Zagrosların cenneti Çarçela

Uzun bir yolculuğun ardından nihayet Çarçela’ya; Zagrosların cennetine ulaştık. Sert ve engebeli bir arazi olmasına rağmen bütün heybeti ve güzelliğiyle insanı mest ediyordu.

İnsan hayatındaki her yolculuk unutulmaz bir anıdır. Bu yolculuklar yeni insan hikâyeleri, yeni hayatlar demektir. Yola çıkma anını bile düşünmek insana heyecan veriyor. Hele ki kimsenin kolay kolay gidemediği; Kürdün cenneti olan Zagros dağlarınaysa yolculuk, heyecan daha da doruğa ulaşır. Bu defa, yoğunlaşan savaş sürecini daha yakından takip edebilmek ve yerinde gözlemlemek için objektiflerimiz dağlarda yaşananlara dönecek. Elimizden geldiğince dağların dili ve gözü olmaya çalışacağız.

GERİLLA ALANLARINDAYIZ

Hazırlıklarımızı yaptıktan sonra yönümüzü Kürdistan dağlarına çevirdik. İki gün aradan sonra gerilla alanlarına ulaştık. Geceyi Çemço alanında bir gerilla grubunun yanında, yaşanan savaş süreci üzerine sohbet ederek geçirdik. Daha sonra, gerillaların bizim için hazırladığı mangaya yani kendi emekleriyle odun ve naylondan yaptıkları oda tarzı bir yere geçtik. Hava biraz soğuktu ve yanımızda uyku tulumlarımızı getirmemiştik. Gerillalar biz üşümeyelim diye tulum ve battaniyelerini bize verdiler. Siz ne yapacaksınız? diye sorduğumuzda isminin Zerdeşt olduğunu daha sonra öğrendiğim gerilla, “Siz bizi merak etmeyin, biz bu koşullara alışkınız. Kürtler misafirleri rahat bir yerde yatmadığı zaman kendileri asla rahat edemezler” dedi. Gerillanın bu yaklaşımı çok etkiledi beni. Zagros yolculuğunun heyecanını ve hayalini kurmaktan da sabaha doğru ancak uyuyabildim. Rojbaş denilince heyecandan hemen uyandım. Mutfak olarak kullandıkları çardak tipinde, gerillanın diliyle kamelya olan, mutfağa geçtik. Bir grup gerilla kahvaltı hazırladı. Bir grup gerilla da odun ateşi üzerinde isten siyahlaşmış çaydanlıkta buharı üstünde bir gerilla çayı yaptı.

ALTIN HİLALE DOĞRU YOLCULUK

Kahvaltımızı yaptıktan sonra planlamamızı yaptık. Daha önce belirlenmiş olan iki gerilla rehber olarak yanımıza verildi. Diğer gerillalarla vedalaştıktan sonra, Zagrosların silsilesi olan altın hilal; Çarçela dağlarına doğru yola çıktık. İsimleri Demhat ve Nurettin olan gerillalarla yürüdüğümüz dağlar ve patikalar uzadıkça uzuyordu. Geçtiğimiz yerlerdeki dağların yükseklikleri, insanı serinleten doğal çeşmeleri karşısında adeta büyüleniyordum. Kimi zaman bulutların içinde kaybolan dağları kimi zamanda binlerce metre derinliğindeki derin vadileri geride bırakıyorduk. Kuş cıvıltıları koca orkestraları andırıyordu. Güzellikler içinde yolumuza devam ediyorduk.

‘BUGÜN GÖREVİMİZ DAHA BÜYÜK’

Yolculuğumuz esnasında bazen mola veriyorduk. Bu mola sürelerinde gerilla Demhat ve Nurettin ile dağlardaki yaşam üzerine sohbetlerimiz oldu. Bir sohbetimizde aslen Erzurumlu alan gerilla Nurettin sohbeti koyulaştırıyor, “Keşke daha erken partiye katılsaydım. Çünkü insan bu cennet toprakların farkına ancak bu dağlarda varabiliyor. Yaratılan bu kadar anlamlı değerleri ve her yerinde farklı bir hikâyenin ve anın yaşandığı patikaları, dağları yaşayabilmek için insan her şeyini feda eder. Bugün bu savaş ortamında görevimiz daha büyük. Çünkü bu anlamlı güzellikleri korumalıyız” diyerek yerinden kalktı ve “daha yolumuz uzun devam edelim” dedi. Tekrardan kaldığımız yerden cennet güzelliği içinde yolumuza devam ettik. Aslında yol boyunca gerilla Nurettin’in söyledikleri beni düşündürdü. Bir de onun gözleriyle önümüzde yükselen yüce dağlara baktım. Aslında o zaman bu dağlara olan bağlılığı ve buralarda yaşanılan yoldaşlığı bir nebze de olsa anlayabildim. Patikalarda ilerlerken önümüzde yükselen heybetli dağların zirvesine bakarak şuan o dağların zirvesinde bulutların içinde olmayı ne kadar çok istediğimi fark ettim. Bu hayallerle önümüzde uzanan patikada yolumuza keyifle devam ettik.

İŞTE AVAŞÎN SUYU

Uzun ve engebeli patikadan ilerlerken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Bu esnada bir sırta ulaşmak üzereydik. Sırta vardığımızda güneş kızılımsı ışınlarıyla dünyayı son kez aydınlatmaya çalışıyordu. O esnada gerilla Demhat parmağıyla aşağıyı işaret ederek: “Bakın Avaşin suyu” dedi. Dönüp baktığımda daha önce hiç karşılaşmadığım bir güzellik karşısında dilim lal, kulağım duymaz, ellerim dona kaldı. İlk defa gördüğüm Avaşin suyu karşısında büyülenmiştim. Şu an bile o güzelliği tarif etmeye cümleler bulamıyorum. Bu güzel anıları ölümsüzleştirmek için fotoğraf makineme sarıldım. Bir süre manzarayı seyrettikten sonra kendimizi aşağıya doğru, Avaşin suyunun kenarına bıraktık. Suyun kenarında asırlık koca gövdeli dev çınar ağaçları vardı. O ağaçlara baktığımda aklımdan: ‘’Kim bilir bizim gibi yorulup da bu ağaçların gölgesine kimler oturup dinlenmiş. Kim bilir bu koca çınarların altında kaç grup geceyi geçirmiştir’’ düşüncelerini geçirdim. Kendimden geçmişim. Bir ara sarsıldığımı hissetim, gözlerimi açtığımda gerilla Demhat, “Çok karanlık olmadan yemek yiyelim” dedi. Biz de yanımızda getirdiğimiz buram buram kokan otlu peyniri, siyah zeytinimizi ve gerilla noktasından aldığımız gerillaların yaptığı ekmeği yere sererek iştahlı bir şekilde yemeye başladık. Yemekte bir çayımız eksikti. Onu da güvenlik nedeniyle ateş yakamadığımız için yapamamıştık. Bu durum bize çok dokunmuştu. Ama içimden dedim ki: ‘’Biz sabah bunun acısını çıkartırız.’’ Yorgun düştüğümüzden dolayı güvenli bir yerde uyuduk. Sağdan soldan topladığımız kurumuş yaprak ve otları yatacağımız yerin altına serdik. Gece soğuk oluyordu. Bizi soğuktan koruması için sararmış otları yere serdik. O kadar yumuşak ve rahattı ki hemen uzandım. Fakat o yorgunluğa rağmen gerilla Demhat ve Nuretttin bir günlük yolcuğun tekmilini ( Tekmil: Gerillanın bir gün içerisinde yaşadıklarını değerlendirmesidir) aldılar. Bunu bitirdikten sonra ilk nöbeti gerilla Nurettin tutmaya başladı. Ben ve gerilla Demhat uyumaya başladık. O kadar yorulmuştum ki kafayı koyar koymaz derin bir uykuya daldım. Saat dörtte gün doğmadan yeniden yola çıktık.

HER ADIMDA SAVAŞ İZLERİ...

Yolda ilerlerken savaş nedeniyle Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonucu yanmış arazilerle karşılaştım. Aslında Türk ordusu sadece insana değil doğaya savaş açmış, binlerce hektar ormanlık araziyi ve onun içinde yaşayan canlıları da katlediyordu. Gerillaya karşı başarı sağlayamadığı için bütün hıncını Kürdistan doğasından alıyor olmalıydı. Yer yer patikalarda patlamamış misket bombaları ve roketlere rastladık. Güneşin doğuşuyla, “Boğaza Çınara” dedikleri sırta vardık. Karşımızda Çarçela’nın heybetli dağları uzanıyordu. Orada oturup kahvaltımızı yaptıktan sonra yeniden yola koyulduk. Attığımız her adımda heyecanımız daha da artıyordu. Yolda ilerlerken savaşın doğada yarattığı tahribatı daha net bir şekilde görebiliyorduk. Uzun bir yolculuğun ardından nihayet Çarçela’ya; Zagrosların cennetine ulaştık.

GÜZELLİKLER DİYARI ÇARÇELA

Bütün görkemiyle uzanan bu dağlar kucağını Çarçela’nın yolcularına açmaktaydı. Sert ve engebeli bir arazi olmasına rağmen bütün heybeti ve güzelliğiyle insanı mest ediyordu. Çarçela dağlarının da Kürdistan’ın her dağı gibi bir efsanesi ve hikâyesi vardı. Bu hikâyeleri PKK gerillalarından tek tek dinledik. Yürüdüğümüz patikalarda karşımıza çıkan doğal kaynak suları ve oluklardan akan kar suları insanın içini o kadar serinletiyor ki; insanın içtikçe içesi geliyordu. Aslında Çarçela’ya hayat damarları olan Keviya Pir (kar kütleleri) Malum zirvesinin altında uzanmaktadır. Bu kar kütleleri edindiğimiz bilgilere göre bin yılları aşan bir tarihe sahip. Bu kar kütlelerinden akan kar sularından yüzlerce göl ve su yarıkları oluşuyor. Bunların etrafında, ender görülen binbir çeşit çiçek insanı mest eden bir koku yayıyor. İnsan bu güzellik karşısında büyüleniyor. Aslında buraları ve gerillaları anlatan bir sürü haber, kitap ve anı okumuştum. Fakat benim için PKK gerillasının yaşamı, mücadelesi ve yaşadığı dağlar hep içi sırlarla dolu, kapalı bir kutu gibiydi. Ben de onların yaşamını daha yakından tanıma fırsatı buldum. Gerillanın yaşamına, mücadelesine ve savaşına Zagroslarda tanıklık ettim. PKK gerillasını bu kadar yakından tanıdığım için bahtiyar oldum.

GERİLLALAR ÇELİKTEN BİR İRADE KUŞANMIŞ

Gerillalar Türk ordusuna karşı verdikleri amansız savaşta Zagros dağlarını oldukça stratejik ele alıyordu. Bundan dolayı Türk ordusu, gerillanın önünü alabilmek için saldırılarını Çarçela alanı üzerinde yoğunlaştırıyor. Türk ordusu buralara girmek istiyordu. Fakat gerillalar yıllardır kendilerine kol kanat geren bu alanları korumak için Türk ordusuna karşı amansız bir mücadele veriyor. Özellikle Geliye Doski denilen alanda, Türk ordusu ve gerillalar arasında şiddetli bir savaş yaşanmış. Bu savaşta onlarca Türk askeri öldürülmüş. Gerillalar, Türk ordusuna oldukça ağır darbeler vuruyor. Gerillaların da kayıpları oluyor. Fakat direnişleri tüm imkânsızlıklara rağmen büyük bir iradeyle devam ediyor. Bazen gerillalar bize şunu söylüyorlardı: “Ne olursa olsun, yoldaşlarımızın kanıyla sulanmış bu toprakları Türk askerlerine bırakmayacağız. Gerekirse bu uğurda canımızı da feda ederiz. Bunu herkes böyle bilsin.” Aslında çelikten iradelerine gözlerimle tanık oldum. Gerillalar, bazen günlerce ne su yüzü ne de bir parça ekmek görebiliyorlardı ama; ona rağmen bu toprakları korumakta çok kararlı bir duruş sergiliyorlardı.

TÜRK ORDUSUNUN ZAGROSLAR HEZİMETİ

Aslında Türk ordusu kendi medyası üzerinde kendini başarılı olarak göstermeye çalışsa da gerçekte Zagroslarda durum bunun tam tersiydi. Yani Türk ordusu gerillaya karşı savaşamıyordu. Çünkü Türk ordusu sadece teknik gücüyle gerilla alanlarına girmeye çalışıyordu. Alanlar gerillanın elinde olmasına rağmen Türk medyası bunun aksini söylüyor. Korkudan alanlarda ölen askerlerinin cenazelerini bile kaldırmaya cesaret edemiyorlar. Yöredeki halkı devreye koyarak, ancak o şekilde gelip cenazelerini alabilmişler. Üstelik Tayyip Erdoğan çıkıp, “Kahraman askerlerimiz cenazelerini aldılar” dedi. Oysa yerel halk gelip cenazeleri almış. Bu durum çekilen görüntülerde de ortaya çıkıyor. Şu anda da Çarçela alanında Türk ordusuna ait bir yüzbaşının cenazesi gerillanın elinde fakat devlet bu cenazeyi alma girişimi yerine, durumu inkâr ediyor. Zagroslarda yürütülen savaşta ne kadar zor durumda kaldıklarını kendi generallerinin şu sözleri de ele veriyor: “ Biz burada varlık yokluk savaşını veriyoruz.”

‘DAĞLARDA MECBURİYETTEN DURUYORUZ’

Yaklaşık iki yıl boyunca bu alanlarda yaşanılan savaşı yerinden takip ettik. Her ne kadar Türk ordusu var olan tüm askeri gücü ve tekniğiyle saldırsa da istediği sonuçları alamıyor. Çünkü askerlerinde savaşacak psikoloji kalmamış. Buna karşın gerillanın saldırıları gerçekleşiyor ve başarılı neticelerle Türk ordusuna ağır darbeler vuruyorlar. Bazen köylüler aracılığıyla gerillalara not gönderiyorlar. Notlarında şunları belirtiyorlar: “Biz bu dağlarda mecburiyetten duruyoruz. Yoksa savaşacak gücümüz yok” diyorlar. Yine askerler, gerillaların saldırılarında korkup silah ve mevzilerini bırakıyorlardı. Yani Türk medyasının anlattığı gibi Zagroslarda Türk ordusu zafer kazanıyor değil, tam tersine gerilla karşısında zorlanmayı ve yenilgiyi yaşıyorlardı. Bunu AKP hükümeti de, Tayyip Erdoğan da iyi bilmektedir.