Biz ilkokuldayken, tabi uzun yıllar önceydi bu, temizlik ve tırnak kontrolü yapılırdı. Herkes mendilini sıranın üzerine koyar, üzerine de tırnakları görünecek şekilde ellerini koyardı. Tabi her birimizin bir tane kullandığımız rengi solmuş sümüklü mendili vardı, bir de bu kontrollerde göstermek için defterimizin arasında duran bembeyaz bir mendilimiz olurdu. Bu kontroller bizim temiz ve sağlıklı olmamızdan ziyade bir ritüel gibi uygulanır, okulun disiplinini ve öğretmenlerin de bu ritüeli uygulama gücünü gösterirdi. Biz de bir anlamda resmi eğitim sisteminin minik kurbanları olarak başımıza geleni çekerdik. Tırnağı biraz kirli olmayagörsün bir çocuğun, o beyaz mendil ağlardı, gözyaşlarını toplar ve beyazını yitirirdi.
Benzer ritüeller görünce hatırladım o günleri. Hafta içindeki yoğun İdlib gündeminden kalan günlerinde Erdoğan’ın fazla mesaisinin kurbanı olan koca adamlar-kadınlar, Erdoğan’ın resmi açılış törenlerine koşturarak elleri dizlerinde onu dinleyip, üç cümlede bir de alkışlama ritüelini ifa ediyorlar. Yetişkin insanların iktidar karşısındaki bu halleri, insana inanın çok farklı şeyler düşündürüyor. AKP toplantıları ne yazık ki, Türkiye’de insanın değersizleştirilmesinin örnekleri olarak Türkiye tarihine geçecek düzeyde.
Oysa insan değeriyle ve anlamıyla vardır. Anlam özgür oluşup ifade kazanmadığında insan değeri bitmektedir. Özgür anlamın oluşması bunca kötülüğün, zulmün, baskının, vahşetin olduğu bir çağda şüphesiz bunlara karşı durmakla başlıyor. Bunun ötesinde bir anlam inşasından söz etmek, kendini yanılgılar girdabında kaybetmeye eşdeğerdir.
Bugün halk itiraz kürsüsünü sık kullanmasa da iktidarın uygulamalarını kabul etmeyip kiminde alay ediyor, beddua ediyor, küfür ediyor. Ama AKP toplantılarına getirilenler, iktidarın çöküşünden Erdoğan ve familyasının ertesinde en fazla etkilenecek olan, yani bu iktidar boyunca en fazla yemlenen, kesimler olmalı ki, büyük bir ciddiyetle bu ritüellere hala katılıyor, ellerini dizlerine koyup ibadet edercesine huşu içinde dinliyor, işaret verilince alkışlıyorlar. Son lokmaya kadar da sürecek bu garip durum. Normal olmaktan öylesine çıkılmış ki, bu insanlardan biri çıkıp aynı günlerde çokça tartışıldığı üzere “İdlib’te Türk devletinin ne işi var, orası bizim ülkemizin sınırlarında değil, askerlerimizi neden oraya sürüyoruz...” gibisinden yüksek IQ gerektirmeyen soruları sormuyor-soramıyor. Çünkü o kişiler Gülistan Doku’ya ne olduğunu da sormuyor? O kişiler polis aracının ezdiği ve “odun sandım” dediği Cihan Can’ı katledenlerin neden cezalandırılmadığını da sormuyor. O kişiler Sivas katillerinin neden salıverildiğini de sormuyor.
Bu küçük soruları sormak büyük cesaret gerektiriyor. Ancak Türkiye’de bugün bu soruları sorabilenler hala var.
Bir dönemdir gündemde olan HDP konferansları ve kongreleri önemli bir tartışma, gerçek muhalefet olma enerjisini açığa çıkardı. Bunu AKP-MHP iktidarı iyi biliyor ki, her gün yüzlerce HDP’liyi gözaltına alıyor, ev baskınlarında işkence ediyor, otobüs duraklarında ajanlık dayatmasında bulunuyor. Devletin hangi kademesinde olduğu belli olmayan tipleri yüzlerini kapatarak milletvekillerinin peşine düşüyor. Ve daha nicesi. Nihayetinde şu günlerde muhalefet olabilen tek siyasal parti HDP’dir. Bu önemli bir misyondur. Darbe koşullarında parti olmak, darbe koşullarında siyaset yapabilmek büyük devrimcilerin işidir özünde. Tabi HDP de bu misyonu geliştirecek adımlar atmanın hazırlığında görülüyor. Genel kongreden de bu azim ve kararlılıkla gidiliyor. Bu dönem, yeni bir demokratik devrim mücadelesi için, doğru ve yeterli bir muhalefet olmanın programını yapmak için önemli bir dönemdir. Tabi tüm bunları yapabilmek için insan gereklidir. Örgütlü insan özgür insandır ve bunu gerçekleştirebilmek için de Türkiye’de insan değerine yapılan saldırının, anlam yitiminin durdurulması şarttır. Kürtlere yaklaşımla başlayan, tek kelime edene terörist diyen, FETÖ ile devam eden ve yaygınlaşan bu saldırılardan artakalan, tüm toplumun iktidarın hegemonyası karşısında sus pus, elpençe divan durmasıdır.
Hakikaten Türkiye’de insan değeri düştü, düşürüldü. Şüphesiz insan değerinin ölçüsü, hiçbir çağda iktidarın etrafına toplanan çıkarcı kesimler olmamıştır. Ancak bu kesimler kendilerindeki bozulma kadar etkiledikleri temel toplumsal kültürde de bozulma yarattıklarından etkisiz de sayılamazlar.
Topluma dayatılan bu bozulma bir kader değil kuşkusuz. Ancak bu bozulmayı ortadan kaldırmak ya da gidermek için itirazlar daha da yükselmeli. Mahmut Alınak’ın haykırdığı gibi “Korkmuyorum sizden” sözü daha yüksek sesle herkesçe söylenmeli. Büyük bir hak aşığı “ozanlık halk kürsüsüdür. Halkın itiraz kürsüsüdür ve ozan orda dile gelir” demişti bir zaman. Ancak ne yazık ki, Önder Apo’nun dediği gibi ozanların türkü söylemediği bir çağa geldiysek, kimdir itiraz edecek olan, kimdir bu kürsüye çıkıp konuşacak olan?
İktidar sahiplerinin kürsüleri işgal ettiği, bunun için çok kan döktüğü bu zamanda, bu kürsüye yürümeye cesaret edenler, şüphesiz iktidarın ağlarını parçalayan devrimci ruhtaki tüm gençler, sanatçılar, çiftçiler, evsizler, işsizler, siyasetçiler, düşünürler, yazarlar, kadınlar, işçiler ve insan olma kararlılığında olan ve bunun için iktidara karşı olmayı göze alan herkestir. Kürtler itiraz kürsüsüne en önde yürüyen demokratik özgür halk olmanın onurunu yaşamaktadır.
Kürtlerin takvimi yılı baharla başlatır. Yeni yıla, bahara girerken bu itiraz kürsüsünün büyüyüp milyonları kucaklayacağı kesindir.