ABD, Avrupa ve Güney Amerika’daki birçok devlet Venezuela’daki mevcut Maduro iktidarını devirmek için birçok müdahalede bulunmaktadır. Klasik bir askeri darbe olmasa da buna da darbe demek gerekir. Bu müdahalenin ve darbenin başını da ABD çekmektedir. Avrupa da desteklemektedir. Karşı çıkanların başında ise Rusya, Çin, Meksika ve Türkiye gelmektedir.
Bu durum anti-emperyalizm nasıl olunur sorusunu yine gündeme getirmektedir. Soğuk savaş döneminde bu soruya cevap vermek kolaydı. ABD’nin liderliğindeki NATO’ya ve kapitalist sisteme karşı çıkmak anti-emperyalist olmaya yetiyordu. Bu aynı zamanda Sovyetler Birliğinin başını çektiği sosyalist kampla ittifak olmak anlamına geliyordu. Sovyetlerin desteğini alarak ABD’ye karşı olmak anti-emperyalist olmaya yetiyordu. Çin-Sovyet çatışmasıyla birlikte bu durumda da değişiklik yaşandı. Çin ve Arnavutluk Sovyetlere emperyalist, diyordu. Sovyetlerin yanında olanlar anti-emperyalist görülmüyordu.
Günümüz siyasi, ekonomik ve toplumsal gerçeğinde anti-emperyalizm kavramı eskisi gibi ele alınamaz. 20. yüzyılda siyasi mücadelenin merkezine sistemler ve ittifaklar oturduğundan Sovyetler ya da Çin’den yana tavır almak anti-emperyalist olmaya yetiyordu. Bugün sosyalist kamp ve ittifaklar yok. Dünyanın siyasal, toplumsal ve ekonomik dengelerini ve çehresini bu kamplar arasındaki mücadele belirlemiyor. Dün bir kampa dayanarak ABD yada başka bir emperyalist güce karşı mücadele etme ve anti-emperyalist tutum takınma imkanı vardı. Bugün böyle bir imkan bulunmamaktadır.
Bugün bir ülkede, bir toplumda anti-emperyalist mücadele vermek için halka dayanmak gerekmektedir. Bu da toplumcu demokratik bir yaşam ve sistem olmakla mümkündür. Bugün güç olmak ve anti-emperyalist tavır almak herhangi bir devlete dayanmakla olmaz. Ancak halka, topluma dayanarak anti-emperyalist tutum takınılabilir. Bunun için de demokratik ülke ve demokratik toplum haline gelmek gerekir. Gücün kaynağı şu bu dış güç değil, toplumdur. Bu açıdan demokratik olmadan anti-emperyalist olunamaz; emperyalizme karşı mücadele verilemez.
Bir ülke demokratik olmayacak, toplumuna dayanmayacak ama anti-emperyalist mücadele verecek, bu mümkün değildir. Ulusal tutum için de mücadele için de demokratik toplum gereklidir. Demokratik olmayan toplum da ulus da güçsüzdür. Güçsüz bir ulusla anti-emperyalist mücadele verilemez. Bir ülkede yönetim otoriter olacak, demokratik olmayacak ama emperyalizme karşı başarılı mücadele verecek, bu mümkün müdür? Sadece milli duygulara seslenerek de emperyalizme karşı durulamaz. Topluma değer verilmiyorsa, toplum demokratik ve özgür yaşam içinde değilse orada güçlü bir anti-emperyalist irade çıkmaz. Bu açıdan günümüzde demokratik olmayan ülkelerin, toplumların anti-emperyalist olma iddiaları bir aldatmadır, saptırmadır.
Öte yandan anti-kapitalist olmadan nasıl anti-emperyalist olunacaktır? Emperyalizmin ekonomik temeli kapitalizm ise; emperyalizmi kapitalizm yaratıyorsa o zaman günümüzde anti-kapitalist olmadan emperyalizme karşı gelinmiş olunmaz. Anti-kapitalist olmayan her zihniyet, yaklaşım, ekonomik ve toplumsal yaşam emperyalizme hizmet eder.
Günümüz siyasal, toplumsal ve ekonomik gerçekler yeni bir anti-emperyalist zihniyet yaklaşım, tutum ve pratik içinde olunması gerektiğini ortaya koymaktadır. En başta da toplumcu demokratik zihniyete sahip olmak gerekir. Demokratik olmadan toplumcu; toplumcu olmadan da demokratik olunamaz. Bireyciliğe dayalı demokrasi olmayacağı gibi demokrasiye dayanmadan da sosyalist olunamaz. Bu açıdan gerçek anti-emperyalizm ancak demokratik sosyalist zihniyet ve pratikle mümkün olur.
Sosyalizm devletle olmaz. Devlet mülkiyeti ile de sosyalizm olmaz. Ancak doğrudan toplumla, topluma ait ekonomik yaşamla komünal ekonomik sistem kurulabilir. Bu açıdan bir yerde devlet mülkiyeti yada ekonomiyi devletleştirme ile sosyalizm kurulamaz. Bunun adı devlet kapitalizmi olur. Halkın, ezilenlerin, sömürülenlerin devleti olmaz. Devlet merkeziyetçilik demektir. Merkeziyetçiliğin olduğu bir yerde de hiçbir zaman toplum güç olamaz. Sovyetlerde olduğu gibi halk her şeyi ele geçirdiğini sansa da; devletin ve merkeziyetçiliğin olduğu bir yerde bunun yanılgı olduğu bir süre sonra anlaşılır.
Eğer anti-emperyalizmi, anti-kapitalizmi yani sosyalizmi saptırmayacaksak, bu kavramların içeriğini yerli yerine oturtmak lazım. Toplum güç olmadan hiçbir dış saldırıya yada iç gericiliğe karşı mücadele edilmez. Bunun şifresi de, temeli de örgütlü topluma dayalı demokratikleşmedir. Bu açıdan demokratik olmayan bir ülkenin, bir toplumun tutumuna anti-emperyalist denilemez. Olsa olsa kapitalist sistem içindeki bir iç mücadele olarak değerlendirilebilir. Çünkü kapitalizmin kendi içinde her zaman bir iç mücadele olur.
Maduro’yu destekleyen ülkeler sosyalist ülkeler değil. Çin ve Rusya da dünyanın önde gelen kapitalist ülkeleridir. Türkiye ise soykırımcı faşist bir ülkedir. Eğer Maduro’yu destekleyen ülkeler bunlarsa o zaman Maduro’nun politikalarında sorun var demektir. Bu dış desteklerle iktidarını ayakta tutması zordur. Maduro toplum desteğini alamadığı taktirde hiçbir güç ayakta tutamaz.
Tayyip Erdoğan seçilmiş olana saygı duyulması gerekir, diyor. Kuşkusuz halkın iradesine ve seçilmişe saygı duyulması gerekir. Ancak bu saygısızlığı dünyada görülmedik biçimde yapan Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarıdır. Dolayısıyla seçilmişe saygı duyulmalı, sözünü söyleyecek en son kişidir. Milletvekillerini zindana atan, tüm belediye eş başkanlarını zindana atıp yerine Kürt düşmanlarını atayan birisi demokrasiden söz ediyor ve Maduro’yu bu argümanlarla destekliyorsa bu Maduro’ya destek değildir. Aksine Maduro’ya yönelik müdahaleyi meşrulaştıran bir destektir.
Maduro’nun Türkiye ve Erdoğan ile ilişkileri ideolojik ve siyasi olarak ilkesiz olduğunu kanıtlamaktadır. Hem kendisini solcu görecek hem de bu kadar demokrasi düşmanı, Kürt soykırımcısı faşist bir iktidarla kuzu sarması olacak, faşist bir iktidarın siyasi destekçisi olacak. Bu Maduro’nun ideolojik ve siyasi çizgisini sorgulatır. Böyle bir liderin ülkesindeki sorunları çözecek irade gösterememesi ve toplumu kazanmada sorunlar yaşaması da anlaşılır durumdur. Maduro Bolivarcı devrimci Chavez’in mirasını yiyerek tüketmektedir. Bu yönlü tüketiş kendisinin de sonunu getirecek bir sonucu ortaya çıkarmıştır. Chavez kendine yönelik ABD emperyalizmi kaynaklı darbeleri topluma dayanarak savuştururken Maduro’nun devrilecek noktaya gelmesini sadece dış saldırılarla açıklamak yanlış ve yetersiz politikaları gözden kaçırmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.
Kuşkusuz Venezuela ekonomisinin büyük oranda petrole dayandırması ve toplumun gücüne dayalı bir ekonomik sistem oluşturmaması da zaten ciddi bir sorundur.
Kaynak: Yeni Özgür Politika