9 Ekim’de TC Devletinin Kuzey-Doğu Suriye topraklarına yönelik başlattığı işgal saldırılarından bu yana geçen son on beş gün içerisinde gerçekten de baş döndürücü şeyler yaşandı ve tarihi önemde gelişmeler oldu. Önce merkezini Serêkaniyê ve Girê Spî’nin oluşturduğu uzun bir sahada işgalci Türk ordusu ile Suriye Demokratik Güçleri arasında dokuz günlük çok sert bir savaş yaşandı. Ardından ABD ile TC arasında 17 Ekim günü bir mutabakata varılarak beş günlük ateşkes ilan edildi. Onun bitimiyle birlikte ise bu sefer de Rusya Federasyonu ile TC arasında 22 Ekim günü bir mutabakata varıldı ve söz konusu ateşkes altı gün daha uzatıldı.
Bu arada sahadaki dış aktörde önemli bir değişiklik yaşandı. ABD geri çekilerek adeta yerini Rusya Federasyonu’na devretti. Bunun bir ABD-Rusya anlaşması temelinde olduğuna dönük yoğun görüşler ve güçlü iddialar var. Zaten TC Devleti ile ABD ve Rusya’nın ulaştığı mutabakatlar da birbirlerinin devamı oluyor ve birbirlerini tamamlıyor. Bu mutabakatların ana içeriği “TC’yi durdurma” adına TC işgalinin meşrulaştırılması ve QSD’nin daraltılıp zayıflatılması oluyor. Çünkü QSD’ye güçlerini TC sınırından 30 kilometre güneye çekmesi dayatılıyor.
Böyle bir çekilme ise Kürt savunma güçleri olan YPG ve YPJ’nin Rojava Kürdistan topraklarından çıkması, dolayısıyla varlık gerekçesini kaybetmesi anlamına geliyor. Dahası eğer böyle bir çekilme olursa, Rojava’daki Kürt toplumunun da YPG-YPJ ile birlikte alandan göçmek zorunda kalacağı, bu durumun herkes açısından ciddi sorunlar yaratacağı düşünülüyor. Kürtler açısından ise TC’nin Bakurê Kürdistan’da yürüttüğü soykırımı Rojava’ya da yayması gerçeği ortaya çıkıyor.
İşte bu durumu önlemek için, Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve QSD, bir yandan işgal saldırılarına karşı kahramanca direnirken, bir yandan da Şam Yönetimi de dahil birçok çevre ile yoğun bir diplomatik ilişki ve görüşme yürütüyor. Bu temelde Avrupa ve Arap Birliği nezdinde yürütülen görüşmelerden TC Devletinin işgaline karşı belli bir tepki çıkarken, esas olan ise Şam ve Rusya Yönetimleriyle yürütülen görüşmeler oluyor. Bu noktada da şimdiye kadar TC-Rusya mutabakatı ile bir kısım Suriye askerinin tartışmalı bazı bölgelere geçmesi dışında farklı bir durum pek fazla gözükmüyor. QSD Genel Komutanlığı sadece “Ateşkesi kabul ettiklerini ve diğer hususları değerlendirdiklerini” açıklamış bulunuyor.
Mevcut durumda zaman zaman hafif ölçekli çatışmalar olurken, yoğun bir diplomatik faaliyetin ve tartışmanın sürdüğü görülüyor. Dahası toplumlar hareketli ve endişeli bir bekleyiş de var. Bir yandan egemen devlet güçleri arasında esas olarak Kürdistan üzerinde yoğun bir pazarlık sürerken, diğer yandan ise Kürtler ve adeta tüm insanlık ayakta ve Kürtlerin özgürlüğü için eylem yapıyor. 1 Kasım 2014 Dünya Kobanê Günü’ne benzer bir biçimde bu sefer de 2 Kasım Dünya Rojava Günü ilan edilmiş bulunuyor ve 2 Kasım’da şimdiye kadar olanı da aşacak bir kitle eylemliliğinin gelişmesi bekleniyor.
Şimdi on beş gündür baş döndürücü hızla yaşanan bu olaylar çerçevesinde temel aktörler için çok kısa olarak ne diyebiliriz? Çok açık ki, Trump Yönetimindeki ABD, verdiği sözleri bile tutmayarak ciddi bir itibar kaybı yaşamış, şimdilik petrol kuyularının bekçiliği dışındaki askeri varlığını kaybetmiştir. Rusya Yönetimi ise TC işgal saldırılarının önünü açarak oluşturduğu baskı temelinde Kuzey-Doğu Suriye topraklarına girmek gibi çok kirli bir etkinlik kazanmıştır. İran rahatsız, ancak şimdilik sessiz görünmektedir. DAİŞ tehlikesinden ciddi bir biçimde korkan Avrupa Birliği ise DAİŞ’e kapıları açan TC işgaline karşı kendinden beklenmeyen düzeyde aktif konumdadır. Şam Yönetiminin gerçekte ne durumda olduğu ve neler yapabileceği ise ciddi bir merak konusudur.
Kuşkusuz mevcut sürecin en aktif ve dinamik gücü QSD ve Kürtlerdir. Başta Kürtler olmak üzere tüm Kuzey-Doğu Suriye halklarının ve QSD savaşçılarının 9 günlük savaşta tarihi bir direniş sergiledikleri ve AKP-MHP faşizmini bir kez daha çıkmaza soktukları açıktır. Erdoğan-Bahçeli faşizmini ateşkese götürenin, ABD ve Rusya telkinlerinden çok, söz konusu bu direnişin olduğu tartışmasızdır. Dolayısıyla öncelikle bu kutsal direnişi, sahada yürütenlerin adlandırmasıyla “Onur Direnişini” doğru anlamak ve yol açtığı gelişmeleri doğru ve yeterli bir düzeyde görmek gerekir. Evet şehit ve yaralı verilmiş, acılar yaşanmıştır; ancak bunun karşılığı olarak ise tarihi sonuçlar ortaya çıkartılmıştır. Söz konusu bu savaşın yakın süreçte Ankara, Şam ve Washington’da iktidar değişikliğine yol açma olasılığı çok güçlüdür.
Kürtler ve Kuzey-Doğu Suriye halkları açısından da tarihi kazanımların yaratıldığı kesindir. Halkların özgürlüğü temelinde yeni demokratik bir Suriye’nin şekillendirilmesi gerektiği görüşü dünyada çok yaygın bir destek bulmuştur. Yine Kürtler ve Kürt özgürlük mücadelesi dünyanın her tarafında halklar, kadınlar ve tüm ezilenler tarafından tanınır ve desteklenir hale gelmiştir. 2 Kasım günü Rojava için küresel direniş çağrısı yapılmıştır. Sömürgeciler tarafından tecrit edilen ve kolay dost bulamayan Kürt halkı ve özgürlük mücadelesi açısından bu durum tarihi öneme sahip bir gelişmedir. Yine tarihte hep parçalılık nedeniyle kaybetmiş olan Kürt siyaseti, söz konusu direniş etrafında tarihi öneme sahip bir birlik ruhu ve duruşu ortaya çıkarmıştır ki, Kürtler açısından bu da devrim niteliğinde bir gelişmedir. Son olarak, Kürtler açısından ‘Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’ ilkesinin doğruluğu bir kez daha kanıtlanmıştır.
Kürt pazarı üzerinde leş kargalarının çok yoğun bir biçimde uçuştuğu içinde bulunduğumuz şu günlerde bu son belirttiğimiz husus her şeyin ilacı gibidir. Her türlü belirsizliği ve muğlaklığı gidermek kadar, geleceği sağlam bir biçimde belirlemek de ona bağlıdır. Zaferin yaratıcısı olan direniş, Kürtler açısından her derdin ilacı olma özelliğini korumaktadır. Özellikle de çeşitli oyunlar ve pazarlıklar temelinde özgürlük ve savunma güçlerinin Kürdistan’dan çıkartılmak istendiği ve bunun için TC sopasının halkların üzerinde sürekli sallandığı bir ortamda doğru yolu ifade eden kuşkusuz direniştir. Kürtlerin ve tüm halkların söz konusu doğru yoldan asla şaşmaması gerekir.
Küresel kapitalist modernite güçlerinin desteği ile TC Devletinin Kürt soykırımını yoğunlaştırmaya ve mümkünse sonuca götürmeye çalıştığı ortadadır. Kuzey Kürdistan’da eşi görülmemiş faşist-soykırımcı terör bu amaçla uygulanmaktadır. Güney’e dönük TC’nin çok yönlü saldırısının temel amacı da budur. Şimdi aynı amaçla Rojava’ya saldırmakta olduğu tartışmasızdır. Korkutup kaçırtarak, yakıp yıkıp talan ederek sınırın iki yakasındaki Kürtleri ana yurtlarından sürgün etmeye ve buralara faşist çeteleri yerleştirmeye çalışmaktadır. Göz göre göre demografyayı değiştirmek ve Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmek istemektedir.
İşte tüm bunlara karşı Rojava Kürtlerinin tek tutumunun direniş olacağı ve bu direnişi de her yöntemle geliştireceği kesindir. Cephede işgalci saldırgana karşı savaşmak kadar, daha önemlisi de evini, köyünü, mahallesini, toprağını ve mıntıkasını asla terk etmeyerek, ölümü de yaşamı da kendi ana toprağında gerçekleştirmeyi esas alarak tüm bu saldırıları kırmayı ve oyunları bozmayı bilecektir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, “Dünya birleşip üzerimize gelse de meşru ulusal-demokratik haklarımızdan asla vaz geçmeyeceğiz” ilkesini başarıyla hayata geçirecektir. Bu görevin başta geleninin de kendi yurdunu terk etmemek, soykırım planını bu temelde bozmak olduğunu doğru anlayacak ve başarıyla uygulayacaktır. Bırakalım kimler nereye çekilirse çekilsin, Kürtler evlerini ve yurtlarını asla terk etmeyecektir. Bu temelde Apocu yurtseverlik ilkesine bağlı kalacaktır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika