Önder Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi kırmak amaçlı zindanlarda Leyla Güven öncülüğünde başlatılan ve binlerce direnişçinin katıldığı açlık grevi ve ölüm orucu direnişi tecridin kırılmasında önemli gedikler açmıştı. Bu direniş, bugün faşizme karşı mücadelenin yükseltilmesinde ve toplumun iradi güç olmasında yansımasını buluyor. Öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki günler ve aylarda bu direnişin ortaya çıkardığı kazanımların toplumda ve siyasal alanda nasıl yansıma bulacağına daha fazla tanıklık edeceğiz. İstanbul seçiminde ortaya çıkan tablo da bu direnişin bir devamı ya da ürünü olmaktadır.
AKP-MHP faşizmi eliyle Türkiye’de her alanda kutuplaşmanın doruğa ulaştırıldığı bir süreçte İstanbul’da üç ay içinde iki defa seçim yapıldı. Her iki seçimde de kaybeden AKP-MHP faşizmi oldu. Elbette ki bu seçimin görünürde kazananı Ekrem İmamoğlu’dur; ancak kazananı belirleyen ya da kazandıran gücün kim olduğunu Türkiye toplumuna göstermek açısından seçimin esas galibi Kürtler ve demokrasi güçleri olmuştur. Demokratik bir Türkiye yaratmak ya da bu doğrultuda mücadele vermek isteyen her kes ilkin Kürtlerle ittifak kurmalıdırlar. Tıpkı 1071’de Malazgirt’te olduğu gibi! Tıpkı Çaldıran’da olduğu gibi. Tıpkı Kurtuluş savaşında olduğu gibi. Bir Türkiye olacaksa ve bu Türkiye demokratik olacaksa bunun yolu, yöntemi, formülü Önder Öcalan’ın ortaya koyduğu gibi Kürtlerle ittifaktır. Bu seçimlerde Kürtlerle ilişki ve ittifak kurulduğu zaman nasıl bir güce kavuşulacağını göstermek açısından herkese öğretici dersler vermiştir. Bu konuda çok şey söylenebilir, çok şey yazılabilir ancak bunları şimdilik belirtmeyeceğiz. Türkiye’nin demokratikleşmesinde Kürtlerin geçmişten günümüzde oynadığı, oynayacağı rol merak ediliyorsa Önder Öcalan’ın savunmaları araştırılıp incelenerek öğrenilebilir.
Peki, Kürtler baskıyla, zorla, şiddetle, soykırıma uğratılmak istendiğinde ya da yok sayılıp yok edilmek istendiğinde ne olur? Zayıf, gerilimli ve gergin, sürekli krizler içinde olan ve zayıf karnı bulunan, dünya ve bölge ülkeleri tarafından kullanılmaya açık bir ülke pozisyonunda kalınır. Bunun sonucu da Türkiye’de 1923’ten sonra kurulan tüm hükümetlerin akıbetine, yani makus talihine uğranır! Tarihin çöp sepeti Türkiye’nin sosyo-politik yapısını anlamayan onlarca bu hükümetlerle dolmuştur. Kürtler Tarihin en kadim halklarından biri ve kökleri derinde, hem de insanlık kadar. Dolayısıyla bu ülkenin demokratik bir yönetime kavuşturulması isteniyorsa artık Kürt gerçeğine göre bir yaklaşım ortaya çıkmalıdır.
AKP-MHP iktidarı Türkiye’de teslim almadık kimseyi neredeyse bırakmadı. Ergenekoncu diyerek, Fethullahçı diyerek şu bu diyerek birçok gücü tasfiyenin eşiğine getirdi. İktidarının ilk yıllarında demokratikleşme söylemlerinde bulunarak kendisini güç yapmaya çalıştı, ancak rakiplerini tasfiye edip daha fazla iktidarın büyüsüne girince diktatör Erdoğan mutlak güç olarak nakarat halinde Teklemeye başladı ve ecdadının gitmiş olduğu patikaları kendisine yol edindi. Sonuç ne oldu?
Kürt halkı ve demokrasi güçleri AKP-MHP faşizmine bir daha belini doğrultamayacak bir darbe vurmuştur. Çünkü AKP-MHP faşizmi Türkiye’deki farklı etnik ve inanç topluluklarını kutuplaştırdı ve birbirine çok fazla düşman eder hale getirdi. Çünkü tek dil, tek millet, tek din, tek yaşam biçimi ve tek adam rejimini çok fazla dayattı ve hakim kılmak istedi. Çünkü tüm faşist iktidarlarda olduğu gibi varlığını sürdürmeyi her gün onlarca gencin yaşamını vermeye dayandırdı, yani gençlerin kanıyla ayakta kalmaya yöneldi. Çünkü çok fazla partizanlık yaptı, toplumun en basit işlerinde bile her yere kendi adamlarını yerleştirdi ve kendisinden görmediklerini işe almadı, kovdu, farklı hiçbir görüşe tahammül etmedi; hep bana hep bana diyerek ekonomik krizin gittikçe derinleşmesine neden oldu. Çünkü Özgecanlara el uzatan, kadın cinayetleri işleten, çocuklara taciz ve tecavüz eden, hırsızlık ve yolsuzluk yapan sapık kişilikler ortaya çıkardı ve toplumsal ahlakı çökme noktasına getirdi. Çünkü ülkeyi bireysel ihtirasları uğruna bölgede ve dünyada çok fazla gerilimlerin içine soktu, komşu ülkelerde savaşlar çıkardı ve yüz binlerce insanın ölmesine, milyonlarcasının yerinden yurdundan göçmesine neden oldu…
İstanbul seçimlerinden sonra AKP-MHP faşist iktidarının Türkiye’yi yönetme meşruiyeti kalmamıştır. Türkiye halklarının ‘hayır’ dediği bir iktidar iş başında bulunmaktadır. Dolayısıyla bu gayrimeşru durumun ortadan kalkması için bir an önce erken seçim hazırlıkları yapılmalı ve Türkiye toplumu bu minvalde bir gündeme hazırlanmalıdır. Toplum 17 yıldır diktatör Tayyip Erdoğan’ı siyasal alanda görüyor, onun dediklerine bakıyor, dinliyor, bir biçimde tahammül ediyor, ancak artık buna yeter diyor ve değişmesini istiyor. Bu konuda toplumun tutumunu herkes doğru okumalıdır.
Faşizmin varlığını sürdürmesinin meşruiyetini ortadan kaldıran güçler akıl gücüyle doğru strateji ve taktikler kullandıklarında sarsılmaz bir biçimde ezel-ebet var olacağını göstermeye çalışan faşizmin alabora edilebileceğini ve özgür yarınların yaratılabileceğini herkese göstermiş oldular. Bundan ötesi, faşizme karşı mücadele edildi mi faşizmin yıkılabileceğini ve Türkiye’nin demokratikleşebileceğini toplumda umut olarak yeşertmiş oldular.
Faşizmin yıkılmasında ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde rol oynamak isteyen güçler bu seçimin sonuçlarını doğru değerlendirip başarının yolunun nerden geçtiğini görmüş olmalı ve hem 17 yıllık AKP faşizmi sürecinden hem de 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden önemli dersler çıkarmalıdır. Bunun için de herkes üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Türkiye demokratikleştirilmelidir. Bunun yolu da 1- Önder Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürce görüşlerini herkesle paylaşacağı bir ortamın yaratılması gerekir. 2- siyasal, sosyal ve ideolojik olarak kutuplaştırıcı anlayışların bırakılması için demokratik siyaset yapılmasının alanı oluşturulmalıdır. 3- evrensel hukuk kuralları çerçevesinde Türkiye’nin tüm farklılıklarını koruyacak ve demokratik birliğini sağlayacak demokratik bir anayasanın oluşması sağlanmalı ve toplumsal adaletin oluşturulması sağlanmalıdır. 3- faşizmin medyayı tekeline alan yaklaşımları terk edilmeli ve düşünce özgürlüğünün gelişmesi önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Kürt halkı seçimden sonra Önderlikle avukatlarının görüştürülmesine engeller konulup konulmayacağını, bu görüşmelerde Önder Öcalan’ın neler dediğini daha fazla takip edecektir. Önderliğin seçim sonuçları hakkında görüşleri çok önemli olmaktadır. Siyasal olarak Türkiye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini Önder Öcalan’dan daha iyi analiz edecek ve ortaya koyacak çok fazla kimse yoktur. Dolayısıyla herkesin Önder Öcalan’ın düşüncelerinin ne olduğunu öğrenmeye ihtiyacı bulunmaktadır.