Karayılan: Xerabê için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız!

Murat Karayılan: Xerabê Bava’da bir katliam ve zulüm yaşanıyor; yarın başka bir köyde yaşanacak. Bizler Kürt toplumu olarak bu zulme karşı sessiz kalmamalıyız; birbirimize sahip çıkmalıyız. Tepki göstermeli, elimizden ne geliyorsa onu yapmalıyız.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan Kürdistan’ın Sesi (Dengê Kurdistan) Radyosu’nda özel programa katıldı. Karayılan, Nusaybin’e bağlı Xerabê Köyü’nde Türk devletinin yürüttüğü vahşet başta olmak üzere gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

Murat Karayılan’ın değerlendirmelerinden öne çıkan başlıklar şunlar:

XERABÊ KÕYÜ’NDE İNSANLARIN YAŞAMI TEHLİKEDE

“Basın, Nusaybin’e bağlı Xerabê Bava Köyü’nde bu 11 gündür bir kuşatma olduğu haberini işliyor. Yine bazı devrim şehitlerinden bahsediliyor. İşin aslı, bu konuyla ilgili özel ve net bir bilgi almış değiliz. Fakat orada büyük bir zulüm vardır. Halkımız, Xerabê Köyü’nde 11 gündür kuşatma altındadır. Şimdiye kadar kaç kişinin katledildiğini, kaç kişinin tutuklandığını kimse bilmiyor. Bütün köy esir alınmış durumda. İnsanlar evlerinin içine hapsedilmiş. Hayvanlarını beslemelerine bile müsaade etmiyorlar. O hayvanlar açlıktan ölüyorlar. Bu insanların yaşamları tehlikededir. Kaç kişiyi vurmuşlar, ne kadar zarar görülmüş bilinmiyor. Tek bilinen şey, köy meydanında insanlara işkence yaptıkları ve şehadetlerinde yaşandığıdır. Yani orada, yaşadığımız bu yüzyılda büyük bir vahşet yürütülüyor. Tıpkı ikinci bir Cizre tablosu orada yaşanıyor.

SESSİZ KALIRSAN FAŞİZM DURMAZ

Bundan bir hafta kadar önce yavru bir köpek bir kuyuya düşmüştü; Türk basını 10 gün boyunca bunu gündem yaptı. Hatta son üç gün bunu manşetlere taşıdılar. Ama bugün Kürdistan’da bir köyde köpekler de, kuzular da, insanlar da tehlike altındadır. Yüzlerce insan tehdit altındadır ama Türk basını bir cümleyle bile bu olaydan bahsetmiyor. Bu, sömürgeciliğin ve Türkiye burjuva sisteminin ikiyüzlülüğünü ortaya iyi koyuyor. Nerede insanlık, hukuk ve demokrasi? Bunlar, bu şeyleri sadece kendileri söz konusu olunca dile getiriyorlar.

Şimdi bazı Kürt milletvekilleri ve siyasetçiler köye gitmek istiyorlar ama devlet onların da gitmesine izin vermiyor. Çok açık ki orada büyük bir zulüm yürütülüyor. Bu zulme karşı böylesi bir sessizlik içinde olmak, insanlıktan uzaklaşmaktır. Bugün Kürdistan’da yürütülen bu zulümden sadece AKP ve MHP değil, bunu izleyen herkes sorumludur. Düşman halkımıza zulüm uyguluyor; eğer sen zulme karşı sessiz kalırsan, zulüm durmaz, faşizm durmaz. Şimdi görülüyor ki, eğer Cizre’deki ve diğer yerlerdeki katliamlara karşı halkımız gerektiği gibi sokaklara dökülseydi ve sahip çıksaydı, muhtemelen o katliamların önü alınırdı ve bugün Xerabê Bava’da böylesi bir tablo da ortaya çıkmazdı. Bunu bilmemiz gerekir.

HALKIMIZIN SESSİZLİĞİ KABUL EDİLEMEZ

Açık ki Türk devleti kendince halkımızı cezalandırıyor. Tıpkı Roboskî’de olduğu gibi halkımızı cezalandırmak istiyorlar. Bu durumda halkımız da, tıpkı Roboskî’de olduğu gibi, Xerabê’ye de sahip çıkmalıdır. Belli ki devlet, geçmişten beri kimliğine sahip çıkan bu köyü sevmiyor; bunun için kuşatıyor, evleri yakıyor, yıkıyor; insanları dövüyor, köye hapsediyor; kimilerini tutukluyor. Ne kadar kişiyi katlettikleri ise belli değil. Ama yine de böyle bir sessizlik asla ve asla kabul edilemez.

Basından izledim; Kürt siyasetçileri, “biz gidiyoruz; halkımız da gelsin” diye çağrıda bulunuyorlar. Halkımız bu çağrılara yanıt olmalıdır. Artık korku ve kendini geriye çekme aşılmalı, çünkü, bu köyde bir katliam ve zulüm yaşanıyor; yarın başka bir köyde yaşanacak. Bizler Kürt toplumu olarak bu zulme karşı sessiz kalmamalıyız; birbirimize sahip çıkmalıyız. Tepki göstermeli, elimizden ne geliyorsa onu yapmalıyız. Bu halkımızın hakkı ve var olmak için gereklidir. Orada insanlık ayaklar altına alınıyor, her türlü vahşet uygulanıyor. Bu vahşete karşı Kürt halkı kendine sahip çıkmalıdır. Mesela başta Amed olmak üzere tüm bölgeler, artık bu çerçevede bazı çıkışlar yapabilmelidir. Kendi kendine sahip çıkmak, yeni dönemin bir karakteri olarak öne çıkmalı. Çünkü eğer böyle olmazsa, yani düşman saldırdığı yerde, kendisine karşı direnecek takati görmezse, o zaman durmaz. AKP-MHP ittifakı, Kürt karşıtlığı ve Kürdistan üzerindeki faşizm ile birlikte kendisini var etmek ve bu temelde diktatörlüğünü kurmak istiyor. Bunun için de her Kürt buna karşı durmalıdır. Elbette bu herkesin görevidir. Tüm Türk halkının da, kendine insanım diyen hiç kimsenin de bu zulme karşı sessiz kalmaması gerekiyor. Sessiz kalmak, ortak olmaktır. Bunu herkes bilmeli. İnanıyorum ki halkımız bundan sonra daha fazla sahip çıkacaktır. Çünkü adım adım, yurt içinde ve yurtdışında bir sahiplenme hamlesinin de geliştiği görülüyor. Elbette Avrupa’daki insanlarımız bu zulmü seyretmemeli, bu zulüm karşısında sessiz kalmamalı. Kürdistan köylerinde yaşanan her şeyi bütün dünyaya duyurmalıyız. Kürtler olarak artık birbirimize sahip çıkmalıyız. İçinde bulunduğumuz dönem böylesi bir dönemdir.”

SÖMÜGECİLİK, KÜRT’TEN VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ’NDEN KORKUYOR

Kürdistan Özgürlük Mücadelesi yalnızca askeri anlamda değil, toplumsal anlamda da ilerleme kat etme durumundadır. Bugün, faşizm ve zulüm politikalarına karşı toplumumuz bazı beklentiler içerisinde olabilir; gerilla alanında silahlı bir direnişle yanıt olunmasını bekleyebilirler. Bu, doğru ve yerinde bir beklentidir. Ama mücadelemiz artık silahlı olduğu kadar, toplumsal ve her alanda yürüyen bir direniş şeklinde gelişmelidir. Bizler her şeyden önce toplumsal bir tutum sahibi olmalı, toplumumuza sahip çıkmalı ve bu temelde mücadeleyi yükseltmeliyiz. Kürt halkının haklı davasını ancak bu şekilde hem Türkiye’ye, hem de tüm cihana yayabiliriz. Halkımız ‘90’lı yılları da yaşadı. Ama şimdi yaşanan şeylerle ‘90’lı yıllarda yaşananlar çok farklıdır. Şimdi sömürgecilik Kürt’ten ve Kürdistan Õzgürlük Mücadelesi’nden korkuyor. Bu korkusundan dolayı baskı uyguluyor ve özgürlük yürüyüşünün önünü almak istiyor. Halkımız bunu bilmeli ve buna göre hareket etmeli.

KUZEY’DE VE ROJAVA’DA BAŞARISIZ OLAN DÜŞMAN, GÜNEY’E SALDIRIYOR

Son 3 gündür Türk sömürgeciliği, gerilla alanlarına dönük hava saldırılarını arttırmış durumda. Kapsamlı saldırılar yapıyorlar. Bu saldırıların nedenlerinin başında, AKP-MHP devletinin, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı geliştirmiş olduğu kış planının başarılı olmaması geliyor. Hem Kuzey Kürdistan’da gerillaya karşı yapmış oldukları operasyonlarda bir sonuç alamadılar; hem de her ne kadar Kürt siyasetinden ve çeşitli Kürt kurum-kuruluşlarından birçok kişiyi tutuklamış olsalar da ama hiç kimseyi teslim alamadılar. Kürt halkına geri adım attıramadıkları gibi, kendilerine karşı bir duruş da vardır. Bu anlamda bir başarısızlığı yaşadılar. Diğer yandan Rojava Kürdistanı’na dönük de bir saldırı geliştirdiler. Cerablus’tan Bab’a kadar bir hareket geliştirdiler. Biz daha başta, Türk devletinin orada bir batağa gireceğini söylemiştik. Şu an bir tam bir batağın içindedir ve ‘nasıl çıkabilirim’ diye çaba sarf ediyor. Buradaki yenilgisini gözden uzak tutmak ve göstermemek için, ’Rakka’ya gideceğiz, ABD ile ortak harekat yapacağız” gibi söylemler kullanıyorlar ve farklı projeleri gündemleştiriyorlar. Ama gerçek olan, Türkiye Devleti Bab’da yenilmiştir; bütün dünyanın önünde rezil olmuştur. Herkes, onların gerçek yüzünü ve propaganda ettikleri gibi bir performansa sahip olmadıklarını gördü.

Kısacası, hem Kuzey Kürdistan’da yenildiler; hem de Suriye’de, Rojava Kürdistanı’nda yenildiler; açık ki bu yenilgilerinin görülmesini ve Türkiye gündemine girmesini istemiyorlar. Çünkü Türkiye referanduma gidiyor. Bunun için hep “ben başarılıyım, ben vuruyorum, ben tutukluyorum, ben sonuç alıyorum, ben Türkiye’nin önündeki tehlikeleri yok ediyorum” şeklinde bir algı yaratmak istiyorlar. Türkiye üzerindeki tehlikeleri de şişiriyor; olmayan şeyleri varmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Sanki biz Güney Kürdistan’ı ele geçireceğiz; Rojava Kürdistan’ını denize ulaştıracağız; Türkiye’yi bilmem ne yapacağız türünde yalana dayalı söylemler yayarak, Türkiye toplumunu kandırmak istiyorlar. Bu anlamda Güney Kürdistan’a ve Medya Savunma Alanları’na dönük bir hamle geliştirme ihtiyacı hissediyorlar. Şimdi havadan saldırıyorlar. Yarın belki başka da olabilir. Çünkü bu tür şeylere ihtiyaçları vardır. Bunun için bu saldırıları geliştiriyorlar. Ama gerillanın da tabii bu sahada hazırlıkları vardır. En büyük cengimizin de bu sahada yaşanacağını düşünüyoruz. Onların planları ve hesapları olabilir; ama gerillanın da onlara karşı hesapları ve planları vardır.

TÜRK DEVLETİ GERÇEKLERİ DEZENFORME EDİYOR

Bu temelde bir yandan hava saldırıları geliştirirken, diğer yandan ise dezenformasyon yaratıyorlar; çok yalan söylüyorlar. Yeni değil, bu son 10 yıldır, hava saldırılarını dönemsel olarak çok kapsamlı yürütüyorlar. Eğer onların açıkladıkları rakamlara göre kayıplar vermiş olsaydık, belki de şimdi hiçbirimiz olmazdık. Onların verdikleri rakamları toplarsanız on binleri buluyor. Şimdi de öyle. Verdikleri bu rakamlar da gerçeği yansıtmıyor. Doğrudur; bütün yapmış oldukları bu üç günlük saldırıda kayıplarımız yaşanmıştır; 4 şehidimiz vardır, 5 arkadaşımız da yaralanmıştır. Bu 3 gün de Zap’tan Avaşîn’e, Metina eteklerine kadar bir çok alana dönük saldırılar geliştirdiler. Gerillanın hareket ettiği bazı yerlerde tesadüfen bu belirttiğim sayıda bir kaybımız oldu ama onların belirtmiş olduğu abartılı rakamlarda verdiğimiz kayıplar söz konusu değildir.

BU BÜYÜK BİR SAVAŞIN BAŞLANGICI

Bu, büyük bir savaşın başlangıcıdır. Bu alanlarda Türk sömürgeciliğiyle aramızda olan savaş daha da büyüyecek ve bu savaş önemli ve stratejik bir savaş olacak. Buradan belirtmek istiyorum ki, kimse Türkiye devletine aldanmamalı, kimse Türkiye devletinin çetesi olmamalı, ona dedektörlük yapmamalı ve önden gelmemeli. Kimse Kürt evlatlarını, kirli çıkarları uğruna Türkiye sömürgeciliğine harcatmamalı. Bu sömürgecilik Kürde karşı savaşıyor. Kimse Kürt evlatlarını harcatmamalı, yani Türk askerinin önünden sürmemeli. Bunun için bir kez daha tüm koruculara, korucu başlarına, aşiretlere çağrıda bulunuyorum: Türk devleti şu an Kürdistan Özgürlük Mücadelesi karşısında zayıflamış durumdadır. Bir yenilgiyi yaşıyor. Bunun için de kudurmuş kurtlar gibi köylerimize saldırıyor, fakir halkımızı hedefliyor. Gördük işte, Xerabê Köyü’nü kuşatmışlar ve merhametsizce bu 11 gündür orada zulüm yürütüyorlar. Gece gündüz barıştan bahseden Kürt siyasetçilerini tutuklayıp zindanlara tıkıyorlar. Kürt gençlerine ve kadınlarına saldırıyorlar. Yani Kürtlerin bütün değerlerini hedef haline getirmişler. Kürdün onurunu hedeflemişler. İster korucu olsun ister olmasın, kendine Kürdüm diyen hiç kimse, bu zalim ve vicdansız devlete yardımcı olmamalı. Onlara yardımcı olmak, dinden çıkmak, ulustan çıkmak, insanlıktan çıkmak demektir. Din, vicdan, iman sahibi hiç kimse, bu vahşi devletle birliktelik kurmamalı; para için onurunu, şerefini ve haysiyetini satmamalı.

Tabii siyasi olan bazı kesimler de Türk devletinin bu vahşetini görmeliler. Yani bizimle birlikte olmayabilirler ama izleyici konumunda da kalmamalılar. Bugün Kürdistan’da bir zulüm ve vahşet yürütülüyor. O ise “izliyoruz” diyor, “tarafsızız” diyor. Burada tarafsızlık yoktur. Halkımıza karşı bir vahşet vardır ve “ben Kürdüm, demokratım” diyen hiç kimse bu vahşete karşı sessiz kalmamalı.

Kürt siyasetine, “Kürdüm, demokratım” diyen herkese olan çağrım da şudur: Bugün AKP, MHP iktidarı Kürt halkına karşı açık bir şekilde düşmanlık yapıyor. Ve bunu da kendisine propaganda malzemesi haline getiriyor. Mesela bir bakanı var; Bir haftada Kürtlere dönük yaptığı operasyonlarda 1034 kişiyi övünerek gözaltına aldığını belirtiyor. Şehirlerde Kürt gençlerini, kadınlarını almışsın, zindanlara atmışsın. Bunlar sana ne yapmış! Bir şey yapmamışlar. Neymiş; esas olarak bunlar belki 15 Şubat’ta gösteriler yapabilirler; bunun için daha 15 Şubat gelmeden bu kişilerin hepsini tutukluyorlar. Bu olacak şey mi! Vicdan sahibi olan hiç kimse buna karşı sessiz kalmamalı. Dediğim gibi, bu zulme karşı sessiz kalanda din, vicdan, iman kalmaz. İnsanım diyen herkes elini vicdanına koymalı ve bu zulme karşı sessiz kalmamalı, insanlık görevlerine sahip çıkmalıdır. Eğer bir kişi Kürdistanlıysa ve bu topraklarda yaşıyorsa, bu toprakların kültürüne ters hareket etmemeli. Durumu ne olursa olsun, bu vahşete karşı o da sessiz kalmamalı.

KOMPLO BOŞA ÇIKARILDI; SIRA ÖZGÙRLÜKTE

Bu yıl 15 Şubat Komplosu’nu kınama düzeyi yüksekti. Ama tek başına bu da yeterli değildir. Bizler artık Önder Apo’yu özgürleştirmeliyiz. Tabii ki Önder Apo’nun özgürleştirilmesi, aynı zamanda Kürdistan’ın özgürleştirilmesidir. Yani bizler artık özgürlüğü kendimize hedef bellemeliyiz. Õnder Apo’nun özgürlüğünden başka hiçbir şey yeterli değildir. Fakat halkımız özellikle yurtdışında ve Kürdistan’ın tüm parçalarında tutumunu iyi ortaya koymuştur. Bu iyi bir şey tabii. Hareket olarak görevlerimiz vardır; görevlerimize sahip çıkmalıyız. Öncelikli görevimiz, Önder Apo’yu ve zindanlardaki tüm tutsakları özgürleştirmektir. Bu şekilde Kürdistan Õzgürlük Mücadelesi’ni başarıya taşımalıyız. Uluslararası komplonun gelişmesinde bizim sorumluluğumuz vardır. Eğer ki ‘90’lı yıllarda bizler bu hareketin kadroları olarak gerektiği gibi görevlerimize sahip çıksaydık ve rolümüzü oynasaydık, komplonun bu biçimde gerçekleşmesine de yol açmazdık. Esas olarak o dönemde imkanlar da vardı. Hatta bugüne göre çok daha fazla imkan vardı. Ama o dönem birçok nedenden dolayı gerektiği gibi görevler yerine getirilmedi, roller oynanmadı. Yanlış yaklaşımlar, boşa çıkarmalar fazla olduğu gibi, düzenlemelerde de yanlışlıklar yapıldı. Bütün bunlar süreci tıkattı. Önder Apo buna karşı çok mücadele etti, birçok çaba geliştirdi. Bu rolün oynanabilmesi için olağanüstü yöntemlerle mücadeleyi geliştirdi. Fakat belirttiğim gibi, o tarihi dönemde gerektiği gibi rol oynanmadı ve komplocular bundan istifade ederek Önder Apo’ya ulaştılar ve 15 komplosu gerçekleşti. Bu komploda sorumluluğumuz vardır. Komplo şu an 19’uncu yılına girmiş durumda. Bu geçen 18 yıl boyunca bizler komployu tamamen yenebilmeliydik.

Şimdi komployu boşa çıkardığımızı belirtiyoruz, ki bu doğrudur ama esas olarak boşa çıkaran biz değiliz. Önder Apo’nun İmralı’daki anlamlı duruşu ve geliştirdiği yeni paradigma Hareketimiz’de bir yenilenmeyi geliştirmiş; bu Hareket’in militanları da bu temelde fedaice savaşmış, şahadetler yaşanmış, yurtsever halkımız önderliğinin etrafında toplanmış, bir olmuş, mücadele yürütmüş; böylece komplo boşa çıkmış ve sonuçsuz kalmıştır. Ama komplo halen devam etmektedir ve Önder Apo halen İmralı İşkence Sistemi’ne karşı direnmektedir. Bizim görevimiz, uzun zaman boyunca süren bu komployu tamamen sonuçsuz bırakmak ve Önder Apo’yu özgürleştirmektir. Fakat bu da gerekli tarzda mücadele yürütmeme ve rol oynamama nedeniyle bu şekilde zamana yayıldı. Yine bazı çeteci gruplar çıktılar. Bu gruplar da 7-8 yıl örgütü kendileriyle uğraştırdılar. Yani kaçmadan önce de uğraştırdılar ve tahribat yarattılar; gittikten sonra da benzer girişimlerde bulunuyorlar. Hatta duyuyoruz ki, bunlar şimdi de Türk MİT’iyle bazı projeler geliştirmeyi düşünüyorlar. Mesela Türk devleti HDP’yi tasfiye etmek istiyor; bunun için de HDP yerine sahte bir parti oluşturmak istiyorlar. Bu çeteci grup dediklerimizden bazıları bunların başını çekiyormuş. Yani hala düşmanlıkta ısrar ediyorlar. Ama onlar akıllarını başlarına almalılar. Şehitlerin kanıyla oluşmuş olan bu kutsal davaya karşı böyle kirli hesaplar içinde olmak, derinleştirilmiş bir ihanet olur. Kimse buna yeltenmemelidir. Kısaca bu tür durumlar, komploya karşı mücadelede bir dönem bu hareketi oyaladılar.

Bizler çaba gösterdik ama Önderlik çizgisinde, şehitlerin izinde mücadeleyi tam derinleştiremedik. Komplo sonuçsuz kılındı ama gerekli olan şey, komployu tamamen ortadan kaldırmaktı. Bu da ancak Önderliğin ve Kürdistan’ın özgürlüğüyle olabilir. Ancak bizdeki, kendine görelik ve dogmatizm hastalığı yaratıcılığın önüne geçebilmekte ve kendini tekrarlara yol açmaktadır. Fakat bütün yetersizlikleri aşmak ve artık özgürlük mücadelesini başarıya taşıyabilmeliyiz. İçinde bulunduğumuz günler de böylesi günlerdir. Bu anlamda 19’uncu yılı artık gerçekten özgürlük mücadelesinin yükseltildiği bir yıl haline getirmeliyiz. ‘Her şey bir yıl içinde olacak’ demiyorum ama artık zamanı gelmiştir; eğer bir onur, bir haysiyet varsa, bu mücadele de artık sonuca gidebilmeli. Bu halkın artık böylesi başarılara ihtiyacı var. 44 yıllık bir emek ve çalışma var. Artık Kürt analarının gözyaşlarının bir karşılığı olmalı. Yaşanan bu kadar şahadet, maruz kalınan bu kadar zulmün karşısında, elbette ki bu tarihi dönemde sorumluluklarımıza sahip çıkmalıyız.

ANADİL MÜCADELESİ, BİR VARLIK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİDİR

21 Şubat günü, Birleşmiş Milletler tarafından Anadil Günü olarak kabul ediliyor. Bugün, ezilen ve soykırımla yüz yüze kalmış diller için ilan edilmiş bir gün. Bugün, ülkemizde de Kürt dili bir baskı, asimilasyon ve soykırımla karşı karşıyadır. Bunun için de bugün bizim için ayrı bir anlam ifade ediyor. Dünya Anadil Günü’nü tüm halkımıza kutluyorum. Maalesef Birleşmiş Milletler, bugüne gerektiği gibi sahip çıkmıyor. Anadil hakkı, engellenemez bir evrensel haktır ama bugün insani bir hak olan bu anadil hakkı ülkemizde çiğnenmesine rağmen, herkes bunu seyretmektedir. Dil, bir toplum ve ulus açısından sadece diyalog için kullanılan bir araç değildir. Aynı zamanda o halkın tarihsel geçmişini ve yaşadıklarını kendi içinde barındırır. Bunun için halklar açısından dil büyük bir önem arz etmektedir. Yani toplumsal kültürü kendisiyle ifade ve temsil eden anadil mücadelesi, elbette ki gerekli bir insan hakları mücadelesidir. Mücadelemiz aynı zamanda ulusal bir dil, kültür, varlık ve özgürlük mücadelesidir. Diller ve kültürler asla yasaklanmamalı ve eşit olmalılar. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi de bugün, bunun için kapsamlı bir mücadele yürütüyor.”