ANALİZ

Türkiye’nin mülteci şantajı

Şu anda Avrupa açısından, hatta dünya açısından bir kriz haline gelen mülteci sorunu yaratılmasında Türkiye’nin belirleyici rolü vardır... Siyasi nedenlerle kullanmak için yüz binlerce insanı Türkiye’ye çekmiştir.

Şu anda dünyanın en temel sorunlarından biri mültecilik sorunudur. İnsanlar yurtlarını, yerlerini bırakarak Avrupa’ya yöneliyorlar. Bu da kapitalizmin krizidir. Tabi ki savaşların yarattığı mülteci sorunları da var. Ancak bu sorunları doğru analiz etmek, doğru ele almak gerekir. Yoksa iyi niyetle yanlış yaklaşımlar içine girilebilir, hatta bu sorunları yaratanlara hizmet edilebilir. 

Mültecilik en başta kapitalizmin krizi olarak görülmelidir. Kapitalist sistem dünyanın diğer alanlarındaki ekonomik yaşamı öldürüyor; tüm kaynakları kapitalizmin merkezlerine aktarıyor. Böylece diğer ülkelerde yoksulluk yaşanıyor. Bu da toplumları kendi değerlerinin taşındığı Avrupa ve ABD’ye yöneltiyor. Öte yandan kapitalizm öyle bir yaşam kültürü yaratmış ki herkes tüketim nesnelerine erişmeye çalışıyor. Kapitalizm tüm değerleri bitiriyor, tek değer olarak tüketim nesnelerine ulaşmayı ikame ediyor. Çünkü kapitalizm gelinen aşamada tüketim toplumlarıyla ayakta kalabiliyor; kendini var edebiliyor. Böyle olunca da insanlar tüketim malzemelerine en fazla erişebileceğini düşündüğü Avrupa ve ABD’ye akın ediyor. Dolayısıyla mültecilik sorunu kapitalizmin yarattığı sorundur. Kapitalizmin merkezleri şimdi ise kendi yarattıkları sorunlarla uğraşıyorlar. Kendi yarattığı sorun karşısında kendini korumaya çalışıyor. 

Kapitalizm sorun yaratan bir sistemidir. Bugün şikâyet edilen tüm sorunlar kapitalizmden kaynaklanmaktadır. Kuşkusuz toplumsal sorunlar cinsiyetçi, sınıflı, sömürücü, iktidarcı, devletçi sistemin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. İlk toplumsal sorunun da erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyetiyle başladığı bilinmektedir. Dolayısıyla tüm toplumsal sorunların kaynağında toplumdaki eril kültürün varlığı bulunmaktadır. Bu nedenle Kürt Halk Önderi tüm toplumsal sorunların çözümünde kadın özgürlüğünü ve kadın özgürlüğüne dayalı demokratik toplum gerçeğini yaratmanın belirleyici olduğunu vurgulamaktadır. Kapitalizm devletçi sistemin yarattığı tüm sorunları devraldığı gibi, bu sorunları hiç olmadığı kadar ağırlaştırmıştır. Bunlardan biri de halkların yerinden, yurdundan edilmesi ve mülteci sorunudur.

Kürtler belki de tarihin ilk gurbetçi ve göçmen halkıdır. Bugün de nüfusuna göre ülkesinden kopup metropollere ve dünyanın her tarafına savrulan halklar arasında birinci konumdadırlar. Öyle ki kapitalist modernist sistem Kürtleri yurdundan koparıp ülkesini insansızlaştırarak bir de bu yönlü soykırıma uğratmak istemektedir. Şu anda Kürtlerin ülke dışındaki nüfusları ülkelerindeki nüfusundan fazladır. Bu açıdan günümüzdeki mülteci sorunu Kürtleri de yakından ilgilendirmektedir. 

Kapitalizmin yarattığı ekonomik, sosyal ve siyasal sistem mülteciliği tarihin hiçbir döneminde olmadığı düzeye çıkarmıştır. Avrupa’nın kapitalizm merkezleri milyonlarca mülteci ile dolup taşmaktadır. Bir dönem kendisi ucuz iş gücü olarak kullanmak için faklı toplulukları kapitalizmin merkezine çekerken, şimdi kapitalizm girdiği ülkelerde yarattığı ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla insanları kendileri için yaşama alanları olarak gördükleri kapitalizmin merkezlerine akıtmaktadır. Aslında kapitalizm tarafından çarpıtılmış yaşam anlayışı kapitalizm merkezlerine akışı teşvik etmektedir. Toplumlar bir yönüyle Avrupa ve ABD’ye yaşam imkânı bulmaya değil, yaşamlarını yok etmeye koşmaktadırlar. Kapitalizm ve tüketim toplumu sadece toplumları değil insanları da yok etmektedir. Ancak kapitalizmin yarattığı yaşam algısı ve değerler böyle bir durum yaratmaktadır. 

Kuşkusuz savaşlar da mülteci sorunu yaratmaktadır. Şimdiki savaşlarda kullanılan teknik doğrudan sivilleri etkilediği gibi, dini kendilerine maske edenlerin doğrudan sivilleri hedeflemesi de mülteciliğin artmasına neden olmaktadır. Özellikle Arap Baharı olarak tanımlanan halk ayaklanmalarından sonra halkların özgür ve demokratik yaşam istemine cevap olacak bir alternatif siyasetin çıkmaması, yaşanan boşluklardan dini-mezhepçi çetelerin yararlanmasını beraberinde getirmiştir. Libya, Suriye ve Irak başta olmak üzere birçok yerde İslam’ı kendine maske eden çete grupların yarattığı savaş tarzı ve buna karşı iktidar güçlerinin ve dış güçlerin yürüttüğü savaş da halkları yerinden yurdundan olmaya zorlamıştır. Buna bir de bu savaşları kendi çıkarları için kullanmak isteyen Türkiye gibi devletlerin amaçları eklenince mülteci sorunu ciddi bir sorun haline gelmiştir. Özellikle Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta mülteciliği teşvik etmesi bu durumu yeni bir boyuta taşımıştır. 

Şu anda Avrupa açısından, hatta dünya açısından bir kriz haline gelen mülteci sorunu yaratılmasında Türkiye’nin belirleyici rolü vardır. Kuşkusuz Suriye ve Irak’taki savaşta ülke dışına çıkanlar olurdu. Ancak kesinlikle bu kadar olmazdı. Türkiye olacak bu mülteciliği on kat arttırmıştır. Suriye ve Irak’tan Türkiye’ye mülteci gelişini bizzat teşvik etmiştir. Söylendiği gibi kesinlikle insani nedenlerle yüzbinlerce insanı kabul etmemiştir. Siyasi nedenlerle kullanmak için yüz binlerce insanı Türkiye’ye çekmiştir. Bu gerçeği görüp kapsamlıca ortaya koymadan; AKP iktidarının bu mülteciler üzerinde yürüttüğü politikaları deşifre ve teşhir etmeden mevcut mülteci boyutunu ve ortaya çıkardığı sonuçları anlayamayız. 

Türkiye Suriye’deki sorunları çözmek için değil de kendini etkili kılmak ve Rojava Devrimini boğmak için Suriye’deki savaşı, kaosu derinleştirmiştir. Orada yürütülen kirli savaşı körüklemiştir. Mültecilerin yoğun olması bir de bu nedenle olmuştur. 

Türkiye’ye mültecileri çekerek oluşturduğu mülteci kampları üzerinden IŞİD, El Nura, Ahrar El Şam ve diğer İslam maskeli çeteleri kontrol altında tutarak bunlar üzerinden Suriye ve Ortadoğu siyasetinde etkili olmak istiyordu. Yine bu insanlık dışı çete gruplarla Rojava Devrimini boğmayı hedefliyordu. Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu politikası bu iki temel amaca dayanıyordu. Mültecileri ve kampları da bu amaç için kullanmak istiyordu. Yine Suriye’ye müdahalelerini bu mülteciler üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyordu. Nitekim sürekli Suriye’deki savaştan en fazla biz etkileniyoruz bu nedenle Suriye’yle ilgili görüşmelerde biz de yer almalıyız, diyordu. Böylece Cenevre görüşmelerine katılıyor ve kendi politikalarını dayatıyordu. 

Türkiye’ye gelen mültecilerin yüzde doksanı bu politikalara zemin yaratmak için Türkiye’ye çekilmiştir. İnsanların acılarını ve mülteci yaşamlarını siyasetin aracı ve zemini yapmak istemiştir. Türkiye’de var olan mülteci sorununa böyle bakmadan, yine Avrupa’da yaşanan mülteci krizine ve bunun yarattığı sorunları bu çerçevede ele almadan doğru değerlendirme ve yaklaşım içinde olunamaz. 

Türk devleti kamplar üzerinden Suriye’yi karıştırma, siyasi olarak etkili olma, Rojava Devrimini boğma politikalarında başarılı olamayınca bu defa mültecileri şantaj olarak kullanıp bazı amaçlarına ulaşmayı hedeflemiştir. Bunun için MİT eliyle ve bu mültecileri Yunanistan ve başka yollardan Avrupa’ya yöneltmiştir. Avrupa’yı bu yönlü baskı altına alarak hem ekonomik olarak imkân elde etme, hem de Suriye politikasında kendinin dikkate alınmasını sağlamayı amaçlamıştır. Mültecilerin yönünün Avrupa’ya çevrilmesi böyle olmuştur. Yunanistan ve diğer Avrupa ülkeleri bu kadar mülteciyi kaldıramayacaklarından mültecileri kabul etmeme politikası izlemişlerdir. Zaten çeşitli ekonomik ve sosyal sorunlar yaşayan Avrupa kendisi açısından haklı olarak bu mültecileri almak istememiştir. Bunun sonucunda ister istemez AKP iktidarının şantajlarına boyun eğme durumuna düşmüşlerdir. 

Kuşkusuz insanların mülteci olarak Avrupa ve ABD kapılarına dayanmasına kapitalizm merkezlerinin ekonomik, sosyal, politik yaklaşımları ve uygulamaları yol açmaktadır. Bu açıdan mültecilere insan hakları çerçevesinde yaklaşılması beklenir. Özellikle siyasi nedenlerle mülteci olanlara uluslararası sözleşmelere uygun bir biçimde davranılması gerekir. Bu konuda olumsuz yaklaşıldığında hangi devlet olursa olsun tabii ki eleştirilmeleri gerekir. Hem bu sorunu yaratıyorlar hem de yarattıkları bu toplumsal sorunu görmezlikten geliyor ve dışlıyorlar. Bu tabii ki kabul edilemez. Ancak son zamanlarda ortaya çıkan mülteciler olgusuna farklı saikler ve etkiler karışmıştır. Bu nedenle de değerlendirmesi farklı olmalıdır. Avrupa ülkelerinin bu kadar yoğun mülteci akışı karşısında reddetme tutumlarını da objektif değerlendirmek gerekir. Yoksa almıyorlar diyerek Avrupa’yı ya da ABD’yi suçlamak çok genel geçer değerlendirme olur. Objektif durumu görmemek olur. 

Son iki üç yıl içindeki mülteci sorunu konusunda esas olarak Avrupa’yı suçlamak çok gerçekçi değil. Türkiye’nin biz alıyoruz, Avrupa almıyor demesi demagojidir. Türkiye mültecileri insani nedenlerle çekmemiştir. Avrupa’yı eleştirmesi de insani nedenlerle değildir. Bu durumda Türkiye’yi suçlu görmek ve Türkiye’yi yargılamak gerekir. Avrupa’nın da Türkiye’nin yüzüne gerçekleri vurması gerekir. Bu sorunu sen yarattın biz almıyoruz, gönderirsen sen hesabını verirsin demelidir. Türkiye’nin bu kadar mülteciyi ilk önce Türkiye’ye çekmesi politikası da Avrupa’ya salması da tabii ki kabul edilemez. Bu çerçeveden bakıldığında ister sol ister sağ politikacılar olsun Avrupa’daki herhangi bir ülke biz bu kadar mülteci almıyoruz dediğinde hemen böyle diyenleri suçlamak gerçekçi de olmaz adil de olmaz. Zorla alacaksınız, almazsanız insanlık suçu işliyorsunuz demek de kolaycı bir yaklaşım olur. Hiçbir iktidar bu kadar ağır sorunu kaldıramaz. Aksine bu kadar dayatma yapmak sağcı milliyetçi eğilimleri iyi niyetle kışkırtmak, körüklemek ve tahrik etmek olur. 

Türkiye bilinçli çekiyor, örgütlüyor ve sonradan Avrupa’ya gönderiyorsa o zaman okları Türkiye’ye yöneltmek gerekir. Çözümü Türkiye içinde sağlamak ya da mültecileri yerlerine göndermek gerekir. Türkiye mültecilerden dolayı ekonomik yük sırtlamış değildir. Aksine hem onların birikimlerini Türkiye’de eriterek hem de ucuz iç gücü olarak kullanarak ekonomisine nefes aldırmıştır. Bu açıdan mültecilerin Türkiye’ye yük olması söz konusu olmamıştır. Bu nedenle Türkiye’ye para verilmesi de doğru değildir. Herkes de bilir ki Avrupa mültecilere Türkiye gibi yaklaşamaz. Ucuz işgücü olarak görüp Türkiye’deki gibi çalıştıramaz. Zaten Avrupa’ya gidecek mülteciler tüm birikimlerini Türkiye’de bırakmışlardır. Bu açıdan Türkiye yarattığı bu sorunun yükünü de çekmelidir. Hatta tüm dünya Türkiye’ye yarattığı bu sorundan dolayı baskı yapmalıdır. Türkiye politikalarıyla yarattığı mülteci sorunuyla bunu yüz kere hak etmiştir. 

Rojava’da neden mülteci sorunu olmamıştır? Yüzbinlerce Arap, Halep ve Rakka’dan çıkan Kürtler Rojava kantonlarına geçmişler ve yaşamlarını ciddi bir sıkıntı yaşamadan sürdürmüşlerdir. Rojava Kantonları Suriye’de bir huzur adası olmuştur. Türkiye aslında Rojava’dan da Kürtlerin tümünü Türkiye’ye çekerek Suriye ve Rojava’yı Kürtsüzleştirmek istemiştir. Ancak Rojava Devrimi Türk devletinin bu politikalarını önemli oranda boşa çıkarmıştır.

Yakın zamandaki özellikle Suriye ve Irak üzerinden gelen mülteci konusu tartışılırken Türkiye’nin politikaları ve yarattığı sorunlar çok iyi irdelenmelidir. Suriye’de savaş neden çok kirli bir hale geldi, neden bu kadar mülteci sorunu oluştu derken bunda AKP iktidarının payı görülmelidir. Bu görülmez, genel geçer değerlendirmelerle Avrupa hükümetlerini eleştirilirse bu, AKP iktidarının tezlerine güç vermek anlamına gelir. Mülteci sorunu söz konusu olduğunda ilk yapılması gereken, AKP politikalarını irdelemek, gerçekleri ortaya koymak olmalıdır. Böylece hiç kimsenin demagoji yapamayacağı, ya da AKP şantajlarına boyun eğmeyeceği bir netlik yaratılmış olur.

Öte yandan son zamanlardaki sağ iktidarları eleştirme yaklaşımı ve yöntemi de yanlıştır. Çoğu zaman Avrupa’da sorunları ağırlaştıran liberalizm ve sosyal demokratların argümanlarıyla eleştiriler geliştirilmektedir. Artık Avrupa’da sağ-sol eleştirisinden çok, sistem eleştirilerinin geliştirilmesi gerekir. Kapitalizmin eleştirilmesi gerekir. Bütün sorunların kapitalizmden kaynaklandığı ortaya konmalıdır. Yoksa sadece sağ ile sınırlı kalan eleştiriler sistem içi eleştirilere dönüşmektedir. Sağ iktidarları yaratan sosyal demokrat ve liberallerin çözümsüzlük politikalarıdır. Sağ da çözümsüzlüklerin toplumda yarattığı tepkileri örgütleyerek iktidara gelmektedir. Bu açıdan sistem eleştirileri ve sisteme yönelik mücadele esas alınmalıdır. Sağıyla, soluyla, sosyal demokrat ve liberaliyle, hatta kapitalist ufku aşmayan soluyla bir bütün olarak sistem eleştirisi geliştirilmelidir. Sadece sağ eleştirisi bir sistem eleştirisi olmaz. Çözümü yine sistem içi aramayı hedefleyen ideoloji ve politikalara hizmet edilmiş olunur. 

Sağ iktidarları eleştirirken sağın neden iktidara geldiğini iyi ortaya koymak gerekir. Liberallerin ve sosyal demokratların çözümsüzlüğü sağı iktidara getirmektedir. Sağın iktidara gelmesi sadece kapitalizmin değil, tüm devletçi sistemin çöküşü olarak ifade edilmelidir. Sağıyla, soluyla, demokratı ve liberaliyle kapitalizm kriz yaşamaktadır. Liberallerin ve sosyal demokratların çıkmazı, demokratik sosyalizmi tek alternatif haline getirmektedir. Bu iyi bir gelişmedir. Bu açıdan yeniden liberalizm ve sosyal demokratları güç ve alternatif yapacak şeylerden kaçınmak gerekir. Sadece sağ eleştirisi değil, kapitalist sistem eleştirisi yapmak, tüm sorunlara bu çerçeveden bakmak anlamlıdır. Yoksa eleştiriler sistem içi kalır. İflas eden liberal ya da sosyal demokratlara nefes aldırmak olur. Bu da demokratik sosyalistlerin bindikleri dalı kesmeleri anlamına gelir. 


KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA