Binbir surat AKP şov

Her şeyde olduğu gibi, AKP iktidarı depremi dahi kendi şovuna alet etti. Depremde bile faşist uygulamalarını aksatmadı.

Kürdistan’da büyük bir deprem oldu. Elazığ ve Malatya başta olmak üzere birçok yerde can kayıpları, zararlar, yıkımlar oldu. Halkımız yine kış ortasında büyük acılar ve zorluklarla yüz yüze kaldı. Ne yazık ki, yıkılan evler, kaybedilen canlar, çocukların belleğine kazınan korkular henüz tazeyken, Türk devletinin faşist uygulamaları vakit kaybetmeden harekete geçti.

AKP-MHP faşist iktidarı kadar Türkiye tarihinde faşizan uygulamaları yaşama indirgeyen bir devlet yok. Devlet demek de zor oluyor, zira tüm kötülüğüne rağmen devlet olgusunu aşan bir faşizm ve uygulama başıboşluğu-pervasızlığı ortadadır. Aylar öncesinden öngörülmesine rağmen tedbir alınmaması zaten sömürgeci devlet olmanın gereği. Çünkü bunlar yapılsa, halktan alınan haraçlar buralara verilmek zorunda kalacak ve açgözlü AKP avanesi faydalanamayacak. AKP’nin çıkarcı, paragöz tutumu, yaşanan herşeyi kendi çıkarına nasıl kullanacağının cinnet halini yaşıyor.

Bir yandan da depremle birlikte, hızla hesaplar yapılarak ona göre konum alınıyor. Bunun için ilk önce depremin şiddeti değiştirilerek yapılacak desteklerin sınırı belirleniyor. Hemen ardından depremzedelere kaç bardak sıcak çay ve kaç kase sıcak çorba verildiği, devletin başarılı hizmeti olarak anahaber bültenlerine taşınıyor. Çay sıcak içilmesine rağmen bunun vurgulanması, şefkat çağrışımı yaptırarak devletin imajını temizlemeye yöneliyor, devleti bir baba lütufkarlığında tanıtıyor. Tam bir egemenlik hastalığı…

Şimdi bu verilenlerin kaç bardak olduğu bir tarafa da o halktan alınanların kaç kepçe olduğunu, kaç derya deniz olduğunu hangi haber bülteni açıklayacak?

Elazığ ve Malatya’daki devlet uygulamaları, halka uygulanan faşizm, sömürü, soykırım ve asimilasyon uygulamalarını hangi analiz ortaya koyacak?

Osmanlı’dan bugüne kadar halkın varlığını ve devrimci çıkışları yok etmek için bu iki merkezde yapılan saldırılar, Alevileri Sünnileştirme, Kürtleri Türkleştirme amacıyla yapılan demografik saldırılar bitmiyor ve deprem sonrası yapılan şovlara rağmen Kuzeybatı Kürdistan halkı cezalandırılıyor.

Deprem kapsamında sorulması gereken sorular ve gündemleştirilmesi gereken konular bitmiyor.

Kürt köylerinin gördüğü zarar neden gizleniyor?

Alevi köylerinin gördüğü zarar neden gizleniyor?

Neden Kürt ve Alevi köylerine yaşam malzemeleri gitmiyor?

Kürtlerden ve Alevilerden vergi alınmamış mıdır?

Halktan vergiler, kesintiler adı altında şaşmaz bir periyotla haraç alınıyor ama deprem olunca hemen Tüm devlet kurumları para toplamaya başlıyor. Eski binaları yıkarak yeni bina dikme heveslisi bir hükümet olan AKP’nin depreme sevinmemesi mümkün mü?

Her şeyde olduğu gibi, AKP iktidarı depremi dahi kendi şovuna alet etti. Olay yeri incelemeleriymiş, canlı yayında telefondan bilgi alıp aktarmalarmış… AKP, bu şovlarda epey ilerlediyse de yalanların ortaya çıktığı her an, AKP’nin çöküşe de yaklaştığı anlar oluyor. Telefonla konuşup can kaybı yok deniliyor. Halkın aklıyla alay etmek, buna denir. Henüz kaç bina yıkılmış, içinde kaç kişi varmış bilmeden, üstelik 6,8 şiddetindeki bir depremde can kaybı olmadığı söyleniyor. Aslında Kürdistan’da insan ölümü yok sayılıyor, çünkü Kürt yok sayılıyor. Kürdistan’daki doğal afetler yok sayılıyor, müstahak sayılıyor. Kürt olsun olmasın, Kürdistanlıların acıları yok sayılıyor. Tabi ayrıca bir de Kürtse daha da yok sayılıyor, üstüne bir de Aleviyse külliyen yok. Cenazesi devlet erkanınca münafıkça taşınıyor ama yine de yok sayılıyor. Şovlar da buna göre belirleniyor.

Cenazeler, S. Soylu’yu; yaralılar, T. Erdoğan’ı bekliyor. Saatler sonra S.Soylu geliyor tabutun ucundan tutarken kamera nerdedir diye aceleyle etrafı gözlüyor, kamerayı görünce rahatlıyor. Saatlerdir yerin dibinden çıkarılmış olmasına rağmen kışın dondurucu soğuğunda Erdoğan’ın gelip şovunu tamamlaması için bekliyor bir depremzede.

Neden cenaze taşıyıcısı sSoylu’yu görüyoruz da başka cenazeler taşınırken kimseyi görmüyoruz? Hem Erdoğan Türkiye’de her evin reisi, Suriye’de karıştırıcı-işgalci, Başûrê Kurdistan’da gaspçı iken, bir de deprem bölgesinde yaralı taşıyıcı oluyorken, öbür yaralı taşıyıcılarını neden görmüyoruz?

Bu arada Kılıçdaroğlu’nun verimsiz ve doğrultusuz, politik tutumdan uzak dramatize olmaya meyletmiş mırıldanışları duyuluyor. Acıda birleşmişler ya, ona sevinmiş. Karikatür gibi. Sevinecek ne varsa… Faşizmin tekçiliğine, düzleyici eşitliğine ancak bu kadar sevinç duyulabilir.

Depremde büyük zararlar görüldü. Aklı olan verilen rakamlara güvenmiyor. Allah’a şükür, faşizmin bu dozuna rağmen aklını koruyabilenler de az değil. Devlet kurumlarının verdiği rakamların ötesinde kayıplar, zararlar var. Savaş başta olmak üzere kendi inşa ettiği felaketlere para harcamaktan başka amacı olmayan AKP hükümetinin, bir doğal afete para harcamak gibi bir planı yok. Bir de toplanan yardımları asker eşliğinde geri göndererek, halkın dayanışmasını önlüyor. Bundan dolayı da en az zarar gösterip ucuza çıkarmanın peşinde. İdlib ve Trablus’taki halkı kurtarma(!) konusunda canhıraş uğraşan devleti, Elazığ ve Malatya’daki halkı kurtarma konusunda göremiyoruz. AKP’nin mayası bu. Bunun için de söylemeyeceği yalan yok. İnsanlık dışı olan bu davranışlar, AKP’nin gelenek haline getirdiği, siyaset dediği sömürgeci tutumların sadece birkaçı.

Özcesi bu depremin dersi şudur: Halkımız hiçbir felakette yaralarını sarmak için devlet kurumlarını beklememelidir. Cemevlerinin ve Pir Sultan Abdal derneklerinin yaptığı gibi hızla kendi toplumsal kurumlaşmalarını oluşturarak kendi yaralarını sarmalı ve devletin dışında varolmanın yollarını yaratmalıdır. Bu konuda KCK’nin yaptığı açıklama önemlidir.

Deprem gibi bir doğa olayının dahi bunca sömürüye, faşizme araç edildiği bir sistemin, bir direniş depremiyle yıkılmaktan başka bir sonu yok.

Devletin kendisi bir şiddet örgütü. Şiddet dışındaki konularda tökezliyor. Faşist sistem, kendi kurumları kadar kendine bağlı paramiliter kesimler yoluyla, kendi kurduğu şiddet şirketlerini bir başka kullanırken mahallede korucu-bekçileri silahlandırarak dıştaki vahşete iç savaş hazırlığını ekliyor. Buna ihtiyaç duyuyor, zira yürüttüğü faşizm karşısında hakların şiddet biriktirdiğini biliyor.

Faşizm karşısında halklar da şiddet biriktiriyor. Bu şiddet, kimi zaman öfkeli bir söz oluyor, kimi zaman bir slogan, kimi zaman bir isyan, bir eylem. HBDH milislerinin yaptığı eylemlerde halkların biriktirdiği şiddeti görebiliyoruz. Karada, havada, denizde eylemler yapıyor HBDH milisleri. Bu eylemlerde faşizme büyük öfke var. Halkımız bu öfkeyi görüyor, büyütüyor.