‘Katliamlara cevap soykırım kıskacını aşacak devrimi gerçekleştirmektir’

YJA Star komutanlarından Çiğdem Doğu, Maraş ve Roboski katliamlarına cevabın ancak soykırım kıskacını aşacak devrimi gerçekleştirmek olduğunu belirtti.

Çiğdem Doğu Aralık ayında yaşanan Maraş ve Roboski katliamlarının yıldönümü vesilesiyle Türk devleti tarihinin dayandığı katliamların gelişimi yaratılmak istenen atmosfer ve katliamlara karşı sergilenmesi gereken tutumlara ilişkin sorunlarımıza yanıt verdi.

Aralık ayı, Türkiye ve Kürdistan halklar tarihinde bir nevi katliamlar ayı. Egemenlerin halklara ve başkaldıran kesimlere dönük amaçlarını hayata geçirmek için sürekli katliamlara başvurma yolunu devreye koyduğunu görüyoruz. Egemenler eliyle gelişen katliamlar tarihini, dayandığı zihniyeti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gönül isterdi ki yaşadığımız bu kutsal topraklarda, katliam yıldönümleri geçmişte kalan, yarası sarılmış bir anı olsun. Ne yazık ki katliamları yaratan zihniyet aşılmadığı için bugüne, şimdiye çakılmış kalmış. 21’inci yüzyılın sözde bilgi-aydınlanma modern çağında artık günlük, saatlik katliamlarla karşı karşıyayız. Bu vesileyle öncelikle bu katliamlarda katledilen çocuğundan kadınına, yaşlısından gencine tüm insanlarımızın, devrimci yoldaşlarımızın anıları önünde saygıyla eğiliyor, tüm bunların hesabını sormak boynumuzun borcudur diyorum.

KATLİAMLAR SÖMÜRGECİLİĞİN VAR OLMA BİÇİMİDİR

Aralık ayı da yakın tarihin katliam ayına çevirdiği bir aydır. 1978 Maraş katliamı, 19 Aralık 2000 zindanlarda gerçekleştirilen devletin deyimiyle “Hayata Dönüş” katliamı, 2011 Roboski katliamı, yaşatılan vahşet ve acıları itibariyle ile belleklerden silinemeyecek katliamlardır.

Nesil nesil katliam acıları, anıları, ağıtları, yanık türküleri ile büyütüldük, büyütülüyoruz. Bizler çocukluğumuzda Maraş katliamının anıları ile büyüdük. Bizden sonraki nesiller de hiç eksilmeyen katliam anıları ile büyüdü, büyüyor. Ortadoğu’da, ille de Kürdistan’da, katliamlar hiç eksilmiyor. Çünkü katliamlar egemen, sömürgeci sistemin kendini ayakta tutma, var olma, sürdürme biçimi olmuştur. Katliamsız bir kapitalizm, özellikle de günümüzde asla mümkün değildir. Katliamların yarattığı korku atmosferi ile toplum, kadın, kültür, soykırım politikaları daha rahat örülebilmektedir. Katliamlar devletlerin gizli, kontrgerilla güçlerine yaptırılırken, devletin yasal diğer kurumları da kırıma uğratılanlara ‘şefkatli kollarını’ açmaktadır. Böylelikle sistem kendi iç döngüsünü tamamlayabilmektedir. Katliam yöntemini dönem dönem gelişen olaylar biçiminde değil, kapitalist sömürgeci sistemlerin bir var olma biçimi olarak anlamak lazım. 

Şüphesiz her katliamın, işaret ettiği bir siyasi hedefi, amacı var. Kısa ve orta vadeli bir zaman sürecini kapsar. Devletçi uygarlıkların tarihi ile başlar, günümüze kadar da bu devam eder. Özellikle de kapitalizm çağında bu gerçeklik, neredeyse günlük yaşamın bir parçası haline getirilir. Her katliam, sistem güçlerinin bir hamlesine işaret eder.

Öncelikle Maraş Katliamıyla başlamak istiyorum. Maraş katliamının yaşandığı dönemin siyasal atmosferini değerlendirir misiniz? Neler oluyordu o dönemde?

‘70’li yıllar hem Kürdistan-Türkiye devrim mücadelesi ve hem de Türk Devleti tarihi açısından çok önemli, çalkantılı yıllar olmuştur. ‘70’lerin başında gelişen 12 Mart faşist darbesi, Türkiye devrim önderlerinin radikal çıkışları, sonrasında bu önderlerin katledilmesi, öğrenci, işçi eylemsellikleri, yine bunun karşısında gelişen devlet terörü, İstanbul Üniversitesinde solcu öğrencilerin 16 Mart’ta katledilmesi, 1 Mayıs 1977 katliamı, Ecevit’e karşı gelişen ve başarısız kalan suikast saldırısı, bunların yanı sıra da hemen her gün her yerde çeşitli kesimlerden insanların öldürülmesi, tutuklanması, işkencenin olağanlaşması, ekonomik olarak ciddi bir krizin yaşanması gibi bir süreç yaşanıyordu.

Bunlarla birlikte ’73 yılından itibaren Ankara’da küçük bir grup olarak Apocuların “Kürdistan sömürgedir” tezinden hareketle örgütlenmeleri, ’76 yılından itibaren Kürdistan’a yönelmeleri ve bu zeminde ciddi bir dalgalanmaya yol açması, kitleleri etkilemesi söz konusuydu. Sosyalist ve Kürdistani bir renkte gelişen Apoculuk, 27 Kasım 1978 tarihinde PKK ismiyle partileşme kararlılığına ulaştı ki bu Kürdistan tarihi açısından bir dönemeç noktasıydı.

Yine kapitalist sistem, gelişen sosyalist ve ulusal kurtuluş mücadeleleri ile birlikte ‘70’li yıllarda ciddi bir darboğaza girmişti. Dünyada gelişen sosyalist ve kapitalist kamplaşma, krizli, kaoslu bir dünya gerçekliğine yol açmıştı. Kapitalizm yeni bir çıkış yolu ararken, ezilenler adına da sosyalist, anarşist, feminist hareketler, ekolojik ve etnik çıkışlar gündemdeydi. Dünya çapında yaşanan bu kaos, en kızgın bir biçimde Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında yansımasını buldu. Neo liberal politikaların hayata geçirilebilmesi ve Ortadoğu’da örnek bir modelin geliştirilmesi için Türkiye bir zemindi. Ama önünde ciddi engeller vardı. İşte bu engellerin, pürüzlerin ortadan kaldırılıp küresel neoliberal politikalara uygun bir realite yaratmak gerekiyordu. Bu realite ise asla toplumsal ahlakı, özgürlüğü, örgütlülüğü, mücadele bilincini kabul edemezdi. Çünkü paranın tamamen tanrısallaştığı, emeğin ve ahlakın büyük oranda yok edildiği bir sistem yaratılacaktı. Kapitalizmin iç krizinin Türkiye ve Kürdistan’a yansıması, bu krizden çıkış yolu olarak neoliberal politikalara yönelim ve toplumda gelişen silahlı-silahsız muhalefet, PKK’nin ilan edilmesi, Maraş katliamının ve esas olarak da 12 Eylül darbesinin yolunu döşemiştir.

MARAŞ KATLİAMI KÜRDİSTAN’DA GELİŞEN PARTİLEŞMEYE BİR CEVAPTI

Katliam neyi amaçlıyor ve nasıl bir etki yarattı?

Kürdün, Alevilerin, İslamcı kesimlerin inkarı üzerinden gelişen Türk milliyetçiliği ve Türk devleti, özellikle de Kürtlerin ve Alevilerin ciddi bir devrimsel örgütlenme sürecine girmeleri ile birlikte, terörü daha yoğunlaştırma ve bu devrimci mücadeleyi bastırma yoluna gitti. Mevcut olanlar yetmeyince ve APOCU hareketin Kürdistan’da giderek etkinliğini arttırmasıyla birlikte, PKK’nin kuruluş kongresinin gerçekleştirilmesinden 22 gün sonra, 19 Aralık’ta Maraş’ta katliam gerçekleştirdi. Bu katliam, Kürdistan’da gelişen Partileşmeye ve Türkiye devrim mücadelesine bir cevap idi. Terörün dozajını daha da arttırarak kitlesel ve herkesin gözünü korkutacak bir katliam lazımdı. Maraş katliamı bir yandan devrim mücadelesinin önünü alma, frenleme, toplumun gözünü korkutma gibi bir amacı taşıyordu, diğer yandan ise 12 Eylül ’80 darbesinin yollarını döşüyordu. Aslında darbenin habercisiydi. Yeniden dirilen Kürt iradesini bir daha mezara gömme, örgütlenen ve mücadele eden halklara ‘haddini bildirme’, korkuyla toplumsal ahlakı bitirme, faşizmin derinleşmiş biçimi olan neo liberal sistemin önündeki engelleri kaldırma operasyonlarından can alıcı olanlarındandır Maraş Katliamı.

Tabii çok kanlı, ağır bir katliamdır, bir hafta boyunca 19’undan başlayarak 26’sına kadar devam eden, sivil faşist kesimleri kullanarak gerçekleşen bir katliamdır. Anne karnındaki bebekten tutalım yaşlısına kadar her kesimden Alevilerin ve Kürtlerin çok acımasızca katledilmesi yaşandı. Bugün DAİŞ vahşetinden bahsedilir, ama Maraş katliamında Alevilere, solculara, kadınlara, çocuklara yapılanların neyi eksiktir DAİŞ’ten? DAİŞ’in, Türk faşizminin, Gladyosunun bir yetiştirmesi olduğunu Maraş katliamından da çok rahat görebiliriz. Öğretmeni Türk Gladyosudur. Tecrübesi çoktur, bir tecrübesi de işte Maraş katliamıdır. Küresel kapitalizm ile Türk devletinin ortak bir biçimde Gladyo’yu devreye koyması, Kürdistan ve Türkiye topraklarından başlayarak Ortadoğu’yu yeniden fethetmenin, kaosa girmiş kapitalist sisteme derin bir nefes aldırmanın katliamıydı. DAİŞ, yıllar sonra bunun açık örgütlenmesi, savaş gücü, açıktan katletmenin gücü haline geldi. DAİŞ’e ve günümüz katliamlarına giden yolun çok dönemeç noktaları vardır, ama önemli bir dönemeç noktası Maraş katliamıydı. Hala da gerçek sorumlularının açığa çıkarılmamış, adil bir yargılamadan geçirilmemiş olması, bu insanlık suçunun ortaklarını, asıl suçlularını çok açık göstermektedir.  

HER KATLİAMA BİR HAMLEYLE CEVAP VERMEK PKK GELENEĞİDİR

Türkiye tarihinde Maraş Katliamının yanında bir de yakın tarihte yaşanan Roboski katliamı da var. Bu saldırının karakteri nasıldı?

Karakter aynıdır. Katliamların mantığı aynıdır. Süreçler değişir, politik unsurlar değişir ama bu tip katliamlarla amaçlanan esas sonuç aynıdır. 28 Aralık 2011 gecesinde, çoğu çocuk yaşta 34 Roboskili uçaklarla vurularak katledildi. Devlet yetkilileri “sınırdan geçen teröristleri vurduk” diye lanse ettiler önce, sonra hepsinin sınırdan geçen kaçakçılar olduğu netleşince de zaten hiçbir hesap vermediler, verme gereği görmediler. Hala da böyle bir gereklilik görmüyorlar. Çünkü devlet “en iyi Kürt ölü Kürt’tür” mantığıyla hareket ediyor. Katledilenlerin gerilla olması da bir sorundur, ama silahsız, tek geçim kaynağı sınırdan kaçak mal getirme olan ve üstelik de yıllardır belki de yüzyıllardır aynı işi yapan sivil insanlar olması daha büyük bir sorundur. Uçaklarla vurularak bu gencecik insanların paramparça edilmesi, cenazelerinin arazide peş peşe dizilmesi, katırlarla taşınması, cenazelerden arta kalan vücut parçalarının tabutlarla art arda mezarlığa taşınması, yüreklerimizdeki en büyük yaralardandır. Bu katliam bilinçlice planlanmış, yapılmış, Kürt insanının, Kürt gençlerinin gözünü korkutmak, sindirmek için gerçekleştirilmiş bir katliamdır.

Maraş katliamı gerçekleştiğinde PKK beş yıllık bir grup, 22 günlük bir Parti idi. Roboski katliamı gerçekleştiğinde ise PKK yılların parti, gerilla, özgürlük birikimini çoğaltmış, artık devrimci halk savaşını geliştirme, yeni yaşam sistemini inşa etme aşamasına gelmiştir. Gerilla 2011’de devrimci halk savaşını geliştirme hamlesini başlatmış, bu hamle ile hem AKP hegemonyasının önüne geçme ve hem de kendi özgür yaşam sistemini geliştirmeyi hedeflemiştir. Bu doğrultuda sonbaharın geliştirilen eylemler, Çele ve Şemzinan’da devrimci operasyonlar biçiminde yapılmış, giderek şehirlere doğru ilerleyen savaş hamlesi AKP faşist hükümetinde ciddi ürküntü yaratmıştır. Roboski katliamının, faşist hükümetin bu sıkışmasıyla bağlantılı yanları vardır. Katliam yaparak, halkın gözünü korkutarak ne kadar ileriye gidebileceğini göstermiş, sindirmek istemiştir. Ortadoğu ve Kürdistan tarihinde yok edilemez bir güç haline gelmiş PKK hareketinin, katliamlarla, tutuklamalarla dizginlenemeyeceği çok açıktır. Bunu bir çok hükümet denemiş, ama her deneyen tarihe karışmıştır. AKP de sonuna kadar bunu denemekte ısrar etmiş, etmektedir. Her katliama bir hamleyle cevap vermek, PKK geleneğidir, Önderlik geleneğidir. Roboski katliamı ve 34 insanımızın katledilmesi de bizim için unutulmaz, kabul edilmez bir olaydır. Mücadelemizi bir de bu katliama cevap olma, Kürt soykırım kıskacını aşarak tüm katliamlara son verme amacıyla büyütmeyi esas alıyoruz. Onların şahadetlerine böyle cevap verebiliriz. Bu katliamı planlayanlar, talimatını verenler, düğmeye basanlar halkımızın, halklarımızın önünde bunun hesabını vereceklerdir.

MÜCADELE GÜCÜMÜZÜ AYNI KANALA AKITMALIYIZ

Roboski Katliamının üzerinden beş yıl geçti. Failler bilinmesine rağmen halen sorumluları açığa çıkarılıp yargılanmadı. Katliamcılardan gerçek hesap sorucular olarak halkların nasıl bir mücadele ve direniş yürütmeleri gerektiğini değerlendirebilir misiniz?

Katliamın sorumluları olarak devlet, ordu, hükümet zaten hesap vermedi, onları zorlayacak bir halk muhalefeti, demokratikleşme, sistem değişikliği olmadığı müddetçe de vermeyeceklerdir. Bu faşist güruh “terörle mücadele” adı altında kendilerine göre bir meşruiyet yaratarak akla gelebilecek her türlü katliamı yapmaya devam etmiştir ve aşılmadıkça da devam edecektir. Soykırım politikasının temel bir yönüdür. Nitekim Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de herkesin gözleri önünde açık devlet soykırımını gerçekleştirmeleri, direnen insanları ateşlerde yakmaları, cenazelere her türlü hakaretleri yapmaları, bu gerçeği bir kez daha kanıtlar. Uluslararası ve bölgesel ittifakın sonucunda gelişen Kürt soykırım kıskacı aşılmadıkça katliamların bitmesini, bu katliamların sorumlularının hesap vermesini beklemek bir hayal olabilir ancak. Tek seçenek var, çağımızda kapitalizmin yol açtığı ulus-devlet milliyetçiliğinin, faşizmin yol açtığı katliam ve soykırıma karşı demokratik ulus stratejisinde mücadele etmek, bu sistemi halkların özgür, eşit, demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik bir anlayışla inşa etmektir. Bunun mücadelesini her cepheden güçlü bir biçimde verebilmek, mücadeleyi ortaklaştırabilmek, ayrı ayrı kanallardan akan mücadele gücünü aynı kanala akıtabilmektir. AKP faşizmine karşı topyekûn birlik haline gelebilmektir.

DEMOKRATİK VE ÖZGÜR BİR YAŞAM ZEMİNİNDE MÜCADELEYİ BÜYÜTMELİYİZ

19 Aralık cezaevlerindeki devrimci direnişçi sol kesimlere yönelik sözde hayata dönüş operasyonunun geliştirildiği tarihtir. Bu yıl dönümünde saldırının dayandığı amacı ve bu gün devrimci solun mevcut durumunu, direniş cephesinde nerede yer aldığını değerlendirebilir misiniz?

2000 yılında devletin deyimiyle “hayata dönüş” operasyonu olarak ifade edilen ama onlarca devrimcinin vahşice katledilmesine yol açan 19 Aralık katliamı da devrim tarihimizin acılı sayfalarındandır. O dönem gündeme getirilen F tipi hücre sistemi ve tecrit uygulamalarına karşı Türkiye devrimci güçlerinin 20 Ekim’de başlatmış olduğu açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerini bastırma, tasfiye etme amaçlı cezaevlerinde yürütülen bir devlet operasyonuydu. Bedenlerinden başka hiçbir silahı olmayan bu devrimci, direnişçi yoldaşlara dayatılan, “hayata” değil teslimiyete dönüştü aslında. Buna direnen devrimciler vahşice katledilmişlerdir. Bu yiğit devrimcilerin anıları da bize mücadeleyi daha da büyütmeyi, mutlaka başarmayı emretmektedir. Onlar teslim olmadılar, boyun eğmediler. Dolayısıyla bize bir miras bıraktılar, direnme ve zafer yaratma talimatını verdiler.

Tabii ki bu talimatı hem Türkiye ve hem de Kürdistan devrimi açısından iyi okumalıyız. Faşizme karşı ortak bir cephe oluşturmak ve her şeyin tek’leştirildiği bu yönetim ve yaşam tarzına karşı mücadeleyi büyütmek, esas görevimiz olmaktadır. AKP iktidarın tüm araçlarını arkasına alıp, tüm farklılıkları, direnen ve muhalefet eden tüm kesimleri tasfiye ederek tek adam diktatörlüğünü inşa etmek istiyor. Reber Apo’yu İmralı zindanında en korkunç tecrit işkencesine mahkum ederken, Kürt halkına ve gerillasına her türlü biçimlerde saldırmakta, halkın oylarıyla seçilmiş milletvekili, belediye eş başkanlarını tutuklamakta, Türkiyeli aydın, demokrat, özgürlükçü kesimleri baskı altına almakta, muhalif tüm gazete ve kanalları kapatmakta, ekonomik krizi derinleştirerek fakirliği, işsizliği derinleştirmekte, işçi ve emekçi sömürüsünü en had safhaya ulaştırmaktadır. İşgalci amaçlarla sınırları dışına taşarak başka halkların topraklarına tecavüz etmekte, ne için öldüğünü bile bilmeyen bu halkın çocuklarını kendi iktidar maceralarında harcamaktadır. Toplumun ahlaki değerlerini yerlerde süründürmekte, kadını tamamen tecavüz, sömürü nesnesi haline getirmekte, tüm bunları meşrulaştırmakta, normalleştirmektedir.

Bu gözü dönmüş iktidar hırsının geleceği, kaderi bellidir, tarihten böyleleri çok gelip geçti. Asıl olan toplumlar ve onların örgütlü mücadelesidir. Gözü dönmüş iktidar hırsı, sahiplerine çok yanlışlar yaptırır. İktidar ve zafer sarhoşluğu, tam da zirvede olduğunu sanarken sahibini uçurumdan aşağı sürükler. AKP ve Erdoğan, kaybetmemek için her türlü saldırı, katliam politikalarını acımasızca uygularken, bunun en büyük zayıflığı olduğunu bilerek yaklaşmak, bunun karşısında ortak örgütlenme ve ortak eylemselleşme gücünü geliştirmek, tarihi bir görev, sorumluluktur. Bunun önemli bir adımı HBDH olmuştur. Bu sürecin karakterini en iyi biçimde okuyarak, HBDH örgütlenmesini daha büyütmeli, yaygınlaştırmalı ve eylemselleştirmeliyiz. Anadolu ve Mezopotamya halklarını, ezilenlerini, işçilerini, emekçilerini, kadınlarını, çocuklarını, şehirlerini, köylerini, dağlarını, sokaklarını, bu ulus-devlet faşizminin soykırım kıskacından, katliam döngüsünden kurtaracak, demokratik ve özgür bir yaşam zemininde farklılıklarını koruyarak bütünleştirecek, eşitleştirecek mücadeleyi büyütmeliyiz.  

Bu ortak görevler karşısında kendimizi yeniden gözden geçirmeli, tali sorunları-çelişkileri geri plana almalı ve esas düşman karşısında kim nerede neyi yapabiliyorsa seferber olmalı. Tüm bu katliamlar karşısında yapamadıklarımız, gecikmelerimiz neyden kaynaklıydı ve bu durumu nasıl aşabiliriz sorusu üzerinden öz eleştirel yaklaşmalı ve devrimi, zaferi yaratarak asıl katliamların hesabını sormalıyız.