Akar da AKP'lileşti-Analiz...
AKP adındaki parti, dünyada eşine ender görülen kapitalist kültüre bezenmiş partilerdendir.
AKP adındaki parti, dünyada eşine ender görülen kapitalist kültüre bezenmiş partilerdendir.
Kapitalizmin en kısa ve özlü tanımı tüketici olmasıdır. Kullan at kültürü belki de kapitalizmi tarif etmek için en iyi tanımlama olmaktadır.
Dünyanın bir çok yerinde kapitalist kültürü özümseyen kişiler, partiler, örgütler hatta toplumlar da vardır. Böylelerinin yaptıkları, özü itibariyle; tıka basa yiyip içerek, giyerek ya da bir şekilde kullanıp tüketip atmak gibi, tüm gezegenimizi yaşamaz kılmalarıdır.
Biliniyor, insanlık tarihinin hiç bir zamanı ve mekanında kapitalist tüketim kültürü bu kadar yaygın ve pervasız hale gelememiştir. Zamanının tüccarları bile bugünkülerle karşılaştırıldığında, neredeyse ‘günahsız’ bile sayılabilirler. Ne de olsa, bir ölçüleri yine de vardı.
Yine biliniyor, tüm dinlerin en fazla karşı durdukları her zaman hep, tüketim kültürü olmuştur. Dinlerin tümü ahlaki ölçüler içerisinde kalarak tüketime izin vermişlerdir. Dinler, aşırı zenginleşmeye hep karşı durdukları gibi, kazançlarının bir kısmını fakirlere dağıtmayı bile öngörmüşlerdir. İslam’daki zekatın özü budur. Diğer dinlerdeki, komşunun malına göz koymama ilkesi de esasta budur.
Sözü uzatmadan, belirtelim ki insanlık tarihi boyunca; peygamberler, filozoflar, ahlaki öğretilerin tümü her zaman ortaklaşmanın yanında pervasız tüketimin karşısında durmuşlardır.
Tüketim derken kapitalizmin sadece maddi kültürü tükettiğinden söz etmiyoruz. Kapitalizm tüketimdir. Bu bağlamda en fazla da manevi değerleri tüketendir, kapitalizm ve kapitalist kültür.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi dünyada belki de AKP kadar kapitalist değerlere sarılıpta bu değerlerle yatıp kalkan az kişi ve kurum vardır.
Maddi kültür açısından Türkiye’nin neredeyse satmadıkları bir değeri kalmamıştır. Öyle aç gözlüler ki bir kişi ya da bir kaç kişiye bin odalık SARAY’lar yapabiliyorlar. 500 milyon dolarlık Uçakları bir kişi için alabilirler. Ya da bir kişi bir yere gittiğinden yüzlerce güvenlik ordusu, onlarca yüzlerce konvoylu araçlarıyla dolaşabilirler. Hele hele ülkenin tüm gelirlerini savunma sanayine-o da bazı ailelere- yatırarak milyarlarca dolarlık paralar sarf edilebilir.
Bunları daha fazla uzatmak da mümkündür. Ancak sonuç itibariyle bunların tümü tüketimdir. Hem de fütursuzca, topluma ve insanlığa-bir kaç paraziti dışında tutarsak-zarar olarak dönen tüketim.
Bir ülkeyi bir kesim çevrenin eline verip har vurup harman savurmaya, akşamdan kavur sabaha savur misali böyle bir örnek dünyada yoktur. Varsa öyle bir örnek o da, zamanında Kaçar Hanedanlıklarının İran’da 1900’lerde yaptıkları belki gösterilebilir. Onlar da zamanında İran’ın her şeyi ama her şeyini piyasaya sürmüşlerdi. Öyle ki tütünden petrole, postadan tren hatlarına kadar ülkenin tümünü soyup soğana çevirmişlerdi.
Şimdi de AKP ismindeki parti aynısı ve daha fazlasını yapmaktadır. Türkiye’nin yer altı-yer üstü derken ne kadar değeri varsa hepsini tek tek hem dış sermayedarlara hem de içte palazlandırdıkları kişilere satmışlardır. Tabi en fazla da çok dar olan bir AKP çevresine pazarlamışlardır.
Üstelik bu öyle bir aç gözlülüktür ki, dükkanlarda satılan bir kaç kuruşluk poşetlere kadar inmiştir.
Böyle tüketim kültürünü özümseyenlerin elbette en fazla tüketecekleri değerler manevi değerlerdir.
Dikkat edersek, AKP adındaki parti ve özelde de başındaki zat-ı kerem, manevi sahayı en kötü bir tarzda kullanıp atan bir parti ve kişidir.
AKP’nin tüketmediği insan ve insan değeri kalmamıştır. Onlarca çevreyi kullanmış ve atmıştır. Onlarca çevrenin görüşlerini ve değerlerini –kendilerinden olmadığı halde- alıp, pervasızca kullanmışlardır.
Örneğin din ile bir alakaları olmadığı halde en fazla dini kullanmışlardır.
Milli olmadıkları halde en fazla milli olmayı kullanmışlardır.
Adaletin a’sına sahip olmadıkları halde hem isimlerini Adalet ile başlatmışlar hem de her konuşmaları adaletle başlayıp adaletle bitirmişlerdir.
Hırsız oldukları halde-ki kazançlarına bakılabilir-yetimin hakkını yedirmeyiz sözlerini en fazla kullananlardır.
Emeğe yabancı oldukları halde-ki emekçilere bu düzeyde yönelen az güç vardır-emekten yana sözlerini fütursuzca kullanmaktadırlar. Halbuki daha dün işverenlere, ‘biz olmasak grevler başını alıp gidecek ve siz zarar edeceksiniz’ diyerek, bunun önünü nasıl aldıklarını böbürlenerek söylemişlerdir.
Demokrasi kelimesine en uzak olan kişi ve parti oldukları halde, demokrasi ile yatıp kalkmaktadırlar. Gelinen aşamada bırakalım otoriter anti demokratik bir rejimi kurmaları, tüm rejim bir kişinin iki dudağı arasına sıkışmıştır. Bir yerde bir rejim bir kişinin iki dudağı arasına sıkışmış ise orada diktatörlük ve faşizm var demektir. Ancak dikkat edersek, gerçekler böyle olduğu halde sanki başkaları iktidardaymış havasını vermekten de uzak durmuyorlar.
Dahası manipülasyonu ve demagojiyi en ileri düzeyde kullanmaktadırlar. Örneğin önümüzde seçimler duruyor. Ankara ve İstanbul neredeyse aralıksız bir şekilde 25 yıldır ellerinde bulunmaktadır. Ancak Ankara ve İstanbul’a ilişkin söylediklerine bakıldığında sanki Ankara ve İstanbul’u bugüne kadar başkaları idare etmiş, başkaları yürütmüş gibi bir hava estirerek, demagojinin alasını kullanmaktadırlar.
Daha önemli olan ise; halklara, renklere, inançlara, azınlıklara, kadınlara derken böyle ne kadar farklı renk varsa bunlara düşman oldukları halde; halkların kardeşliği, renklere saygı, inançlara hoşgörülü derken kadınlara fıtratlarından dolayı en ileri düzeyde kucaklayan ve tabi feministlere dost, hayvan severlere yakın ve hatta bizatihi hayvan sever, zaten çocuklar onların gelecekleri. Kültür ve sanat ise onların ruhu...
Peki gerçekten böyle midir?
Hem de; Ermenilere malum millet diyen bir AKP başkanı var iken.
Hem de Ezidilere onca küfür yağdıran bir Erdoğan var iken.
Kadınlara onca hakaret eden bir fıtratı bozuk ‘Ana’nı al da’ gel diyen bir Tayip var iken.
Alevilere aynı zatı keremin hakaretlerinin mürekkebi daha kurumamışken.
Kürtlerin en güzel coğrafyası olan Afrin’i işgal edip Kürtleri sürüp yerine çeteleri yerleştiren, güney referandumuna en ağır küfürlerle yüklenen, Sur’u, Cizre’yi ve Nusaybin ile Şırnak’ı tank ve topla tarumar eden ve de –“Kürt devleti Arjantin’de de kurulsa karşı çıkarız” diyerek ne kadar Kürt karşıtı ve düşmanı olduğunu günlük olarak dile getiren bir kişi ve parti, Kürt Kardeşliği, Kader Ortaklığı, Din Kardeşliği derken ne kadar böyle aldatıcı ve özü itibariyle yalan söz var ise, söylemekten çekinmiyorlar.
Bir Arap dış ilişkiler bakanı Osmanlı zamanında kendilerinden alınan peygamberin manevi değerlerini istediğinde, ‘Arapların ne kadar korkak ve iki yüzlü olduklarını’ tüm ekranlara haykıran bir Recep, ancak aynı Recep neredeyse dünyada Arapların tek dostu olarak ortalarda dolaşıyor...
Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere neredeyse Avrupa’nın birçok bölgesini işgal ederek, oraları sömüren bir Osmanlı gerçeği söz konusuyken, Erdoğan ismindeki kişi, tarihlerinde asla hiç bir yeri işgal etmediklerini söyleyebiliyor. Üstelik, bugün kaldıkları topraklar zamanında başkalarının toprakları olduklarını bildikleri halde.
Özcesi, insanlık değerlerini en ileri düzeyde tüketen bir şebeke ile karşı karşıyayız. Ve bu şebekenin başındaki kişi Erdoğan’dır. Öyle ki, dün söylediklerini bugün unutan, bugün söylediklerini ise yarın hatırlamayan bir bukalemun.
Biliniyor, Fethullah Gülen ile en ileri düzeyde ilişki kuran, ayaklarına dolanan, öyle ki; “Şimdiye kadar cemaatteki kardeşlerimiz bizden ne istediler de yapmadık. (...) Benden geri dönen hiçbir şey yoktur. Buna rabbim şahittir” sözlerini henüz 24 Kasım 2013’te kullanmış iken, arada onunla işini bitirdikten sonra ise bugün neredeyse Fethullah Gülen’e en ileri düzeyde hem küfür savuran hem de neredeyse kendisini Gülen’in tek karşıtı gibi göstermekten de çekinmeyen.
Dahası: Mavi Marmara meselesi için; “Türkiye’de otorite bizsek biz zaten gitmelerine izin verdik” diyen ancak arasını İsrail ile düzelten ya da düzeltmek isteyen olunca da: “Siz gitmek için bu ülkenin Başbakanına mı sordunuz?” diye bilin.
Lozan Anlaşması için: “Bugüne kadar Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya çalıştırlar. Bunun neresi zafer?” diye bilen ancak, “Türk Milleti Lozan Anlaşması ile Sevr’i yırtıp atmış, bağımsızlığından asla taviz vermeyeceğini tüm dünyaya kabul ettirmiştir” sözlerini ise başka yerde sarf eden.
Avrupa Birliği için; “AB, Hristiyan, Katolik devletler topluluğu. Biz bu kazanın içine girmeyeceğiz” diye bağırıp çağıran lakin ertesinden de; “Hamdolsun AB’den tarih aldık. AB Parlamentosu üyelerine, AB Komisyonu Başkanı ve üyelerine, değerli Devlet Başkanlarına teşekkür ederim” diyerek ne kadar arsız olduğunu gösterebilen bir kişilik ve parti.
Ve tabi ağzını da sınırsız bir şekilde: “Alçaklar… Zalimler… Mert değil namert… Artistlik yapma…Cahil… Çirkef… Zavallı… Edepsiz…Mezarlık soyguncusu…Haddini bilmezler… Aydın müsveddeleri… Hainler…Ananı da al da git…Utanmazlar…Ulan…”diyerek tüketen bir Recep Tayip Erdoğan.
Yazı çok uzadı, ancak hem AKP, hem başındaki kişiyi görmek hem de AKEPE korosuna yeni katılmış olan Hulusi Akar ismindeki kişinin söylediklerine cevap vermek açısından gerekli.
Ne diyor Türk savunma bakanı Hulusi Akar: ‘TSK’nin mücadelesi aynı ekmeği paylaştığımız Kürt kardeşlerimizle değildir.’ Yine; ‘Mücadelemiz tüm etnik ve dini topluluklara tehdit olan PKK-YPG ve DEAŞ’lı teröristlere karşıdır.’ demektir.
Kürtlere TSK’nin ve de Türkiye cumhuriyeti devletinin iktidar gücü AKP ve Erdoğan’ın ne kadar kardeş olduğunu yukarıda ifade ettik. Bunlar yetmezmiş gibi AKP’nin sözcüsü olan kişilik, dünyada en çok Kürtlere destek sunmuş olanın Türk devleti olduğu özelde de AKP olduğunu hiç utanmadan, ekranlara söyleyebiliyorlar.
Gelelim, ‘PKK’nin tüm etnik ve dini topluluklara tehdit oluşuna.’
Erdoğan ve AKP’nin Ermenilere, Alevilere, Ezidilere, Araplara, Kürtlere, kadınlara derken toplumun farklı kesimlerine ilişkin söylediklerini yukarıda yazdık. Yazılanlardan yola çıkarak sora biliriz; Kimdir tüm etnik ve dini toplulukların düşmanı?
Tabi şunu da sorabiliriz; PKK nereye gitmiş ise neden tüm azınlıklar, inanç gurupları, kadınlar, farklı renkler PKK’nin etrafında birleşmişlerdir?
PKK bir kadın partisi olabiliyor. Süryanilerin ve Ortodoksların piskoposları PKK’yi kuran Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı Hz. İsa’ya benzetebiliyorlar?
Ve tabi, nasıl oluyor da; Aleviler Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı kendilerinden gördükleri gibi Ezidiler ve Kakailer de kendilerinden bilirler?
Ve nasıl oluyor da; Süryan-Keldanlar ve tabi Ermeniler her zaman PKK’yi kendilerine yakın gördükleri gibi PKK’de kendisini her zaman Süryan-Keldan ve Ermeni halkına yakın görmüştür?
belirtelim ki nerede az biraz Apocu zihniyet ve PKK’li ruh sinmiş ise orada halklara, kadınlara, inançlara, farklı renklere, azınlıklara mutlaka ama mutlaka hoşgörülü bir kültür ve yaklaşım mutlaka yaşam bulmuştur ve gelecekte de PKK nereye giderse gitsin bu hoşgörü kültürü bulacaktır.
Ve tabi bir de ekleyelim; birilerine tuhaf gelse de, yukarıda saydığımız tüm renkler bir şekilde PKK’nin hem ideolojisine hem de bizatihi fiziki olarak kendisine bir yolunu bulup katılmasını da bilmişlerdir.
Gerçekler böyle iken, AKP’lileşen Akar’ın şimdiden AKP ve Erdoğan ismindeki kişiliksiz diktatör sevdalısına benzemesi, doğrusu üzücüdür. Akar bir Kürt düşmanı olsa da, en azında az da kişilikli olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclis’inde CHP’li Özgür Özel’in sert eleştirilerine karşı gösterdiği reflekslerden görmüştük. Ancak öyle görülüyor ki, bundan böyle bunlar da görülmeyecektir. Çünkü, Akar söyledikleriyle nasıl AKP’lileştiğini göstermiştir. Bundan böyle göreceğimiz, içi ile dışı bir olmayan, söz ile eylemi bir birine uymayan ve de bukalemunlaşan bir Akar olacaktır.