Karasu: Türkiye’de Aleviler üzerindeki tehlike arttı

KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, AKP hükümetinin mezhepçi yaklaşımların DAİŞ gibi insanlık dışı örgütlere gelişme zemini sunduğunu kaydeden Karasu, bu nedenle Aleviler üzerindeki tehlikenin arttığını belirtti.

33 Alevi aydın ve sanatçısının öldürüldüğü Sivas Katliamının yıldönümü nedeniyle ANF’ye konuşan Karasu, Alevi toplumunun günümüzde karşı karşıya olduğu tehlikelere dikkat çekti.

Ortadoğu’daki mezhep çatışmaları ve Türkiye’nin buradaki rolüne dikkat çeken Karasu, Türkiye’de Alevilerin mezhepçiliğin kışkırtılabileceği bir coğrafyada yaşadığını belirtti. AKP’nin dinci mezhepçi zihniyetinin Aleviler üzerindeki tehlikeyi arttırdığını ifade eden Karasu, “Biz ‘böyle bir tehlike yok’, ‘Ortadoğu’da oluyor ama Türkiye’de olmaz’ dersek büyük bir gaflet içine girmiş oluruz. Çünkü AKP’nin politikaları bu tür mezhepçi, farklı etnik ve inanç guruplarına düşman olan bir kuşak şekillendirmiştir. Böyle bir kuşağın ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Esnafları ulus-devletin tekçi zihniyetini sahiplenen “Alperenler” olarak değerlendirmiştir. Böylece farklı etnik ve inançsal topluluklara, farklı siyasi görüşten olanlara karşı bir kışkırtma yapmıştır. İmam Hatip mezunlarını diğer ortaöğretim okullarından mezun olanlara göre üstün tutan bir yaklaşım içinde olmuştur. Bütün bunlar tabi ki Aleviler dahil tüm farklı etnik ve inanç toplulukları için her türlü tehlikeler ortaya çıkarır” dedi.

Karasu bu tehlikeyi önlemenin tek yolunun demokratik ulusa dayanan, yani farklı etnik ve inanç topluluklarının özgür ve demokratik yaşamını kabul eden bir zihniyetin ve siyasi sistemin ortaya çıkması olduğunu belirterek “Demokratik ulusa dayalı bir zihniyet ve siyasi sistem ortaya çıkmadığı müddetçe Aleviler başta olmak üzere tüm farklı inanç ve etnik toplulukların her zaman katliamlarla karşılaşma tehlikesi bulunmaktadır” şeklinde konuştu.

Karasu 2 Temmuz 1993 yılında 35 Alevi aydının diri diri yakılarak yaşamını yitirdiği Sivas Katliamının 22. Yıl dönümünde Sivas Katliamıyla hedeflenenlere günümüz Türkiye’sinde Aleviler üzerinde benzeri tehlikeler olup olmadığı, bu tehlikelerin nasıl bertaraf edileceğine ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Sivas Katliamının üzerinden 22 yıl geçti. Bu katliamla hedeflenenler nelerdi? Bu katliamın gerçekleştirildiği 1993 Türkiye’sine ilişkin neler belirtebilirsiniz?

Sivas Katliamıyla hedeflenen birçok şey vardı. Bu katliamla hedeflenenlerin neler olduğunu anlamak için sizin de belirttiğiniz gibi 1993 Türkiye’sini ve yaşananları anlamak gerekiyor. Bunu anlamadan Sivas Katliamını anlamak mümkün değildir. 1993 yılı Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesinin zirveleştiği bir yıldır. 1990-91-92 yıllarında Kürdistan’da hem serhildanlar gelişmiş hem de gerilla mücadelesi bütün alanlara yayılmıştı. Türkiye Kürt Halkının Özgürlük Mücadelesi karşısında çok sıkışmıştı. Öyle ki o dönemin daha iyi anlaşılabilmesi açısından belirtiyorum. ‘’Ver kurtulcular, vur kurtulcular”dan söz edilirdi. Yani Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi Türkiye’yi bu noktaya getirmiştir. Türk devletinin herhangi bir çözüm zihniyeti ve politikası olmadığı için tercih edilen politika Kürt Özgürlük Hareketi’ni kirli savaşla tasfiye etmek oldu. Bu kirli savaşla Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi arasındaki bağın koparılması hedefleniyordu. Bir taraftan 1992 yılında kararlaştırılan askeri anlamda “alan hâkimiyeti” politikası izlenirken, şehirlerde ise JİTEM’in, Hizbulkontra denen JİTEM kontrolündeki cinayet şebekesinin, yine kullandıkları itirafçıların işledikleri cinayetlerle Kürt halkı sindirilip böylelikle gerillanın beslendiği toplumsal temeli ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir. Bu açıdan 1992 yılından başlamak üzere çok kirli bir savaş Kürt Halkının Özgürlük Mücadelesine karşı uygulanmıştır. Öyle ki 1993 yılında her gün sokak ortasında birçok Kürt katledilmektedir. Halkı sindirmek için kafasının arkasından tek kurşunla vurma gibi bir cinayet modeli seçilmiştir. Bunun yanında binlerce köy yakılıp yıkılmıştır. On binlerce insan işkencelerden geçirilerek zindanlara atılmıştır. Milyonlarca insan Türkiye’nin metropollerine, yine yüz binlercesi Avrupa’ya göç etmek zorunda bırakılmıştır. 1993 Türkiye’si böyle zulüm ve baskının en üst düzeye çıkarıldığı bir Türkiye’dir. Öyle ki artık 2 Kürdün bir araya gelmesi bile suç görülmekte, ya vurulup öldürülmekte ya da zindanlara atılmaktadır. İşte böyle bir Türkiye ortamında, yani Kürt halkına karşı çok kirli bir özel savaşın yürütüldüğü bir ortamda Sivas Katliamı gerçekleştirilmiştir.

1993 yılında Kürt Halkının Özgürlük Mücadelesinin yükselişe geçtiği ve buna karşı da kirli savaşın yükseltildiği dönem aynı zamanda Alevi Kürtler başta olmak üzere tüm Alevilerin Kürt Özgürlük Hareketine karşı da ilgisinin arttığı bir dönemdir. Bu dönemde Kürdistan Özgürlük Hareketine ve gerillaya Alevi Kürt gençleri başta olmak üzere Alevi Türk gençleri de yoğun olarak katılım göstermekteydiler. Yine Avrupa’ya göçertilen Aleviler üzerinde de Kürt Özgürlük Hareketinin büyük etkisi vardı. Kürdistan Özgürlük Mücadele’siyle Alevi Kürtler üzerinden Alevi Türkleri, bu köprü üzerinden de Türkiye’yi etkileme imkanı ortaya çıkmıştı. 12 Eylül faşizmi ve daha sonraki baskılar nedeniyle Türkiye toplumunda, aydınlarında ve demokratlarında giderek Kürt Özgürlük Hareketine karşı bir sempati ortaya gelişmeye başlamıştı. Bu yönüyle Özgürlük Hareketinin Türkiye’yi etkileme imkânları da eskiye göre atmıştı. Sivas Katliamı bu dönemde gerçekleşmiştir.

İKİ KÜRT BİR ARAYA GELDİĞİNDE EZEN DEVLET İNSAN YAKANLARA DOKUNMADI

Yoğunluklu olarak Alevilerin içinde olduğu Pir Sultan Abdal etkinliğine karşı provokasyonlar geliştirilmiştir. Önceden etkinliklerin yapıldığı alanda, daha sonra da katliamın gerçekleştiği Madımak oteli önünde binlerce insan toplanmıştır. Aslında Madımak olayının olmasından önceki gün ve katliamın yapıldığı gün Pir Sultan etkinliklerine katılanlara birçok yerde saldırılar gerçekleştirilmişti. Ama ne ordu ne de polis bunları engellemiştir. Kürdistan’da iki kişi bir araya geldiğinde üzerine şiddetle gidilmekte, öldürülmekte ve zindanlara atılmaktaydı. Başka yerde iki Kürt bir araya geldiğinde ezen devlet, insanları linç etmek isteyen ve daha sonra yakan gözü dönmüş güruha dokunmamıştır. Burada bir tercih sorunu vardır, göstericilere dokunmama sorunu vardır. Nitekim Süleyman Demirel “Vatandaşlarla polis ve asker karşı karşıya gelmemiştir, bu memnuniyet vericidir” diyerek bu durumu meşrulaştıracaktır. 33 Alevi aydın ve yazarın katledilmesi karşısında bir Cumhurbaşkanının bunu söylemesi bu katliama nasıl yaklaşıldığını ortaya koymaktadır.

ALEVİLERE GÖZDAĞI VERİLDİ

Bu ortamda amaçlanan birçok konu vardır. Türkiye’de en hassas konu olan Alevi-Sünni önyargısı ve gerilimini tetiklemek ve bunun üzerinden de Alevilerin kurban edilmesi temelinde hedeflerine ulaşmak istemişlerdir. Türkiye tarihinde Alevilerin böyle kurban edildiği birçok olay vardır. Sivas katliamıyla hedeflenenlerden birisi de Alevilere gözdağı vermek, korkutmak ve ürkütmektir. Alevilerin Kürt Özgürlük Hareketiyle ilişkilendiklerini gördükleri için böyle bir katliamla korkutarak bu ilişkiyi ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne destek verilmesini engellemeye çalışmışlardır. Bunun yanından Sivas Katliamıyla Alevilere “Sizi koruyacak kimse yok, her an katledilebilirsiniz” mesajı verilmiştir. Alevileri tamamen devlete teslim etmeye yönelten bir provokasyon olmuştur. Dikkat edilirse bu katliam; dindarlığın, Sünniliğin etkin olduğu, Alevilerle iç içe yaşama temelinde önyargıların da yoğun bulunduğu Sivas’ta gerçekleştirilmiştir. Bu temelde de din ve şeriat tehdit olarak gösterilerek Aleviler devlete yedeklenmeye çalışılmıştır. Nitekim tüm bu konularda belli bir başarı da elde edilmiştir.

Bu katliamın tek sorumlusu devlet midir? Sivas Katliamı’nda fiili rol oynayanların arkasındaki kimi İslami çevrelerin bu katliamdaki rolü nasıldır?

Kuşkusuz bu katliamda kullanılan kimi İslami çevreler olmuştur. Zaten halkın dini duyarlılıkları kaşınarak Pir Sultan etkinliklerini yapmak isteyen Alevi halkına yönelik yoğun kışkırtma yapılmıştır. Bunun sonucu binlerce insan Madımak Oteli etrafında toplanmış ve oteli içerisindeki insanlarla birlikte yakmışlardır. Hatta insanları yakarken etrafında ölüm dansı yapmışlardır. Bundan daha alçakça bir duruş ve tutum olabilir mi? Kuşkusuz bu durumun ortaya çıkmasında kimi İslami güçler ve çevreler de sorumludur. Devlet çeşitli ajanları sızdırmakla provokasyonlar yapar. Fakat bu kadar insan niye toplanmıştır? Neden Alevilere karşı bu kadar önyargılı bir topluluk gerçeği vardır? Bu topluluğu Alevilere karşı kimler kışkırtmıştır? Kim bu kadar ön yargılı hale getirmiştir? Bunların da sorulması gerekiyor. Kuşkusuz derin devlet, çeşitli güçler bu katliamla belirli hedefler gözetmişlerdir. Ancak bu durum bu katliam içinde yer alanların ve bu katliama teşvik edenlerin sorumluluğunu göz ardı etmemizi getirmez. Hem kimi İslami çevrelerin o dönemdeki yayınlarına hem de katliamdan sonraki tutumlarına bakmak gerekir. Bu cinayete, bu katliama ses çıkarmamış, hatta tutumlarıyla, söylemleriyle sahiplenmişlerdir. Bu tabi söz konusu İslami çevrelerin halen de özeleştiri vermeleri gereken çok ciddi bir durumdur. Bu tutumların özleştirisi verilmemiştir. Bunu ortaya koymak gerekiyor. Sadece “devlet yaptı” deyip işin içinden çıkmak gerçekten bu katliamı yaratan etkenleri, önyargıları, toplumsal psikolojiyi ortaya çıkaran kesimleri, sorumluları göz ardı etmektir. Bu da var olan önyargı ve toplumsal psikolojinin devam etmesi anlamına gelir. Kuşkusuz devlet sorumludur, çünkü önleyebilirdi. Bu kesimleri rahatlıkla dağıtabilir ve böyle bir cinayetin suç ortağı haline gelmeyebilirdi. Bu yönüyle de hesabını vermesi gerekiyor. Devletin derinliklerinin neden bu provokasyonu önlemediği ve seyrettiğinin araştırılması, irdelenmesi ve sorumlulardan hesap sorulması gerekiyor. Bu açıdan devleti sorumlu tutmakla birlikte, söylem, tutum ve kışkırtmalarıyla bu katliamda doğrudan sorumluluğu olan kimi İslami çevreleri de ortaya koymak gerekiyor.

Bu çevreler “Biz yapmadık” derlerse o zaman bu toplum bu kışkırtmalara nasıl geldi diye sorarlar. Bir toplumda “Hadi gidelim insan keselim” denildiğinde insanlar hemen toplanıyorlar mı? Böyle bir şey mümkün müdür? Bu açıdan yüzyıllar boyu Alevilere karşı önyargıyı geliştiren, derinleştiren ve kökleştiren İslami kanaat ve inanç önderlerinin sorumlulukları bulunmaktadır. Yine o yıllarda yayın yapan bazı İslami çevrelerin yayınları, dergileri araştırılırsa nasıl yaklaştıkları ortaya çıkar. Bu yönüyle sadece güncel değil, tarihsel bir özeleştiri vermek gerekiyor. Yoksa sadece derin devlet yaptı demek bu sorumluluktan kurtulmanın çok kolay bir yoludur. Bu da doğru değildir. Devlet provokasyonları nasıl yapıyor, niye provokasyona geliniyor? Bu kadar insanın cayır cayır yakıldığı böyle bir provokasyona nasıl geliniyor? Orada 10 binden fazla insan toplanmış, daha da fazla toplanabilirdi. Sivas’ta böyle bir zemin var. O açıdan bu tür durumları ve ortaya çıkan sorunları çok boyutlu irdelemek gerekiyor. Tek boyutlu irdelenirse bu katliam anlaşılamaz ve katliamı ortaya çıkaran çeşitli etkenler ortadan kaldırılamaz. Bu da çeşitli zamanlarda yeni katliamların ortaya çıkması anlamına gelir.

Sivas’ta bu katliam için bir zeminin olduğunu ifade ettiniz. Bu katliam için Sivas bilinçli olarak mı seçildi?

Sivas’ın seçilmesi ve olayın Sivas’ta gerçekleşmesi tesadüfi değildir. Sivas Alevilerle Sünnilerin iç içe yaşadıkları bir şehirdir. Ben, yıllarca katliamın yapıldığı sokaktan ve o otelin önünden geçtim; Sivas’ın havasını kokladım, ruhunu derinden hissettim. Önceleri Sivas’ta başta Kürtler olmak üzere Alevi nüfusu çok fazlaydı. İl olarak Sivas’ın yarısı, belki de daha fazlası Alevilerden oluşmaktaydı. Şehrin içinde de dörtte bir oranında Aleviler yaşıyordu. Alevilerle Sünniler iç içe yaşadıkları için böyle bir önyargı ve gerilim vardı. Ben kendim de Sivas’ın içinde yaşadığım için Sünnilerin Alevilere nasıl yaklaştığını, yine Alevilerin Sünnilere nasıl yaklaştığını iyi biliyorum. Bir önyargı ve güvensizlik vardır. Sünni toplumunun Alevilere yaklaşımı önyargılıdır ve her an bir patlama durumunda Alevileri insan görmeyecek biçimde, “kefere” denilerek katletmeye müsait bir toplumsal gerçeklik oluşmuştur. Buna yok denilemez. Zaten 1970’li yıllarda Sivas’ta olaylar olmuştu. Tokat, Çorum, Malatya ve Maraş’ta Alevilere yönelik katliamlar gerçekleştirilmişti. Bu belirttiğim hat Alevi- Sünni gerilimin olduğu bir hattır. Zaman içinde Alevilerin o topraklardan koparıldığı bir hattır. Bir zamanlar İstanbul’da en fazla sayıda Sivaslılar vardı. İstanbul ikinci Sivas olmuştu. Çoğunluğu Kürt olmak üzere Aleviler İstanbul’a göç etmişti. İstanbul’da birkaç Sivas bulunuyordu. Maraş Katliamından sonra nasıl ki Alevi Kürtlerin çoğunluğu metropollere veya Avrupa’ya göçertilmişse, Sivas’ta da Aleviler metropollere ve Avrupa’ya göç ettirilmiştir. Fakat 2 Temmuz Sivas katliamından sonra bu göç daha da fazlalaşmıştır.

SİVAS ALEVİSİZLEŞTİRİLDİ, KÜRTSÜZLEŞTİRİLDİ

Eskiden Sivas’ın içinde önemli düzeyde Alevi esnaflar da vardı. Aslında bu tür katliamların ve saldırıların temel etkeni olmasa da tahrik edici bir etken de ticaret yapan Alevilerin ticari pastadan pay almalarını ortadan kaldırmaktı. Doğrudan böyle bir örgütleme olmasa da bu bir toplumsal ruh hali olarak bir etken olmuştur. Özellikle de esnafın her zaman toplumsal ruh halini etkileme gücü de görüldüğünde böyle etkenlerin de bu tür katliamlarda rol oynadığını söylemek yanlış olmaz. Maraş katliamında bu etkenin önemli bir rol oynadığı da bilinmektedir.

Bu katliamda Sivas’ın seçilmesinin nedeni Alevi-Sünni geriliminin rahatlıkla tırmandırılacağı bir yer olmasıdır. Alevi- Sünni gerilimi Sivas gibi yerlerde her an çatışmalara ve kavgalara dönüştürülebilir. Bu nedenle Pir Sultan etkinlikleri de bir gerekçe yapılarak bu gerilim çatışmaya ve sonunda da utanç verici bir katliama dönüştürülmüştür. Bu katliamdan sonra da Sivas Alevisizleştirilmiş, Kürtsüzleştirilmiştir. Bu tür katliamların böyle bir amacı da vardır. Şehir ve kasabaların demografik yapısı da bu katliamlar sonrasında bir bütünen değişmiştir. 1978’deki Maraş Katliamından sonra ortaya çıkan tablo, Sivas’ta bu yönlü yaşanan gerçekliği de açık biçimde ortaya koymaktadır.

Peki o dönem açısından bu katliamla hedeflenen amaçlara ulaşılabildi mi?

Kuşkusuz amaçlananlara önemli düzeyde ulaşılmıştır. Sivas “Katliamıyla amaçlananlara ulaşılmadı” demek mümkün değildir. Bu katliamla Aleviler Kürt Özgürlük Hareketinden önemli oranda uzaklaştırılmıştır. Yine şeriat ve din tehdidiyle Alevilerin devlete yakınlaşması ve kendilerini devletin insafına bırakması durumu yaşanmıştır. Bunlar gerçekten ortaya çıkmış sonuçlardır. Yine Sivas katliamından sonra Sivas büyük oranda Alevilerden arındırılmıştır. Sadece Alevilere değil bu katliamla birlikte aydınlara, yazarlara ve demokratik çevrelere de gözdağı verilmiştir. Aydınların ve demokratik çevrelerin ürkütülerek Kürt Özgürlük Hareketi’nden uzaklaşmaları sağlanmıştır. Kürt Özgürlük Hareketine yakınlaşmanın bedelinin ağır olduğu gösterilmiştir. Nitekim gerçekten de Sivas katliamı Alevilerde de, demokratlarda da, yazarlarda da, sol içerisinde de bir şok etkisi yaratmıştır. Bu katliam bir travma yaratmıştır. Travmanın olduğu yerde sağlıklı düşünülemez, topluluklar kendisine güvenini kaybeder. Travmatik birey ve toplulukların çok fazla örgütlenmesi ve güç olması, hak arayışı içerisine girmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle Aleviler ve demokratik çevrelerde yaşanan bu travmanın sonucu devletçi düşünme, olay ve olgulara devletçi akılla bakma açığa çıkmıştır. Daha sonraki süreçte Alevilerin, çeşitli aydın ve yazarların Kürt sorunundan uzak durmaları, hatta Kürt sorunu konusunda devletin kavram ve değerlendirmelerini kullanmaları söz konusu olmuştur.

SİVAS KATLİAMININ ALEVİLER ÜZERİNDE İKİLİ ETKİSİ

Bu travmatik etki üzerinden de devletin Aleviler içerisinde örgütlenme gerçekleştirdiğini biliyoruz. Bir taraftan Alevilik konusunda biraz yumuşamalar yaparak Alevileri belirli örgütlenmeler temelinde devlete yedeklemek istemişlerdir, diğer taraftan basın-yayın organlarında kültürel olarak kısmi yer vererek Alevilerde dışlanmışlıktan kurtuluyoruz algısı yaratmışlardır. Kuşkusuz bunu söylerken devletin Alevilere yönelik faaliyetinden dolayı “bu dernekler ajan faaliyet yürütüyor” ya da “ajandırlar” demek istemiyorum. Ama Kürt Özgürlük Hareketi’nin yükselişi karşısında Alevileri Özgürlük hareketinden koparmak için Alevilere yönelik kimi yumuşamalar içine girdikleri, bazı örgütlenmelerin önünü açtıkları, “yardım” ve “destek” adı altında Alevileri kendilerine daha fazla bağladıkları görülmüştür. Kürt Özgürlük Hareketi olarak bunu da Hareketimizin ortaya çıkardığı olumlu bir sonuç olarak değerlendiriyoruz. Önemli olan, bu sonucun ne kadar doğru değerlendirilip değerlendirilmediğidir. Sonuç itibariyle Sivas Katliamıyla devlet konjektürel olarak hedeflediği sonuçlara belli düzeyde ulaşmıştır.

1993 Sivas Katliamı’nın değerlendirilmesi gereken başka bir etkisi de Alevilerin bu katliam karşısında yaşadığı travma sonucu belli bilinç düzeyi olan bazı kesimlerin devletin kendilerine sahip çıkmadığını, devletin güvenlik güçleri önünde diri diri yakıldıklarını görerek devleti sorgulamaları ve örgütlenmeleridir. Bu yönüyle yeni bir dönemin başlaması da söz konusu olmuştur. Sivas katliamının Alevi toplumu üzerinde böyle çelişkili ve ikili bir etkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Sivas Katliamı Alevilerde toplumsal bilinç ve dayanışma ruhunun gelişmesini de beraberinde getirmiştir. Özcesi bir taraftan güçsüzlük, güvensizlik, devlete yedeklenme gibi bir durum ortaya çıkarken; diğer taraftan da bu şok edici katliamın sorgulanması temelinde hemen olmasa da zaman içinde gerçekleri kavrama, devleti tanıma, gerçekten de kendi konumlarının ve yerlerinin neresi olduğunu irdeleme ve bu yönlü değerlendirme yapma, giderek daha doğru yaklaşımlar içine girme eğilimini de Sivas katliamının yarattığı sonuçlardan biri olarak görmek gerekir.

Sivas Katliamı zanlılarının avukatlığını yapan 8 kişi daha sonra AKP’den milletvekili oldu. Yine davanın firarı sanıklarının cezaları 13 Mart 2012’de, yani AKP döneminde zaman aşımı nedeniyle düştü? Erdoğan’ın bu kararla ilgili yorumuysa “Hayırlı olsun” biçimindeydi? AKP’nin hem bir yandan Alevi açılımları yapıyorum derken bir yandan da böyle katliamı destekleyen konumda olmasının Alevilerin ve demokratların o dönemdeki tutumlarıyla bağlantısı var mı? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Şu açıktır İslami çevreler, özellikle iktidarcı siyasal İslamcı çevreler Sivas katliamının olduğu dönemde de iyi bir sınav vermemişlerdir. Öyle ki, o dönemde de tutumlarıyla ölenleri suçlamışlardır. İnsanları yakanları, ölüm dansı yapanları suçlamak yerine Pir Sultan Etkinliklerini yapanları suçlamışlardır. O nedenle daha sonra bu katliamı yapanların avukatlıklarını yapmaları anlaşılır bir durumdur. Kuşkusuz İslamcı çevrelerin kendilerine yakın olanların avukatlığını yapmaları kadar doğal bir şey olamaz. Ama bu ayrı bir şeydir. Bu katliam savunulacak bir şey değildir ki bu kadar savunulsun ve avukatlığı yapılsın! Bu açıdan bu tutumlarıyla bu katliamı meşrulaştırmışlardır. Zaten gerekçe aramak ve gerekçe ileri sürmek normalleştirme ve meşrulaştırmadır. Bunu en fazla yapan da AKP ve içinden geldiği geleneğidir. AKP’nin içinden çıktığı gelenek ve ona yakın basın bu katliam öncesinde de tahrik edici yayınlar yapmıştır. Sonrasında utanç verici yayınlar yapmıştır. Bunlar belgelidir. Eğer o dönemin basın ve yayını incelenirse kimin olaylara nasıl yaklaştığı görülür.

KATİL BİZİM CENAHTANSA İYİDİR YAKLAŞIMI VAR

Zaten sorun şuradan kaynaklanmaktadır. Bu iktidarcı siyasal İslamcı çevreler doğru, yanlış İslamcı bildikleri her şeyi sahiplenmektedirler. Bu bir refleks olmuştur be bugün de sürmektedir. En somut örnek DAİŞ’e yaklaşımlarıdır. İnsanlık dışı görülmedik cinayet ve katliamlar yapılıyor, ama bunlar gerekçelendirilerek normalleştiriliyor. İşte bu bir zihniyet sorunudur. Farklı inançtan, kültürden, siyasal görüşlerden olunabilir, ama herkesin içinde yaşadığı ve çıktığı bir toplum, toplumsal ahlak, insanlığın tarih boyu ortaya çıkardığı bir vicdan ve adalet duygusu, hak-hukuk vardır. Toplumun ortaya çıkardığı değerler ortaktır. Yahudilikte de, Hristiyanlıkta da, İslamiyet’te de, Êzıdîlikte de, Budizm’de de, Alevilikte de böyledir. Bazı değerler toplumun tarih içinde ortaklaştığı, farklı literatürle ifade edildiği değerlerdir. Ama özünde her inancın içinden çıktığı toplumsal değerleri ifade etmektedir. Şimdi bu iktidarcı İslami çevrelerin toplumun değer yargılarını ve ahlakını düşünmeden, bu yönlü ölçülere vurmadan “katil benim gibi düşünüyorsa, bizim cenahtansa iyidir” yaklaşımını ortaya koymaktadırlar. Zaten bu nedenle tarihteki birçok cinayetin, katliamın ve haksızlığın özeleştirisi verilmiyor. Özeleştiri verilemediği için de Sivas Katliamına yol açan zihniyet ve yaklaşımlar devam ediyor.

Sivas Katliamını gerçekleştiren gelenek ve daha sonra da AKP, Sivas Katliamını normalleştiren yaklaşımlar içinde olmuşlardır. Bu nedenle sadece avukatlığını yapmamışlardır. Mahkemede avukatlığını yapsalar “işte avukattır savunmuştur” denilerek anlaşılacaktır. Ama siyasal yaklaşımda, basın-yayında bu cinayetler meşrulaştırılmıştır. Sivas katliamını yapan etkenleri ortadan kaldırmak yerine, tutumlarıyla o etkenleri daha da kökleştirilmişlerdir. Bu açıdan Sivas katliamının zaman aşımına uğraması ardından Erdoğan’ın “hayırlı olsun’’ demesi anlaşılır bir durumdur. Erdoğan’a göre kendine yakın gördüğü bu katiller haksızlığa uğramış ve mağdur olmuşlardır ve çıkarılarak bu mağduriyetleri giderilmiştir. Yaklaşım böyledir. Ama Madımak katliamıyla Anadolu topraklarının tarihindeki en alçakça katliam olmuş; bunu düşünmemektedirler. Kendileri açısından da utanç verici olan bu katliamdan nasıl sıyrılırız, nasıl bir özeleştiri veririz, nasıl bir daha böyle bir katliamın olmayacağı bir toplumsal psikoloji ve zihniyet yaratırız şeklinde bir sorumluluk duymamışlardır.

AYDINLAR VE ALEVİLERİN ÖRGÜTSÜZ TUTUMU ERDOĞAN’I CESARETLENDİRDİ

Erdoğan ve içinden çıktığı geleneğin katliamdaki bu ahlaki, vicdani, siyasi sorumluluğu duymamalarının nedeni, bu tür zihniyetler üzerinde aydınların, yazarların ve toplumun yeterince baskı kurmamasıdır. Bunlar üzerinden bir toplumsal baskı, eleştiri olsa, kınansa kolay kolay bu tür cinayetler savunulamaz ve meşrulaştırılamaz. Bırakalım meşrulaştırmayı, bu cinayeti yapanlar öyle bir mahkûm edilir ki toplum içine çıkamaz. Ama Erdoğan ve AKP tutumuyla bu katillerin mağdur gibi dışarı çıkmalarını, hatta kahraman gibi çıkmalarını sağlamıştır. Bu da Türkiye açısından önemli bir sorundur. Bu tür katliamların içinde yer alanları destekleyenler toplumsal bir kınama ve baskı altına alınmadığı zaman daha sonra da Sivas Katliamı gibi katliamları ortaya çıkaran zihniyetin devam etmesi ve bu zihniyetin de yeni katliamlara neden olması gerçeği sürmektedir. Erdoğan’ın “hayırlı olsun” demesi kendine liberalim, aydınım, yazarım diyen birçok kişinin Erdoğan’ı nerdeyse demokrat gördüğü sürece denk geliyor. Erdoğan bu ortamda “hayırlı olsun” demiştir. Erdoğan çeşitli çevreler tarafından kendi düşüncelerine meşruiyet kazandırıldığı için, neredeyse Türkiye’yi demokratikleşmeye götüren bir adam olarak gösterildiği için bu katillerin dışarı çıkarılmasına “hayırlı olsun” deme fütursuzluğunu ve cesaretini gösterebilmiştir. 2010 yılındaki anayasa referandumunda “yetmez ama evet”ciler vardı. “Yetmez ama evet’’ diyenlerin hepsi kendini demokrat görüyordu. “Yetmez, ama evet” diyenler içinde kendini sol demokrat görenler bile vardı. Tabi ki böyle bir ortamda Erdoğan da hiçbir rahatsızlık duymadan ve hiçbir sakınca görmeden bu katillerin davasının zaman aşımına uğramasına “hayırlı olsun’’ diyebilmiştir.

Bu dönemde Erdoğan ve AKP ile işbirlikçilik yapan bazı Aleviler de vardı. Alevi çalıştaylarına katılıyor, AKP ve Erdoğan’ı övüyorlardı. Böylelikle Erdoğan ve AKP’nin politikalarını meşrulaştıran, onları antidemokratik politikalar konusunda cesaretlendiren bir siyasal ortam yaratıyorlardı. Roboski katliamını yapanlara açık tutum almayan bir ilkesizlik ve ölçüsüzlük nedeniyle Erdoğan ve AKP yıllarca halkı ve toplumu oyalamış, aldatmış, hatta pervasızca toplumdaki gerilikleri besleyen sözler ve tutumlar içinde olmuştur.

7 Haziran seçimlerinde Alevilerin bir devlet partisi olmayan HDP’ye büyük ilgileri oldu. Aleviler HDP çatısı altında Cumhuriyet tarihinde ilk defa kendi kimlikleriyle meclise girdiler. Bu durumun cumhuriyet tarihi boyunca Alevilere karşı geliştirilen Sivas ve diğer katliamların bilince çıkarılmasıyla bir bağı var mı? Sivas katliamını da gerçekleştiren devletin Alevi politikası artık boşa çıkıyor diyebilir miyiz?

Kuşkusuz 7 Haziran seçimleri Alevilerin tarihi açısından bir dönüm noktası olacaktır. Aleviler tarih boyunca kendi kimlikleri, kültür ve inançlarıyla kabul edilmemiştir. Hele siyasal alanda kendi kimlikleriyle kabul edilmeleri yoktur. Aksine iktidarcı siyasetin zirveleşmesi olan devletler tamamen egemen din ve mezheplerin temsilcileri olmuşlar; diğer din ve mezhepleri yok etmeye çalışmışlar ve onlar üzerine baskı kurmuşlardır. Tarih boyunca Aleviler bunu hep yaşamışlardır. Devlete bulaşmamışlar, devletten uzak durmuşlar, komünal demokratik yaşamlarını kendi kanaat önderleri olan mürşitler, pirler, rayberler, seyitler ve dedelerle yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu açıdan kendi özelliklerini korumuşlardır. Aleviler devlete bulaşmamış, devlet içine girmemiş, devletle işbirliği yapmamış bunun sonucunda baskı, eziyet zulüm görmüşlerdir; ama güzel yanlarını da bugüne kadar korumuşlardır. Eğer devlete bulaşsalardı, devletin içine girselerdi, işbirlikçilik yapsalardı işte bugün güzel dedikleri değerlerin hiç birisi kalmazdı. Tarihte nasıl Hristiyanlık, Müslümanlık, ya da başka dinler devletleştikten sonra esas özlerinden kopmuşlarsa, Alevilerde kendi özlerinden kopar ve bugün övündükleri, onur duydukları değerleri bugüne kadar taşıyamazlardı. Bu değerler saptırılmış, sistem içileştirilmiş olarak var olurlardı. Herhalde hiçbir Alevi kendi değerlerinin bu duruma düşmesini istemez. Aleviler tarih boyunca kendi değerlerini ve özlerini korumaya çalışmışlardır. Kendi inançlarından, yaşamlarından uzaklaşmadan devletten uzak alanlarda yaşamlarını komünal demokratik temelde sürdürmüşlerdir.

ULUS DEVLETÇİ CUMHURİYET POLİTİKALARI ALEVİLERE DE EZA YAŞATTI

Aleviler ve Alevileri temsile den inanç önderleri devletten uzak bu yaşamlarını sürdürürken hiçbir zaman kendi kimliklerini iktidarcı devletçi sistem karşısında açık savunamamışlardır. Ya da egemen din ve mezhep karşısında açıkça ortaya koyamamışlardır. Özellikle cumhuriyet tarihiyle birlikte kıra dayalı eski toplumsal yaşamın çözülmesi, daha doğrusu merkeziyetçi ulus-devletçi anlayışın ortaya çıkmasıyla birlikte Aleviler daha büyük sıkıntı yaşamışlardır. Kuşkusuz Osmanlı döneminde de Aleviler büyük sıkıntılar ve katliamlar yaşamışlardır, ama bir yönüyle de Osmanlı merkeziyetçi bir devlet olmadığı için; köylere, kasabalara, bireylere kadar nüfuz eden bir siyasal zihniyete ve toplumsal sisteme sahip olmadığından kırsal alanda, köylerde Aleviler kendi yaşamlarını devletten uzak bir biçimde sürdürmüşlerdir. Ama cumhuriyetle birlikte bu da ortadan kalkmıştır. Çünkü devlet merkezileşmiştir. Artık kırların, köylerin devletten uzak kendi yaşamlarını sürdürme olanakları azalmıştır. Çünkü merkezileşen ulus-devlet tüm köylere kadar nüfuz etme eğilimindedir. Cumhuriyet böyle bir eğilim ve örgütlenmeyle bütün her yere nüfuz ederken farklı kimlikleri kabul eden bir yaklaşım içinde olmamıştır. Türk-Sünni bir toplum oluşturma ve ulus-devleti buna dayandırma politikası olduğundan, cumhuriyet tarihi boyunca farklı etnik ve dini topluluklar, yine Aleviler büyük zarar görmüşlerdir. Belki Cumhuriyetin ilk kuruluşunda, 1920 Meclisinde her etnik ve inanç kesiminden vekiller vardır. Ama daha sonra tamamen ulus devletçi anlayış Türkiye cumhuriyetine hakim olunca Kürtler için de, Aleviler için de, Êzıdîler için de, Süryaniler, Gürcüler, Çerkezler, diğer etnik ve inançsal topluluklar için de gerçekten bir eziyet bir eza dönemi başlamıştır. Yakın zamana kadar da bu ulus-devletçi zihniyet tüm etnik ve dinsel topluluklar üzerine ağır bir baskı yaratmıştır.

VERİLEN BÜYÜK MÜCADELELERLE CUMHURİYETİN TEKÇİ ZİHNİYETİ PARÇALANDI

Kürt halkının özgürlük mücadelesi sadece Kürt halkının özgürlük mücadelesi olmamıştır. Türkiye devletinin tekçi ulus devlet anlayışına karşı tek kimlikli toplumsal ve siyasal anlayışa karşı da bir mücadele olmuştur. Bu yönüyle ulus devletçi zihniyeti kıran, farklı etnik ve dinsel toplulukların da var olduğu gerçeğini gün yüzüne çıkaran bir mücadele olmuştur. Bu mücadelenin zaferi de 7 Haziran’da başarıyla taçlanmıştır. Kuşkusuz bu sadece Kürtlerin başarısı ve zaferi değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtler dışındaki farklı etnik ve inanç toplulukları da bu tekçi ulus devlete karşı mücadele vermişlerdir. Bu tekçi ulus devletin uygulamaları ve politikaları karşısında rahatsızlıklarını, reflekslerini şu veya bu biçimde ortaya koymuşlardır. Ancak şu da takdir edilir ki Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca ulus-devletçi zihniyete karşı en büyük mücadeleyi Kürtler vermişlerdir. Yine Cumhuriyet tarihindeki büyük dört direnişten ikisi Alevi Kürt direnDAİŞir. Koçgiri ve Dersim Alevi Kürt direnDAİŞir. Bunun yanında Şex Sait ve Ağrı Direnişi de vardır. Bu, şu gerçeği ortaya koymaktadır. Kürtler hem etnik olarak hem de inançsal olarak ulus-devlete karşı direnmişlerdir. Yani bu direnişi sadece etnik temelli değil inanç temelli olarak da yürütmüşlerdir. Dersim ve Koçgiri isyanları hem Kürtlük hem de Alevilik kimliklerinin inkâr edilmesine karşı bir direniştir. Ya da Dersim ve Koçgiri Katliamları Alevi Kürtlerin hem etnik hem de inanç kimliklerini sahiplenmeleri sonucu gerçekleşmiştir. Daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti Türk ve Sünni dışında bir etnik ve inanç kimliği tanımadığı için Koçgiri’de katliama, Dersim’de soykırıma başvurmuştur. Şark Islahat Planıyla Alevi Kürtlerinin bulunduğu bütün coğrafyanın Türkleştirilmesi ve bu temelde de inançlarından vazgeçirilmesi politikası yürütülmüştür. Bu yönlü ulus-devletçi tekçi zihniyete karşı demokratların, sosyalistlerin, farklı etnik ve inanç toplulukların her zaman itiraz ve mücadeleleri olmuştur. Bu mücadelelerin toplamı, onların zirvesi ve bütün bu mücadelelerin temsilciliğini yapan Kürt Özgürlük Hareketi ulus-devlete karşı mücadelesini daha kapsamlı yürütmüştür. Bu mücadele sonucu Türk devletinin o tekçi ulus devletçi zihniyeti ve politikası parçalanmıştır.

Eğer 7 Haziran seçimlerinde Türkiye Meclisine bu tekçi zihniyetin hakim olduğu ortamda Alevi’si, Süryani’si, Ezidi’si, Ermeni’si, Azeri’si, Mehalmi’si, Arap’ı da girmişse bu en başta da tekçi ulus-devletçi zihniyetin kırılmasıdır. Tekçi ulus zihniyetinin çözülmesi ve dağılmasıdır. Böyle ifade etmek yanlış değildir. Kuşkusuz bu, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türkiye’nin dağılması değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devletçi zihniyetinin dağılmasıdır; Türkiye içindeki toplulukları birbirine düşman eden zihniyetinin dağılmasıdır.

7 HAZİRAN SEÇİMLERİNİN BAŞARISI DEMOKRATİK ULUSUN AÇIĞA ÇIKTIĞINI GÖSTERMEKTEDİR

Tekçi ulus-devlet yerine bütün etnik ve inanç topluluklarının birbirini anladığı, özgür ve demokratik yaşadığı, bu temelde de birliği güçlü hale getirdiği bir demokratik ulusun ortaya çıkması gerçeği vardır. Tekçi ulus-devlet karşıtlaştırırken, ayrıştırır ve dağıtırken demokratik ulus çizgisi birleştiren, bütünleştiren, güçlendiren ve birbirini anlayan bir demokratik ulus ve demokratik Türkiye gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Bu açıdan devletçi ulusa alternatif olarak demokratik ulus gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu büyük bir başarıdır. Bu, Türkiye halklarının Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca verdiği demokrasi mücadelesinin başarıyla taçlanmasıdır. Öyle ki, artık devletçi ulus zihniyetini savunanlar bile şu andaki meclisin çok renkli olduğunu ve bütün Türkiye’yi temsil ettiğini söylemektedirler. Devletçi ulus zihniyetine sahip olanların bile meclisin bu renkliliğini teslim etmeleri ve artık buna göre bir siyasetin yürütülmesi gerektiğini söylemeleri gerçekten de 7 Haziran seçimlerindeki başarının etki, derinlik ve kapsamını ortaya koymaktadır. Bu başarı sonuçlarını daha da derinleştirecek ve geliştirecektir. Bu seçimlerin etkisi seçimlerden sonra daha da kapsamlı olacaktır. Türkiye’de bir değişim dönüşüm sürecine girilmiştir. Bunu en başta da yaratan 7 Haziran seçim sonuçlarıdır. 7 Haziran seçim sonuçlarını yaratan demokratik birikim ve tüm demokratik güçlerin gerçek gücü açığa çıkmış ve harekete geçmiştir. Bugüne kadar ulus-devlet zihniyeti ve baskısı altında kendini ifade edemeyen bu topluluklar ve onların örgütlü gücü kendi önündeki engelleri aşarak Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok büyük rol oynayacaklardır. Bu kesindir.

ALEVİLERİN KENDİ ÖRGÜTLÜ KİMLİKLERİYLE MECLİSE GİRMELERİ DEVRİM NİTELİĞİNDE

Bu çerçevede Alevilerin ilk defa Alevi kimlikleriyle, hatta sadece Alevi kimlikleriyle değil Alevi örgütlerin temsilcisi olarak Meclise girmeleri tarihi önemde bir olaydır. Farklı inanç ve etnik toplulukların kendi örgütlülükleriyle Meclise girmeleri, kendi örgütlülüklerinin temsilcilerinin partiler tarafından muhatap alınarak Meclise sokulması devrim niteliğindedir. Eksiği yetersizliği olabilir ama en azından 4 Alevi vekil Alevi örgütlenmelerinin temsilcileri olarak Mecliste yer almışlardır. Bundan daha büyük gelişme olabilir mi? Kuşkusuz önceden de Türkiye meclisinde Aleviler vardı, ama ilk defa Alevi birey olarak değil, Alevi örgütlerinin temsilcileri, hatta sorumluları, yetkilileri olarak Meclise girmişlerdir. Bu, seçilen kişilerden bağımsız olarak çok önemlidir. Bu büyük başarıyı ve gelişmeyi kişilerin durumlarıyla ölçmek büyük bir yanılgı ve gaflettir. Bazıları şu kişi değil de niye bu kişi oldu biçiminde değerlendirmeler yapmaktadır. Bu çok yanlıştır ve çok önemli bir gerçeği saptırmak ve önemsizleştirmektir. Burada önemli olan Alevilerin Türkiye tarihinde ilk defa kendi kimlikleriyle, kendi örgütlü kurumlarının temsilcileri olarak meclise girmeleridir. Bütün Aleviler bu büyük devrimin coşku, heyecan, onur ve gururunu yaşamalıdırlar. Bu açıdan bireyselleştirenler bu büyük onuru, gururu, gelişmeyi anlamayanlardır. Bireyselleştirenler bu büyük devrime basit yaklaşanlardır. Bu açıdan bu büyük gelişmeyi sıradanlaştırmak, basitleştirmek hiç kimsenin hakkı değildir. Bu büyük devrimi herkes takdir etmelidir.

Artık Alevilerin örgütlü kimlikleri ve topluluklarıyla Mecliste yerlerini almalarının önü açılmıştır. Kendi inançlarının sorunlarını Alevi örgütlenmelerinin temsilcileri olarak savunacaklardır. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Demokrasi ve demokratik devrim demek artık farklı kimliklerin örgütlü kurumlarıyla, örgütlülükleriyle siyasal mücadele ve demokrasi mücadelesi içinde yer alması demektir. Sadece bireylere dayanan demokrasinin zamanı geçmiştir. Sadece bireylerin özgürlüğünü ifade eden, bireylerin üyeliği ya da temsili üzerinden şekillenen demokrasiler zayıftır, yetersizdir. Hatta gerçek demokrasi değildir. Ancak örgütlü toplumlar egemenler karşısında kendi güçlerini, varlıklarını ve çıkarlarını koruyabilirler. Örgütlü toplumun olmadığı yerde ekonomik, sosyal, siyasal veyahut da farklı biçimlerde güç odakları o toplumun üzerinde hakim olur. Gerçek anlamda demokrasi orada gerçekleşmez. Bu anlamda bu seçimlerde Alevilerin, Süryanilerin, Mahalmilerin, Ermenilerin, sosyalist örgütlerin, kadınların meclise örgütlü kimlikleriyle, örgütlü temsilleriyle girmesi kadar değerli bir şey olamaz. Bu nedenle HDP’nin 80 milletvekilinin anlamı ve gücü diğerlerinden katbekat üstündür diyoruz. HDP’nin Meclis grubu büyük bir niteliği ifade etmektedir. Bu nitelik büyük bir siyasi güce de tekabül etmektedir. Bu açıdan HDP’nin siyasi gücüyle diğerlerinin siyasi gücünün karşılaştırılmaması gerektiğini özellikle vurguluyoruz. Sayıya göre siyasi güçleri değerlendirmek, siyaset sosyolojisi açısından yüzeyselliği ifade eder. Hele HDP söz konusu olduğunda daha da büyük bir yüzeyselliği ifade ediyor.

BU BAŞARIDA ALEVİLERLE GELİŞEN BİLİNCİN ÖNEMLİ ROLÜ VAR

Kuşkusuz bu gerçekliğin ortaya çıkmasında Cumhuriyet tarihi boyunca Alevilere karşı gerçekleştirilen katliamların yarattığı sorgulama ve bilincin etkisi vardır. Nitekim Aleviler örgütlenmeye başlamışlardır. Kuşkusuz bu örgütlenmeler ve dernekleşmelerde yanlış anlayışlar ve yaklaşımlar vardır. Bu örgütleri ve dernekleri bireyler ve gruplar olarak bir siyasal güç elde etmek için değerlendirmek isteyenler vardır. Bu yönüyle yetersiz yaklaşımlar vardır. Bunların da zamanla giderileceğine inanıyoruz. Bunları da anlamak lazım. Çünkü Türkiye toplumunda şekillenmiş bir anlayış ve yaklaşım var. Devletteki iktidarcı anlayış topluma ve aileye kadar sinmiştir. Her aile de erkek bir siyasi şef gibidir. Bir iktidar gücü gibidir. Böyle şekillenen bir toplumda çeşitli örgütlenmelerin yanlış ve kendine göre yaklaşımları olabilir. Bunlar eleştirilebilir ve ayrı değerlendirilebilir. Ama Alevilerin giderek örgütlü olmak istemeleri, örgütlü toplum haline gelmeleri, kendi örgütlerini geliştirerek siyaset üzerinde etkili olmaya çalışmaları bu günkü sonuçların gerçekleşmesinde etkili olmuştur.

ÖNDER APO BAŞINDAN BU YANA ALEVİLERİN KENDİ KİMLİKLERİYLE ÖRGÜTLENMELERİNİ İSTEDİ

Kürt Özgürlük Hareketi başından beri Aleviliğe ve Alevilerin sorunlarına doğru yaklaşmıştır. Alevileri bir kimlik olarak ve baskı gören ve ezilen bir inanç olarak kabul etmiştir. Bu nedenle de Alevilerin ayrı örgütlenebileceği düşüncesini 1990 yılında açıkça ortaya koymuştur. İnsanların, toplulukların sadece tek kimlikli olmayacağı, farklı kimlikler temelinde de örgütlenebileceğini kabul etmiştir. Alevi Kürtler hem Kürtlükleri temelinde özgürlük ve demokrasi mücadelesi verebilirler hem de Alevi kimlikleri temelinde inanç sorunlarını örgütleyebilir ve gündeme getirebilirler. Bunlar birbirlerinin karşısına konulacak olgular değildir. Aksine birbirini güçlendirecek olgulardır. Bir Kürt Alevinin sorununu savunmadan kendi özgürlük ve demokrasi mücadelesinde samimi olabilir mi, ya da bir Alevi Kürtlerin hakları ve özgürlüklerini savunmadan kendi özgürlük ve hak mücadelesinde samimi olabilir mi? Olamaz. Bu açıdan Kürt Özgürlük Hareketi hem Kürt Halkının özgürlük mücadelesini verdiğinden, hem de Kürtlerin önemli bir bölümü Alevi olduğundan Alevilerin inanç özgürlüğünü ve kendilik olmalarını her zaman önemli görmüştür. Özellikle Önder Apo’nun Aleviler konusunda çok önemli değerlendirmeleri bulunmaktadır. Bu yönüyle bu gelişmelerin ortaya çıkmasında Önder Apo’nun bütün farklı kimliklere, etnik ve dinsel kimliklere yaklaşımının rolü belirleyicidir. Eğer bugün Kürdistan ve Türkiye’de farklı etnik ve dinsel kimlikler kendilerini korumuşlarsa, kendi örgütlenmeleriyle var olmuşlarsa bunda Önder Apo’nun öncülüğündeki Özgürlük Hareketinin rolü belirleyicidir. Bunu hiç kimse inkar edemez. Önder Apo’nun deyimiyle bu anlamda yapılanları mitolojideki zalim tanrılar bile inkâr edemez. Bu açıdan farklı toplulukların bu düzeyde örgütlenmesi ve bilince varmasında Önder Apo ve Özgürlük Hareketinin yaptıklarının takdir edilmesi gerekir.

Kuşkusuz bütün farklı etnik ve dinsel topluluklar da cumhuriyet tarihi boyunca eksiklikleri ve yetersizlikleri olsa da demokrasi mücadelesi vermişler, ulus-devletçi zihniyete ve siyasi anlayışa karşı tavır almışlardır; kendi farklılıklarını ve taleplerini şu ya da bu biçimde dillendirmişlerdir. Aleviler de önemli düzeyde devrimci demokrasi mücadelesinde yer alarak Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde kendi inanç haklarını savunma mücadelesi içinde olmuşlardır. Bu açıdan bugün 7 Haziran’da ortaya çıkan sonuçlar böyle uzun kapsamlı ve çok yönlü ortaya çıkan mücadelenin sonucudur.

7 HAZİRAN’DA DEVLETİN ALEVİ POLİTİKASI BOŞA ÇIKMIŞTIR

7 Haziran seçim sonuçlarında devletin Alevi politikası önemli oranda boşa çıkmıştır. Devlet yakın zamana kadar şeriat düzenini, dini tehdit göstererek Alevileri baskıcı ve zalim olan devletin yedeğine sokmaya çalışmıştır. Aleviler gibi baskı ve zulüm altında kalmış bir toplum baskıcı devletin yedeği haline getirilmiştir. Bundan daha büyük bir paradoks olabilir mi? Aleviler zaman içinde bu paradoksu görmüşlerdir. Kendilerinin bu baskıcı ve sömürücü devletin yanında yer alamayacağını, ezilenlerin ve demokrasi mücadelesi yürütenlerin yanında yer almaları gerektiğini görmüşlerdir. Demokrasi mücadelesi yürüten güçlerin yanında yer almaya çalışmışlardır. Çünkü demokrasi mücadelesinde yer alıp Türkiye'yi demokratikleştirmeden hiçbir tehdidi ve tehlikeyi ortadan kaldıramayacaklarını anlamışlardır. Bu çerçevede Türkiye’de en büyük demokrasi mücadelesini yürüten Kürt Özgürlük Hareketine yakınlaşmışlardır. Bu yönüyle giderek CHP’nin politikalarını sorgulayarak HDP gibi bir demokratik ulus partisine yönelmişlerdir. Kendilerini en iyi temsil edecek, tam da “bizim” diyebilecekleri HDP’ye akmışlardır. Gerçekten de HDP Aleviler için de tüm diğer etnik ve dinsel topluluklar için de, inançlarının devletin yedeğine sokularak özünden kopmasını istemeyen Sünniler için de tam da “bizim” diyebilecekleri bir partidir. Çünkü bu parti demokratik ulus çizgisini savunuyor. Tüm farklılıkların kendi örgütlülüğü ile demokratik toplum gerçeği içinde yer alarak eşit ve özgür biçimde yaşamasını savunuyor. Aleviler daha başka ne isteyebilirler ki!

DERSİM VE SİVAS KATLİAMLARININ YAŞATTIĞI TRAVMA AŞILIYOR

Kaldı ki bu seçim döneminde Alevilerin temel talepleri ilk defa bir parti tarafından açık ve net bir biçimde savunulmuştur. Aleviler bunu görmezlikten gelebilirler mi? Görmezlikten gelirlerse annelerimizin ve babalarımızın dediği gibi yüzlerine gözlerine durur. Aleviler de haksızlık ve zulüm görmüş bir topluluk olarak her zaman haktan, adaletten ve eşitlikten yana bir topluluk olarak tabii ki Kürt Özgürlük Hareketi’nin de, HDP’nin de hakkını takdir edeceklerdir. Bundan sonra HDP’nin gerçek bileşeni ve sahibi olarak bu demokratik ulus partisi içinde yer alacaklardır. Bu çerçevede devletin Alevi politikası artık boşa çıktı diyebiliriz. Bu bir başlangıçtır. Bu seçimden sonra Alevilerin HDP’ye kaymaları daha da fazla gerçekleşecektir. Zaten 7 Haziran seçimlerinde Aleviler HDP’ye önemli oranda oy vermişler ve barajın aşılmasında gerçekten de stratejik bir rol üstlenmişlerdir. Artık bilinçli Alevileri devlete yedeklemek mümkün değildir. Aleviler içinde en politik, en bilinçli toplum kesimlerinin başında Dersim gelmektedir. Dersim’in tercihi de ortaya çıkmıştır. Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olmasına rağmen 2 milletvekilinin HDP tarafından alınması Dersim şahsında Alevilerin tercihinin ne olduğunu, bundan sonra devlete nasıl yaklaşacaklarını ortaya koymuştur. Bu vesileyle 7 Haziran seçimlerinde Dersim’in tutumuyla birlikte 1938 katliamındaki travma da aşılmıştır. Artık kendi kimliğine ve kültürüne sahip çıkan Dersim 1938 soykırımını da, bu soykırımın amaçlarını da boşa çıkararak yeni bir Dersim tarihi başlatmıştır. Bu açıdan da Dersim’i kutluyor ve tüm halkımız adına da Kürtler ve Aleviler adına şükranlarımızı bir daha belirtiyoruz.

Günümüz açısından DAİŞ çetelerinin başta Aleviler ve Kürtler olmak üzere halklara ve inançlara yönelik geliştirdiği katliamlar biliniyor. Hareketiniz ve Alternatif Medya AKP Hükümetinin DAİŞ’le ilişkilerini birçok defa belgelerle ortaya koydu. Sivas Katliamının 23. Yılına girerken Türkiye ve Kürdistan’daki Aleviler üzerinde bu durum yeni katliam tehlikelerini beraberinde getirir mi?

AKP’nin politikaları Sivas, Maraş ve başka katliamlar gibi katliamları her zaman gündeme getirebilir. Çünkü mezhepçiliği daha da derinleştiren bir politika izliyor; politikasını mezhepçilik üzerine kuruyor. Hele bugün Ortadoğu’da mezhepçilik ve etnik milliyetçilik üzerine kurulan politikaların nasıl canavarca katliamlar açığa çıkardığı ortadır. En son Kobanê’de siviller vahşice katledilmedi mi? Camileri bile farklı mezheplere ait olduğu için bombalayan bir zihniyet Ortadoğu’da yok mu? Yani artık kendisinden olmayan herkesi yok eden bir zihniyet Ortadoğu’da heyula gibi dolaşıyor. Şengal’deki durumu gördük. Bu DAİŞ’le kim ilişkili? AKP Hükümeti. Hatta bizzat devlet DAİŞ’le ilişkili. AKP Hükümeti ile DAİŞ ilişkisinin gizlenecek bir yönü kalmamıştır. Erdoğan istediği kadar “yok” desin. Söylemleriyle ve tutumuyla DAİŞ’le ilişkili olduğu ortadadır. Kimse AKP'ye iftira yapmıyor. Kendisi bir tercih yaparak DAİŞ’le ilişki kurmuştur. Büyük devletler farklı örgütleri bir enstrüman olarak kullanıyor ya, şimdi Türkiye de kendini büyük devlet olarak görüp bu kirli işlere el atmış bulunuyor. Türkiye DAİŞ’i Ortadoğu politikasında bir siyasal enstrüman olarak kullanmak istiyordu. Suriye ve Ortadoğu politikasını DAİŞ ve Sünniler üzerine kurmuştu. Şimdi dünyada çok teşhir olunca, Kürtler de çok tepki gösterince, hatta Türkiye toplumu da AKP’nin DAİŞ ilişkilerinden rahatsız olunca şimdi “bizim DAİŞ’le ilişkimiz yok” diyor ve inkar etmeye çalışıyor. Ama tüm dünya “var” diyor. Kaldı ki somut belgeleri var. En somut belge ise DAİŞ “bir devletim” dedi, DAİŞ Til Ebiyad’ta devlet olarak bulunurken rahatsız olmayan AKP, oraya YPG ve YPJ güçleri girince derhal rahatsız oldu. Öyle ki hemen velvele kopardı. Sonra da “Suriye’nin kuzeyinde bir oluşumu kabul etmeyiz” dedi. Kürtler kendi özgür ve demokratik yaşamlarını savunmaya çalışıyorlar, saldırılara ve vahşi bir güce karşı yaşam savunması veriyorlar. Buna büyük bir tepki var. DAİŞ yanı başında, sınırında devlet kurdum diyor, ama buna sesini çıkarmamıştır. Üç yıldır DAİŞ Ortadoğu'da her türlü vahşeti yaparken bir tepki göstermeyen AKP ve Türkiye gerçeği var. Bu bile DAİŞ’in Türkiye ile ilişkilerinin ne düzeyde olduğunu göstermiyor mu?

Kürtler üzerinde DAİŞ bu kadar katliam yaparken sesini çıkarmayan bir AKP Hükümeti var. Şengal’de, Kobanê’de ses çıkarmadı. Kobanê için “düştü düşecek” dedi. Öyle ki Türkmenlerden Sünni olmayanlara bile sahip çıkmadı. Tel Affer’de DAİŞ’in saldırısına uğrayan ve kendi düzenini dayatan Tel Affer’in Şii Türkmenlerine sahip çıkmadı. Ama şimdi Til Ebiyad’da PYD hakim olunca “orada bir Türkmen köyüne şu yapılmış” diye kıyamet koparıyor. Olmayan bir şeyi olmuş gibi göstererek Rojava Devrimini karalamaya çalışıyor. Oradaki Türkmen köylerine, ya da Araplara YPG ve YPJ güçleri tarafından herhangi bir şey yapılmış değildir. Savaş ortamından kaçanlar olmuştur, bunların da çoğunluğu dönmüştür. Rojava Devrimi inancı ve kimliği ne olursa olsun tüm farklılıkların özgür ve demokratik yaşamını savunmaktadır. Rojava Devrimi’nin temel karakteri budur. Ama Türk devleti etnik milliyetçi ve mezhepçi anlayışta olduğu için hemen Rojava Devrimi’ne karşı düşmanlık içine girdi. Bütün bunlar Türk devletinin DAİŞ’le sıkı bir ilişki içinde olduğunu gösteriyor.

AKP DAİŞ İLİŞKİSİ TÜRKİYE’DEKİ ALEVİLER ÜZERİNDE DE KATLİAM TEHLİKESİNİ ARTTIRIYOR

AKP Hükümeti’nin DAİŞ’le sıkı ilişki içinde olması Türkiye’de de DAİŞ zihniyetinin gelişmesine neden olmuştur. Çünkü mezhepçi yaklaşım bu tür insanlık dışı örgütlere gelişme zemini sunar. Ortadoğu’da zaten mezhep düşmanlığı almış başını yürümüş durumda. Bu ortamda tabii ki Aleviler üzerinde tehlikeler artmıştır. Mezhepçiliğin geliştiği bir Ortadoğu’da nüfusu diğer mezhep ve inançlara göre az olan bir topluluk tabi ki tehlike altındadır. Bakurê Kurdîstan ve Türkiye'de Alevilerin bulunduğu coğrafya aynı zamanda mezhepçiliğin her zaman için kışkırtılabileceği bir coğrafyadır. Nitekim 1970’li yıllarda Maraş, Malatya, Sivas, Çorum ve Tokat’ta katliamlar yapılmadı mı? Bu yönüyle Türkiye’deki siyasi durum, AKP’nin yaklaşımları; dinci mezhepçi zihniyeti Türkiye’de geliştirmesi, Ortadoğu’da DAİŞ gibi çetelerle ilişkisi, Sünni-Şia mezhebine dayalı mezhepçilik, yine DAİŞ’in ve Sünniliği esas alan örgütlerin farklılıklara tahammül etmemesi bu tehlikeyi daha da arttırmış bulunmaktadır. Biz “böyle bir tehlike yok”, “Ortadoğu’da oluyor ama Türkiye’de olmaz” dersek büyük bir gaflet içine girmiş oluruz. Çünkü AKP’nin politikaları bu tür mezhepçi, farklı etnik ve inanç guruplarına düşman olan bir kuşak şekillendirmiştir. Böyle bir kuşağın ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Esnafları ulus-devletin tekçi zihniyetini sahiplenen “Alperenler” olarak değerlendirmiştir. Böylece farklı etnik ve inançsal topluluklara, farklı siyasi görüşten olanlara karşı bir kışkırtma yapmıştır. İmam Hatip mezunlarını diğer ortaöğretim okullarından mezun olanlara göre üstün tutan bir yaklaşım içinde olmuştur. Bütün bunlar tabi ki Aleviler dahil tüm farklı etnik ve inanç toplulukları için her türlü tehlikeler ortaya çıkarır.

Bunu önlemenin tek yolu demokratik ulusa dayanan, yani farklı etnik ve inanç topluluklarının özgür ve demokratik yaşamını kabul eden bir zihniyetin ve siyasi sistemin ortaya çıkmasıyla mümkündür. Demokratik ulusa dayalı bir zihniyet ve siyasi sistem ortaya çıkmadığı müddetçe Aleviler başta olmak üzere tüm farklı inanç ve etnik toplulukların her zaman katliamlarla karşılaşma tehlikesi bulunmaktadır.

Peki, yeni Dersim, Maraş ve Sivas vb. katliamların yaşanmaması için Alevilerin şu anki örgütlülük ve bilinçleri yeterli midir? Aleviler günümüzdeki tehlikeler karşısında kendilerini nasıl koruyabilirler?

Alevilerin bilinç ve örgütlülüklerinin yeterli oldukları söylenemez. Ama önemli bir gelişme sağlanmıştır. Alevi örgütlenmeleri gelişiyor. Alevi toplumu ancak örgütlü olarak kendini var edebileceğini, kendini geleceğe taşıyabileceğini görüyor. Bu yönüyle başka kimliklerin yanında Alevi kimliği temelinde örgütlenme ve bu yönlü taleplerini dile getirme konusunda gelişme yaşanmaktadır. Ancak şu açıktır ki, Aleviler sadece kendileri örgütlenerek, Alevi örgütlenmeleri yaparak katliamları ve soykırımları önleyemezler, tehlikeleri bertaraf edemezler. Hem kendi örgütlülüklerini oluşturacaklar hem de Kürdistan ve Türkiye’deki demokrasi güçleriyle ortak hareket edeceklerdir. Demokratik siyasi güçlerin parçası olacaklardır. Demokratik siyasal mücadelenin ve özgürlük mücadelesinin içinde olacaklardır. Böyle bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi ittifakının içinde olmadan, bu ittifakın güçlü bir parçası olmadan, hatta güçlü bir demokrasi ittifakının oluşmasına öncülük etmeden tehlikeleri bertaraf etmek mümkün değildir. Güçlü demokratik ittifak anlayışını, bütün demokrasi güçlerinin ittifak içinde olmalarını en fazla da Aleviler istemelidir; Süryaniler, Êzıdîler gibi topluluklar istemelidirler. Yani katliamlarla, soykırımlarla karşı karşıya olan topluluklar kesinlikle demokrasi mücadelesinin parçası olmalı ve demokratik mücadelenin ortak yürütülmesini sağlayacak oluşumların, örgütlenmelerin, ittifakların hem parçası hem de aktif sağlayıcısı olmalıdırlar. Böyle olursa doğru bir örgütlülük ve siyasal mücadele içinde olurlar.

Kuşkusuz Aleviler farklı partiler ve örgütlenmeler içinde yer alabilirler. Çünkü tek kimlikleri yoktur. Bir siyasi parti içinde yer alabilirler. Alevi örgütlenmeleri herhangi bir siyasi parti ve siyasi örgütün yerine geçmez. Bu açıdan örneğin Kürdistan’da Alevi Kürtler hem Kürt Özgürlük Hareketi içinde yer alırlar hem de kendi Alevi örgütlülüklerini kurabilirler. Bu ikisi de gereklidir. Hem kendi inanç örgütlenmesini yapmak, kendi inanç örgütlenmesini yaparak kültürel özerkliğini Alevilikle ilgili kendi karar verme gücüne ulaşmak, hem de Aleviler olarak varlığını güvenceye almak için demokrasi mücadelesi ve siyasal mücadele içerisinde aktif yer alması gerekmektedir. Aleviler bu ihtiyacı görmelidir. Demokratik siyasal mücadele olmadan, bu mücadele güçlü yürütülmeden Alevilerin kendi özgür ve demokratik yaşamlarını kazanmaları mümkün değildir.

ALEVİ ÖRGÜTLENMELERİ YAŞADIKLARI EKSİKLİKLERİ AŞMALIDIR

Bu açıdan geçmişte sol örgütlerin, sosyalist örgütlerin, en başta da Hareketimizin içinde yer aldılar. Hala da mücadelemiz içinde yoğun olarak yer almaktadırlar. Çünkü özgürlük mücadelesi içinde yer almadan, özgürlük ve demokrasi mücadelesi gelişmeden, sadece özgün Alevi örgütlenmeleriyle özgür ve demokratik yaşamı kazanmak mümkün değildir. Ama Aleviler kendi örgütlülüğüne kavuşmadan da bu özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde kendini var etmede, kendi örgütlenmeleri temelinde katılmadıkları için kendi sorunlarını dillendirmede, özgürlük ve demokrasi mücadelesine kendi talepleriyle etkin bir biçimde yer almada yetersizlikler eksiklikler ortaya çıkacaktır. Bu yönüyle demokrasi mücadelesi içinde örgütlü topluluk olarak kendilerini örgütlemiş olarak yer almaları hem demokrasi mücadelesini güçlendirecektir hem de bu demokrasi ve özgürlük mücadelesinin sonucunda Aleviler kendi varlıklarını gerçek anlamda sürdürecek bir özgür ve demokratik yaşama kavuşacaklardır.

Alevi örgütlerinde tabi ki bilinç yetersizliği var. Bir kere şu açıktır. Alevilerin örgütlenmeleri yeni olduğu için birçok konuda yetersiz zihniyet ve bilinçler var. Yine örgütlülük konusunda yanlışlıklar yapılmaktadır. Çok parçalı bir Alevi örgütlenmesi vardır. Çok parçalı bir Alevi örgütlenmesi olduğu gibi, Alevilerin kendilerine, farklı kimliklere, siyasal mücadeleye, demokrasiye, devlete birçok konuda yaklaşımda yetersizlikler bulunmaktadır. Bunlarla birlikte en önemlisi de özgürlük ve demokrasi mücadelesine yaklaşımdaki ve katılımdaki yetersizlikler tabi ki Alevilere yönelik katliamları önlemede zaaflar olarak görülmelidir.

ALEVİLER ÜZERİNDEKİ KATLİAM TEHLİKESİ TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİYLE BERTARAF EDİLEBİLİR

Demokrasi ve özgürlük mücadelesi gelişmeden, Türkiye demokratikleşmeden Aleviler kendi yaşamlarını güvenceye alamazlar. Farklı etnik ve dinsel toplulukların güvencesi şu veya bu gücün desteği değildir. Şu veya bu güce dayanarak Aleviler kendilerini güvenceye alamazlar. Bugün şu devletin, şu siyasi gücün desteğiyle biraz yürüyebilirler. Ama yarın şu devletin şu siyasi gücün desteği kesilebilir. Ama bir ülke demokratikleşirse, etnik ve dinsel varlıklarını güvenceye alabilirler. Demokratikleşen ülke demek, farklı etnik ve dinsel kimlikleri kabul eden ülke demektir. Demokratikleşmek demek, geriye dönüşü olmayan demokratik ve özgürlükçü bir toplumsal ve siyasal yaşama adım atmak demektir. Demokratikleşmek demek milliyetçiliğin ve dinciliğin etkisiz olması demektir. Demokratik ülkelerde farklı kimliklere düşmanlık besleyen milliyetçilik de bulunmaz, farklı inançlara düşmanlık besleyen bağnaz dincilik de olmaz. Demokratik ülkelerde bu tür genler ortadan kalkar ya da çok zayıflar. Demokrasi milliyetçiliği de, şovenizmi de farklı dinsel topluluklara tahammül etmeyen bağnaz dinciliği de etkisizleştirir. Demokrasi demek her türlü farklı etnik ve dinsel topluluklara yönelik her türlü gericiliğin ortadan kalkması demektir. Farklı etnik ve dinsel kimliklerin özgür ve demokratik yaşamına saygı demektir. Her toplumun kendilik olarak yaşaması demektir. Bu açıdan Aleviler kesinlikle temel güvence olarak Türkiye’nin demokratikleşmesini görmeliler. Demokratikleşme derken de demokrasi denilen Batı’daki siyasi rejimlerden çok daha fazla bir demokratikleşmeyi içeren örgütlü topluluklara dayalı radikal demokratikleşmeden söz etmekteyiz.

Türkiye’nin demokratikleşmesini güvence olarak görürken de sadece kendi haklarını değil, başta Kürtler olmak üzere bütün farklı etnik ve inanç topluluklarının hakları tanındığında demokrasinin olacağının bilinmesi gerekir. İşte o zaman demokratikleşme Aleviler için gerçek bir güvence haline gelir. Yoksa farklı kimliklerin, inançların varlığının güvencede olmadığı bir ortamda Alevilerin de varlığı güvence de olamaz. Farklı etnik ve inanç topluluklarının varlığı ve özgürlüğünün güvencesi olmadığında Kürtlerin de varlığı ve özgürlüğünün güvencesi olamaz. Yoksa birileri özgür olacak, birileri diktatörlük altında kalacak, böyle bir şey olamaz. Başka kimlikler üzerinde diktatörlük yapan, Aleviler ve Kürtler üzerinde de diktatörlük yapar. Bu açıdan demokrasi ve özgürleşmeyi bütünsel olarak ele almak gerekir. Aleviler de bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşmesini ve tüm Türkiye’deki demokratikleşme sorunlarının çözülmesi için hem kendi örgütlenmelerini güçlendirmelidirler hem de demokratik, siyasal mücadele içerisinde yer alarak özgürlük ve demokrasi mücadelesinin aktif gücü haline gelmelidirler. Ancak böyle yaklaştıklarında katliam tehlikesi ortadan kaldırılabilir.