısır ve şekerkamışı insanlar tarafından deðil makineler tarafından tüketiliyor. ABD'de otomobil yakıtı olarak kullanılan mısırın miktarı en yoksul 82 ülkenin ihtiyacına yetecek düzeyde. Milyonlarca çocuk açlıktan ölürken tarım ürünlerinin yakıt olarak kullanılması korkunç.

Gıdayı tehdit eden bir başka önemli sorun iklim deðişikliði. Ýklim deðişikliði sıcaklıkların artışı, yaðış rejiminin deðişmesi, doðal felaketlerin artışı gibi sonuçlarla tarım üzerinde son derece olumsuz etkiler doðuruyor. Uzmanlar 2030 yılına kadar gıda fiyatlarının en iyimser ihtimalle yüzde 70-90 arasında yükseleceðini tahmin ediyor. Ýklim deðişikliðininse bu rakamı ikiye kaylayacaðı düşünülüyor. Eðer önlem alınmazsa 2030'da en az 4 milyar insan kronik gıda ve su sıkıntısı içine düşecek.

Durum bu kadar ciddi ve ne hükümetler bu konuda dişe dokunur bir girişim içinde ne de medya halka doðru dürüst bir bilgi veriyor. Tüm dünyanın geleceðini tehdit eden ve her yıl milyonların ölümüne yol açan bu olgular gazetelerde pahalı araba reklamlarının ve magazin “haberlerinin” arasında yer bulabiliyor ancak.

BÜYÜK UYANIŞA DOÐRU

Neyse ki dünya bu şirketler, hükümetler ve medyadan ibaret deðil. Sorun kronikleştikçe mücadele de çözüm umudu da yeşeriyor. Son üç yıl içinde açlıðı ve hükümetlerin gıda politikalarını protesto etmek için Güney Amerika'dan Asya'ya 62 ülkede protesto gösterileri gerçekleştirildi. Mısır'da ve Tunus'ta diktatörleri deviren devrimlerin temel sloganlarından biriydi ekmek. Gıda ve ilişkili talepler giderek gündelik mücadelede daha fazla yer almaya başlıyor.

Buna paralel olarak yoksullar ve küçük üreticilerin taban örgütlenmeleri de giderek artıyor. Afrika ülkesi Burkina Faso'da kadınlar arası dayanışmayı ve tarımı korumayı amaçlayan örgütlere sahip köylerin oranı son yirmi yılda yüzde 21'den yüzde 91'e çıktı. Nijerya'da 1990-2005 arasında küçük üreticiler tarafından kurulan kooperatiflerin sayısı 29 binden 50 bine ulaştı. Benzeri eðilimleri başta Afrika olmak üzere birçok yoksul ülkede görmek mümkün.

Ancak belki de en önemlisi bankalar ve hükümetler arasındaki kirli ortaklıðın giderek daha fazla "görünür" hale gelmesi. Artık bankaların kirli icraatları evlerden kahvehanelere, okullardan işyerlerine kadar her yerde gündelik bir tartışma konusu. Wall Street protestolarının doðrudan doðruya bankaları hedef haline getirmesi tesadüf deðil. Bu kurumlar soframızdaki ekmekten içtiðimiz suya kadar en temel yaşamsal ihtiyaçlarımızı spekülasyon konusu haline getirerek yıkıcı bir kumar ekonomisi yarattılar, güçlendikçe şımardılar ve kontrolden çıktılar. Ve gün geçtikçe bankaların bu tahammül edilmez ekonomik hükümdarlıðına karşı politik bilinç yükseliyor.

Kuzeyde "ekonomik kriz" gerekçesiyle emekli maaşı tırpanlanan işçiyle Güneyde "gıda krizi" nedeniyle açlıktan kıvranan insanın çıkarları da düşmanları da ortak ve dünyanın kaynakları herkese yetecek kadar fazla. Açlıktan savaşlara kadar tüm dertlerin bitmesi, bu çıkar ortaklıðının politik güce kavuşmasına baðlı ve bunun maddi zemini her gün biraz daha güçleniyor.

ANF NEWS AGENCY