Faşizmde ısrar yenilgide ısrardır
İçinden geçtiğimiz süreç büyük direnişler kadar risklerle, soykırım saldırılarıyla sürüyor. Bunun için bazı başlıkları öne çıkarmak önemli olacaktır....
İçinden geçtiğimiz süreç büyük direnişler kadar risklerle, soykırım saldırılarıyla sürüyor. Bunun için bazı başlıkları öne çıkarmak önemli olacaktır....
Büyük kararlılıkla sürdürülen “tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim” hamlesi kapsamındaki büyük açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri sonucunda Önder Abdullah Öcalan ve ailesi, avukatları arasında bazı görüşmeler gerçekleştirildi. Bu görüşmelerin en önemli yanı, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin Türkiye ve Ortadoğu’da kalıcılaştırılması, halkların bir arada demokratik yaşamının inşası için yapılması gerekenlere dikkat çekilmesi oldu. Bu görüşmeler sayısal olarak az da olsa Türkiye’deki faşizmin baskıladığı topluma, kurumlara ve tek tek toplum bireylerine nefes aldırdı. Bununla birlikte başta Kürt halkı olmak üzere direnen güçler faşizmi tanıdıklarından direndiler, taleplerini dillendirdiler, ama temkinli davrandılar. Faşizmin egemen zihniyetiyle topluma yakıştırdığı teslim olma, tümden iktidarlara güvenme tutumuna düşmediler. Aslında yanılmadılar, kanmadılar. İktidarın göstereceği tutuma göre duruş belirleme yaklaşımının sağduyulu bir direniş tutumu olduğunu gösterdiler.
Önder Abdullah Öcalan görüşmelerinde seçim sonrasındaki bir hafta on günlük süre içinde sürecin gidişatının belirginleşeceğini belirtmişti. Bu süreç doldu. Tabi sürecin dolması ile AKP-MHP faşizminin yeniden görüşme taleplerini reddetmesi, saldırıları yükseltmesi aynı döneme denk geldi. Toplum, yaşanan baskı iktidarı karşısında, faşizme karşı mücadeleyi yükseltmekten başka seçeneğin kalmadığında kanidir. Seçim öncesinde adalet bakanının verdiği sözler, yine cumhurbaşkanının İmralı görüşmelerini işaret göstererek seçimlere dair yaptığı açıklamaların hepsi, özünde AKP-MHP iktidarının sözleri şu anda boşluğa düşmüştür.
Faşizm, tek amacının toplumu kandırmak ve iktidarını sağlamlaştırmak olduğunu bir kez daha kanıtladı. Direnen demokratik toplum faşizmin iktidarını sağlamlaştırmasının aracı olmamakta ısrarını gösterdi. Bu tutum önder Abdullah Öcalan’ın İmralı direniş tutumunun topluma yayılmış halidir. Bu durumda yapılması gereken seçim sürecindeki ve sonrası bir haftalık süreçteki tutumu değiştirmek ve faşizme karşı direnişi yükseltmektir. Direnişin ilk gündemi de Önder Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kırılmasıdır. Zira tecrit, Önderlik ve halklar üzerinde paralel yürütülmektedir.
Seçim sürecinde AKP-MHP faşist iktidarının yaşadığı sıkışma ortamında kendi kaynağına alternatif olma adına kamuoyu yaratmaya çalışan, direnen halkların büyük emekleriyle yıpratılan faşizmin yerine kendini konumlandırmayı odaklanan A. Davutoğlu’nun durumu yükselemeden düşüşe geçmektedir. Zira, AKP’ye alternatif olmak, AKP’nin yapamadığını yapmaktır. AKP’nin yaptığı faşist baskıların esas yaratıcısı-yürütücüsü olduğunu iddia etmek değildir. 24 Temmuz saldırısını başlattığını iddia ederek propaganda yapmaya çalışan A. Davutoğlu şunu bilmelidir. Soykırım tehditleriyle, kılıç şakırtılarıyla ve “Allah Allah” naralarıyla gelenlerin sonları büyük yenilgi oldu. Baştan bu yenilgiye hazırlanmak, bu güçlerin de başlamadan bitişi olacaktır.
Faşizmin saldırılarını arttırmasında, toplumu kandıramaması, seçimlerde aradığını bulamaması belirleyicidir. Faşizm kaybettiğini ilan etmiş yine saldırganlığı esas almıştır. Faşizmin bu saldırıları sadece Türkiye’de değil, Güney Kürdistan sahasında da büyük bir vahşet ve imha-inkar siyasetiyle sürmektedir.
AKP-MHP faşizminin Güney Kürdistan’a saldırıları ile DAİŞ’in saldırılarını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Aynı işgalci yayılmacı tarzdır. Faşist, soykırımcı ulus devletçi ittihat terakki zihniyetinin Türkiye uygulaması AKP-MHP iktidarı olurken aynı zihniyetin Arap ülkelerine yansıması el Kaide ve DAİŞ’tir. Kürtler, Araplar, Türkler, özünde tüm halkların ve güçlerin bu çizginin neresinde olduğu önemlidir. Bunun yanında olanlar ve karşısında olanlar diye tüm dünya ayrışmıştır. Tüm dünya, Kobanê direnişiyle birlikte direnen özgürlükçü Kürtlerin yanında olduğunu göstermiştir. Bunun karşısında AKP-MHP faşizmi ise DAİŞ’le birlikte Kobanê’nin düşmesi üzerinden hayaller kurmuş ve yayılmacı, soykırımcı zihniyetlerini deşifre etmişlerdir. Öyle ki Ortadoğu’da Cuma namazı, soykırım, insan yakma ve tecavüz aynı kişiler tarafından uygulandığından, aynı anlama gelmektedir artık. Bu iki çizgi karşısında tüm güçler tutumlarını netleştirmelidir. Karşıt görünüp yandaş olmak, siyasi ikiyüzlülük olmaktan çok ötedir, özünde soykırımcı çizginin savunuculuğudur.
DAİŞ ve AKP-MHP faşizmi karşısında direnen Kürdistan toplumunun, Şengal’de Rojava’da Güney Kürdistan’da büyük bir varlık yokluk savaşına katılan ve büyük bedeller veren Kürdistan özgürlük hareketi PKK’nin sadece Kürtlerin değil tüm dünyanın özgürlüğü için mücadele yürüttüğü, pratiğinden ve ideolojisinden aşikardır. Böyle bir direniş ve özgürlük tutumu karşısında güney Kürdistan’daki saldırılar yorumlanırken “burada PKK yoktur, neden vuruluyor” tarzında belirlemelerin yapılması büyük yanılgıdır.
PKK’yi vurmak normal mıdır?
Güney Kürdistan’da DAİŞ mi vardır?
Türk savaş uçakları Güney Kürdistan’da neyi-kimi vurmaktadır?
PKK gerillaları Hewlêr’i DAİŞ tehlikesinden kurtardığında PKK gerillalarını ziyaret edip teşekkür eden Barzani nerededir, neden sessiz kalmaktadır?
Şeladize halkının Türk işgalciliği karşısında gösterdiği tavrı, neden tüm güneyli güçler göstermemektedir?
Toplumun yükselttiği sloganlardan da bilindiği gibi “PKK halktır ve halk her yerdedir.” Daha önemlisi de bu kadar büyük bir insanlık mücadelesi yürüten, tüm Ortadoğu’nun özgürlüğü için büyük bedeller veren bir hareket olan PKK’nin bu tarz söylemlerle terörize edilmesi, Kürdistan özgürlük mücadelesine karşı büyük haksızlık ve yanılgıdır. Toplamda ise, dünya özgür insanlığına saygısızlıktır.
Türk ordusu sadece PKK’lileri değil tüm Kürtleri vurmaktadır. PKK olmasa daha kolay vuracaktır. Çünkü işgal ve imha saldırılarında sınır tanımamaktadır. Çocukları, çobanları, kadınları katletmeyi mubah gören AKP-MHP iktidarı bunu zaten kendi öncüleri ağzından da ilan etmiştir. AKP-MHP, toplum düşmanıdır. Bunun karşısında güneyli güçlerin Türk devleti ve ordusu karşısında tutum almaması, direnmemesi büyük tarihi gaflettir. Zira Hewlêr işgal edildiğinde Hewlêr’i DAİŞ işgalinden kurtaran PKK olmuştu ve Barzani kendisi bizzat gidip PKK’lilere teşekkür etmişti. Bunu da basından hepimiz görmüştük. Böyle bir durumda güneyli güçlerin AKP-MHP karşısında tutum almamaları, direnmemeleri, PKK’yi işaret göstererek Türk devletinin saldırılarını makul göstermeye çalışmaları Kürdistan tarihi açısından büyük yanılgıdır.