Son Dakika: Stêrk TV ve Medya Haber TV'ye baskın: Polisler tüm binayı talan etti

Dağlum: Kendi eğitimini oluşturmayan toplum çürür

KCK Eğitim Komitesi'nden Dağlum, toplumların kendi eğitim modellerini oluşturması gerektiğine dikkati çekerek, bunu yapmayanın 'çürümeye' uğrayacağını belirtti.

KCK Eğitim Komitesi Üyesi Yılmaz Dağlum, eğitim meselesi üzerine ANF'nin sorularını yanıtladı.

Eğitimi nasıl tanımlıyorsunuz?

Çok genel bir tanımlamayla eğitim, toplumun tarihsel-toplumsal birikimi ve yaşam deneyimlerini teorik ve pratik bilgiler halinde gençlerine ve çocuklarına aktarması olarak değerlendirilebilir. Yani toplumun çocuklarını ve gençlerini tarihsel ve toplumsal dokusuna, kültürel özelliklerine, geleneklerine göre yetiştirmesi çalışmalarıdır. Bu da toplumun varlığını sürdürmesi, geleceğini güvence altına alması anlamına gelir. Dolayısıyla toplumsal eğitim, esas olarak iktidarların, devletin ya da bir başka gücün değil, toplumun asli işidir. Toplumun kendi çocuklarını ve gençlerini eğitmesi hem hakkı, hem de en temel görevidir. Çünkü eğitim bir varoluş biçimidir. Toplumsal eğitim hakkının kutsallığı da kaynağını bu varoluştan alır. Hiçbir toplum varoluş hakkını ve bunun için gençlerini eğitme görevini başka bir güçle paylaşamaz, bu görevi başka bir güce devredemez.

Neden toplumsal eğitim gerekli? Mevcut eğitim sistemi neye yol açıyor ve bunun aşılabilmesi için neye ihtiyaç var?

Eğitim sorunu, özünde toplumun kendi ahlaki ve politik kurumlarını oluşturma ve yaşamın her alanında işlevli kılınması sorunudur. Bu sorun aynı zamanda devletle toplum, sermaye ve iktidar tekelleriyle toplumun demokrasi güçleri arasında sürekli bir çelişki, çatışma ve mücadele alanıdır. Toplumsal eğitimin geliştirilmesi toplumun ahlaki ve politik kurumlarını zorunlu kılar. Kuramsal ve kurumsal olarak kendi eğitim sistemini geliştirmeyen, kendini eğitmeyen toplumun kendi öz ahlâkını ve politik kurumlarını geliştirme olanakları ortadan kalkar. Böyle bir toplum da sürekli tehlike altında yaşamaktan ve çürümekten, hatta dağılmaktan kurtulamaz. Ancak kendisi olabilen toplumlar ahlaki ve politik kurumlarını inşa ederek yaşamın her alanında kendilerini yönetme zihniyeti ve gücünü oluştururlar. Böylesi toplumlar ancak kuramsal ve kurumsal olarak toplumsal eğitim sistemini inşa ederek kendi geleceklerini güvence altına almakla, toplumun varlık-yokluk sorunsalına da kendi yanıtını ve pratiğini oluştururlar.

'TOPLUM İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE DEVLETTEN GELİYOR'

Devletli uygarlık toplum karşıtı mıdır?

Kentli, sınıflı, devletli uygarlığın toplum karşıtlığını en çok açığa vurduğu konulardan biri de toplumun eğitim hakkını, yani varlığını süreklileştirmesi hakkını gasp etmesidir. İktidar odakları, en çok da kapitalist sermaye ve iktidar tekelleriyle ulus devletler toplumları öz savunma, komünal ekonomi ve toplumsal eğitim alanından dışlayarak egemenlik altına alırlar. Öz savunma hak ve görevini yerine getirme gücünden yoksun bırakılan toplum, başka güçlerin savunmasına ihtiyaç duyar. Bu da o toplumu her türlü saldırı ve işgale açık hale getirir. Toplum, kendisini savunma görevini üstlendiğini söyleyen devletin kölesi, sömürgesi ve egemenlik alanı haline gelir. Toplumu koruduğunu söyleyen devletten toplumu kim koruyacak? Toplum için en büyük tehlike savunma hakkını gasp eden devletten gelmektedir. Toplumun tüm savunma olanaklarını elinden alarak kendinde merkezileştiren devlet, zor aygıt ve araçlarını tekelleştirerek toplumu her türlü baskı ve sömürüye açık hale getirmektedir. Dahası, kurumsal olarak devlet sermaye ve iktidar tekellerinin baskı, zor ve talan aracıdır. Güvenliğini böyle bir oluşuma teslim etmiş toplum ya da topluluklar için bundan daha büyük tehlike düşünülebilir mi?

Ekonominin nasıl bir rolü söz konusu?

Kendine yeterli ekonomik yapısıyla oynanmadan, ekonomik olanakları gasp edilmeden, dahası tamamen ekonomiden dışlanmadan toplumların egemenlik altına alınmaları, sermaye ve iktidar tekellerinin sömürüsü altında inletilmeleri mümkün olamayacaktır. Bunu iyi bilen egemen sınıflar başlangıç olarak toplumun temel beslenme alanlarını gasp etmekle işe başlarlar. Üretimden kopartılarak açlıkla terbiye edilmeye çalışılan topluluklar her türlü sömürüye açık hale geleceklerdir.

Toplumsallık esas olarak zihniyette başlar. Çocukların ve gençlerin toplumsallaşması da toplumun eğitim etkinliğiyle bağlantılı olarak gerçekleşir. Kuramsal ve kurumsal olarak eğitim sistemi kim ya da kimler, hangi güçler eliyle geliştirilir ve kendi paradigması etkin kılınırsa toplumun zihniyet yapısına ve geleceğine de o güç damgasını vuracaktır. Ulus devlet adlı zor aygıtı ve iletişim devrimi ile inanılmaz bir güç kazanan medya kartelleri aracılığıyla yürütülen ideolojik hegemonya kurma mücadelesi, sermaye ve iktidar tekellerinin en çok uzmanlaştıkları alan durumundadır.

Kapitalist modernitenin en büyük toplum karşıtlığı toplumu çocuklar ve gençlerinden yoksun bırakması, yalıtmasıdır. Kentli, sınıflı devletli uygarlık sistemi bu etkinliğini iktidarının hizmetinde değerlendirmek üzere toplumun çocuklarını ve gençlerini sözde eğitmek amacıyla alarak toplumdan kopartarak sağlar. Eğitim ve öğretim çarkları arasında devletin müstakbel “iyi” birer bürokratı olarak yetiştirir. O çocuk ya da genç toplumun olmaktan çıkmış, ulus devletin, sermaye ve iktidar tekellerinin malı olmuştur artık. Tarihsel toplumsal özellikleri, kültürel değerleriyle bağlı olduğu toplumsallığından kopartılmış, ona yabancılaştırılmış, karşıtlaştırılmış bir unsura dönüştürülmüştür. O kişilikten topluma hayır beklemek saflık olur.

'ASİMİLASYON DEĞİRMENİ!'

Özel olarak Türkiye'deki eğitim sistemiyle ne hedefleniyor?

Türkiye’deki mevcut eğitim sistemini en iyi ifade eden gerçeklik, “eğitim” kavramının Türkçe kökeni ve uygulanma tarzıdır. Türkçede “eğitim” eğmek fiilinden türetilmiş bir kavramdır. Çocuğu ve gençleri özgür iradeli, kişilikli birer birey olarak yetiştirmek yerine, egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda verili düzenin elemanı olarak yetiştirmek; bunun için iradesini ve kişiliğini eğerek, kırarak kendine göre yetiştirmek anlamındadır. Sistemin sürdürücüsü bir eleman olarak yetiştirilmesi için işlerin nasıl yürütüleceğini, makinaların nasıl kullanılacağını öğretmek de gerektiğinden eğitimin yanına bir de öğretim kavramı eklenmiştir. Öğretimin de bir araç olarak kullanılmasıyla çocuklar ve gençlerin kişilik ve iradelerinin sistemin çıkarları doğrultusunda eğilmesi ve biçimlendirilmesi sağlanmaktadır. Bu nedenledir ki, Türkiye’deki eğitim sistemi okullara indirgenmiş ve her okulda adeta kişilik ve iradeleri öğüten birer asimilasyon değirmeni olarak işlev görmektedirler. Bu sistem topluma o denli içerilmiş ki, toplum çocuklarını bu asimilasyon yuvalarına yerleştirebilmek için üstelik bir de para vererek didinmekte, çabalamaktadır.

Küresel sermaye ve iktidar tekellerinin hegemonyası ve ulus devlet deli gömleğine hapsedilmiş günümüz Ortadoğu ve Türkiye’sinin eğitim sistemi sömürgeci, faşist, tekçi, asimilasyonist, farklılıklara tahammülsüz, kültürel soykırım temelinde oluşturulmuştur. İç dinamikleriyle gelişen bir demokrasi geleneğinden yoksun, tarihi ve toplumsal dokusuyla uyumsuz ulus devlet cenderesine sıkıştırılan Ortadoğu’daki eğitim sistemi bu sömürgeci ve ırkçı zihniyetin hem sonucu, hem de nedenidir. Özellikle de Türk-İslam sentezi temelinde Ermeni, Rum gibi gayrimüslimlere, komünistlere, sosyalistlere, sosyal demokratlara, İslamilere ve en uzun süreli olarak da Kürtlere karşı geliştirilen fiziki ve kültürel soykırımlar bu ırkçı, tekçi, faşist karakterin ne denli insanlık dışı ve halklar düşmanı olduğunu netçe ortaya koymaktadır.

Türkiye ve Bakur Kürdistan’da yürürlükte olan eğitim sistemi Türk-İslam sentezi temelinde ırkçı, tekçi karakterlidir. Etnik, kültürel, dilsel, inançsal vb. çoklu kimlikleri sömürgeci devletin bekası için tehdit ve tehlike sayarak her yol ve yöntemle yok edilmesini meşrulaştırma temelinde kurgulanmış bir sistemdir. Sömürgeciliğin karakteri gereği ırkçı ve faşist olduğu kadar da erkek egemen karakter de cinsiyetçi bir yapılanmaya sahiptir. Toplumsal gerçeklikler inşa edilmiş gerçekliklerdir özdeyişi en çok da bu alanda görülmektedir. Kız ve erkek çocuklar için belirlenmiş toplumsal rollerini oynatma temelinde daha anaokulundan başlayarak cinsiyetçi nesillerin yetiştirilmesi hedeflenir. Özellikle de ataerkil aile devletin çekirdeği, erkek de bu ailenin efendisi olarak yüceltilir. Kadın ise, ucuz işgücü, çocuk doğurma ve büyütme ile ev içi kölesi olarak yetiştirilmeye çalışılır. Siyasal İslam dindar nesiller yetiştirmeyi hedefleyen dinci, Sünni İslam’a dayalı bir sistem geliştirmeye çalışmaktadır. Çağdaş dünyaya uyum sağlamak adına buna bir de “bilimcilik” eklenmiştir. Bu da diğerlerinden geri kalmaz dogmatik pozitif bilimcilik anlamındadır.

NEDEN KÜLTÜREL SOYKIRIM?

Türk eğitim sisteminin kültürel soykırım endeksli olmasını neye bağlıyorsunuz?

“Dünyada en büyük terörizm, insanın ana diliyle bağını koparmaktır” denir. BM yasalarında kültürel soykırımın en belirgin şartı ana dilin baskı, zor, ceza ve yasaklarla engellenmesi, ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye’deki sömürgeci kültürel soykırım politikasının en çok somutlaştığı alan inkar ve imha politikası ile bunun ideolojik sömürgecilik temelini oluşturan asimilasyonist eğitim sistemidir. Dünyada benzeri az bulunabilecek bir asimilasyonist eğitim ve özel savaşla Kürt çocuklarının sadece ana diliyle bağını koparmak değil, kökeniyle her türlü bağını koparmak için on yıllar boyunca son derece planlı, programlı ve her türlü işkenceli yol ve yöntemler kullanılmaktan çekinilmemiştir.

TC sömürgeciliği dünyadaki diğer klasik sömürgeci devletlerle karıştırılmamalıdır. Mayası fiziki ve kültürel soykırımdır. Eğitim sistemi de buna göre kurgulanmış ve geliştirilmiştir. Kültürel olarak kendisinden gelişkin olduğundan asimilasyonla kendisine benzeştiremeyeceğini bildiği Ermeni ve Rum halklarını fiziki soykırım, tehcir, mübadele gibi yöntemlerle ortadan kaldırmakta beis görememiş bir sömürgeciliktir söz konusu olan. Kürtlerin sadece vatanını değil, tüm tarihsel toplumsal birikimi ve kültürüyle Türk uluslaşmasının hammaddesi olarak değerlendirebilmek için önce fiziki katliamlarla güçten düşürerek iradesini kırmaya çalışmıştır. Fiziki soykırıma paralel olarak kültürel soykırımı da tüm ülke sathına yayarak yok etmeye çalışmıştır. Bu ulusal yok ediş sürecinde en çarpıcı rolü en ücra köylere kadar yaygınlaştırılan asimilasyonist eğitim kurumları oynamıştır. Özellikle de asker ocağı ile yatılı bölge okulları tam birer kışla, kültürel soykırım merkezleri olarak işletilmiştir. Daha 6-7 yaşlarındaki Kürt çocukları toplumsallığından, ana ocağından kopartılarak yatılı okullara alınmakta, tam bir kışla disiplini ile zorla Türkçe öğretilmekte, ana diliyle konuşması bile yasaklanmakta, “iyi” bir Türk” olarak yetiştirilmektedir. Ait olduğu toplumsallıkla tüm bağlarının koparılması için “analarının yaptığı yemekleri bile unutturmak” temelinde bir kültürel sömürgecilik uygulanmıştır.

Eğitimde sömürgeci politikalar ne tür dir dezavantaj sağlıyor?

En tehlikeli sömürgecilik beyinler üzerinde inşa edilen ideolojik sömürgeciliktir. Gerek Türk ordusu, gerekse TC eğitim kurumları Kürt ve devlet dışı diğer topluluklar üzerinde tam bir ideolojik hegemonya tesis edilmesini sağlayan iki temel kurumdur. Yetişkin erkekler orduda, çocuklar ise okullarda en ince ayrıntılarına kadar planlanmış Türkleştirme programlarından geçirilerek özüne yabancılaştırılmaktadır. Çocuklara her sabah “And” denilen ve Türklüğün yüceltildiği ırkçı, faşist içerikli yeminler ettirilmekte, bu, Türk olan ve olmayan tüm çocuklara “varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene" sloganlarıyla sonlandırılmaktadır. 90 yıl bu sistemde yetiştirilen Kürt, Arap, Rum, Laz, Ermeni, Alevi, Çerkes, Gürcü gibi toplulukların çocukları bu kültürel soykırımın hedefi ve kurbanı durumundadırlar.

Kültürel soykırımın en etkili silahı olan asimilasyonist eğitim sisteminin beyinler üzerindeki ideolojik hegemonyayı kurmada kullandığı önemli bir argüman da dincilikle bezeli cinsiyetçiliktir. Yoksul Türk-Türkmenler de dahil devlet dışı topluluklar üzerinde yürütülen Türkleştirme programı, erkek egemen zihniyetle tamamlanmaktadır. Toplum üzerinde tam bir “karılaştırma” politikası uygulanmaktadır. En eski sömürge sınıf, ulus ve cins olarak kadının düşürülmesi, toplumun da düşürülmesi anlamına gelmektedir. Bunu da Türk egemen sınıfları “karılaştırma” tarzında uygulamaktadırlar. Bu zihniyetin bugünkü dışavurumu ise YİBO’larda, vakıf okul ve yurtlarında kız ve erkek çocuklara yönelik cinsel istismar, tecavüz uygulamalarıdır. Kürdistan’daki kimi yatılı bölge okullarında kız çocuklarının onlarca erkeğin -ki bunların çoğu öğretmenleri ve bürokratlardı- taciz ve tecavüzüne maruz kalmalarının temelinde bu cinsiyetçi eğitim sistemi vardır. AKP ile yakınlığı inkar edilemeyecek Ensar Vakfı'nın okul ve yurtlarında kız ve erkek çocuklarına yönelik olaylar daha hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Bunun gibi vakıfların büyük çoğunluğu da “dini” görünümlü kurumlardır. Siyasallaşmış, iktidara ve ranta bulaşmış dincilik bu sistemin geliştirilmesinde ve dindar topluluklar içinde tutunmasında başat rolü oynamaktadır.

'TOPLUM HER ZAMAN İKTİDARIN EĞİTİMİNE MAHKUM OLMADI'

Tarihsel gerçeklikle bakınca da alternatif eğitim mümkün görünüyor mu?

Ortadoğu toplumları her zaman iktidar sahiplerinin eğitim sistemine mahkum olmadılar kuşkusuz. Toplumun kendi sistemini kurarak çocuklarını ve gençlerini toplumsal doğasına, tarihsel toplumsal özelliklerine uygun olarak yetiştirdiği dönemler de olmuştur. Örneğin 150 yılı aşkın bir süre sınıfsız, sömürüsüz, devletsiz komünal-demokratik bir yaşam geliştirmeyi başarmış Karmatilerin eğitim sistemi bireysel çıkar, hırs ve hırsızlığı en büyük suç; eşit, özgür iradeli, toplumsal yaşamayı ve yaşatmayı en büyük erdem sayan nesiller yetiştirmeyi esas alırdı. Her yerleşim birimindeki en büyük Dai o yerin başöğretmenliğini öncelikli görev kabul eder; özellikle de çocuk eğitimlerini bizzat kendisi yürütmeye çalışırdı. Yine devlet dışı kalmış birçok topluluk örneğin Hürremiler, Babailer, Şex Bedrettinler'e bağlı medreseler hep toplumsallığı geliştiren eğitim kurumları olarak tarihteki yerlerini almışlardır.

Benzer örnekler çok cılız da olsa günümüzde de vardır. Özellikle de Ortadoğu’daki tüm yapısal sorunların çözümünü halkların ve toplulukların farklılıkları temelinde eşit, özgür ve gönüllü birlikte yaşamasında gören Demokratik Ulus çözümünde temel rollerden birini de Demokratik Ulus Eğitim Sistemi oynayacaktır. Farklılıkları zenginlik sayan, çoklu kimliklere karşılıklı saygı, herkesin düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü vazgeçilmez kabul eden özgür ve demokrat birey ve toplumun gelişmesinde, kapitalist sermaye ve iktidar tekelleriyle ulus devletlerin ideolojik hegemonyalarını kırmak bu eğitim sisteminin en temel görevi olarak ortaya çıkmaktadır.