ANF’ye konuşan Xebat Andok, 19 Ağustos Pazartesi günü Amed, Van ve Mardin büyükşehir belediyelerinin gasp edilmesi ve yüzlerce kişinin gözaltına alınmasına ilişkin gelişmeleri değerlendirdi.
19 Ağustos’ta Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediyelerine kayyum atandı, öncelikle sizin için sürpriz oldu mu, bekliyor muydunuz böyle bir gelişmeyi?
Hakkında soykırım kararı olan bir halk ve tasfiye edilmek istenen bir hareket olduğumuzdan biz bu gasplar dahil hiçbir şeye sürpriz olup olmadığı çerçevesinden bakmayız, bakamayız. Çünkü karşımızda normal bir rejim yok ki. Normal rejimlerde sürprizler olur. Türkiye öyle anormal bir ülke ki TV ekranları son dakika haberleri ile sürekli bir şekilde kızıla bürünüyor. Başka ülkelerde kimsenin aklından geçmeyen şeyler, Türkiye’de yaşamın rutini oluyor. Tüm bunlar da TC rejiminin ne büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğunu değil, sadece ve sadece anormalliğini gösterir. Bu yönüyle bizim açımızdan sürpriz diye bir şey yoktur. Soykırıma uğratılmak istenen bir halk ve tasfiye edilmek istenen bir özgürlük hareketi olduğumuzdan soykırımcı rejimin sürekli olarak bizim hakkımızda kararlar aldığını biliyoruz. İşte, üç büyükşehrin gasp edilmesi de böyle gerçekleşti.
O halde siz bu yapılanları ‘soykırım politikaları’ dediğiniz çerçeveye oturtuyorsunuz?
Evet, mevcut durumda Kürdistan’a yönelik genelde devletin özelde de AKP-MHP faşizminin soykırım dışında bir politikası yok ki! Bu rejimin bir varlık olarak Kürt ve Kürdistan’ı güçlendiren tek bir uygulamasını gösteremezsiniz. Varlığını Kürdistan’ın ve Kürt’ün yokluğu üzerine kuran bir rejimin tüm uygulamaları da bu kapsamdadır.
Şimdi pek çok kişi, çevre savaşı kendisine çok uzak görür, kendisini de savaş dışı görür ama durum hiç de onların zannettiği gibi değildir. Gerçekte bu soykırımcı rejim her yerdedir ve soykırımcılığı da herkesedir. Yeter ki bunu görecek gözler olsun. Aslında bunu görme de vardır, ama savaşan olmanın veya savaşa maruz kalmanın getireceği sorumluluklar ağır olduğundan bir savunma mekanizması olarak bu gerçeklik görülmek istenmiyor. Bunu görmekten bilinçli bir şekilde kaçılıyor. Ama bundan kaçış yoktur, soykırımcı savaş bir gerçekliktir, her yerdedir ve herkesedir. Zaten Türkiye ve Kürdistan’da toplumun değişik çevrelerine karşı yapılan onca operasyon da hep öyle adlandırılıyor. Örneğin ‘kadın kırımı’ deniyor, ‘toplum kırım’ deniyor, ‘kültür kırım’ deniyor, ‘siyasi soykırım operasyonları’ vb deniyor. Dikkat edilirse hepsi için ‘kırım’ kavramı kullanılıyor ki, tüm kırımların da ancak savaşlarda olabileceğini bilmek gerekir. Dolayısıyla başta Kürtler olmak üzere toplumun tümüne karşı bir soykırım savaşı her yönüyle yürürlüktedir.
Peki, tekrardan yaşanan gasplara gelirsek. Sürpriz olmadığını söylediniz, öyle de olsa biraz erken olmadı mı, gerçekten bu acelecilikleri neden, bu konuda ne söylemek istersiniz?
Aslında gaspı gerektiren bir durumun çıkmaması için ellerinden geleni yaptılar. Zaten el koymuşlardı ve bir demokrasicilik oyununa dönüştürdükleri seçimlerde buraların tekrardan halkın eline geçmemesi için her şeyi yaptılar. Daha birkaç ay öncesinde 31 Mart’ta bir seçime değil de bir savaşa gidildiğini herkes gördü, deneyimledi. Soykırımcı rejimin seferberlik halinde yürüttüğü bu seçim savaşında tüm zorluklara rağmen Kürtler söz konusu üç büyükşehir de dahil pek çok yeri soykırımcı rejimden geri aldı. Türkiye’de ise uyguladığı taktikle AKP-MHP faşizmini iktidardan düşürecek düzeyde yenilgiye uğrattı. Aslında 31 Mart seçim sonuçlarıyla bu faşist iktidar düştü. Çünkü Türkiye’yi yönetmek için gerekli olan büyükşehirlerde ve Kürdistan’da kaybetmişti. Yenilmesine rağmen hilelerle Kürdistan’ın bazı ilçelerine el koydu. Kaybettiği İstanbul’u almak için seçim iptali yaptırdı ve 23 Haziran böyle gelişti. Şimdi daha büyük bir yenilgi yaşamış ve meşruiyetini yitirmiş olduğu halde ilginç bir pişkinlikle hiçbir şey olmamış gibi davranıyor ve Türkiye’yi yönetmeye devam etmek istiyor. Ama yönetemiyor. İşte bu kadar aceleci davranmasının altında bu yatıyor. Beka söylemine tutunarak Türkiye’yi değişime-dönüşüme kapatarak zamanın dışına ittiler. Türkiye’nin şu an yaşadığı tüm sorunlar, bundan kaynaklanıyor. Zamana göre değil, değişen dünyaya göre değil, halkların taleplerine göre değil. Bu faşist iktidar her şey ona göre olsun istiyor, herkes onun tezlerine göre davransın istiyor. Ama bu dünyada o tek yaşamıyor ki, her şey onun istediği gibi olsun. Seçimlerde onların istediği sonuçlar çıkmayınca bu defa buralara el koyarak istediği sonucu çıkarmak istiyor. Geçen dört ayı bu belediyelere tekrardan nasıl el koyabileceklerine yoğunlaşarak geçirdiler. Zaten Süleyman Soylu özellikle de HDP’li belediyeler konusunda ne denli hassas olduklarını her defasında belirtti. Gaspa zemin olabilecek bir şey bulamayınca da bu defa eşbaşkanların seçimden önceki dosyalarına dayanarak gaspı gerçekleştirdiler.
Diğer belediyelere de yönelmeyi beklemek mi gerekiyor?
Onların öyle bir planlamalarının olduğundan en ufak bir kuşku duymamak gerekir. Söylediğim gibi Kürdistan’da her şey soykırım kapsamındadır. O nedenle mevcut durumu hukuki şeylerle izah etmeye kalkışmak bile gereksizdir. Çünkü verili durumda hukuk da tepeden tırnağa siyasidir. Olan şey sadece belediyelere ve HDP’ye de yönelik değildir. TC’nin genel Kürt konsepti ve bölgesel gelişmelerle bağlantılıdır. Soykırımcı TC rejimi Kürtler konusunda ipin ucunu kaçırmak istemiyor, bunun tehlikelerini görüyor. Erdoğan’ın ‘bir hataydı’ dediği Başur’un statüsü var, Rojava’da henüz hukuki metinlerde kabul edilmese de fiili bir statü var ve TC’nin soykırımcı girişimlerine rağmen güçlenerek varlığını koruyor. Kuzey Kürdistan’da bilinçlenmiş, direnen, kendisini soykırımcı rejime teslim etmeyen bir Kürt gerçekliği var. Tüm bu gelişmeler soykırımcı rejimin Kürtler için öngördükleriyle örtüşmüyor. Soykırımcı rejim Kürt’ü bitirmeye çalışırken, Kürt yeşeriyor ve bu yeşermede kendi kendini yönetmede önemli bir rol oynayan belediyeler de var. İşte Kürtlerin bu şekilde varlık bulmaması için soykırımcı TC Erdoğan-Bahçeli öncülüğünde Kürdistan’ın ve dünyanın her yerinde Kürt’e karşı savaşıyor. Önderliğimizin mutlak tecrit altında tutulması, Rojava’ya yönelik saldırılar, Başur’a yönelik işgal, Bakur’daki operasyonlar… aynı konseptin gerekleri olarak gelişiyor. Topyekün savaş kapsamında askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, ekolojik, toplumsal soykırım operasyonları yürütüyor. Dikkat edilirse, Bahçeli kayyumların atanmasını bir ‘operasyon’ olarak tanımladı.
Bu kadar zayıflamış, meşruiyetini yitirmiş bir Erdoğan-Bahçeli iktidarının bu politikalarını başarıya ulaştırması ne kadar mümkün?
Kapsamlı siyasal gelişmelere girmeden şunu söyleyebilirim, zamanın dışında kalmış olan bu iktidarın istedikleri asla gerçekleşmeyecektir. Ne yeni bir 7 Haziran – 1 Kasım süreci yaşanacak ne de 2016 sonbaharında kayyum adıyla yaptıkları gaspın bir tekrarını gerçekleştirebilecekler. Çünkü o günden bugüne pek çok şey değişmiştir. Değişmeyen tek şey onların soykırımcı kafaları ve uygulamaları olmuştur. Ama onlara karşı geliştirilen direniş konjonktürü her yönüyle değiştirmiştir. Bu ikili iktidardan düşmüştür, sadece zorla orada durmaktadırlar. Bu ikilinin ülkeyi ne hale getirdiği, diplomaside, siyasette, ekonomide, toplumsal yaşamda ülkeye felaketten başka bir şey getirmediği her yönüyle açığa çıkmış haldedir. Bu iktidarın ne denli zararlı bir iktidar olduğunu Türkiye toplumu da yeterince görmüş ve yerel yönetim seçimlerinde bunu çok açık bir şekilde göstermiştir. Özellikle de iktidardan düştüğü halde zorbalıkla orada durmaya çalışmasına olan cevabını da İstanbul yenileme seçimlerinde göstermiştir. Faşizm acı çektirdiklerini buluşturmuş ve Kürtlerle Türkiye halkları daha fazla yakınlaşma, dayanışma imkanı bulmuştur. Dolayısıyla ne bu faşizmin ne de halkların, demokratik güçlerin durumu eskisi gibidir. Güç dengesi değişmiş ve onlar kaybetmiştir. Tüm bu nedenlerden dolayı istediklerini başarmaları eşyanın doğasına terstir.
O halde bu faşist uygulamalara karşı direnişin daha da gelişeceğini beklemek yerinde olur, ne dersiniz?
Evet, zaten öyle de oldu. Son gaspa karşı daha ilk andan itibaren toplumun tüm kesimlerinden güçlü tepkiler oluştu. Bu faşist ikilinin dışındaki tüm partiler yapılanı kabul edilemez buldu. Çünkü tüm partiler çok iyi biliyorlar ki, bu faşizm engellenmez, yıkıma uğratılmazsa sıra kendilerine de gelecek. Zaten faşizme karşı direniş çerçevesinde bir araya gelmiş ve yerel yönetim seçimlerinde tavır ortaklığına gitmişlerdi, şimdi öyle anlaşılıyor ki, bunu sürdürmek istiyorlar. Türkiye’nin toplumda karşılığı olan, tüm saygın sivil toplum örgütleri yapılanı bir darbe olarak tanımladı ve buna karşı tutum aldı. Yanı sıra Kürt halkı da tüm engelleme ve baskılara rağmen büyük bir öfke duyarak tepkisini dile getirdi ve sonuç alıncaya kadar eylemlerini sürdüreceğini gösterdi. Basireti bağlanmış ve çok zorda olan faşizmin almış olduğu bu kararı, onu yıkacak karar haline getireceğine dair iddia belirtti. Halkın duruşunun, dar anlamda tepkisini gösterme şeklinde değil, gasp edilmiş olan belediyeleri tekrardan geri alma şeklinde olduğu açıkça görülüyor. Zaten faşizmin diğer belediyelere de el koymaları ancak bu şekilde engellenebilir. Türkiye halkları çok zorda olan faşizme karşı bu duruş geliştirilmediğinde zaten baş düşman olarak gördükleri HDP’li belediyelere el koymanın yanı sıra, faşizmin adeta içine oturan İstanbul, Ankara, Adana, Mersin gibi belediyelere de el konulabileceğini çok iyi biliyor. 31 Mart’ta muhalefetin kazandığı İstanbul’un gasp edilmesi girişimi, halkları uyanık tutmada çok önemli bir rol oynuyor.
Duyarlı olmak gerektiğini belirtiyorsunuz, peki ne yapılmalı sizce?
Gerçekte faşizm kendilerine karşı bir savaş yürüttüğünden, an’da sürekli bir şekilde operasyonlara maruz kaldıklarından demokratik siyaset zemininde mücadele yürütenler zaten büyük bir direniş halindeler. Zaten faşizm uygulamaları onlara ne yapmaları gerektiğini yeterince öğretiyor. Durmanın, eylemsizliğin, mücadelesizliğin yok oluş anlamına geldiğini çok iyi bildiklerinden onlar da sürekli eylem halindeler. Dikkat edelim, pozisyonları hep böyledir. Biliyorsunuz HDP kendisini ‘dünyanın en büyük zindan örgütü’ olarak tanımlıyor. Açık ki bu büyük bir mücadele olduğu için, böyledir. Mücadele etmeyene kimse böyle yaklaşmaz. HDP başta olmak üzere demokratik siyaset zemini, geçen süreçte çok önemli çalışmaları başardığı için, neye dayanması gerektiğini de çok iyi biliyor. Örneğin tüm Kürt halkının en büyük beklentisi ve istemi olan Kürdistani partileri bir araya getirmeyi başardı, seçimlere öyle gitti. Yapılan ittifakın seçim eksenli değil genel bir ulusal ittifak olduğunu kamuoyuna da deklere etti, dolayısıyla dayanılacak temel hususlardan biri bu oluyor. Türkiye’de dar partisel çıkarlara girmeden AKP-MHP faşizmine kaybettirmeyi temel taktik olarak belirledi, büyük bir başarıyla bunu uyguladı ve faşizme büyük bir hezimeti yaşattı. Dolayısıyla faşizmin güncellediği saldırılara karşı ittifak yaptığı, ortaklaştığı tüm güçlerle faşizme karşı direnişi güncellemesi dayanacağı diğer bir güç kaynağıdır. Türkiye’de parçalı da olsa çok büyük bir antifaşist kesim vardır, bu güçlere ulaşarak, faşizme karşı direnişte ortaklaşmak, bu kapsamda gündemdeki demokratik ittifak çalışmaları kazandıracak temel dayanaklardır. Demokratik mücadeleler, devrimler aynı zamanda bir ittifak sorunu olduğundan burada önemli olan ittifaksız ve yalnız kalmamaktır. Bu durumda tıpkı seçim sürecinde olduğu gibi faşizmin saldırdığı herkesi faşizme karşı çıkar ve tutum alır hale getirmek, faşizmi yıkmayı mümkün kılacaktır. O nedenle yapılan saldırıyı, gerçekleşen gaspı en zayıf dönemini yaşayan faşizmi yıkmanın kıvılcımına dönüştürmek mümkündür.
Kuşkusuz ki her zamanki gibi en büyük güç halkın kendisidir. Güç halkın tutumundan, güçsüzlük de halkın tutumsuzluğundan gelir. O nedenle halkımızın soykırımcı faşist rejime karşı var olan öfkesini, söyleme, eyleme dökmesi etkileyen değil belirleyen karakterdedir. Faşizmin yıkılma emarelerini fazlasıyla gösterdiği bu süreçte halkımızın her söylemi, her eylemi bu özlemle beklenen anı daha da yakınlaştıracaktır. Halkımız kendisini tanımadığı için siyasi iradesini de tanımayan bu soykırımcı rejime karşı gereken dersi, seferberlik halinde alanlarda olarak gösterecektir. Faşizmin Türkiye’nin ve Kürdistan’ın her yerinde gerçekleştirdiği saldırılara karşı geliştirilen topyekun direnişin bileşik etkisiyle faşizm yıkılacak ve Türkiye halkları hak ettikleri eşit ve özgür yaşama mutlaka kavuşacaklardır. Erdoğan-Bahçeli’nin tüm çırpınışları bu güzel günlerin gelmesini engellemeye yetmeyecektir.