'Hiçbir şey eskisi gibi değil ama pişman değiliz'

Suruç katliamından sağ çıkanlar anlattı: Kobane'nin yardım çağrısını duyduk, yola çıktık. Hiçbir şey bizim için eskisi gibi değil ama pişman değiliz.

Oğuz Yüzgeç, Uğur Ok, Güneş Erzurumluoğlu, Çağla Seven, Ümmühan Özdemir, Koray Türkay, Yağmur Taş ve Zafer Aydın, geçen yıl bugün yaşanan Suruç katliamından sağ çıktılar.

Çağla ve Koray ağır yaralandı. Güneş, felç oldu. Oğuz, Yağmur, Uğur ve Zafer çeşitli yerlerinden yaralandı. Özdemir ise hafif yaralı olarak o vahşetten çıktı.

Katliamın yıl dönümünde neden böyle bir yolculuğa çıktıklarını anlatırken, SGDF Eş Başkanı Oğuz Yüzgeç ile Uğur Ok, neden böyle bir kampa düzenlediklerini ve neden hedef seçildiklerini anlattı.

ROJAVA DEVRİMİNİ KENDİ DEVRİMİMİZ OLARAK GÖRDÜK

“Neden böyle bir kampanya?” sorusuna yanıt verirken, eski SGDF üyeleri Emre Aslan ve Sinan Sağır'ın Rojava devrimini savunurken şehit düştüğünü hatırlatıyor ve ekliyor: “SGDF, Rojava devrimini en başından beri kendi devrimi olarak gördü. Bu nedenle canlı, aktif bir ilişki kurdu. Ayrıca biz Gezi'nin çocuklarıydık. Direnmeyi, dayanışmayı Gezi'de görmüştük. Kobane'nin hawar çağrısına kayıtsız kalamazdık”

Bir kampanya yapma fikri aslında 2015 yılının Şubat ayında beliriyor. SGDF'li gençler o günlerde, Suruç sınırındaki köylerde yardım kamplarında çalışıyor, sınır nöbetleri tutuyor. Uğur Ok, bir Kürt emekçisinin evine konuk oldukları sırasında yaptıkları sohbette kampanyanın sloganının “Beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz” şeklinde belirlendiğini söylüyor.

Gezi'nin çocuklarıydılar ancak bir de '68 gençlik hareketinin “çılgın, gözü kara ruhunu” yeniden anımsatmak istiyorlar. Kobane ile Suruç arasında kurulan o sınırın aslında hükmünün olmadığını da göstermek istiyorlar.

SGDF'nin iki ay boyunca, kent meydanlarında, sokaklarda, kampüslerde yürüttüğü kampanyasına Türkiye'nin dört bir yanından yüzlerce genç katıldı. Bir kentin inşasına katılırken her birinin kendi kişisel hayatlarında bu yol hikayesinin başka bir anlamı var.

Çağla Seven; doktor. Daha önce savaş mağdurlarının yerleştirildiği kamplarda sağlık hizmeti vermiş. Bu kez yola çıkışını da o çalışmalarının devamı olarak görüyor: “Çadırkentlerde insanların özellikle çocukların sağlık hizmetine ne kadar az ulaşabildiğini gözlemlemiştim.  Temiz su, temiz gıda olmadan sağlık hizmetinin bir anlamı kalmayabiliyor ama orada en temel hizmete bile ne kadar ihtiyaç olduğunu görmüştüm. Orada ellerimizle revir oluşturduk, ilaçları tek tek istifledik. Tek tek çadırlara gidip gebeleri, hastaları tespit ettik. Bunların bile temel sağlık hizmetlerinin ne kadar kıymetli ve ne kadar hayata dokunan bir şey olduğunu gözlemledik. Benim için Kobane'ye gidiş bunların devamı gibiydi. Bu yüzden yola çıkma kararını verirken üzerine çok düşünmedim.”

Eğer Kobane'ye geçebilseydi, Çağla, sağlık hizmeti verecekti.

Koray Türkay da Kobane savunması sırasında sınıra gitmiş, sınırda nöbet tutmuş, yardım çalışmalarında görev almıştı, Kobane'ye geçme olanağı da bulmuştu. Gidişini şu sözlerle anlatıyor: “Kampanyadan haberdar olur olmaz tereddütsüz bir şekilde kampanyaya katılma kararı aldım. Öncesinde böylesine bir süreci yaşamış biri olarak, üzerine böyle düşünmüş taşınmış olduğum bir şey olmadı. Kobane'ye yardım malzemeleri götürüyorduk elbette, ancak asıl önemlisi enternasyonal bir dayanışma gösteriyorduk.”

Eski bir jimnastikçi olan Koray, çocuklara jimnastikle yardımcı olacaktı. Yola çıkmadan önce basit jimnastik aletlerini almıştı.

Güneş Adana'dan yola çıkmıştı. Hayatında ilk kez böylesi bir politik etkinliğe katılıyordu.  Yola çıkma kararı için, “Yeni üniversite hayatına başlayacaktım ve artık bir yerden başlamam gerektiğini düşündüm. Nereye kadar bilinçsiz, nereye kadar kulaklarını tıkayarak yaşayabilirsin ki diye düşündüm. İnsanlara yardım etmek, birinin hayatlarına dokunmak bana çok ilginç geldi” diyor.

DAHA FAZLASINI YAPMAK İSTEDİM

Zafer Aydın Samsun'dan yola çıkmıştı. Hikayesi de ilginç. 9 Temmuz'da otostopla Samsun'dan yola çıkıyor. 20 Temmuz'dan birkaç gün önce Suruç'a varıyor.  Suruç yolculuğunu ise şöyle anlatıyor: “Bir devrimci bir başkasının suratına atılan tokadı kendi yüzünde hissedebilendir. Ben de o acıyı, o şiddeti hissettim. Bunun karşısında Samsun'da da bir şey yapabilirdim ama ben daha fazlasını yapmak istedim. Oradaki insanlar dokunabilmek, acısını paylaşabilmek istedim.”

Ümmühan İstanbul'dan yola çıkanlardan. Eski AKP'li. Üstelik kendi deyimiyle “Erdoğan hayranı.” Gezi süreci ile birlikte AKP'den kopuyor. Arayışları onu ESP ile tanıştırıyor. Kampanyadan haberdar olduğunda yola çıkmaya karar veriyor. O'nun derdi daha çok ne olduğunu yerinde görmek. Bunun kadar önemli olan bir diğer gerekçesi ise; pratik olarak Kobaneliler ile dayanışma göstermek. En çok da çocuk parkı yapmak istiyor. Bunun için salıncak, tahtaravalli tahtaları gibi malzemeleri topluyor.

Yağmur, Antakya'dan çıkıyor. O günlerde 16 yaşında. Tanıdığı Emre Arslan'ın Kobane savunmasında ölümsüzleşmesi, Onu etkiliyor. Ama yola çıkarken ki asıl amacı ise Arap Alevi kimliği ile Kobane'nin yarasını sarmak istiyor. Yaşı küçük olduğu izin Kobane'ye geçemeyeceğini ise sonradan öğreniyor.

YAŞADIĞIMIZ EN GÜZEL YOLCULUKTU

Yola ilişkin hepsinin anlattığı ortak: Daha öncekilere hiç benzemiyordu ve ömürlerinde yaşadıkları en güzel, en heyecanlı yolculuktu.

SGDF'liler bakımından uzun ve yoğun bir çalışmanın sona eriyor olmasının yarattığı bir huzur da var. Yola çıkan bütün otobüsler de şarkılar, marşlar hiç durmuyor. Molalarda ortak sofralar kuruluyor, halaylar çekiliyor, sohbetler ediliyor.

Amar Kültür Merkezi'ne ulaştıklarında önce imece usulüyle kurulan sofrada kahvaltılarını yaptı. Ardından fotokopileri çekilmek üzere kimlikler toplandı. Geçiş için kaymakamlığın kararı beklenirken, duruma ilişkin açıklama yapılması kararlaştırıldı. SGDF Eşbaşkanı Oğuz Yüzgeç, açıklamasını tamamlamak üzereyken canlı bomba üzerindeki bombayı patlattı.

BÜYÜK BİR SES, ATEŞ, TOZ

Patlama anına ilişkin gençlerin tanıklıkları birbirine benzer. Önce bir maytap sesi geliyor. Sonrası büyük bir ses, ateş, toz. Ardında ağır çekimde görünen görüntüler.

Kimisi “Yukarıdan el bombası attılar” diye düşünüyor. Kimisi, “Hayatta kalanları da tarayacaklar” diye aklından geçiriyor. Kimisi, “Ses bombası olmalı” diyor.

Herkes ilk şoku altında gördüğü manzara tanımsız. Hepsi anlatırken; dünyada asla görmek istemeyeceğiniz bir manzara diyerek başlıyor.

Sonrasında hastane, adli tıp, mezarlık. Herkes en yakınındakinden haber almaya çalışıyor, isimler geldikçe öfkeleri artıyor. Yoğun bakımda olanlardan gelecek iyi haberler bekleniyor.

Hayatta kalanların tamamının ilk yaşadığı duygu; yaşamanın, hayatta kalmanın verdiği azap. Buna bir de yası yaşayamamanın verdiği eksikliği ekliyorlar. Katliamın ardından yaralıların tedavisi, ailelerle dayanışma, ardından gelen siyasi operasyonlardan kendi yarasını çoğu unutmuş durumda.

DEVLET BİZE HADDİMİZİ BİLDİRMEK İSTEDİ

Bu saldırı neden yaşandı? Yanıtını Uğur Ok veriyor: “Devlet savaşı bitirme kararını 2015 yılının Ekim ayındaki MGK'da almıştı. Başlangıcı Suruç'la yaptılar. Suruç'un seçilmesi de tesadüf değildi. Hedef sosyalistlerdi, SGDF'ydi. İkincisi; bizim çıkışımız cüretliydi. Devlet, 'Bunlar neyine güveniyor da, Kobane'ye gideceklerini düşünüyor” diye düşünmüş olmalı. Devlet bize gücünü göstermek, bize haddimizi bildirmek istedi. Bir dönem SGD çalışması yapan Emre Aslan ve Sinan Sağır, kendi inisiyatifleriyle Rojava'ya savaşmaya gitmişlerdi ve orada şehit olmuşlardı. Sosyalistler Rojava devrimi ile çok canlı iletişim kurmuştu. Hedef haline gelmemizde bunun da payı var. Biz oraya gitseydik, Kobane'ye geçseydik, devrimle buluşsaydık bunun Batı'da başka bir yankısı olacağını da düşündüler. Daha başka bir ruh ile dönecektik. Bunu da engellemek istediler.”

Oradan sağ çıkanların tamamına “Gittiğinize pişman mısınız, hiç keşke gitmeseydim, dediniz mi?” diye sordum, gerçek duygu ve düşüncelerini vermelerini istedim.

Tek birinden bile bir pişmanlık ifadesi, sözü gelmedi.

Çağla'nın sözleri; hepsinin duygusunun özeti gibi: “Hem fiziki hem de ruhsal olarak hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.  Eskisi gibi olmamak için çıkmıştık bu yola. Küskünlüğümüz devam ediyor elbette ancak ayağa kalkıp mücadelenin saflarında eski kuvvetimizle yer alacağız. Ama bu hikaye bütün kaybettiklerimizle ömrümüzün bir yerinde kanıyor olacak her zaman.”

DOĞRU ZAMANDA DOĞRU YERDEYDİK

Gençler, doğru zamanda doğru yerde olduklarını düşünüyor. Yüzgeç, “Biz bir devrimin inşa edilmesi için gereken zamanda doğru yerde olmayı başardık” diyor ve ekliyor: “Bir ihtiyaç vardı ve biz bu ihtiyaca yanıt olmak istiyorduk. Böylesi bir adım attık ve karşılığını da fazlasıyla aldık. O yüzden çok doğru bir zamandı. Yaşanan katliamdan sonra da hiç keşke demedik. Keşke gitmeseydik, demedik. Esasında devrimci bir karar aldık, bu noktada adım attık. Sadece diyebileceğim şu; düşmanın, düşman olduğunu hiç unutmamak gerek. Kemal Pir diyor ya; Bizim en büyük şanssızlığımız Türk devleti gibi alçak bir devlet ile savaşıyor oluşumuz. Gerçekten biz bu devletin ne kadar alçalabileceğini Suruç'ta çok net gördük. Ama hiç keşke demedik. Cebo da, Polen de, Büşra da, Ezgi de yattıkları yerden kalksa emenim ki 'keşke' demezlerdi.”

...