YENİLENDİ

Karayılan'dan 'sınır ötesi operasyon' açıklaması: Gelecekleri varsa, görecekleri de olur

Murat Karayılan, Neçirvan Barzani ve Celal Talabani ile yaptıkları görüşmelere ilişkin önemli bilgiler verdi. Karayılan, ‘Erdoğan ve Abdullah Gül’ün Zap savaşından sonra Talabani’ye verdikleri mesajı’ da ilk defa açıkladı.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Kürdistan özgürlük mücadelesinin her dönemden daha güçlü olduğunu söyledi.

2008 yılında Zap bölgesine yapılan operasyonun yıldönümünü değerlendiren Karayılan, Zap’ın Kürt özgürlük mücadelesi için büyük bir başarı olduğunu ve yeni gelişmelere yol açtığını belirtti.

Murat Karayılan, Neçirvan Barzani ve Celal Talabani yaptıkları görüşmelere ilişkin de önemli bilgiler verdi. Karayılan, ‘Erdoğan ve Abdullah Gül’ün Zap savaşından sonra Talabani’ye verdikleri mesajı’ da ilk defa açıkladı.

Olası bir ‘sınır ötesi operasyonu’ da değerlendiren Karayılan, ‘gelecekleri varsa, görecekleri de olur’ dedi.

İşte Karayılan’ın ANF’nin sorularına verdiği yanıtlar.

Bundan 9 yıl önce bugünlerde Türk ordusu tarafından Zap alanına dönük, adına Güneş Operasyonu denilen bir operasyon başlatıldı. 9 gün süren bu operasyonun Kürdistan Özgürlük Mücadelesi açısından önemi nedir?

Evet. Zap operasyonu mücadele tarihimizde önemli bir direniş halkasıdır. Bu direniş halkasında büyük bir kahramanlıkla şahadete ulaşan dokuz yoldaşı, Ayhan Gorsê ve Erdallar şahsında anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlara verdiğimiz sözü burada bir kez daha tekrarlıyorum. Ayrıca bundan bir süre önce Türk devletinin Zap alanına dönük geliştirdiği hava saldırısında şehit düşen yoldaşlarımızı da değerli fedai komutan Bawer Colemêrg yoldaş şahsında anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyor, onlara verdiğimiz sözün gereği olarak anılarını düşmandan hesap sorarak ve onların büyük amaçları uğrunda mücadeleyi yükselterek yaşatacağımızın sözünü burada ifade etmek istiyorum.

TÜRK ORDUSU ZAP’TA BÜYÜK DARBE ALDI

Sorunuza gelecek olursam; Şubat 2008’de Türk ordusunun Zap’ta bulunan HPG Anakarargahı’na karşı geliştirmiş olduğu kapsamlı kara operasyonu, Türk devletinin Güney’e dönük son operasyonudur. Aynı zamanda en büyük darbeyi yediği, yenilgi aldığı ve hiçbir sonuç elde edemediği bir operasyondur. Bu operasyonda Türk devleti daha kış bitmeden, ani bir hamleyle karargahımıza darbe vurmak istedi. Fakat kendisi büyük bir darbe yedi. Bırakalım güçlerimize darbe vurmayı, kendi güçlerini geri çekmek bile onlar için bir sorun haline geldi. Zaten o zaman herkesin gözü önünde düşen kobra helikopteri, yine kendilerinin kayıplarını 27 kişi olarak itiraf etmeleri, bu operasyonda aldıkları darbeyi az çok gösteren hususlardı ama kayıpları çok daha fazlaydı. Hatta geri çekildikleri esnada bir kolunun geri çekilmeyi gerçekleştirmiş olması bile büyük bir şans onlar açısından. Çünkü bahsi geçen bölgede görevli olan birliğimizin rolünü yeterince oynamaması sonucu o güçler geri çekilebilmiştir. Öyle ki, zamanın Türk Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, “yağdan kıl çeker gibi güçlerimizi çektik” diyerek bununla övünmüştür. Çünkü orada adeta bir girdaba girdiler; çekilme bile onlar için bir sorun haline geldi.

Bu operasyonda, gerillanın çok kahramanca ve usta taktiklerle bir direniş göstermesi, Türk ordusunu bozguna uğratması söz konusudur. Bu başarıda, başta Amediyê ve Bamernê’deki yurtsever halkımız olmak üzere, hem Güney’de, hem Kuzey’de tüm halkımızın Türk devletinin bu operasyonuna karşı çıkması ve göstermiş oldukları katkıların da rolü fazladır. Kürt halkı ilk kez, hem Kuzey’de hem Güney’de bu operasyona karşı tavır almış, gerillanın sergilediği bu görkemli direnişe güç katmıştır. Başarıda Güney halkımızın bu tutumunun da rolü vardır. Bu operasyonda gerilla güçlerimizin ve halkımızın göstermiş olduğu direniş, düşmanın kapsamlı bir saldırısını boşa çıkarıp darbelediği gibi, kendisiyle birlikte önemli askeri ve siyasi sonuçları da açığa çıkarmıştır. Bu açıdan bizim için büyük bir önemi vardır. Çünkü bir çok şeyin başlangıcı haline gelmiştir. Hem Kürt siyasetinde, hem geliştirdiğimiz özgürlük ve demokrasi mücadelesinde ve hem de bizzat Türkiye siyaseti ve sistem içinde yarattığı gelişmelerin büyük bir önemi vardır.

Bu gelişmeleri biraz açabilir misiniz?

Her şeyden önce bizim açımızdan askeri bir başarıydı. Bu, halkımıza ve güçlerimize büyük bir güven sağladı. Zaten hareketimiz 2005’ten beri başlayan bir toparlanma ve kitlesel büyümeyi yaşıyordu. Zap direnişi bunu daha da pekiştirdi. Hem hareketin genel duruşu, hem de kitlesel büyüme süreci, Zap direnişiyle daha da hız kazandı. Bu bağlamda bizim açımızdan çok önemli kazanımları oldu. Yine Türk devleti de Kürt sorununa ve genelde Kürtlere dönük politikalarında bazı değişikliklere gitmek zorunda kaldı. Mesela, basında çokça tartışma konusu olan, Türk devletinin doğrudan PKK ile görüşmeye başladığı Oslo süreci, yaşanan bu gelişmeler ardından, 2008 yılının ortalarından itibaren gelişti. Böylece Türk devletinin Kuzey Kürdistan’daki Kürt sorununa dönük arayış ve yöntem değiştirme diyebileceğimiz bir takım yeni kararlara gitme durumu gündeme geldi.

ZAP SAVAŞI YENİ GELİŞMELERE YOL AÇTI

Bir diğer sonuç ise, hatırlarsanız o zamana kadar Türk devletinin Güney Kürdistan’daki federe Kürt yönetimi ile ilişki kurma konusu kırmızı çizgisiydi. Şimdi insanlar kırmızı çizgiyi unutmuş. Ama o zaman Türk devletinin resmi Güney yönetimiyle ilişkisi kırmızı çizgi olarak adlandırılırdı ve bu çizgiyi aşıp ilişki kurana ihanetçi gözüyle bakılırdı. Belki partilerle alt düzeyde eskiden kalma ilişkiler vardı fakat resmi Kürdistan Bölge Yönetimi’yle yoktu. Ama Türk devleti Zap Operasyonu’yla Güney Kürdistan’da, yani Güney güçlerinin desteği olmadan hiçbir sonuç alamayacağını anladı. Bu yüzden, daha önceden Güney Kürdistan yönetimiyle resmi ilişkiler geliştirmeye çok karşı olan generaller bile bu konuda politika değişikliğine gitmek zorunda kaldı. Şimdi bu konularda bazı hususları açmakta yarar var:

Bilindiği gibi geçmişte biz Kürtlerin en büyük hatası, adına, “zaaf, yanlış, vs.” diyebileceğimiz kimi nedenlerden dolayı bir takım iç çatışmaların yaşanmasıydı. Türk devleti, her zaman bu çatışmaları tahrik eden bir güç oldu. Nitekim 1997 Mayıs’ında bizzat kendisi de bu çatışma sürecine dahil olarak Kürtler arası çatışmaları derinleştirmeyi hedefledi. Bundan dolayı özellikle KDP ile ortak bir çok projeleri oluştu; arasını iyi tuttu. Ama ne zaman ki, Önder Apo uluslararası bir komployla Türkiye’ye teslim edildi ve ardından biz hareket olarak silahlı mücadeleyi durdurduğumuzu ilan ettik; ondan sonra Türk devleti KDP ve YNK ile ilişkilerini giderek sınırladı, daralttı ve bitirme noktasına getirdi. Hatta artık Güneyli siyasi güçlerle ilişki kurma gereği bile duymadı. Özellikle de Güney’de oluşmuş olan hükümete ve resmi kurumlara karşı çok büyük bir alerjisi vardı; kabul etmezdi. Bu konuda bir anekdot paylaşayım:

KARAYILAN VE NEÇİRVAN BARZANİ GÖRÜŞMESİ

2005 sonunda Sayın Neçîrvan Barzanî ile bir görüşmemiz olmuştu. Kendisi o vakit bana, “ben Kürdistan Bölgesi’nin başbakanı olarak Türkiye’ye gittim. Orada protokol gereği bana unvanımı sordular. Ben de ‘başbakan’ dedim. Karşılığında, (Türkçe olarak) ‘olmaz’ dediler. Bunu ısrarla birkaç kez tekrarladılar; her seferinde benden unvanımı sordular, ben de başbakan olduğumu söyledim ama karşımdaki yetkili de her seferinde ‘olmaz’ dedi. Türk devleti, hiçbir zaman Kürtlerin bir başbakanının olmasını istemez, hazmetmez” dedi. Sayın Neçîrvan Barzani bunu bizzat söyledi bana. Tabii ki söylediği şeyler, doğru şeylerdi ve bugün de Türk devleti aynı zihniyet yapısı içerisindedir.

Türk devleti, o zaman PKK’nin artık kendileri açısından bir tehlike olmadığını düşünüyordu; dolayısıyla Güney siyasetini artık devre dışı kılma politikasını geliştiriyordu. Burada belirtemeyeceğim farklı yakıştırmalarla, küçümseyen, hakaret eden, kabul etmeyen, etse bile bir Kürt kurumu gibi değil de, sadece bir parti temsilcisi gibi gören bir politikası vardı. Ama ne zaman ki Zap’ta o büyük tokadı yediler, o zaman Güney Kürdistanlı güçlerden destek olmadıkça, PKK’yle de asla savaşamayacaklarını anladılar. İşte o kırmızı çizgileri bunun üzerine kaldırdılar. Güney Kürdistanlı siyasetçiler çok iyi bildikleri bu gerçeği asla unutmamalıdırlar. Bugün Türk devleti, Güney siyasetine çok taktiksel bir yaklaşım içerisindedir.

Peki, bununla neyi amaçlamaktadır?

Amacı, tekrar ‘90’lar gibi bir iç çatışma sürecini yaratmaktır. Çünkü onlar PKK’nin geliştirmiş olduğu hamleden korkuya kapılmış durumdalar. Yine Ortadoğu’da yaşanan çatışma sürecinde gelişen bir Rojava Devrimi söz konusu. Artık Kürtler de bölgede hak sahibi olacaklar; yeni dizaynda Kürtlerin de yer alma ihtimali yükselmiş bulunuyor. Bundan dolayı AKP öncülüğündeki Türk devleti bazı yeni kararlara gitti. Öncelikle bu temelde MHP ile ortaklaştı. Türk devleti “Ortadoğu’da büyük Kürdistan kurulacak; büyük Kürdistan, küçük Türkiye demektir” diyerek Kürt karşıtı yeni bir konsepte ulaştı. Bu yeni kararının ekseninde Ortadoğu savaşı ardından yapılacak dizaynda asla ve asla bir Kürdistan’a yer vermeme, Kürtlerin statü kazanmasını önleme vardır. Bunun için her şeylerini ortaya koyarak Rojava Devrimi’ne karşıtlık yapıyorlar. Çünkü onların stratejileri, Kürtlerin hiçbir yerde statü sahibi olmaması üzerine kuruludur.

GÜNEY’İN DE STATÜSÜNE TAKTİKSEL YAKLAŞIYORLAR

Güney’in kendi hatalarının bir sonucu olarak kazara statü kazandığını çok kere belirttiler. Bunu bizzat belirten, şimdiki cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisidir. Kendisi birkaç kez, “biz Irak operasyonuna dahil olmayarak hata yaptık; kontrolümüz dışında bir Kürt statüsü oluştu” demiştir. Şimdi, hata olarak gördüğü bu yapıyla bugün ciddi ilişkiler geliştirme havası veriyor. Bu tamamen taktiksel bir durumdur. Yine özel savaş siyaseti çerçevesindeki bir yaklaşımdır. Hiçbir Kürt siyasetçisi bu taktiksel yaklaşımı göz ardı etmemelidir. Yani ilişkiler olabilir, ona kimse bir şey demez ama karşı tarafın gerçek niyetini doğru okumak büyük önem taşıyor.

BAĞIMSIZ BİR KÜRT DERNEĞİNE BİLE MÜSAADE ETMEZLER

Yalnız, özellikle Kuzey’den AKP’ye yakın çeşitli kişiler, Türk devletinin Güney’deki federe oluşumun bağımsız olmasını desteklediğini dillendiriyorlar. Bunu nasıl ele almak lazım?

Kuzey’den bazı ruhunu satmış, ağzı laf yapan kişilerin televizyonlara çıkıp, Türk devletinin bağımsız Kürdistan’ı destekleyeceğini söylemelerinin gerçeklikle ilgisi yoktur. Yala konuşuyorlar. Güney’de de, Türk devletini, MHP’yi, AKP’yi iyi tanımayan bazı Kürt siyasetçileri veya basın çevreleri böyle düşünüyor olabilir ama biz iyi tanıyoruz. MHP’nin varlık nedeni, Kürt düşmanlığıdır. Eğer bugün MHP’yle AKP bu kadar iç içe geçmişlerse, bunun tek nedeni Kürt siyasetinde AKP’nin de MHP çizgisine gelmesidir. Bu gerçekliği herkesin iyi görmesi gerekiyor. Bunlar bırakalım bağımsız bir Kürt devletine, bağımsız bir Kürt derneğine bile müsaade etmezler. Bunların temel ekseni Kürt karşıtlığı ve Kürt düşmanlığıdır. Güney güçleriyle ilişkileri taktiktir. Bu taktik, Kürtleri çatıştırmak ve yararlanmak içindir. Başka bir şey değildir. Yarın biz silahlı mücadeleyi durdursak, bunlar tekrar tüm ilişkileri keser ve Güney’i hedeflerler. Zaten şimdi Rojava Devrimi’ni boğmak, Kuzey’i tasfiye etmek, Güney’i de kuşatmaya ve denetime almak istiyorlar. Karşı tarafın stratejisi açıkça budur. Buna rağmen birilerinin kalkıp da Türk devletinin bağımsız bir Kürdistan’ı destekleyeceğini sanması bir gaflettir; böyle bir şey olamaz. Türk devleti, kendi varlık stratejisini Kürtlerin bölgede güç olmaması ve statü kazanmaması temeline kurmuştur. AKP ve MHP’nin neredeyse tek parti gibi hareket etmelerinin temel nedeni de zaten budur. Dolayısıyla onlara göre böyle bir şey söz konusu olamaz. Kimsenin bu konuda hayalci yaklaşmaması, herkesin gerçekleri bütün boyutlarıyla görmesi gerekiyor.

Türk devleti ne zaman Güney Kürdistan’a dost olur?

Türk devletinin Güney Kürdistan’a dost olmasının tek bir yolu vardır: Ne zaman kendi içindeki Kürt halkının haklarını tanısa, Kürtleri korkulması gereken bir düşman değil de, bir dost olarak görürse, o zaman Türkiye dışındaki Kürtleri de dost olarak görebilir. Şimdi Kürdistan’ın yarısını kendisine düşman gibi gören bir devlet, nasıl kendi sınırları dışındaki Kürtleri dost olarak görebilir! Önder Apo 2013 Newrozu’nda Kürt-Türk dostluğunu eksen alan bir deklarasyon yayınlayarak Türk devletiyle ilişkiler geliştirdi; bu temelde 2 buçuk yıl süren görüşmeler oldu. Ama sonra Erdoğan Kürt dostluğu değil, Kürt düşmanlığında karar kılarak MHP ile birleşti ve hareketimiz şahsında tüm Kürt kazanımlarına savaş ilan etti. Gerçeklik budur. Şimdi mevcut Türk devletinin tek amacı vardır; bu da yeniden dizayn edilen Ortadoğu’da Kürtlere yer vermemektir.

Tekrar Zap operasyonuna dönecek olursak; Türkiye’nin iç siyaseti açısından değerlendirildiğinde, Zap operasyonunun en büyük etkisi ne olmuştur?

ERDOĞAN VE GÜL ORDUNUN ZAP’TA YENİLMESİNE SEVİNDİLER!

Tabii bu operasyon Türkiye’nin sistem içi yapıları üzerinde de önemli bir takım değişikliklere yol açtı. Bu zaferin en büyük etkisi, şüphesiz Türkiye’de gelişen askeri vesayetin geriletilmesi ve sivil siyasetin gelişme zemini bulmasıdır. Zap operasyonundan sonra, sanırım Nisan veya Mayıs ayında Sayın Celal Talabani Federal Irak Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi ziyarete gitmişti. Ziyaretten sonra Sayın Mam Celal’le bir görüşmemiz olmuştu. O zaman bana, “Resmi protokol görüşmeleri bittikten sonra Erdoğan ve Abdullah Gül, içerideki tüm tutanakçıları, tercümanları, herkesi dışarı çıkarttılar; kapıları kapattılar; yalnız ikisi ve ben kaldık ve bana, ‘bu PKK Zap’ta nasıl böyle yaptı; orduyu nasıl böyle yendi’ diye sordular. Adeta gözleri gülüyordu. Sizin Zap’ta başarı kazanmanıza her ikisi de çok sevinmişti” dedi. Kendisi de o zaman bildiği kadarıyla operasyon sürecini onlara anlatmış.

 Neden sevinmiş olabilirler?

Biliyorsunuz, o zaman 365 oy şartını öne sürerek Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını önlemişlerdi. Sistem içinde ciddi bir kriz ve ordunun kendini dayatması vardı. Yani askeri vesayet söz konusuydu. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, kendisinin bizzat yazdığı e-muhtıra yayınlanmıştı. Bunun yarattığı ciddi sistem içi sorunlar söz konusuydu. Ama ordunun Zap’ta aldığı darbe ve başarısızlık, sistem içinde askerin gücünü ve etkisini zayıflattı. Yani Yaşar Büyükanıt’ın Zap yenilgisinden sonra forsu düştü. Gerillanın bu zaferinden önce hiçbir Türk siyasetçisi generallerin yanından bile geçemezdi. Fakat Türk ordusu Zap’ta darbe yedikten sonra siyasetin eli daha fazla güçlendi. Erdoğan bu konuda inkarcı yaklaşıyor. Bizim Kürdistan’da geliştirdiğimiz gerilla savaşı, aslında orduyu yıprattı ve sistem içinde geriletti. O da bundan nemalanarak zamanla üstünlük sağladı ama işin bu boyutunu hiç görmüyor. Gerillanın yürüttüğü savaş ve hareketimizin genelde geliştirdiği mücadele olmasaydı, acaba Erdoğan bir sivil siyasetçi olarak bu düzeyi yakalayabilir miydi! Önder Apo’nun yürüttüğü çizgi, geliştirdiği siyaset olmasaydı, böylesi fırsatlar karşısına çıkar mıydı? İmkanı yok. Ama mücadelemiz karşısında derin devletin ve bir takım Ergenekoncu güçlerin yıpranması ve başarısız olması, bu kesimlerin AKP karşısında da gerilemesine yol açtı. Erdoğan ve AKP bundan çok yararlandı, güç aldı. Zap operasyonu, Türkiye’deki siyasete doğrudan önemli etkiler yapan bir olaydır. Bu açıdan Zap operasyonu, kendisiyle birlikte önemli sonuçlar açığa çıkarmıştır. Halkımızın ve ozanlarımızın dediği, “sûwar hatin, peya çûn (süvari geldi, piyade gitti)” deyimi boşuna söylenmiş bir deyim değildi. Orada Türk ordusu ağır bir darbe aldı ve bu darbe onun sistem içindeki pozisyonunu da etkiledi. Yine genelde Türk devletinin Kürt siyasetine yaklaşımında da bu belirttiğimiz biçimde etkili oldu.

Şu an karşınızda güç savaşında zayıflayan bir ordu var. Ordunun bu süreçte de tıpkı Zap Operasyonu gibi benzer şekilde kapsamlı operasyon düzenlenme takati var mıdır? Düzenlerse ne olur?

Şurası bir gerçek: Türk ordusunun savaşma kabiliyeti 9 yıl önceki gibi değildir. Şimdi kara güçleri daha fazla yıpranmış ve zayıf durumdadır. Ama biz prensip olarak karşımızdaki gücü zayıf görmeyiz. Şu an ordu, bilinen zayıflıklarını daha çok teknikle kapatmak istiyor. Özellikle çağımızda gelişen teknolojiyi de kullanma imkanlarına sahip. Ama sonucu belirleyen insan yeteneği ve insan iradesidir. Hele hele bizim yürüttüğümüz gerilla savaşı, tümüyle insan yeteneğine, insanın manevra kabiliyetine ve yaratıcılığına dayanarak zaferi kazanan bir savaş tarzıdır. Kürdistan’ın muazzam coğrafyasında ve yine halkımızın desteğiyle, gerillanın yaratıcı bir biçimde insan yeteneğini konuşturması, düşman tekniğini boşa çıkaran, kendi tekniğini de ustaca kullanan bir performansı sergilemesiyle biz her türlü saldırıyı göğüsleyebileceğimizi, yenilgiye uğratabileceğimizi açıklıkla ifade ediyoruz.

BİZ DAHA GÜÇLÜ POZİSYONDAYIZ

Tabii ki 9 yıl öncesine göre biz şimdi daha güçlü bir pozisyondayız. Hem savaş kabiliyeti, yeteneği, morali, inancı; hem de tecrübe yoğunluğu ve özellikle de fedaileşme düzeyi bakımından gücümüzün seviyesi şimdi daha fazla gelişmiş durumdadır. Dolayısıyla eğer 9 yıl sonra, tekrardan bir Zap operasyonu denemek isteseler, mevcut bu veriler, aslında sonucun nasıl olacağını ortaya koymaktadır.

GELECEKLERİ VARSA, GÖRECEKLERİ DE OLUR

Bu anlamda tabii ki peşinen bazı şeyleri söylemek istemiyoruz ama yurtsever Kürdistan halkı ve bu hareketi seven, dost olan tüm insanlarımız müsterih olsun. Kürdistan Özgürlük Gerillası, tarihin bu önemli aşamasında, gelişebilecek her türlü saldırıya karşı gereken cevabı verebilecek güç ve kudrettedir. Yüksek yeteneğini ve gereken performansı gösterebilmek için gerilla da kendi imkanları ölçüsünde belli bir hazırlığa sahiptir. Burada “illa Zap’a gelecekler” bağlamında bunu söylemiyorum. Genel anlamda geçmişten bugüne gerillayı yenemeyen bu ordu, şimdi hiç yenemez. Bu açık bir gerçektir. Söylemek istediğim budur. Çünkü mevcut koşullarda hem gerillanın büyümesi; hem de tecrübede daha fazla derinleşen bir gerilla hareketi söz konusu. Bunların yanı sıra zenginleşen taktiği ile birlikte, belirli oranda gelişen bir teknik düzeyden de bahsedebiliriz. Bu açıdan Kürdistan Özgürlük Gerillasının bazı sınır ötesi operasyonlarla darbelenmesi filan söz konusu olamaz. Doğru; böylesi bir durum, savaşı daha fazla derinleştirir ve daha fazla yayar. Ama bu coğrafyada bu kadar tecrübesi bulunan Kürdistan Özgürlük Gerillasının gereken cevabı vereceğini de dost-düşman herkesin bilmesi gerekiyor. Biz bu konuda mütevazı yaklaşmak durumundayız. Elbette, gelecekleri varsa, görecekleri de olur. Bu konuda zaten herkes bizi de, Türk ordusunu da iyi tanıyor, iyi biliyor. Eğer onlar bu savaşı yaygınlaştırmakta ısrarlı iseler, bunu yapabilirler. Ama o zaman onun yarattığı sonuçlara da katlanmak zorunda kalırlar.

Son dönemlerde, Türk ordusunun yaptığı hava saldırılarında bir artış olduğu gözlemleniyor. Her saldırının yapıldığı gün, Türk medyası onlarca gerillanın şahadetinden bahsediyor. Bunlar ne kadar gerçeği yansıtıyor?

Evet, Türk ordusunun son dönemde hava saldırılarını yaygınlaştırması söz konusu. Biz buna ilişkin daha önce bir açıklama yaptık. Kayıplarımız da zaten açıklandı. Dünyada hiçbir savaş sadece hava saldırılarıyla sonuç alıcı olmamıştır. Kürdistan’ın mevcut coğrafyası ve onun doğal yapısı dikkate alındığında bu coğrafyada hava saldırılarının herhangi bir belirleyici sonuç elde etmesi söz konusu olamaz. Aslında yaşanan kayıplar da bariz hatalardan ötürü yaşanmaktadır. Hata yapmayan, gerillanın kurallarına göre bir hareket tarzı ve disiplini esas alan hiçbir birimimiz, bugüne kadar Türk ordusunun hava saldırıları karşısında herhangi bir kayıp vermemiştir.

 Daha somutlaştırırsak, kimler bu saldırılarda daha çok darbe yemeye müsait oluyor?

ABD’nin Predatorları temelinde Türk devletinin geliştirdiği keşif sistemini ve bu sisteme dayalı elde edilen istihbaratla havadan, yine Kuzey’de karadan ve havadan yönelimini fazla dikkate almayan, deyim yerindeyse eski-geleneksel gerillayı sürdüren klasik yapılar açık veriyor. Yoksa bizim şu an için modern-profesyonel gerilla dediğimiz tarza göre hareket eden, yani dönemin mücadele tarzını doğru algılayan, onu doğru uygulayan herhangi bir gerilla birliğimiz kayıp vermez. Şimdiye kadar gerek sonbahar aylarında Dersim ve Zagros gibi alanlarda verilen kayıplar, gerekse de Güney’de verilen kayıplar, tamamen bu belirttiğim eksende yaşanan yetersizliklerin birer sonucudur. Zaten bu, savaşın bir genel karakteridir: Senin karşındaki güç ne kadar hata yaparsa, sen de o kadar sonuç alıcı olursun. Bu bizim için geçerli olduğu kadar, Türk ordusu için de geçerlidir. Yani biz ne kadar hata yaparsak, onlar oradan yararlanıp bize teknikle darbe vurabilir. Ama hatalı davranmazsak, kendi kurallarımıza, yani belirlediğimiz kurallara göre hareket edilirse açık da verilmez; kayıp da verilmez. Bütün güçlerimizin yeni dönemin tarzına göre hareket etmesi, bu konuda Merkez Karargah’ın verdiği perspektifleri büyük bir dikkat ve titizlikle yaşama geçirmesi halinde bu tür kayıplar olmaz. Son yaşanan kayıp için de bunu böyle söyleyebiliriz. Düşmanı hafife alan, küçümseyen, dikkate almayan, dolayısıyla titiz davranmayan ve açık veren hareket tarzını yürütenler kayıp verebiliyor. Bu böyledir. Bu açıdan biz gerilla güçlerimizin çok daha profesyonel bir performansla, doğru hareket tarzını yürütmesini, doğru üslenmesini ve mevzilenmesini başarı için vazgeçilmez bir olgu olarak görüyoruz.

Saldırılar yalnızca Medya Savunma Alanları’na dönük de gerçekleşmiyor. Kuzey Kürdistan’da da gerillaya dönük operasyonlar yapılıyor. Bu operasyonlar adı altında bölge halkına dönük vahşi yönelimler söz konusu. En son Nusaybin’de yaşananlar ardından, şimdi de Amed’de ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve sivil insanlara dönük öldürme ve işkence haberleri geliyor. Buna ne dersiniz?

Anlaşılıyor ki, Türk devletinin Nusaybin’de, başta Xerabê Bava, sonra Talatê köylerinde başlattığı işgal, yıkım, yakma ve böylece sonuç almayı öngören operasyonel tutumu, salt Mardin alanıyla sınırlı değil. Şu anda bildiğiniz gibi Garzan’da ve Amed’de de benzer pratikleri var; belki başka yerlerde de olur. Türk devleti bugün AKP ve MHP’nin Kürt halkını sindirme konsepti temelinde bir vahşet uyguluyor. 21’inci yüzyılda bir devletin gidip koskoca bir köyü işgal ettiği; oradaki evleri yaktığı, yıktığı, insanları işkenceye tabi tuttuğu, köy meydanlarında zulüm uyguladığı, beslenemeyen hayvanların susuzluk ve açlıktan ölmelerine neden olduğu nerede görülmüş! Ama Türk devleti, Xerabê Bava’da yapıyor bunu. Giderek bunu diğer bölgelere de kaydırıyor. İşte gördük; Amed’de  Mahfuz isimli genç bir insanımızı şehit etti. Mardin ve Amed’de bu vahşi faşist operasyonlarda yaşamını yitiren insanlarımız için, hem tüm Kürdistan halkına, hem de ailelerine başsağlığı diliyorum. Onlar Kürt kimliklerini savundukları, onurlarını, şereflerini ve haysiyetlerini korudukları için Türk devletinin hedefi haline geldiler. Onlar bu devrimin kahraman şehitleridir. Özellikle Xerabê Bava ve Talatê köylerinde halkımızın sergilediği onurlu direnişi de selamlıyorum. Tüm halkımızı, derin yurtseverliğe dayalı bu şerefli duruş etrafında kenetlenerek bölge halkına sahip çıkmaya çağırıyorum. Düşmanın vahşetine karşı elinde hiçbir imkan olmadan kendi kimliğinde ısrar etmek, onurunu böylece korumak kadar daha değerli bir şey olamaz. Bu insanlarımız da bugün bunu yapıyor ve bu hiçbir zaman boşa gitmeyecek haklı bir toplumsal direniştir. Önemli olan bu toplumsal direnişin dalga dalga kendini örgütleyerek gelişmesi ve yayılmasıdır.

AKP SALDIRILARLA REFERANDUMDA SONUÇ ALMAYI DÜŞÜNÜYOR

 Bu uygulamaların özellikle sathı mahalline girilen referandum yaklaştıkça daha da arttığı görülüyor...

Sözüm ona AKP bununla referanduma gidip sonuç alacağını düşünüyor. Yani zorbalıkla, şiddetle halkı sindirerek sonuç almak istiyor. Nasıl ki 12 Eylül Darbesi sonrası anayasa oylamasında tek seçenek olarak halk yüzde 80 oy verdiyse, şimdi Erdoğan da aslında bunu hedefliyor. Ama yurtsever halkımız, Türkiye halkları, Türkiye emekçi sınıfları buna boyun eğmez. Kimse kendi eliyle artık tek adam faşist diktatörlüğüne iradesini teslim etmez. Çok ilginç bir biçimde, “devletimiz zor durumlarla karşı karşıyadır; kararların erken alınması için beni tek karar organı yapın” diyor. Bu, Orta Çağ’da krallıklarda, diktatörlüklerde görülen bir şey. Bazı normal ülkelerde bulunan başkanlık sistemi gibi kuvvetler ayrılığı ve yasaları esas alan bir demokratik sistem olsa ne ala! Ama demokratik bir sistemin olmadığı, Xerabê Bava’dan bellidir. Vahşet uygulanıyor ve kendi görevlendirdiği bakanı bu vahşeti savunuyor. 21’inci yüzyıldayız ama bir bakan açıkça işkenceyi savunabiliyor. Bu faşist bir sistem değilse nedir!

Bu uygulamalara karşı yapılması gerekenler konusunda belirteceğiniz bir şey var mı?

GENÇLERİ GERİLLA SAFLARINA ÇAĞIRIYORUM

Tabii ki buna karşı bizim mücadele görevimiz vardır. Halkımızın, hareketimizin geliştirdiği bu mücadeleye katılım göstermesi, destek sunması gerekmektedir. Özellikle değerli Kürdistan gençliği, tarihin bu önemli döneminde rolünü oynamalıdır. Tüm okullarda, fabrikalarda, sokaklarda, gençlik bu faşist zulme karşı boyun eğmemeli, örgütlenmeli; örgütlenmesini kitlesel harekete dönüştüren bir perspektifle ele almalı ama aynı zamanda gerillaya da katılım göstermelidir.

Yüreği özgür bir gelecek için çarpan tüm gençleri gerilla saflarına katılmaya çağırıyorum. Mücadelemizin bu önemli-tarihi sürecinde geliştirilecek olan direniş mücadelesi, sadece hareketimizi, Önderliğimizi ve halkımızı değil; Ortadoğu’nun da geleceğini belirleyecek stratejik bir mücadele olacaktır; Türkiye’nin geleceğini belirlemede önemli bir yeri olacaktır. Faşist-diktatöryal bir Türkiye mi, yoksa demokratik-çoğulcu-özgürlükçü bir Türkiye mi istiyoruz? Bu, özellikle gençliğin bu süreçteki katılımına göre şekillenecek olan bir şeydir. Bu açıdan tüm Kürdistanlı, Türkiyeli gençleri saflarımıza katılmaya çağırıyorum. Tarihin bu önemli aşamasında gerek gerilla zemininde, gerekse de varoşlarda kitlelerin geliştireceği mücadele ile sonucun tayin edileceğini bilelim. Herkes buna göre bulunduğu yerde mutlaka katılım göstermeli, hiç kimse bu tarihi dönemde süreci seyretmek durumunda olmamalıdır. Ya kitlesel aktivitelere, ya da gerillaya katılım her yurtsever-demokrat gencin öncelikli görevi olmalıdır.

YARIN: Karayılan'ın Suriye ve Rojava'daki gelişmelere ilişkin sorularımıza verdiği yanıtlar...