ABD ne istiyor?

Şimdilerde başını ABD’nin çektiği hegemonik dünya, her şeyin kendi kontrolünde ve istediği şekilde olmasını amaçlıyor.

Kürt Halk Önderi NATO’nun en büyük operasyonu ile Türk Devleti’ne teslim edildiğinde dönemin Türk Başbakanı Ecevit “Bize neden teslim ettiklerini anlayamadık” demişti. Şimdi de Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncülerinden Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Murat Karayılan hakkında ABD’nin aldığı karar sonrası Türk devlet yetkilileri yine ne olduğunu anlamaya çalışan bir pozisyonda oldu. Gerçekte Türk Devleti Kürt soykırımına odaklanan inkar ve imha siyasetinden vazgeçmediği ve Anadolu ile Kürdistan’ın stratejik birliğine dayalı yeni bir inşa sürecine girmediği müddetçe hep olup bitenleri anlamaya çalışacaktır. Olan şey, iktidarın doğasında olan hegemonik karakterle bağlantılıdır. Nitekim iktidarın tarihine bakıldığında bunu tüm açıklığıyla görmek mümkün. Bir ziggurattan bir kent, bir kentten bir devlet, bir devletten bir imparatorluk, bir imparatorluktan da bir dünya yaratılmış durumda. Mevcut durumda iktidarcı güçlerin kurmak istedikleri dünyayı, aralarında çekişmeler olsa da ABD yönetmeye çalışıyor. Her dönemin hegemonunun olması, sistemin işleyişi gereği gereklidir. 2. Dünya Savaşı’na kadar İngiltere’nin üstlendiği bu görevi, o dönemden günümüze zorlanmaları olsa da ABD üstlenmiş durumdadır.

Şimdilerde başını ABD’nin çektiği hegemonik dünya, her şeyin kendi kontrolünde ve istediği şekilde olmasını amaçlıyor. Bu hegemonyanın Türkler ve Kürtler için öngördükleri de şudur: Daha başından beri öncülüğünü Siyonistlerin ve yurtsuz kalmışların yaptığı yapay bir Türklük ve buna uygun bir ulus-devlet yarattılar. Bu Türk olmayan Türkçülük yani Beyaz Türkçülük, Anadolu’daki tüm kültürel, etnik, dini zenginliği kırdı. Ortaya Türk olmadığı halde Türklük yapanların yarışa girdiği bir ülke çıktı. Nitekim bugün Türklük yarışında birbirini ezenlerin neredeyse tümünün Türk olmadığını bilmeyen yok. Soykırım andı olan ‘Andımız’ etrafındaki tartışmalar, yine Erdoğan’ın rabia işaretine yüklediği tek’li anlamlar bunu tüm açıklığıyla gösteriyor. Bu Türklüğün karşısına da KDP merkezli ‘Beyaz Kürtçülük’ icat ettiler. Varlığını Kürtlerin yok edilmesi üzerine kurmuş olan bu Türkçülüğün karşısına öncülüğünü KDP’nin yaptığı mikro milliyetçiliği çıkararak, 19. yüzyıldan beri geliştirdikleri tavşana kaç, tazıya tut politikasını sürdürüyorlar. Milliyetçilikleri birbirine karşı kullanarak, her ikisini de göbekten kendine bağımlı hale getirme, temel taktik oluyor. Hegemonik güçlerin Kürt Özgürlük Hareketi ve onun önderliğiyle yaşadığı çelişkilerin kaynağını tam da burada aramak gerekir.

Özgürlük Hareketi’nin Kürtlerin başta Türkler olmak üzere bölgedeki tüm halklarla, toplumlarla özgür ve eşit birliğini savunarak, hem Kürtleri hem de diğer halkları merkezi hegemonyanın denetimi altından çıkarmaya yeltenmesi, suçlu ilan edilmesinin en büyük nedenidir. Halkları milliyetçilik sarmalından, dolayısıyla hegemonik güçlerin istismarından kurtarmak cezalandırılmak için yeterli oluyor. İşte Kürt Halk Önderi’nin eşi benzeri olmayan bir operasyonla TC’ye teslim edilmesinin, Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için seferber olunmasının, en son PKK öncüleri için alınmış olan kararın gerçek nedeni budur. Halkların kendi kontrollerinden çıkmalarından, doğalarına uygun birlik içinde yeni bir sistem kurmalarından korktuklarından bunu yapıyorlar.

Dünyayı kontrol altında tutmak isteyen hegemonyanın Kürdistan’ı Kürtlere bırakması tabi ki beklenemez. Hegemonik güçler adına ABD ve İsrail Kürt kontrolünü KDP üzerinden geliştirmek istiyor. KDP’ye bu kadar yatırım yapmalarının nedeni budur. Buradaki KDP, salt bir parti değildir, kast edilen Kürt kapitalist modernitesi olma niteliğidir. Kürt kapitalist modernitesi olan KDP’yi mümkünse Kürdistan’ın her yerinde güç yapmak, bunun olmaması halinde de var olan güçleri bu çizgiye çekmek, temel amaç. Başını ABD’nin çektiği hegemonik güçlerin Kürdistan politikasını böyle okumak gerekir. Daha farklı okumalar, tekeden süt sağmak veya sinekten yağ çıkarmak anlamına gelir. Tam da bu noktada ABD’nin Rojava’daki varlığının, hiçbir şekilde kontrol altına alınamayan ve bu nedenle sürekli hedeflenen Özgürlük Hareketi’nin kontrol altına alınmaya çalışılması olduğunu söylemek yanlış olmaz. “YPG’yi PKK’ye karşı savaştıracağız” söyleminin altında yatan gerçeklik tam da bu olmasın? Evet, gerçek anlamda tam da budur. Zaten ABD’nin Kobanê’de devreye girdiği an, tüm dünyada Kobanê’nin sempati topladığı, dünya insanlığının harekete geçtiği, Kobanê ruhunun tüm Kürdistan’ı etkilediği, ele geçirdiği, tüm ilerici insanlığın Özgürlük Hareketi etrafında kenetlendiği, savaşta da DAİŞ’in ilerleyişinin durdurulduğu, karşı hamleye geçildiği andır. Böylelikle gelişmeleri kendi lehine çevirmeyi ve Kürtlere sempatik görünerek onları da etki altına almayı esas aldığı görülüyor. Dolayısıyla ABD’nin yaptığı yardımın altında bile, Özgürlük Hareketi düşmanlığı, Kürtleri denetim altına almak vardır. Pratikteki müdahalelerine bakıldığında, Efrîn’de gelişen eylemlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirmesinden bunu anlamak mümkün. O nedenle Rojava’da ABD’nin yapmak istediklerine karşı uyanık olmak, devrimin kalıcılaşması ve yolundan sapmaması açısından önemli. Ötesi Kürt kapitalist modernitenin çemberine girmektir. Tehlike büyük…

Kaynak: Yeni Özgür Politika