1. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da yeni bir siyasi düzen kuruldu. Önceleri Ortadoğu’da Osmanlı İmparatorluğunun hakim olduğu bir düzen vardı. Osmanlı İmparatorluğunda Araplar, Kürtler, Ermeniler, Bulgarlar başta olmak üzere birçok halk birlikte yaşıyordu. Devlet içinde Türk etnisitesi hakim olsa da diğer halklar üzerinde bugünkü gibi bir soykırım politikası yürütülmüyordu. Osmanlı bir ulus devlet değildi. Siyasi yönetim kapitalist anlayışa göre şekillenmemişti. Sadece askeri ve siyasi hakimiyet o dönemin devlet ve iktidar anlayışıydı. Bütün toplulukların bulundukları alanlarda otonom bir yaşamı vardı. Yerelde yönetim esas olarak orada bulunan halkın egemen güçlerine bırakılmıştı. Dil, kültür ve kimlik olarak bir soykırım söz konusu değildi. Kısmi bir asimilasyon olsa da bu toplumsal düzeyde olmamaktadır. Bu çerçevede Kürtler de bulundukları alanlarda yarı otonom diyebileceğimiz bir biçimde yaşıyorlardı.
Osmanlı böyle bir imparatorluk olmakla birlikte Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi, ekonomik, toplumsal, siyasi ve askeri olarak güçlenmesiyle Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bir baskı kurmaya başlamışlardı. Bu etkiyle Osmanlı İmparatorluğu içindeki Hıristiyan halklarda milliyetçilik gelişmiş, bu da Osmanlı’da toprak kaybını beraberinde getirmişti. Balkanlar Osmanlı İmparatorluğu için önemli bir alandı. Buraların kaybı askeri ve sivil bürokrasi içinde bir huzursuzluk yaratmıştı. İlk önce Osmanlıcılık, sonra İslamcılık öne çıkarılarak bu toprak kaybı önlenmeye çalışılmıştı. Toprak kaybının önü alınamayınca milliyetçilik ve ulus devletle bu toprak kaybının önünü alma eğilimi ortaya çıktı. İttihat Terakki bu eğilimin öne çıkan akımıydı.
Bu süreçte Osmanlı’nın en önemli rakibi Rusya’ydı. İngiltere ve Fransa da Ortadoğu’da Osmanlı’yı zorlar duruma gelmişti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile kapitalizmin geliştiği Almanya Osmanlı’yla sıkı ilişkiler içindeydi. Geç emperyalist olan Almanya Osmanlı ile ilişkiler üzerinden Ortadoğu’da etkili olma hesapları yapıyordu. Bu temelde Berlin-Bağdat demiryolu projesi gündeme konulmuş ve adım adım pratikleştiriliyordu. Almanya’yla ekonomik, askeri ve siyasi ilişkiler gelişip derinleşiyordu. Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Türkçülük eğilimini geliştirerek Rusya’yı hem Osmanlı üzerinden hem de içte zorlamayı hedefliyorlardı. Türkçülük teorisini ilk geliştirenin bir Avusturyalı olması bu gerçeklikle bağlantılıdır.
LOZAN VE AKP-MHP İKTİDARI
Osmanlı İmparatorluğu Avusturya-Macaristan ve Almanya ile ittifak kurarak 1. Dünya Savaşına girmiş ancak yenilerek daha büyük toprak kaybı yaşamıştır. Sevr Antlaşmasıyla Orta Anadolu’ya sıkışan bir küçük devletçik olarak kalması öngörülmüştü. İttihat Terakki’nin gerçekçi olmayan milliyetçi yaklaşımıyla Osmanlı dağılınca daha makul ve gerçekçi bir zihniyetle Anadolu ve Kürdistan’ın kurtarılmasını hedefleyen bir siyasi anlayış ortaya çıktı. Bu, temsilini Mustafa Kemal’de buluyordu. Mustafa Kemal ancak Kürtlerle ittifak halinde böyle bir hedefin gerçekleşeceğini hesaplayarak Samsun üzerinden Erzurum’a ulaşmıştır. Burada yapılan kongrede Kürt aşiret liderlerinin desteğini almıştır. Sivas kongresinde de Türk ve Kürtlerin ortak vatanı olacak Misakı Milli kabul edilmiştir. Kürt aşiret liderleri böyle bir ortak vatan fikri ile Mustafa Kemal’e destek vermişlerdir. 1. Meclis bileşimi böyle bir ortak vatan ve devlet amacına göre oluşmuştu. Bu 1. Meclise dayanarak savaş yürütülmüş, Anadolu ve Kürdistan’ın önemli bir bölümü işgalden kurtarılmıştır.
Lozan görüşmeleri böyle bir süreçte başlamıştır. Lozan’a giden Ankara hükümeti heyeti kendini Türk ve Kürtlerin temsilcisi olarak sunmuştur. Lozan görüşmeleri sırasında Ankara hükümeti Musul ve Kerkük vilayetlerinin yeni kurulan Türkiye’de kalmasında ısrarlı olmuşlardır. Ancak İngiltere ısrarlı davranarak buraları Türkiye’ye bırakmamış, sonunda kirli bir pazarlıkla Türkiye’nin mevcut sınırlar içinde ulus devlet kurma, yani Türkler dışındaki etnik unsurları asimile etme ve soykırıma uğratma karşılığında Musul ve Kerkük Misak-ı Milli’den koparılmıştır. Böylece yeni Türkiye Erzurum ve Sivas Kongreleri ve 1920 Meclis ruhuna ters bir siyasi tutumla Kürtleri soykırıma uğratma politikalarına yönelmiştir. Kürtleri soykırıma uğratma temel hedef olunca bu amaca ulaşmak için emperyalist güçlere bağlanma kaçınılmaz olmuştur. Onların desteğiyle Kürtleri soykırıma uğratma Türkiye’nin ulusal stratejisi haline gelmiştir. Böylece emperyalizme bağımlılık bir karakter olmuş ve bu temelde Ortadoğu’da emperyalizmin koçbaşı olma görevi üstlenilmiştir. Tüm 20. yüzyıl boyunca bu politika yürütülmüştür.
Yüzyıl içinde dünya, Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye önemli değişiklik yaşamasına rağmen, Lozan’da Kürt soykırımı karşılığında kendini emperyalizme bağlayan anlayışta bu değişiklik yaşanmamıştır. Şu andaki AKP-MHP iktidarının yürüttüğü politika budur.
PKK SOYKIRIM POLİTİKASINA DUR DEDİ
Türk devletinin Kürtleri soykırıma uğratma politikası belli bir sonuç almış olsa da 1973 yılında tarih sahnesine çıkan Apocular ve PKK’nin mücadelesiyle bu soykırım politikasına dur denilmiştir. Türk devlet politikası değişmemiş olsa da Kürtler on yıllardır büyük bedeller ödeyerek, zorluklara katlanarak verdikleri mücadeleyle özgür ve demokratik yaşamı isteyen bir halk haline gelmişlerdir. Türk devletinin soykırım politikasının kabul edilmeyeceğini ve direnileceğini ortaya koymuşlardır. Bunu kanıtlamışlardır.
Türkiye’de de 1960’lı yıllarda başlayan, 1970’li yıllarda yoğunlaşan demokratik devrim mücadelesiyle Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan fikri Türkiyeli sosyalistlerin, devrimcilerin ve demokratların temel siyasi programı haline gelmiştir. 1970’li yıllardaki devrimci demokratik güçlerin gazete ve dergileri okunduğunda bu görülür. Yine Türkiye’deki 1920 ruhunu ve bu temelde yürütülen mücadeleyi sahiplenen Mihri Belli, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Vedat Türkali gibi büyük sosyalistler, devrimci demokratlar da son nefeslerine kadar Demokratik Türkiye, Özgür Kürdistan amacı için mücadele etmişlerdir. Bu büyük devrimcileri demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan’ın mayaları olarak bir daha minnetle ve saygıyla anıyorum, onların fikirleri mutlaka gerçekleşecek; Mahirler, Denizler, İbrahimler, Hakiler ve Kemaller yeni Türkiye’nin ruhu olacaklardır. Önder Apo da bu ruhun büyük önderi, savaşçısı ve pratikleştiricisi olarak tarihteki yerini alacaktır.
Kuşkusuz Ortadoğu da eski Ortadoğu değildir. Kürtler ve Araplar başta olmak üzere halklar da demokrasi ve özgürlük mücadelesini geliştirmek için büyük çaba göstermişlerdir. İran’da Şah’a karşı Farslar, Azeriler, Kürtler, Belluciler ve Araplar da demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermişlerdir. Tüm bu mücadelelerle Ortadoğu’nun da çehresi değişmiştir. Artık 20. yüzyılın Ortadoğu’su yoktur. Ne Araplar parçalı ve emperyalist tahakküm altında yaşamak istiyor ne de Kürtler soykırım altında. Kürtler bulundukları her ülkede özgür ve demokratik yaşamı hedefliyor. Bunu da demokratik ulus ve halkların kardeşliği içinde gerçekleştirmek istiyorlar. Ancak şu bir gerçekliktir ki, artık halklar 1. Dünya Savaşında kurulan ve 20. yüzyıl boyu korunan statükoları kabul etmiyor. Zaten mücadele ile bu statüko önemli oranda çatlatılmıştır.
KÜRT DÜŞMANI BİR KARAR
Dünya halklarının mücadelesi, ekonomik, toplumsal, kültürel, düşünsel ve siyasi alanda yaşanan gelişmeler de artık 1. Dünya Savaşında kurulan Ortadoğu düzenini kabul etmiyor. Emperyalist güçlerle, Türkiye ve diğer ulus devletlerinin çıkarı 2. Dünya Savaşındaki kadar örtüşmüyor. 20. yüzyıl düzenin ilişki ve ittifakların tarihsel, toplumsal, ekonomik, kültürel, düşünsel ve siyasi zemini önemli oranda aşılmıştır. Bu açıdan 20. yüzyıl Ortadoğu düzenini aynı biçimde sürdürmek ve Kürtleri soykırıma uğratmak mümkün değildir. Tarihsel toplumsal gerçeklere ters bir politika izlemek daha baştan çıkmazları ve başarısızlığı kabul etmektir. Şu anda Türkiye’nin Ortadoğu’ya ve dünyaya dayattığı budur.
Türkiye’nin şantajla, tehditle ABD ve Avrupa’ya benim 20. yüzyıldaki politikalarıma ve Kürt soykırımına destek vereceksiniz, dayatması yapması durumu vardır. 20. yüzyıldaki gibi emperyalizmin Ortadoğu’daki koçbaşı rolünü böyle oynarım, demektedir. Özcesi 20. yüzyılda kurulan Ortadoğu düzeni, statükosu değişmesin, demektedir. Ancak bu dayatma Ortadoğu ve dünya gerçeğiyle çelişmektedir. Ancak ABD’nin PKK yöneticileriyle ilgili aldığı son kararı Türk devletinin Ortadoğu’da kullanılması için 20. yüzyıl anlayışıyla hareket edildiğini göstermektedir. Trump yönetimi aldığı kararla 20. yüzyılda İngiltere’nin Kürt soykırımına göz yuman ve destekleyen politikasını sürdürmüş olmaktadır. Bu karar Kürt soykırımcı ve Kürt düşmanı bir karardır. ABD bu politikası ve kararıyla dünyada gericiliğin, tutuculuğun, demokrasi ve özgürlük düşmanlarının koruyucusu haline gelmektedir. Bu, kapitalizmin bunalımını dünyanın en gerici, en faşist ülkeleriyle birlikte aşma politikası olmaktadır. Ancak bu politika kapitalizmin bunalımını aştırmak yerine bunalımı daha da derinleştirecektir. Dünyadaki ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel sorunları faşist ve despot iktidarlar ve siyasi güçlerle çözmek isteyenler bu iktidarlar ve siyasi güçler gibi aşılmayla ve yenilgiyle karşılaşacaklardır. ABD Türkiye’ye verdiği bu destekle Ortadoğu’da kendi yenilgisini hazırlayacak yeni bir savaş ve kaos ortamına kapı aralamış bulunmaktadır.
DAİŞ’İ BESLEYEN TÜRK DEVLETİNE DESTEK
DAİŞ’e karşı mücadele Türkiye’nin ne kadar gerici ve demokrasi düşmanı bir ülke olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlüklere karşıdır. Demokratikleşme olduğunda Kürtlerin özgürlüğüne kavuşacağını bildiğinden Türkiye’de olduğu gibi Suriye, Irak ve İran’da da demokratikleşme karşıtıdır. Suriye’de Kürt sorunu çözümünü getirecek demokratik bir anayasaya karşı olması da bu nedenledir. Öyle ki, Suriye’ye anayasada Kürtlere yer verirsen sana da düşman olurum, demektedir.
ABD böyle bir ülkeye destek vererek Kürt düşmanı ahlaksız, vicdansız, adaletsiz karakterini ortaya koymuştur. DAİŞ’e karşı mücadelede en etkin rol oynayan Kürtlere sırtını çevirirken yıllarca DAİŞ’le ilişki içinde olan, DAİŞ’i besleyen ve destekleyen Türkiye’ye destek vermektedir. ABD’nin böylece ikiyüzlü, hiçbir ilişkisine güvenilmeyecek bir devlet olduğunu halklar bir daha görmüştür. İlişkisinde insani hiçbir ölçü ve değer yoktur. Tek değeri çıkarıdır. Bu açıdan dünyanın en kirli ilişkileri içine girmektedir. Faşist ve insanlık düşmanı güçlerle kol kola olmaktadır. Zaten bu nedenle önder Apo ABD tükürüğünü bile karşılıksız vermez, değerlendirmesi yapmıştır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika