Miladi 2018 yılını tamamlıyoruz. Hiç kuşkusuz, 2018 yılı da büyük ve çok yönlü bir savaş yılı oldu. Aynı zamanda 2014 yılında oluşan siyasi dengelerde de ciddi bir değişim yaşandı. Şimdi bunlar temelinde miladi 2019 yılına giriyoruz. 2019 yılının bu temelde çok daha büyük bir savaş yılı olacağı şimdiden açıkça görülüyor. Bir bakıma 2018 yılı gelişmeleri bir tür hazırlıktı; bunlar üzerinde esas savaşın ve hamlesel gelişmelerin 2019 yılında yaşanacağını görmemiz gerekiyor. Kısaca değişim ve yeni siyasal dengelerin oluştuğu yıldan, büyük savaş ve hamle yılına girmekte olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu temelde, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkesin yeni yılını kutluyor, üstün başarılar diliyoruz.
2018 yılını bir bakıma 2014 yılına benzetebilir ve bazı bakımlardan kıyaslayabiliriz. Geriye dönüp 2014 yılını hatırlarsak, Haziran ayına kadar hem bölgedeki Üçüncü Dünya Savaşında ve hem de Kürdistan üzerindeki mücadelede ciddi bir taktik boşluk oluşmuştu. Adeta hiçbir siyasi güç adım atamıyor, inisiyatif geliştiremiyordu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan en ciddi eleştirilerini bu süreçte geliştirdi ve yeni politik planlar ortaya koydu. İşte bu boşluğa 12 Haziran’da başlattığı Musul saldırısı ile DAİŞ denen ve beslenip hazırlanan güç müdahalede bulundu. DAİŞ müdahalesi gelişince, ortalıkta “Irak ve Suriye’nin üçe bölüneceği” söylentileri dolaşmaya başladı. DAİŞ denen besleme faşist çete güç, Musul’u ele geçirip Bağdat’a ve Rakka’yı ele geçirip Şam’a yöneldi. Daha sonra Musul ve Rakka’dan ele geçirdiği silahlara da dayanarak Şengal, Maxmur, Kerkük ve nihayet 15 Eylül günü Kobanê saldırısını başlattı.
İşte bu süreç ve söz konusu alanlarda DAİŞ’e karşı alınan tavır yeni bir ilişki ve ittifak ortaya çıkarttı. Bu temelde yeni bir taktik denge oluştu. DAİŞ’in Şengal soykırımı ve Hewlêr’e dönük tehdidi önlendikten sonra, DAİŞ saldırıları ve DAİŞ’e karşı direniş Kobanê’de odaklandı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Bulunduğu her yerde DAİŞ’e karşı savaşılması gerektiğini” belirterek, Kobanê için “Seferberlik” çağrısında bulundu. Bu temelde dört parça Kürdistan ve yurtdışındaki Kürt halkı ayağa kalkarak Kobanê Direnişi etrafında birleşti. Başta gerilla olmak üzere kırk yıllık özgürlük mücadelesinin ortaya çıkardığı direniş güçleri Kobanê’ye aktı. Bu durum Kürtler düzeyinde o kadar ilerledi ki, KDP bile sembolik de olsa Kobanê’ye pêşmerge göndermek zorunda kaldı.
Söz konusu gelişmeleri gören ve Kürtlerin DAİŞ’e karşı direneceğini anlayan bölgesel ve küresel güçler de DAİŞ’e karşı savaşan Kürtlerle ilişki ve ittifak kurmaya yöneldi. Özellikle devrimci ve sosyalist güçlerle DAİŞ saldırılarına doğrudan maruz kalan güçler bu konuda daha hızlı davrandı. Öyle ki, bir anda “1 Kasım Dünya Kobanê Günü” ilan edecek düzeye ulaşıldı. DAİŞ tarafında sadece “İşte Kobanê de düştü düşüyor, sıra Afrin’e gelecek” diyen Tayyip Erdoğan ve şürekası kaldı. Bunun dışındaki tüm güçler DAİŞ karşıtı koalisyonda birleşti. Komünist partilerden ABD’ye, İran’dan AB’ye kadar belki de tarihin en geniş siyasi ittifaklarından biri oluştu.
İşte oluşan bu siyasi denge temelinde 2015-2017 yılları arasındaki büyük savaş süreci yaşandı. 25 Ocak 2015’de Kobanê merkez, Nisan ayında kırsal kesimi DAİŞ’ten kurtarıldı. DAİŞ ilk yenilgisini almış ve artık DAİŞ faşizmi için çöküş süreci başlamıştı. Nitekim 18 Ekim 2017 günü DAİŞ Rakka’da da yenilgiye uğratılarak, “Başkentim” dediği kent de DAİŞ’ten alınarak, esas olarak DAİŞ’in siyasi egemenliğine ve etkinliğine son verildi. Bu arada 22 Temmuz 2015 tarihinde DAİŞ yanlısı olan TC ile anlaşarak ABD ikili oynamaya başladıysa ve bu durumun Cerablus ile Bab’ın TC tarafından işgaline yol açması yaşandıysa da, yine de DAİŞ’e karşı esas savaş başarıyla yürütüldü ve sonuçta DAİŞ’in yenilgisi sağlandı.
Şimdi DAİŞ karşısında kazanılan Rakka Zaferi üzerinde hem Kürdistan ve hem de Üçüncü Dünya Savaşında 2018 yılı boyunca yeni bir siyasi ilişki ve ittifak dengesi yaratılmaya çalışıldı. Yıl boyunca diplomatik hareketliliğin bu denli yoğun yaşanması bu nedenleydi. Aslında bu süreç Irak Devletinin 16 Ekim 2017 günü Kerkük ve çevresine saldırtılmasıyla başladı. TC’nin 20 Ocak 2018’de başlattığı Efrîn’i işgal saldırısıyla derinleşti. Her iki saldırı da küresel ve bölgesel güçlerin ortak mutabakatı temelinde yapılıyor ve Kürt gücünün ve etkinliğinin zayıflatılması hedefleniyordu. Ancak tüm bu saldırılara karşı dört parça Kürdistan ve yurtdışında PKK direnip Kürt gücünün zayıflatılmasını önleyince, bu sefer saldırılar doğrudan PKK’yi hedefledi ve AKP-MHP faşizmini korumak için açıktan yürütülür hale geldi.
İşte ABD’nin 6 Kasım’dan itibaren PKK’ye yönelik geliştirdiği yeni ve açık saldırıları bu temelde anlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Önce 6 Kasım tarihinde üç PKK Yöneticisi hakkında ödüllü tutuklama kararı çıkarttı ki, bu uluslararası komplonun güncellenmesi anlamına geliyordu. Ardından TC güçlerini Rojava sınırına yönelterek 19 Aralık günü ABD Başkanı Trump “Birliklerinin Suriye’den çekileceğini” açıkladı ki, bu da Suriye’den çekilmekten ziyade ABD’nin DAİŞ karşıtı koalisyondan çekilerek AKP-MHP ile ittifak yapmasını ve bu temelde TC’yi İran’a karşı kullanma çabasını içeriyordu. Kasım ayında Tayyip Erdoğan’la İstanbul Zirvesine katılarak Almanya ve Fransa da Tayyip’i kurtarmak istediyse de, ABD’nin yalnız başına TC ile anlaşarak aldığı son karardan rahatsızlık duydular.
Aslında yeni siyasi ittifak dengesini zorlayan iki güç öne çıkmaktadır. Esas olarak PKK’nin öncülük ettiği Kürdistan Özgürlük Hareketi, yenilen DAİŞ faşizminin yerine AKP-MHP faşizminin geçtiğini, dolayısıyla yeni dönemde mücadelenin AKP-MHP faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetine karşı yürütülmesi gerektiğini dayatmaktadır. Yeni dönemde mücadele ekseninin bu temelde oluşmasına ABD Yönetimi şiddetle karşı çıkmakta, her şeyin ABD’nin İran’a karşı politik tutumu temelinde şekillenmesini isteyerek, bunun için öncelikle “PKK engelini” aşmaya çalışmaktadır. Mevcut ABD Yönetiminin Rojava dahil PKK’ye yönelimini bu temelde okumak gerekir. Bunu fırsat bilerek, AKP-MHP faşizminin Rusya ve İran’ı dengeleyip ABD politikasından yararlanarak Rojava Özgürlük Devrimini tasfiyeye çalıştığı açıktır. Buna karşı Kuzey-Doğu Suriye Yönetiminin de Rusya ve Esad Yönetimi ile yeni ilişkiler geliştirmeye yöneldiği görülmektedir.
2018 yılı boyunca devam etmiş olsa da, belli ki yeni sürecin siyasi ittifak dengesi henüz tam netleşmemiştir. Yeni yılın ilk haftaları ve belki de aylarında da diplomatik görüşmeler tüm yoğunluğuyla sürecek ve kısmi bir netleşme ortaya çıkacaktır. İşte buna göre de, 2019 yılı çok daha yoğun bir siyasi ve askeri mücadele yılı olacaktır. Bir bakıma 2018 yılının hazırlıkları 2019 yılında siyasi-askeri pratiğe dönüşecektir. Kuşkusuz sürecin AKP-MHP faşizmine karşı küresel antifaşist direniş biçiminde gelişmesi için Kürdistan Özgürlük Hareketi çok yönlü ve tekili bir mücadele ve çalışma içinde olacaktır.
Belli ki PKK ve Kürtler bu konuda çok daha fazla avantaja sahip konumdadır. Öncelikle DAİŞ’i esas yenen güç olma avantajına sahiplerdir. İkincisi, AKP-MHP faşizmini hem DAİŞ ve El Kaide ilişkileriyle teşhir etmiş ve hem de Kuzey Kürdistan’daki mücadeleyle zayıflatmış konumdadırlar. Üçüncü olarak da, Leyla Güven öncülüğünde gelişen ve tüm alanlara yayılan “Tecridi kıralım ve faşizmi yıkalım” eylem hamlesi ile inisiyatifi ele geçirmiş durumdadırlar. Bu nedenle, ABD ne kadar saldırsa da, yine KDP ve YNK gibi güçler açıkça ABD yedeğine düşse de, yeni süreci PKK’nin AKP-MHP faşist-soykırımcılığına karşı mücadele hamlesi temelinde geliştirmesi en güçlü ihtimaldir. Yani 2019 yılı Kürdistan Özgürlük Devriminin yeni bir hamle yılı olacaktır. Bu hamle “Tecridi kıralım ve faşizmi yıkalım” şiarı temelinde başlamıştır ve 2019 yılının gelişmelerini söz konusu özgürlük ve direniş hamlesi belirleyecektir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika