Bir ihtimal daha var..!
Demek ki neymiş? Başka ihtimaller de varmış. Savaşı ülkenin sınırları dışına itmek stratejisi hep kazanan bir strateji değilmiş.
Demek ki neymiş? Başka ihtimaller de varmış. Savaşı ülkenin sınırları dışına itmek stratejisi hep kazanan bir strateji değilmiş.
Bölgesel gelişmelerin er geç Kürt halkını “son büyük savaş” adıyla tarihi bir sınava iteceğini bekliyorduk. Ha bugün ha yarın diye Türkiye’ye yüzümüzü döndüğümüz bir süreçte, Erdoğan bu savaşı kendi sınırları dışına itmeyi başardı. Bunu başardı başarmasına da bu savaşın sonuçları Türkiye’yi daha az mı etkiler, bundan daha az mı zarar görür, orası tartışmalık. Nitekim Türkiye’nin bu ‘dış politika atılımını’ bir başarı olarak görenler kadar bir tuzağa çekilme olarak değerlendirenler de var. Kendi sınırları dışında savaşan ‘İran meselesi’ nasıl uluslararası güçlerin ortak meselesi haline geldiyse, bölgede uluslararası güçlerin ortak meselesi haline gelecek olan nur topu gibi bir ‘Türkiye meselesi’ doğabilir.
Türkiye bu ‘son savaş’ın mecrasını sınırları dışına taşımakla ne yapmış oldu? Her şeyden önce Kürt meselesini kendi sınırları içerisinde, kendi sorunu olmaktan çıkarıp daha büyük bir denklemin içine itti. Uluslararası bir sahneye taşıdı. Meseleyi kendi özel savaş argümanıyla ‘PKK terörü ile mücadele’ etme bağlamından koparıp uluslararası denklem içinde önemli bir aktör haline gelen DAİŞ canavarının tarihten silen “Kahraman Kürtler”in tasfiyesi bağlamına ulaştırdı. Böylelikle bu meselenin çok taraflı ve çok denklemli bir hal almasına yol açtı. Artık bu mecrada değişecek dengelerden etkilenecek tüm güçler bu büyük savaşın bir parçası haline resmen geldi. Bu yüzden Rojava Kürdistanı’nın işgal girişimi karşısında gelişecek büyük direnişin Türkiye’yi parçalayıp Kürdistan’ın statüsüne doğru giden bir süreci aralayacağı tespiti hiç de yanlış bir tespit değil. Neticede Rojava Kürdistan’ında faşist Türk devletini yenecek olan Kürtler bir statüyle yetinebilir ancak denklemin diğer aktörleri olan ulus devletlerin Türkiye’den neler koparacakları belirsizdir.
Kürtlerin Rojava zemininde gelişecek büyük savaş için imkanları fazladır. Bu imkanları sıralarken askeri ve teknik imkanları müjdelemiyorum. Bu sahadaki Kürtlerin en etkili silahı Rojava topraklarının insanlığın vicdanı haline gelmiş olmasıdır. Eğer Kürt diplomasisi doğru bir diplomatik savaş yürütebilirse çoktan insanlığın vicdanı haline gelmiş Rojava toprakları etkili bir Kürt taraftarlığı yaratacaktır. Nitekim vicdanının yokluğuna yeminler edeceğimiz ulus devletler bile arkasında bölgesel çıkarların etkisi olsa da açıklamalarını bu hassasiyetleri ölçüp tartarak yapmaktadır. Rojava’da insanlık adına ödenen bedeller ve büyük kahramanlıklar neredeyse acaba dedirtmekte, Kürt gerçeğinin bazı yetkililerin belki de vicdanına aklına ulaşmıştır şüphesi yaratmaktadır. Her ne olursa olsun bu Kürt diplomasisinin ele alacağı çok yetkin bir argümandır.
Tekrardan ‘son savaş’ın Rojava zeminine çekilmesi ile ilgili konuya dönecek olursak… Mevcut durumda görünen o ki uluslararası güçler bağlamında siyasetin tepesindekiler ile sahadakiler arasında önemli bir görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. Bunu Türkiye’nin diplomatik zaferi gibi sunmak sadece bir deli saçması değildir. Dış politikada zafere hasret Türkiye’nin büyük aldatmacasıdır. Bu görüş ayrılığı PKK’nin ve ondan düşünsel olarak feyz alan Rojava Devrimi’nin Ortadoğu’da nasıl bir rol oynadığının anlaşılmasının sonucudur. Sahadaki aktörler bölgenin kilit argümanı olan ‘Terörizm’ bağlamında doğru bir PKK ve Rojava Devrimi, gerçekçi bir Türkiye analizine ulaşmaya başlamıştır. Yeni analiz şudur: PKK ve Rojava Devrimi sadece DAİŞ’e karşı elde ettiği büyük başarılarla terörizmin önünde bir set oluşturmamıştır. Kürtler Öcalan önderliğinde bölgede ortaya koyduğu paradigma ve örgütlenme tarzı ile çıkacak her türden milliyetçilik, dincilik, fanatizm ve dolayısıyla terörizmin panzehiri durumundadır. Bu örgütlü güç ve paradigma toplumsal muhalefeti ve öfkeyi radikal demokrasi çizgisinde örgütlü bir mücadele gücüne dönüştürebilme yeteneğini gösterebilmektedir. Yani özetle bu çizgi ve paradigma sonrası bölge, irili ufaklı her türden terörizmin yatağı haline gelecektir. Ne yazık ki Ortadoğu bölgenin gerici devletleri olarak başta Türkiye olmak üzere birçok ulus devletin himayesinde kiralık katil pazarına dönüşecektir. Türkiye, Suriye, İran, Irak, Şii, Sunni, Müslüman, Hıristiyan belki de KDP tandanslı Kürt vs. vs. DAİŞ’leri ve DAİŞ’cikleri bölgede kol gezecektir. Bölgede sahada yer alan aktörler ve isimler ağızlarının ucuyla söylüyor olsalar da bu gerçeğin farkındadır.
Bu bakımdan son savaşın taraflarının bayrakları da netleşmiş gibidir. Bir bayrağı tüm gururu ve onuruyla hiçbir güçten medet ummayan, kendini üçüncü eğilim olarak gören Kürtlerin özgürlük bayrağıdır. Bu bayrak aynı zamanda anti-terörizmin bayrağı olarak insanlığın bayrağı olmaktadır. Diğer bayrak ise DAİŞ’in kara bayrağından daha zifiri olan, Rojava işgal planının yürütücüsü Türkiye’nin bayrağıdır. Kesinlikle objektif olarak Türkiye’nin Rojava işgali tüm terör grupları adına onların bayrağı taşınarak adım adım örgütlenmektedir. Türkiye’nin bu sahada kazanması terörizmin kazanması anlamına gelmektedir. Daha şimdiden Ortadoğu sahasındaki DAİŞ ve diğer çete gruplarının artıkları ve Terörizmin çocukluk aşamasında olan irili ufaklı gruplar Türkiye’nin bu işgaline odaklanmıştır.
Eğer İnsanlık Kürtlerin taşıdığı bayrağın anlamını kavrar bu son savaşta gerektiği gibi Kürtlerden yana safını tutarsa Rojava, bölgede terörizmin babası olan Erdoğan-AKP rejimini kabusu haline gelebilir. Ama bunu iyi anlatmak, anlatmak, anlatmak gerekir. Nasıl ve hangi yöntemlerle olursa olsun bu gerçeği insanlığın vicdanına ulaştırmak gerekir. Bunu anlatmakla görevli tüm mekanizmalar başta Kürt diplomasisi bu bakımdan bu büyük savaşın en etkili süvarisi haline çoktan gelmiştir.
Demek ki neymiş? Başka ihtimaller de varmış. Savaşı ülkenin sınırları dışına itmek stratejisi hep kazanan bir strateji değilmiş. Zayıf toplumların bitirildiği ulus devletin siyaset sahnesi aynı zamanda büyük balığın küçük balığı da yediği bir denklemmiş.