PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, ANF'ye verdiği röportajın 2. bölümünde DAİŞ çetelerinin yargılanması için uluslararası mahkeme kurulması, Türk devletinin Rojava'ya yönelik tehditleri, Esad-Erdoğan görüşmesi, İdlip operasyonunu ve Efrîn işgalini değerlendirdi.
İnsanlığa karşı suçlar işleyen DAİŞ çetelerinin Rojava'da yargılanması gerektiğinin altını çizen Şerik, ABD'nin çeteler hangi ülkelerden gelmişlerse orada yargılanırlar tutumu içerisinde olduğunu belirtti.
Türk devletinin Rojava Devrimini karalamaya dönük anti-propagandalar yaptığına dikkat çeken Şerik, "Rojava’da devrim yeni olmuş, Kuzey Doğu Suriye yeni özgürleştirilmiş. Elbette sorunlar olacak. Örneğin toprağı sulama sorundur, çözülmeye çalışılıyor. Mesela bazı sanayi işletmeleri var onlar bozulmuş, ambarlar büyük silolar var onlar bozulmuş onarma çabaları var. Eksiklikler var. Yollar bozulmuş, yeniden yapmaya dönük çabalar var. Bu sorunları sabotajlarla derinleştirmek istiyorlar. İşte birçok yerde buğday tarlaları yakıldı. Bunlar hep belgeli kimin yaktığı biliniyor. Bu şekilde var olan sorunlar daha fazla derinleştirilmeye çalışılıyor. Böylelikle kendilerine hizmet edecek kitle hareketleri yaratmak istiyorlar. O hareketleri de kendileri için gerekçe haline getirip Kuzey Doğu Suriye’ye müdahale etmeyi hedefliyorlar" diye konuştu.
ULUSLARARASI MAHKEME
DAİŞ'lilerin uluslararası bir zeminde yargılanması için İsveç'ten kritik adım geldi, İsveç İçişleri Bakanı Mikael Damberg verdiği bilgilere göre Hollanda, Fransa, İngiltere ve Belçika girişime olumlu yanıt verdi deniliyor? DAİŞ’lilerin uluslararası bir mahkemede yargılanması Kürtler açısından nasıl bir sonuç açığa çıkarır?
Olması gerekende bu. Çünkü DAİŞ adı üzerinde Irak-Şam İslam Devleti, kendisini örgütlediği icra ettiği yer orası. DAİŞ’i Lahey gibi uluslararası bir mahkemede yargılayacaksan bile o suçların işlenmiş olduğu coğrafya neresi ise asıl mahkumiyet orada gerçekleşir. DAİŞ kendisini orada devlet haline getirmiştir, tüm suçları orada işlemiştir. Doğal olarak orada yargılanıp mahkumiyetinin sağlanması gerekir. Belirttiğiniz ülkeler olumlu yaklaşıyor ama ABD, DAİŞ’liler hangi ülkelerden gelmişlerse oraya giderler suçları varsa orada yargılanırlar tutumu içerisinde. Bu anlamda her anlama gelebilecek ucu açık bir yorum söz konusu.
Zaten Fransa’da, Belçika’da, Almanya’da katliam gerçekleştirdi. Gerçekleştirilen katliamlarla ilgili olarak orada yakalanan ve orada yargılananlar var. Elbette onların Rojava’ya getirilip yargılanması söz konusu olmaz ki. Kimsenin bu yönlü bir talebi de olmaz. Lakin DAİŞ’in mahkumiyetinin, DAİŞ'in insanlık karşıtı suçlarının işlendiği, gerçekleştirdiği mekanda olması en doğru yaklaşımdır. Bu aynı zamanda insanlığa da verilen bir mesajdır. Tüm dünya insanlığının da mevcut siyasal güçlerden beklediği böylesi bir yargılamanın Rojava’da gerçekleştirilmesidir.
TÜRK DEVLETİNİN PROVOKASYONLARI
Özellikle Rusya, Suriye ve Türkiye kaynaklı yayınlar Suriye’nin Dêrazor kentinde Arapların DSG’ye (QSD) karşı protestolarda bulunduklarına dair haberler geçiyor, DSG Sözcüsü Kino Gabriyel iddiaları sert bir dille yalanladı, Suriye’de Arap-Kürt ilişkisinde gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir önceki sorularda da belirttik DAİŞ’in Kuzey Doğu Suriye’deki toprak hakimiyeti bitirildi. Ona ciddi, sarsıcı kendisini tekrardan toparlayabilmesine imkan sunmayan önemli bir darbe vuruldu. Fakat bu DAİŞ’in örgütlülüğünün bitirildiği anlamına gelmez. Rakka’da, Minbic’te, Deyra Zor’da yıkıldı. On binlercesi teslim oldu. Ama DAİŞ’in belirli hücre örgütlenmeleri hala devam ediyor. Zaman zaman bu tür örgütlenmelerin provokasyon girişimleri olabilir. DAİŞ’in geldiği aşamada ciddi bir eylemsellikte bulunabilme gücü minimalize olmuş durumdadır. Bunu görmek gerekir. Şöyle bir gerçeklik daha var. Türkiye’nin Kuzey Doğu Suriye’ye, özellikle Rojava’ya yönelik belirli bir planlaması, projesi var. Bundan vazgeçmiş değil.
DAİŞ’i bunun için kullanmıştır. El Nusra’yı hala bir şekilde kullanmaya devam ediyor. Kendi uzantısı olan daha farklı örgütlerde var. Bu güçlerin eskiden hakim olduğu yerler vardı buralarda etkileri kırıldı, süpürüldüler. Dağıtılmış durumdadırlar, fiili, askeri olarak hareket edecek bir örgütlülükleri yok. Ajanlaştırılmış kişiler var, ara ara sızdırıyorlar. Hücre örgütlenmeleri oluşturmaya dönük yaklaşımları da var. Bunlara dayalı eylemler yaptırtıyorlar.
Türkiye özellikle yapıyor. Örneğin Minbic’te gerçekleşen eylemlerin tümü Türk istihbaratı tarafından getirilmiş, hazırlanmış yada belirli bir ücret karşılığı kullanılan kişiler tarafından yapılmıştır. Rakka’da da, Tabka’da da bunu denemek istediler. Bunlara TC MİT’i bu işleri yaptırıyor, çeşitli insanları satın alıyor. Bazen bir Kürdü, bazen bir Arabı veyahut farklı halklardan birini. Artık kimi satın alabilirlerse. Onların ellerine veriyorlar bombayı, silahlar veriyorlar, bunlarla sabotajlar, suikastlar vs. yaptırılıyor.
HAVUZ MEDYASI PROVOKATİF HABERLER YAPIYOR
Böyle ciddi anlamda bir kitle hareketliliği yok. Onu da söylemek gerekir. Bunların hepsi provokatif haberlerdir. Özellikle Türkiye’nin havuz medyası olarak adlandırdığımız, psikolojik savaş araçları olarak değerlendirmemiz gereken basın yayın organlarında bu tür haberler ortaya çıkıyor. Haberlerin çoğu uyduruk. O uyduruk yalan haberlerini de doğrulamak için bazen görüntüler yayınlıyorlar. Bu görüntüler başka yerlerden alınmış, çalıntı görüntüler oluyor. Bazen diyelim ki yağmur yağmış, yollar bozulmuş yada elektrikler kesilmiş bundan dolayı sorunlar oluyor, halkın toplu olarak ilgili yönetim merkezleri önüne giderek sorunlarının çözümüne dönük taleplerde bulunmaları oluyor.
Bunlar doğal ve son derece demokratik bir yaklaşımlardır. İşte bunları Deyra Zor’da, Rakka’da halk ayaklandı şeklinde abartılı haberler servis ediyorlar. Şunu görmek gerekir bunlar devrimi karalamaya dönük özellikle TC’nin yürüttüğü anti-propagandalardır. Bunu görmek gerekir, Rojava’da devrim yeni olmuş, Kuzey Doğu Suriye yeni özgürleştirilmiş. Elbette burada sorunlar olacak. Örneğin toprağı sulama sorundur, çözülmeye çalışılıyor. Mesela bazı sanayi işletmeleri var onlar bozulmuş, ambarlar büyük silolar var onlar bozulmuş onarma çabaları var.
Eksiklikler var. Yollar bozulmuş, yeniden yapmaya dönük çabalar var. Bu sorunları sabotajlarla derinleştirmek istiyorlar. İşte birçok yerde buğday tarlaları yakıldı. Bunlar hep belgeli kimin yaktığı biliniyor. Bu şekilde var olan sorunlar daha fazla derinleştirilmeye çalışılıyor. Böylelikle kendilerine hizmet edecek kitle hareketleri yaratmak istiyorlar. O hareketleri de kendileri için gerekçe haline getirip Kuzey Doğu Suriye’ye müdahale etmeyi hedefliyorlar.
KÜRT-ARAP ÇATIŞMASI ÇIKARMAK İSTİYORLAR
Rojava Devrimi 19 Temmuz 2012’de gerçekleşti, tabi öncesi de söz konusu. Devrimin gerçekleştiği, ilanların yapıldığı ilk yerler Efrîn, Kobanê, Cizre bölgesiydi. Buralarda ilk ayaklanma oluştuğu zamanda o bölgelerde yaşayanların oluşturulan kanton yönetimlerinde yer almasına çalışıldı. Ermeniler, Asuriler, Araplar bu kanton yönetimlerinde yer aldılar. Tabi devrim Rojava Kürdistanı’nda gerçekleştiğinden ötürü baskın kimlik Kürtlerdi. Yine en örgütlü olan güç Kürtlerdi. Doğal olarak yeni oluşan siyasal yapılanmada Kürtler etkili oldu. Bu bir gerçek bunu reddetmek doğru değil. Farklı olmasını beklemekte doğru değil.
O koşullarda o oluştu. 2012 Temmuz Devrimi öncesinde de özellikle Önder Apo tarafından geliştirilmiş bir proje vardı. Bu projenin Rojava ile ilgili boyutları da vardı. Önder Apo Rojava Kürdistanı sorununu, devrimini hiçbir zaman Suriye bütününden ayrı görmedi. Sorunun çözümünü de Kürt halkını anayasal, hukuksal kabulünü ve tüm halkların birbirini kabulü ve ortak yaşamı temelinde koydu. Bu anlamda bir Arap karşıtlığı yoktu. Bunu Rojava’da uygulanan Arap Kemeri’ne rağmen Önderlik ortaya çıkardı.
Arap Kemeri Derik’ten, Kobanê’ye oradan Efrîn’e kadar oluşturulmuş bir hattır. O bütünlüklü coğrafyanın içerisine kama gibi Arap aşiretleri yerleştirilmiştir. Arap toplulukları yerleştirilmiştir. Bir Kürt, bir Arap yerleşim merkezi şeklinde dizayn edilmiştir. Baas rejimi döneminde Kürtler ve Araplar arasında çeşitli çelişkiler yaratılmış, çatışmalar olmuş. En sonda 2004 yılında Qamışlo’da bir futbol maçı esnasında yaşanan çatışmalar vardı. Arap, Kürt çatışmasına dönüşmüş. Fakat bu tür çelişkiler var diyerek halkların birlikte ortak yaşama koşulları ortadan kalkmıştır demek doğru değil. Çünkü bu çatışmaları yaratan egemen güçlerdir, iktidar güçleridir.
Yapılması gereken sorunların çözümüdür. Rejimin Arap, Kürt çatışmasını her zaman elinde hazır tutmasına rağmen Önderlik yaklaşımları bu çelişkilerin önünü almak, çözmek tarzında kendisini göstermiştir. Hatta Önder Apo tarafından dostluklar geliştirilmiştir. Nitekim Kürt Özgürlük Hareketi sosyalist bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik yoktur. İlk şehitlerini Filistin’de vermiştir. Farklı kimliklerin, toplulukların, inanç sistemlerinin varlığına saygıyı esas alır. Onların ortak bir payda da bir araya gelmesi için mücadele etmeyi öngörür. Böyle bir özelliği var. Bu özelliği zaten öylesi bir durumun gelişmesi önünde engel teşkil eder.
HALKLAR KURTULUŞUNU QSD'DE BULDU
Rojava Devrimi’nde bu durum daha da geliştirilmeye çalışılmıştır. Devrim sürecinde sadece rejim değil rejim karşıtı güçlerde Kürtlere karşı Arap milliyetçiliğini geliştirmeye çalışmışlardır. Kürtlerin hiçbir hak elde etmesinden yana olmamışlardır. Suriye’de anayasa tartışmaları var ama Kürtlerin hakları hala tartışma konusudur. Bu anayasa tartışmalarına Suriye rejimi karşıtı olan bazı kesimler cevap veriyor, onların da yaklaşımı Suriye rejiminden farklı değildir. Hatta daha beterdir. Hem rejim, hem de rejim karşıtı olanlar Kürtler karşısından Arap milliyetçiliğine geliştiren bir tutum içerisindedirler. Türkiye de orada Arap milliyetçiliğini körüklüyor, geliştirmeye çalışıyor. Bu durum çok tehlikeli bir sonuç ortaya çıkarabilirdi. Bunun karşısında ne yapılmıştır, demokratik, sosyalist çizgide ısrar edilmiştir.
Arapların, Kürtlerin, Ermenilerin, Asurilerin ve Türkmenlerin ortak yaşayabileceği demokratik bir sistemin oluşturulmasından yana tavır konulmuştur. Tüm halklarla ilişkiler geliştirilmiştir. QSD içerisinde bu halkların tümü yer almaktadır. Yine halkların temsilcileri meclislerde, yönetimlerde yer almaktadırlar. Tüm halklar kendi gerçek kurtuluşlarının böylesi bir örgütlenmede olduğunu görmüşlerdir. Böylece büyük topluluklar halinde QSD saflarına akmışlar, meclislerde yer almışlardı. Ortak komünal faaliyetlere dahil olmuşlardır. Aslında bu durum Ortadoğu gerçekliğinde olması gerekendir. Ortadoğu zaten böyledir.
Gidin Mardin’e sadece Kürtler yoktur, Asuriler de var, Araplar da var. Siirt’e gidin Araplar, Kürtler var. Qamışlo’ya gidin Ermeni de var, Asuri de var, Kürt var, Arap var. Efrîn’de şuan demografisini değiştirmişler ama Kürt vardı, Türkmen vardı, Arap vardı. Hemen hemen tüm Ortadoğu böyle sadece Kürdistan coğrafyası değil, Hindistan’ kadar böyle İran’da da vardır, Irak’ta da, Ürdün’de de, Sudan’da da, Suudi Arabistan’da da böyle halklar mozaiğidir, dinler, kültürler mozaiğidir Ortadoğu. Ortadoğu’nun gerçekliği bu. Bu gerçeklik içerisinde Araplar ve Kürtler birlikte yaşayamazsa ona şaşırmak gerekir. Asuriler, Kürtler ve Ermeniler birlikte yaşayamazsa buna şaşırmak gerekir. Kim ki bunları birbirinden ayırmak istiyorsa Ortadoğu halklarına karşı en büyük suçu işliyordur.
ŞAM VE ANKARA REJİMLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
Beşar Esad Türkiye ile görüştüklerini açıkladı, peki ne değişti, bu durum Kuzey ve Doğu Suriye Federasyonu’nun geleceği açısından risk barındırıyor mu?
TC devleti ile Beşar Esad yönetimi yeni görüşmüyor. Bunu bilmek gerekir. Savaşın en fazla şiddetlendiği dönemde bile, Erdoğan’ın Esad’a ağza alınmayacak sözler söylediği dönemde bile aralarında ilişkiler vardı. Bu ilişkiler resmi değil o ayrı bir şey. Bu ilişkiler direkt bakanlıklar, yetkililer düzeyinde sürmüyordu ama ya üçüncü bir güç üzerinden ya da istihbarat örgütleri üzerinden yürütülen ilişkiler her zaman vardı. Bu ilişkilerde de her zaman Kürt karşıtlığı temel gündem oldu. Karşılıklı istihbarat alışverişleri oluyordu. Üçüncü güçler üzerinden farklı ülkelerden toplantılar yapıyorlardı. Bunlar daha önce defalarca söylendi, açıklandı. Artık bu gizlenemez hale geldi. Bunun gizlenemez hale gelmesinin de nedenleri var.
TC devleti bundan politik çıkarlar umacağını düşünüyor. ABD karşısında Rusya’yı kullanıyor, Rusya ile olan ilişkilerini kullanıyor. Rusya’nın da Ortadoğu’da partnerleri var. İran partnerdir, Suriye partnerdir. Bunlarla ne kadar yakın ilişki içerisine girerse ABD’ye Rusya cephesinden yanıt vermiş oluyor. Suriye giderek baskın bir güç, etkili bir güç haline gelince de Türkiye ister istemez böyle bir ilişkiyi açıklamak zorunda kalıyor. Sadece buda değil, örneğin Astana görüşmeleri var. Astana’da zaten Türkiye Suriye ile aynı masaya oturmuş durumdadır. Aynı masaya oturmuş, toplantılar, pazarlıklar yapıyorlar. Şimdi orada yapılan pazarlıklardan biride şu; TC devletinin Suriye’nin toprak bütünlüğünü kabul etmesi ve oradaki güçlerini geri çekmesidir.
Rejimin karşısında savaşan güçlere vermiş olduğu desteği çekmesidir. Her yönüyle ilişki içerisinde olan güçlerin böyle bir pozisyona gelmesine şaşırmamak gerekir. Peki bundan Kürtler zarar görür mü? Zaten Kürtler bugüne kadar görmüş olduğu en büyük zararı görmüşlerdir. Şimdi ise Kürtler yükseliş dönemindedirler. Kürt değerleri yükseliyor. Hem Avrupa’da hem Ortadoğu’da, hem de uluslararası alanda Kürt değerleri yükseliyor. Böyle bir ortamda istedikleri kadar yakın ilişki içerisine girsinler, Kürtlere zarar veremezler. Aksine TC tükürdüğünü yaladığı için bugün düştüğü o beter halden çok daha beter bir hale gelmesine vesile olur.
EFRÎN İŞGALİ
İdlib operasyonu, Türkiye'ye 'Suriye topraklarından çık' mesajı mı? Buna karşın Efrîn hala Türk işgali altında, işgal karşısında Rusya ve Suriye’nin sessizliği ne anlama geliyor?
Efrîn’i Rusya Türkiye’ye verdi. Öncelikle bunu bilmek gerekir. Suriye’de buna göz yumdu. ABD’de buna onay verdi. Rojava’nın bir bütün olarak özgürlüğüne kavuşması ve orada bir güç haline gelinmesi, Rusya’nın da çıkarına değildi, Suriye rejiminin de çıkarına değildi, ABD’nin de çıkarına değildi. O açıdan TC’ye gümüş bir tepsi içerisinde Efrîn’i bu güçlerin hepsi birlikte sundular. Mevcut durumda da TC orada bir statü oluşturmak istiyor. Kolay kolay terk etme yaklaşımı içerisinde değil. Fakat buna rağmen biz Efrîn’in işgal altında kalmasından yana mıyız? Hayır. Onu çıkartmak için de tabi ki bir mücadele edilecek. Savaş zaten Efrîn Kurtuluş Güçleri öncülüğünde kesintisiz bir şekilde sürdürülmektedir.
Suriye rejimi tekrar Efrîn’in özyönetimine kavuşmasını istemez. TC oradan çıkartılsa bile, Efrîn çetelerden temizlense bile orada kesin hakimiyetini kurabileceği bir yapının oluşmasını ister. Tabi bir de kendisine göre bir düzen oluşmadan Türkiye’nin Efrîn’i boşaltması da mümkün değil. Türkiye boşaltsa dahi Suriye’nin oraları doldurması da mümkün değil. Oraları kim dolduracaktır?
Kuzey Doğu Suriye yönetimi dolduracaktır. O da demokratik bir yönetimdir. Suriye Demokratik Güçleri’nin büyük bir alanda demokratik bir yönetime sahip olmasını ne Suriye rejimi istiyor, ne TC, ne de ABD istiyor. O açıdan TC’nin Suriye Demokratik Güçleri’nin böylesi bir pozisyona gelmesini sağlayacak bir hamle yapması yani işgal ettiği yerleri boşaltması mümkün değildir.
Üçüncü ve son bölüm yarın...