Öcalan: Kapitalizm, kırk haramiler sistemidir!

Kapitalizmi ölümcül derecede toplumsal hastalık, kanser türü bir toplumsal urun büyümesi olarak değerlendirmek en doğrusudur. Gerçek olan, kendini faşist zorbalıkla egemen kılmaya çalışan anti-toplumsal bir soygunculuk, kırk haramiler sistemi olduğudur.

Kapitalist modernitenin topluma dayattığı bireyciliğe karşı toplumsallığı savunmak, bunu özgürlük ve eşitlik talepleriyle bağlantılandırmak klasik sosyalist ütopyanın temel idealleridir. Topluma, özgürlüğe ve eşitliğe duyulan geleneksel özlem kapitalizmin hegemonik özellik kazanmasıyla daha da şiddetlenmiştir. Liberal ideolojik hegemonya geliştikçe, sosyal ütopyalar gelişen bilimden etkilenerek kendilerini sosyalist ilan ettiler.

Konumuz açısından önemli olan, bu yeni uygarlığın yani kapitalist modernitenin yeni bilimsel paradigmayı kendi hegemonyasına almasıdır. Dinsel, hatta felsefi kökenli zihniyet yerine ikame edilen pragmatik yeni bilim yükselen değer haline geldi. Üniversitelerde 18. yüzyılın sonlarında gelişen bilimsel devrim diğer politik, sosyal ve ekonomik devrimlerin tamamlayıcısı oldu. Deneysel fizik bilimleri ile toplumsal doğayla ilişkili bilimler arasında köklü bir ayrım yapıldı. Kendi içlerinde çok sayıda uzmanlık alanları, bilim dalları oluştu. Liberal ideolojik hegemonya sosyal bilimlere damgasını vurmakta gecikmedi. Devrimlerin olumlu sonuçlarını kendi tekelinde evcilleştirip çıkarlarıyla uyumlulaştırdı. Sosyalist ütopyanın 19. yüzyılın ortalarına doğru K. Marks ve F. Engels öncülüğünde kendini bilimsel sosyalizm olarak açıklaması, liberalizmin bilimciliğinin etkisi altında gerçekleşti.

SOSYALİST DEVRİMLERİN TÜMÜYLE YENİLDİKLERİ İDDİA EDİLEMEZ

Tüm bilimsellik ideasına ve eleştirelliğine rağmen, bilimsel sosyalizm, başta Rusya ve Çin reel sosyalizmleri olmak üzere çok sayıda deneyimin de ortaya serdiği gibi, kapitalist modernitenin maddi kültür yapılarıyla (ekonomik, sosyal ve politik kurumlar) zihniyet ve bilimsel dünyasını aşma gücünü tam gösteremedi. Sosyalist devrimlerin tümüyle yenildikleri ve boşa çıkarıldıkları iddia edilemez. Bu devrimlerin büyük bir miras bıraktıkları, halen güncel yaşamın vazgeçilmez bir unsuru ve zihniyet dünyasının en umutlu gücü oldukları inkâra gelmez. Fakat alternatif uygarlık ve modernite farkını keskinleştirip tahkim edemediler. Kapitalist modernite içerisinde önemli ölçüde erimekten kurtulamadılar. Bu gerçeğin bir kader değil, kapitalist dönem sosyalizminin çözemediği sorunlarla bağlantılı olduğu günümüzde yeterince açığa çıkmıştır.

Kapitalizm bir sömürü biçimi olmanın çok ötesinde yeni toplumla özdeşleştirilmiştir. Milyonlarca, belki de milyarlarca yıllık dünya-toplum oluşumunu kapitalizm gibi insan toplumunu en insanlık dışı, dolayısıyla dünya dışı yöntemlerle soyan bir istismar sistemi toplumun zafere erişmiş gerçeği sayılmıştır! Marksist paradigmadaki temel zaaf burada yatmaktadır. Dolayısıyla reel sosyalizmin çözülüşünün altındaki temel etken de budur. Marksizm’e veya reel sosyalizme dayalı bir düzeltme hareketi bu hâkikatten yola çıkmalıdır.

KAPİTALİZM ÖLÜMCÜL BİR HASTALIKTIR

Sosyalizmin kavram düzeyinde toplumculuk olarak kendini açıklaması doğrudur. Yanlış olan ‘kapitalist toplum’ kavramı ve ancak bu toplum biçiminin aşılmasıyla komünizme ulaşılacağıdır. Her şeyden önce çerçevesini çok iyi çizmeden, kapitalist toplum (Köleci, feodal vb. modelleri de buna eklemek gerekir) kavramını genel bir toplumsal hâkikatmiş gibi değerlendirmekten vazgeçmek gerekir. Kapitalizmi ölümcül derecede bir toplumsal hastalık, kanser türü bir toplumsal urun büyümesi olarak değerlendirmek en doğrusudur. Gerçeği böyle olan bir toplumsal hastalık parazitinin ‘en ileri, zafer kazanmış yeni toplum’ olarak lanse edilmesi tüm sosyal bilimleri sakatlamıştır. Onun için diyorum ki, Sümer rahiplerinin tanrısallaştırdıkları sömürü rejiminden bin kat daha istismarcı olan kapitalizme ilişkin zihniyet çalışmaları ideolojik olup, bin kat daha fazla kutsallığa (suni) boyanmış maskesiz tanrılar rejimidir. Bunların hâkikat olarak toplumsal bilimle alakası yoktur. Sadece bilimsel kavramların ustaca düzenekler (ekonomi, politika bilimleri) halinde çarpıtılarak bilimmiş gibi sunulması söz konusudur.

KAPİTALİST İSTİSMARIN TOPLUM YARATIMI

Kapitalist istismarın toplum yaratımı, Firavunlar ve Nemrutların tanrı yaratıcılığı gibi bir ideadan öte bir değere sahip değildir. Bu anlamda ‘kapitalist toplum’ uyduruk, firavunî bir ideadır. Doğru olan, kapitalizmi (finans kapital biçimiyle daha da azıtmış olan) bir toplumsal hastalık olarak kavramsallaştırmaktır. Âdeta bir sağlık bilimi geliştirmek ister gibi insanlığı kapitalizmden kurtarmaya çalışan bir sosyalist bilimden söz etmek daha anlaşılır ve ahlâki (Öyle olması gerekir) bir yaklaşım olacaktır. Aksi halde son beş yüzyıllık savaşları, atom bombasını, aşırı nüfus artışını ve çevre yıkımını izah edemeyiz. Hem liberal kapitalist modernitenin hem de onun reel-sosyalist varyantının geri toplumsal kalıntılar olarak gördüğü klan, kabile, kavim, ümmet ve hatta ulus-devlet olmayan ulusal nitelikteki toplumsal varlıklara yüksek değer biçmek gerekir. Toplumun farklılaşmış tüm bu biçimlenişleri değerlidir. Diyalektik gereği en gelişmiş ulusal toplumda bile klan, kabile, aşiret ve halk toplumlarını gelişmiş ve bütünleşmiş halde görmek gerekir. Nasıl ki yüz atomluk bir element atomun ortadan kalktığı anlamına gelmiyor, tersine atomların gelişmiş ve bütünleşmiş hali olarak değerlendiriliyorsa, klan toplumundan sonraki farklılaşmaları da benzer biçimde değerlendirmek daha çok toplumsal hâkikate götürür.

KAPİTALİZMİN PANZEHİRİ SOSYALİST TOPLUM

O halde sosyalist toplumu kapitalizmin panzehiri olan, fakat sadece bundan ibaret olmayan, geçmiş tüm toplumların gelişmiş, bütünleşmiş, özgür ve eşitçe oluşmaya çalışan toplumu olarak değerlendirmek kendi hâkikatinin gereğidir. Kapitalist modernite üzerinde yükselmesi şurada kalsın, bu modernitenin toplum üzerinde ‘demirden kafes’ ve modern ‘Leviathan’ kılığındaki hastalıklı halini tarihsel toplumdan uzaklaştırarak kendi tanımına uygun biçimde gerçekleşebilir. Sosyalizm, tüm uygarlık tarihi boyunca kapitalizm kadar olmasa bile, toplumsal gerçekliğe dayatılan kölecil baskı ve sömürü tekellerinin kalıntılarından kendisini arındırmak suretiyle hem tarihsel temeline oturmuş, hem de güncel kazanımlarla (kapitalizmle mücadele aşamasında kazanılan değerlerle) kendisini pekiştirmiş ve yenilemiş olur.

LİBERAL BİREYCİLİK EN AŞAĞILIK KÖLELİKTİR

Dikkat edilirse, bu yaklaşımda eski ve yeni toplum veya köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum gibi ilerlemeci, kestirmeci bir yöntem kullanmıyoruz. Toplumsal gelişme, bütünleşme, özgürleşme ve farklılıklar temelinde eşitlik gibi kavramları esas alıyoruz. Daha da önemlisi, sosyalizmi gelecekte devrimden veya evrimden sonra yaşanacak bir toplum hali olarak da değerlendirmiyoruz. Zaten bu tür bir yaklaşım toplumun doğasındaki yaşam gerçeğine aykırıdır. İnsan türü hep toplumsaldır. Geçmiş-şimdi-gelecek birbirinden ayrıştırılarak yaşanmaz.

Sosyalizmi sadece geleceğe ilişkin bir proje veya program olarak görmek yerine, anlık özgürleştiren, eşitliği ve adaleti gözeten, estetik değeri olan ahlaki ve politik bir yaşam tarzı olarak hâkikatleştirmek gerekir. Sosyalizm hâkikati ifade eden bilinçli bir yaşam tarzıdır. Tarihte örnekleri bolca görülen bilgeler ve müminlerin tarzına benzer biçimde zamanın bilgesi ve mümini olarak yaşamak gerekir. Liberalizmin ahlâk düşkünlüğünü ifade eden bireycilik özgürlük olmayıp, sahte bilinçle yaşatılan en aşağılık kölelik biçimidir. Anti-liberalizm olarak sosyalizm, özgürlüğü kolektif eylemde ve ahlâkta yaşamanın ideolojisidir.

KAPİTALİZM, ANTİ-TOPLUMSAL SOYGUNCULUKTUR

Toplumsal bakış açımızda kapitalizmi abartmamalıyız. Özellikle çağımızın emperyalizm ve kapitalizmin mutlak egemen olduğu bir çağ ve onun günlük yaşam biçimi olduğunu iddia etmek kapitalizme hak etmediği bir anlam atfetmedir, doğru değildir ve fazlasıyla propaganda altında oluşan bir yanılgıdır. Korku propagandasından beslenen bir ideolojik savaştır. Gerçek olan, kapitalizmin hep marjinal kalmaya mahkûm bir sistem, kendini ancak faşist zorbalıkla egemen kılmaya çalışan anti-toplumsal bir soygunculuk, bir kırk haramiler sistemi olduğudur. Eski çağlarda nasıl despot yöneticinin kutsanıp ilahlaştırılmasıyla insanlar cüce kullar haline getirilmişse, çağımızda da kapitalizmin benzer sonuçlar doğuran bir ideolojik hegemonyası vardır. Bu hegemonyanın soğuk ve sıcak savaşlarla beslediği bir kölelik ve cücelik söz konusudur.

DEVRİM VE SOSYALİST YAŞAM

Sosyalizmi hep devrimler ve savaşlarla kazanılacak bir toplum olarak görmek de yanlıştır. Şüphesiz koşullar oluştuğunda devrimci dönüşümler için savaşlar da mümkündür. Ama sosyalizm sadece devrim demek değildir; topluma demokratik katılım ve kapitalizme karşı bilinçli ve eylemli yaşamdır. “Devrim olur, sonra sosyalist yaşam olur” demek, kendini kandırmak ve boş beklentiler içine sokmaktır. Geçmiş ne kadar bilinçle güçlü yaşanır ve şimdileştirilirse, gelecek de o denli güçlü ve bilinçli karşılanıp yaşanır. Şüphesiz tüm bu süreçlerde stratejik ve taktik önderlikler gereklidir. Ama sosyalizmi bu tür askeri terimlerle yürütülecek bir eylemlilik hali olarak görmek büyük hatalara yol açar. Reel sosyalizm bir yönüyle böyle yürütüldü. Yorgun düşüldüğünde de yığılıp kalındı. Genel demokratik modernite paradigması altında tarihsel toplumu esas alan, kapitalizmin endüstriyalizm ve ulus-devletçilikle kuşattığı tüketici topluma ve bağlarını koparttığı çevreyi yıkmasına karşı çevreci, ekonomik ve demokratik konfederal yönetimle kendisini donatan sosyalist hareket, parti ve bloklara her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Sosyalist kuramın bu tip bir taslak altında geliştirilmesi ve pratiğe aktarılmasının gerekliliği öneminden hiçbir şey yitirmemiştir. Kaldı ki, bu sadece kapitalist hegemonyaya karşı gelişen bir öncü bilinç ve örgüt hareketi değil, tarih boyunca aynı özde ama farklı ideolojik-pratik veçheler altında sürdürülen gerçek bir toplumsallaşma hareketidir. Gerçek toplum bu hareketin doğasıdır, toplumsallaşma işlevinin kendisidir. Tüm uygarlık sistemlerinin yanı başında ama onların zıddı halinde, bir o kadar da sistematik olarak yaşanır. Fazla bilince çıkmaması, karşı tarafın ideolojik propagandasının gücüyle bağlantılıdır. Toplumsal hâkikatler sosyalizmin kendisi olup, toplum sürdükçe gerçek yaşam tarzı olarak hep sürecektir. Tarih bu anlamda sadece sınıf mücadelesi tarihi değil, hegemonik iktidar ve devlete karşı toplumun korunmasının, özgürlüğün ve eşitliğin mücadelesidir. Sosyalizm bu toplumsal mücadelenin gittikçe bilimselleşen tarihidir.

 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın  ‘ORTADOĞU’DA UYGARLIK KRİZİ ve DEMOKRATİK UYGARLIK ÇÖZÜMÜ’ adlı kitabından derlenmiştir.