Demokratik ve mücadeleci birlik

Böyle bir mücadele düzeyi söz konusu edildiğinde gündeme hemen birlik sorunu geliyor. Bu çerçevede Kürt ulusal birliği, Türkiye halklarıyla ve devrimci-demokratik güçleriyle birlik, dünya halkları ve özgür insanlıkla ittifak ve dayanışma öne çıkıyor.

Yolun sonuna doğru gelindikçe AKP-MHP faşizmi içte baskı ve terörü, dışta ise işgal saldırıları ve kelle avcılığını artırıyor. Bu da antifaşist direnişi büyütme gereğini her düzeyde ortaya çıkartıyor. Kuşkusuz direnişi büyütebilmek için birlik, onun için de demokratik yaklaşım gerekiyor. Faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele temelinde gelişecek Kürt Demokratik Birliği, bugün her derde deva, her sorun için çözüm gücü olarak görülüyor. Yaşanan pratik de her adımda bu görüşü doğruluyor.

7 Haziran 2015 seçim yenilgisi ardından MHP ve Ergenekon ile ittifak yapan AKP Yönetiminin, 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren topyekûn bir Kürt soykırım savaşı başlattığı biliniyor. Geçen beş yıllık süre içerisinde AKP-MHP-Ergenekon Yönetiminin kullanmadığı araç, başvurmadığı yöntem, hedeflemediği Kürt, saldırmadığı alan kalmamış bulunuyor. Tarihin en büyük Kürt katliamının ve soykırımının geçen bu beş yıllık süre içerisinde gerçekleştirilmiş olduğunu söylemek bir abartı olmuyor. Öyle ki, 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısının kararlaştırdığı ‘Çöktürme eylem planı’ doğrultusunda Kürtlere yönelik tam bir ‘Kök kazıma’ saldırısı yürütülmüş olduğu açıkça görülüyor.

AKP-MHP-Ergenekon ittifakının Kürt soykırım saldırısı sürecinde 7 Haziran gibi 23 Haziran’ın da çok önemli bir tarihi kesit olduğu anlaşılıyor. 23 Haziran 2019’da İstanbul yerel seçimini kaybeden faşist ittifak yönetimi, bu kez de yenilginin intikamını Kürtlerden çıkarmak için, 24 Temmuz 2015’te başlatmış olduğu soykırım saldırılarını kat kat artırıyor. Hemen seçim ardından bir yandan HDP’ye yönelik baskı ve tutuklamaları artırarak, bir yandan da PKK’ye yönelik tam bir kelle avcılığı sistemi geliştirerek söz konusu imha ve tasfiye saldırılarını yürütmeye çalışıyor. Son bir yıllık süreçte AKP-MHP-Ergenekon Yönetiminin böyle bir saldırı temelinde Kürtlere yöneltmediği saldırı biçimi, gerçekleştirmediği katliam uygulaması kalmamış bulunuyor. Öyle ki, bu saldırılar Kürt’ün dirisini hedeflediği gibi, artık ölüsünü de hedefler hale geliyor. Şehit cenazelerine ve mezarlıklarına yöneltilen vahşi saldırılar bu gerçeğin açık göstergesi oluyor.

Şimdi 23 Haziran’ın birinci yıldönümünde AKP-MHP-Ergenekon ittifakının Kürt soykırım saldırısının adeta bir çılgınlık düzeyine ulaştığını görüyoruz. Bir yandan Kobanê’ye saldırılarak Kürt kadınları katlediliyor. Bir yandan Süleymaniye’ye saldırılarak Kürt çocukları katlediliyor ve yaralıyor. Bir yandan Heftanîn’e saldırılarak Güney Kürdistan işgal ediliyor. İran Yönetimiyle ittifak yapılarak Doğu Kürdistan özgürlük güçlerinin katledilmesinde tetikçi rolü oynanıyor. Kuzey Kürdistan’da ise tutuklanacak milletvekili ve belediye eşbaşkanı kalmamış olacak ki, saldırıların hedefi artık Demokratik Toplum Kongresi gibi Kürt dernekleri oluyor. Kürtler tarafından ‘Zulmün artsın’ denen AKP-MHP-Ergenekon ittifakı için artık yolun sonuna gelinmiş bulunuluyor.

Şimdi faşist-soykırımcı cephenin zulmü bu denli artırmış olması, doğal olarak söz konusu zulüm düzenine karşı mücadele görevlerini de daha çok öne çıkartıp hayati hale getiriyor. Bugün dört parça Kürdistan’da ekmek, su ve havadan çok daha önemli olan şeyin AKP-MHP faşizmine karşı mücadele ve ondan kurtulmak olduğu çok açık bir biçimde görülüyor. Bu bilinç, bir avuç işbirlikçi dışında tüm Kürt toplumunda çok ezici bir çoğunlukla yer etmiş bulunuyor. Bunu en açık bir biçimde başta Şeladizê olmak üzere tüm Güney Kürdistan halkının büyük öfkesinde ve tepkisinde görüyoruz. Bakur ve Rojava’da gelişen halk direnişlerinde, yurtdışındaki Kürtlerin süreklilik kazanan serhildanında görüyoruz. Kürt kadınlarının ve gençlerinin büyük özgürlük tutkusunda ve direnişinde görüyoruz. En önemlisi de, Zilan çizgisinde fedaileşen kahraman Kürt gerillasının faşist-soykırımcı düşmanı kahreden direniş eyleminde görüyoruz. Dağda, şehirde, zindanda, yurtdışında yaşamın her alanında görüyoruz.

Bugün Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği özgürlük çizgisinde Kürt halkının yediden yetmişe büyük bir mücadele yürüttüğü tartışma götürmüyor. Her gün şehitler verme, gençlerini toprağa gömme pahasına da olsa Kürt halkının özgürlük için böyle bir direniş kararlılığına ulaşmış olduğu çok açık bir biçimde görülüyor. Öyle ki, söz konusu bu özgürlük direnişi artık Kürdistan sınırlarını da aşarak başta Türkiye olmak üzere tüm Ortadoğu’ya yayılıyor ve etkisini tüm dünyada hissettiriyor. Günümüzde tüm insanlığın özgürlük umudu ve heyecanı haline gelmiş olduğu tartışma götürmüyor. Belli ki Şehit Helmet İntikam Eylemliliği çok önemli bir sonuç ortaya çıkartmış bulunuyor.

Ancak tüm bunlara rağmen, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yıkıp tarihin çöp sepetine atmak için tüm bu yapılanlar yetmiyor. Antifaşist mücadelenin her alanda çok daha fazla geliştirilmesi ve sonuç alıcı yöntemlerle yürütülmesi gerekiyor. Başta dağda ve şehirde gelişen gerilla direnişi olmak üzere her türlü antifaşist direnişin çok daha fazla büyütülmesi hayati önem taşıyor. Yine bu mücadelenin aynı biçimde dört parça Kürdistan’a ve Türkiye’ye yayılması gerekiyor. Bir de faşizmi teşhir eden ve darbeleyen bir mücadele olma durumu aşılarak, onu yenilgiye uğratacak bir eylem çizgisine ulaşması gerekiyor.

Tabi böyle bir mücadele düzeyi söz konusu edildiğinde de gündeme hemen birlik sorunu geliyor. Bu çerçevede Kürt ulusal birliği, Türkiye halklarıyla ve devrimci-demokratik güçleriyle birlik, dünya halkları ve özgür insanlıkla ittifak ve dayanışma konusu öne çıkıyor. Aslında bazı alanlarda önemli bir ittifak ve birlik düzeyi de var. Örneğin HBDH ve HDP gibi birlik oluşumları Türkiye’de antifaşist direnişte önemli bir role sahip durumda. Yine farklı Kürdistan parçalarında Kürt ulusal birlik tartışmaları ve çalışmaları önemli bir düzeyde devam ediyor. Yine bölgesel ve küresel düzeyde Kürt halkının ve özgürlük mücadelesinin tanınma ve destek alma durumu eskiye göre çok ileri bir düzeye kavuşmuş bulunuyor. Ancak faşist-soykırımcı sisteme karşı zafer kazanıcı ve faşizmi yıkıcı bir mücadeleyi ortaya çıkartabilmek için söz konusu bu birlik ve ittifak düzeyi yetmiyor. Dolayısıyla bu düzeyin çok daha fazla geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gerekiyor. Şimdi birlik konusunda esas sorun bu oluyor.

Kuşkusuz söz konusu bu sorunun çözümüne de iki cepheden yaklaşmak gerekiyor. Daha doğrusu ‘Nasıl bir birlik?’ sorusunu sorarak söz konusu soruna cevap aramak önem taşıyor. İşte bu soru sorulduğunda somut olarak ortaya iki cevap çıkıyor. Cevaplardan birisi mücadeleyle, diğeri ise demokrasiyle ilgili oluyor. Yani aranan ve gerçekleştirilmek istenen birliğin mücadeleci ve demokratik olması gerekiyor. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele etmeyen ve onu yenilgiye uğratmayı hedeflemeyen bir birliğin ne anlamı ve faydası olacaktır? Sömürgeci soykırımcılığa karşı Kürt özgürlüğü için mücadele esası üzerinde oluşmayan bir birlik ancak değerleri yeme ve tüketme birliği olabilir ki, Kürdistan’da yenip tüketilecek bir değerler toplamının olmadığı da ortadadır. Diğer yandan, demokratik esaslara dayanmayan bir ilişki ve birlik arayışının da mücadeleyi değil değerleri paylaşıp yemeyi hedefleyeceği açıktır.

Demek ki Kürt ulusal birliğini tartışır ve bunu gerçekleştirmek için çalışırken söz konusu iki hususa dikkat etmek gerekir. Yani söz konusu birliğin faşist, sömürgeci ve soykırımcı düşmana karşı mücadeleyi esas alması ve Kürt demokratik siyasetini geliştirmeyi hedeflemesi kesin gereklidir. Her türlü gericiliğe karşı mücadele temelinde gelişecek Kürt demokratik birliğinin, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm toplumsal sorunların temel çözüm gücü olacağı açıktır. Belli ki bundan başka da ciddi ve gerçek bir çözüm gücü yoktur.