ANALİZ

Antifaşist direnişin tarihi önemi

Elbette AKP-MHP faşizmine karşı Türkiye genelinde yürütülen mevcut demokratik direniş önemlidir ve hakkını vermek gerekir. Ancak bu direniş henüz yeterli değildir. Çok daha büyütülmesi ve geliştirilmesi gerekir.

AKP-MHP faşizminin kısmi bir anayasa değişikliği yaparak kendi anlayışlarına göre bir başkanlık sistemi getirme çabaları devam ediyor. HDP ve CHP’nin aktif muhalefetine rağmen söz konusu değişiklik teklifinin meclisten geçerek halk oyuna gideceği anlaşılıyor. Kuşkusuz referandumdan nasıl bir sonucun çıkacağı şimdiden bilinmiyor. Başta HDP olmak üzere tüm devrimci ve demokratik güçler, sivil toplum örgütleri daha şimdiden halk oylaması için söz konusu değişikliğe yönelik “Hayır kampanyası” başlatmış bulunuyor. Bu kampanyanın giderek büyüyeceği ve sonuç alacağı umut ediliyor.

AKP-MHP faşizminin gerçekleştirmeye çalıştığı söz konusu anayasa değişikliği için birçok çevre tarafından “Rejim değişikliği” deniyor. Biz bunun ne oranda bir rejim değişikliği olduğuna pek kani değiliz. Bize göre, söz konusu anayasa değişikliğinin, 12 Eylül cuntası tarafından 1982 yılında hazırlanmış olan mevcut anayasanın bir biçimde rutüş yapılarak biraz değiştirilmeyi ve hatta düzeltilmeyi ifade etme özelliği daha fazladır. Yani yapılmaya çalışılan bir rejim değişikliğinden çok, 12 Eylül faşist rejiminin restore edilmesi ve faşist diktatörlüğün daha da pekiştirilmeye çalışılmasıdır. Tek kişilik bir faşist diktatörlüğün ortaya çıkarılmasıdır. Yani Kenan Evren cuntasının kurduğu düzen değiştirilmiyor, bir faşist tek adam diktatörlüğü biçiminde daha da pekiştiriliyor. AKP-MHP faşizminin yapmaya çalıştıklarını bu biçimde tanımlamak daha doğru oluyor.

Ancak AKP-MHP faşizminin 12 Eylül faşist-askeri diktatörlüğünü restore ederek daha da pekiştirme çabaları kolay yürümüyor. Bu temeldeki faşist saldırganlığa karşı devrimci-demokratik güçlerin ve halkın direnişi geliştikçe, AKP-MHP faşizminin saldırganlığı daha da artıyor. Basına yansıyan istatistiklere göre, 20 Temmuz 2016 OHAL darbesinden bu yana geçen altı aylık süre içinde tutuklananların sayısı 41 bini bulmuş bulunuyor. Söz konusu süre içinde işinden atılanların sayısı yaklaşık yüzbin olurken, atmışa yakın belediyeye de kayyum atanmış bulunuyor. Herhalde katledilenlerin sayısı tam bilinemediği için, bu konuda somut istatistiki bilgi verilemiyor. Çünkü Cizre’de kaç kişinin yakıldığı ve kimliklerinin ne olduğu henüz tam olarak bilinemiyor. 

AKP-MHP faşizminin OHAL darbesi temelinde uyguladığı siyasal planın bir dönem 12 Eylül faşist-askeri cuntası tarafından uygulanan plana birçok yönüyle benzer olduğu açıkça görülüyor. Kuşkusuz bazı yönleriyle de Demirel-Çiller-Güreş-Ağar çete yönetiminin 1990’ların ilk yarısında uyguladığı topyekün özel savaş planına benziyor. Bu planın da Turgut Özal’ın öldürülmesi üzerinden uygulandığı biliniyor. Yani şimdi Fethullah Gülen’in linç edilmesi üzerinden uygulanmaya çalışılması gibi. Elbette AKP-MHP’nin mevcut faşist uygulamaları daha birçok tarihi olaya benzetilebilir. Örneğin İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin uyguladığı Ermeni, Rum, Süryani ve Kürt soykırımı gibi. Örneğin faşist Hitler uygulamaları gibi.

Kuşkusuz AKP-MHP faşizminin faşist diktatörlüğü restore etme çalışmaları öyle kolay ve rahat yürümüyor. AKP-MHP koalisyonu tarafından geliştirilen topyekün faşist saldırganlığa karşı Türkiye halkları ve uluslararası kamuoyu tarafından çok ciddi bir topyekün demokratik mücadele yürütülüyor. Ne yazık ki bu mücadele henüz çok örgütlü ve bütünlüklü değil. Yine ne yazık ki henüz ortak bir programa ve siyasal yönetime kavuşturulmuş olmaktan uzak. Bu nedenle hepsi yeterince birleşemiyor ve ortak bir siyasal kanala akamıyor. AKP-MHP faşizminin karşısına güçlü bir demokratik iktidar alternatifi olarak çıkamıyor. 

Ancak durum böyledir diye, söz konusu topyekün antifaşist direnişin önemi ve değeri yoktur denilemez. Mevcut devrimci-demokratik direnişin sonuç vermeyeceği ve başarılı olmayacağı söylenemez. Hayır, faşizme karşı mevcut topyekün direniş çok büyük bir tarihi öneme ve anlama sahiptir. Her gün Erdoğan-Bahçeli faşizmine adeta kök söktürmektedir. Faşist diktatörleri korkudan uyuyamaz hale getirmekte ve her an gördükleri kabus içinde adeta yaşayamaz duruma düşürmektedir. Bu nedenle, başta Kürdistan halkı olmak üzere tüm Türkiye’de verilmekte olan antifaşist direnişi önemsemek ve Kürtlerle birlikte Türkiye’nin geleceğinin de bu temelde belirleneceğini bilmek gerekir.

Elbette AKP-MHP faşizmine karşı demokratik direnişin öncüsünün Kürt halkı ve Kürdistan Özgürlük Hareketi olduğu hiç kimse için bir sır değildir. Bunu bütün devrimci-demokratik güçler bilmekte ve kabul etmektedir. Kürtler de bu bilinçle ve halkların dayanışması temelinde söz konusu kutsal direnişi yürütmektedir. Bu çerçevede Kürtler, topyekün faşist özel savaşa karşı topyekün demokratik direniş içinde olmaktadır. Kürtler Önderliği, gerillası, kadını, genci, demokratik siyaseti ile AKP-MHP faşizmine karşı tam bir kutsal özgürlük savaşı vermektedir. Bu direniş kırk yıldır kırılamamıştır, AKP-MHP faşizminin geçmişi taklit eden saldırıları söz konusu direnişi hiç kıramaz.

Kürtlerle birlikte Türkiye’nin tüm devrimci-demokratik güçlerinin de önemli bir direniş içinde olduğu ve bu direnişin söz konusu halk oylaması sırasında çok daha fazla büyüyüp gelişeceği tartışmasızdır. Dikkat edilirse, AKP-MHP faşizmine karşı kadın örgütlerinin, gençlerin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, aydınların, sanatçıların, bazı basın ve yazar çevrelerinin gün geçtikçe büyüyen bir direnişi vardır. Elbette söz konusu direniş mevcut haliyle zayıf ve yetersiz görülebilir ve hızla büyütülüp yayılması gereği üzerinde durulabilir. Kuşkusuz bu doğrudur ve inanalım ki pek yakında bu durum değişerek Türkiye halklarının devrimci-demokratik direnişi büyüyecektir. Bunları söylemek ve istemek ayrıdır, mevcut olanı yok sayarak umut kırıcı olmak ayrıdır. Dönem pozitif yaklaşarak teşvik edici olma dönemidir. 

Örneğin mevcut antifaşist direnişte demokratik siyasetin tutumu örnek gösterilecek düzeyde gelişmiştir. Meclisten zindana kadar gösterilen tutum, faşizm karşısında asla bükülmeyerek demokrasinin gür sesi olma gerçekten de takdire şayandır. Demokratik siyasetin verdiği demokratik direniş örneği göstermiştir ki, faşist diktatörlüğe karşı her koşulda aktif direnilebilir ve her mevzi sonuna kadar kullanılabilir. Bu temelde demokratik siyasetin halk nezdinde itibar kazandığı ve kitle tabanını büyüttüğü tartışmasızdır. Eğer anayasa referandumunda hayır çıkarmayı başarırsa, o zaman yeni Türkiye’nin demokratik iktidarı olacaktır.

Kuşkusuz AKP-MHP faşizminin dış cepheden daraltılması da önemlidir. Bu temelde uluslararası demokratik güçlerin Türkiye’deki faşizme karşı tavır alması faşizmi zorlamakta ve demokrasi mücadelesini güçlendirmektedir. AKP-MHP faşizminin küresel siyaset tarafından dışlanması ve tecrit edilmesi de demokratik güçler tarafından dikkatle değerlendirilmeyi ve değer biçilmeyi gerektirmektedir. Askeri cuntalar dönemi de dahil hiçbir Türkiye yönetimi kendi sistemi tarafından bu kadar sıkıştırılmamış ve dışlanmamıştır. Bu anlamda AKP-MHP faşizmini dış cephede daraltan her tutumu ve politikayı da önemle değerlendirmeye ihtiyaç vardır.

Elbette AKP-MHP faşizmine karşı Türkiye genelinde yürütülen mevcut demokratik direniş önemlidir ve hakkını vermek gerekir. Ancak bu direniş henüz yeterli değildir. Çok daha büyütülmesi ve geliştirilmesi gerekir. Yine birlik ve bütünlük içinde değildir. Mevcut parçalılığın aşılması ve bütünlüğün geliştirilmesi gerekir. Meclisten zindana, okuldan fabrikaya, dağdan sokağa kadar her alanın çok daha aktif hale gelmesine ihtiyaç vardır. Eğer bu gerçekleşirse, o zaman faşizm yıkılır ve demokrasi zafer kazanır. Bu da herkesin, tüm demokratik direniş güçlerinin ortak zaferi olur. Böylece büyük-küçük demeden yürütülen tüm demokratik mücadeleler, harcanan emek ve çekilen acılar karşılığını bulur.  

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA