Faşizmin çöküşü önlenemez
ok açık ki, Leyla Güven’in bir kıvılcım olarak yol açtığı özgürlük eylemlerinin her yana yayılıp yoğunlaşarak faşizmi yıkma aşamasına gelmiş olması kalıyor. Yani artık tecrit kırılıyor ve faşizm yıkılıyor.
ok açık ki, Leyla Güven’in bir kıvılcım olarak yol açtığı özgürlük eylemlerinin her yana yayılıp yoğunlaşarak faşizmi yıkma aşamasına gelmiş olması kalıyor. Yani artık tecrit kırılıyor ve faşizm yıkılıyor.
Faşist Şef Tayyip Erdoğan, Rojava Kürtlerine ve Kuzey-Doğu Suriye Yönetimine yönelik tehditlerini iyice yoğunlaştırdı. Tanklar Cereblus-Bab hattına doğru harekete geçti, Efrîn köyleri tank ve toplarla bombalanıyor. Askeri hareketlilik çok yoğun ve her tarafta savaş tamtamları çalıyor. Faşist Şef, Minbic konusunda oyalandığını düşünüyor. DAİŞ’in bahane olduğunu söylüyor ve tüm Kürtleri “Terörist” ilan ediyor. Buna karşılık Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ise, Tayyip Erdoğan’ın derdinin DAİŞ’i korumak olduğunu ve saldırılara karşı direneceğini açıklıyor.
Bu satırların yazılmakta olduğu zaman diliminde durum kısaca bu çerçevededir. Ancak belki de bu satırlar okunurken Minbic etrafında sert bir savaş yaşanıyor olacaktır. Hangisi olursa olsun, tüm olasılıkları dikkate alarak genel bir değerlendirme çerçevesinde önemli gördüğümüz bazı hususları belirtmemizin yararlı olacağına inanıyoruz. Çünkü görünen köyün kılavuz istememesi gibi, Tayyip Erdoğan’ın neler yapacağını da artık anlamış bulunuyoruz.
Öncelikle “DAİŞ”i koruma” görüşü üzerinde duralım. Çünkü, gerçekten de yabana atılacak bir görüş değildir. Faşist DAİŞ çeteleri, Demokratik Suriye Güçlerinin aktif savaşı sonucunda Suriye’de elde tuttukları son noktaları da kaybetmek üzeredirler. Suriye’de tümden kaybeden bir DAİŞ’in ne kadar varlık gösterebileceği ise hiç belli değildir. Faşist Tayyip Erdoğan Diktatörlüğü, işte tam da böyle bir zamanda, DAİŞ’i yok etmek üzere olan QSD’ye saldırmaktadır. Elbette çalışan her göz, kulak ve beyin, bunun DAİŞ’i koruma çabası olduğunu görür, duyar ve anlar. Bunun için kâhin olmaya da gerek yoktur.
Kaldı ki, bunu yapan kişi de Tayyip Erdoğan gibi DAİŞ sicili bozuk olan bir kişidir. Yani Tayyip Erdoğan kişiliği ilk kez DAİŞ’i koruma çabası içinde de değildir. Daha 15 Eylül 2014 saldırısı ardından “İşte Kobani düştü düşüyor, sıra Afrin’e de gelecek” diyen aynı Tayyip Erdoğan değil miydi? Peki Kobanê’ye saldıran kimdi? Herkes biliyor ki, faşist DAİŞ çeteleriydi. Yine aynı Tayyip Erdoğan, Rakka’nın DAİŞ’in elinde kalmasını sağlamak için sınırdan az saldırı yapmadı. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın DAİŞ’i korumaya çalıştığını söylemek, sadece çok bilinen bir doğruyu bir kez daha ifade etmekten başka bir şey olmamaktadır. Kaldı ki sadece DAİŞ’i de değil, başta Suriye’nin El Kaidesi olan Cepetül Nüsra olmak üzere Suriye’deki tüm faşist çeteleri Tayyip Erdoğan korumaktadır. İdlib pazarlıkları içerisinde bu gerçek net bir biçimde açığa çıkmadı mı? Aslında Tayyip Erdoğan’ın “DAİŞ’i koruduğunu” söylemek de yeterli değildir, DAİŞ dahil tüm faşist çeteleri örgütlemekte ve de yönetmektedir. Bunu görememek herhalde tarihin en büyük körlüğüdür.
Peki Tayyip Erdoğan böyle yeni bir saldırı sürecini ne zaman başlatmaktadır? Bunun için gereken açıklamaları ne zaman yapmıştır? Bu sorular çerçevesinde de iki husus üzerinde durmak yararlıdır. Birincisi, Türkiye’nin sicilli faşisti olan ve gizli yöneticilerinden biri olduğu artık netleşmiş bulunan Devlet Bahçeli ile görüştükten sonra söz konusu açıklamayı yapmıştır. Demek ki ruh ikizleri arasında yapılan görüşmede bu hususlar konuşulmuştur. Yoksa Tayyip Erdoğan herhalde rüyasını görmedi. Buradan, söz konusu işgalci saldırı görüşünün Devlet Bahçeli’ye ait olduğunu, yani Derin Devletin bunları söylettiğini çıkartabiliriz.
Demek ki Tayyip Erdoğan bir kişi veya eski Tayyip değildir, artık bir devlettir. Evet esas olarak bir uygulayıcıdır, ancak Derin Devletin kararlarının uygulayıcısıdır. Bu bakımdan, Tayyip Erdoğan’ın söyleyip de yapmaya çalıştıklarını TC Devletinin görüşleri olarak görmek gerekir. Bu TC Devleti ki, sicilli Kürt düşmanı ve soykırımcı İttihat ve Terakki Cemiyetinden gelen ve yüz yıldır Kürt soykırımını en azgın bir biçimde uygulayan bir güçtür. Dolayısıyla böyle bir devletin uygulayıcısı haline gelmiş olan Tayyip Erdoğan’ın özgürlük hamleleri yapan Rojava Kürtlerine düşmanlık yapması ve işgalci saldırılara girişmesi doğaldır.
İkincisi ise yine bazı çevrelerin ifade ettiği gibi, 31 Mart 2019’da yapılacak olan yerel seçimleri kaybetme korkusu ve kazanma arayışı bu saldırıyı gündeme getirmektedir. Yani son yıllarda hep yaptığı gibi, Tayyip Erdoğan yine savaşı tırmandırarak aslında seçim çalışması yürütmek istemektedir. Bu noktada Tayyip Erdoğan ve AKP Yönetiminin bir strateji değişikliği yapmış olduğu ortadadır. Dikkat edilirse, 7 Haziran 2015 seçiminden önce hep ateşkes arayışında oluyor ve seçime mutlaka ateşkes koşullarında gitmek istiyordu. Savaş varsa bile çaba harcayıp durduruyordu. Çünkü, seçimi ancak ateşkes ortamında kazanabiliyordu.
Fakat 2015 Newrozundan itibaren stratejisini değiştirdi. Öyle anlaşılıyor ki, bu dönemde sadece “Dolmabahçe Mutabakatını” reddetmedi, onunla birlikte stratejik değişiklik de yaptı. Belli ki böyle bir değişikliği yeni güçlerle anlaşarak devreye koydu. Aslında işte o güçleri açığa çıkartmak gerekiyor. O tarihten sonra artık tüm seçimlere savaşla girmeyi esas aldı. 7 Hazin ve 1 Kasım 2015 seçimleri böyle oldu. En son 24 Haziran seçimine de Efrîn savaşı ile hazırlandı. Şimdi de aynı şeyi yapmak istiyor. 31 Mart 2019 yerel seçimine Minbic Savaşı ile hazırlanmayı öngörüyor. Bu biçimde seçimi kazanacağını düşünüyor. Çünkü istediği gibi baskı uygulayıp kısıtlama getiriyor ve de hile yapıyor.
Erdoğan-Bahçeli faşist çiftinin, bir yıl önce Efrîn’i işgal seferine çıktıkları gibi, şimdi de Minbic’ı işgal seferine çıkmaya çalışmalarının ardında bu tür amaç ve hesapların olduğu açıktır. Bunda herhangi bir yanılgı kesinlikle yoktur. Fakat mevcut durum dikkatle değerlendirilirse, bunların da yeterli olmadığı görülür. Peki geriye ne kalıyor? Çok açık ki, Leyla Güven’in bir kıvılcım olarak yol açtığı özgürlük eylemlerinin her yana yayılıp yoğunlaşarak faşizmi yıkma aşamasına gelmiş olması kalıyor. Yani artık tecrit kırılıyor ve faşizm yıkılıyor. Faşizmin çöküşü günden güne derinleşiyor ve hızlanıyor. İşte bu gerçeğin üstü örtülebilmek ve faşizmin çöküşü geciktirilebilmek için söz konusu işgal saldırısı gündemleştiriliyor.
Bu bakımdan, başta zindanlar olmak üzere dört parça Kürdistan ve yurtdışında yükselen özgürlük eylemlerini gerçekten de selamlamak gerekiyor. Daha şimdiden Erdoğan-Bahçeli faşizmini kesin çöker hale getirdiler. Faşizmin tüm maskelerini düşürerek, artık hiç kimse tarafından sahip çıkılamaz ve yükü kaldırılamaz kıldılar. Yükü nasıl kaldırılacak ve kimler sahip çıkabilecek ki?! Ortada tarihin en ağır faşist terörünü ve zulmünü uygulayan bir diktatörlük var. Göz göre göre Kürt düşmanlığı yapıp soykırım uygulayan bir canilik söz konusu. İşte Efrîn’de nasıl bir soykırımın uygulanmakta olduğu ortadadır. Açık ki Minbic ve diğer yerlerde yapılacak da bundan farklı olmayacaktır.
Belli ki artık hiç kimse Erdoğan-Bahçeli’nin yükünü kaldıramaz ve işlediği insanlık suçuna ortak olamaz. Buna inanıyoruz. Ancak yine de bazı kurumları buradan bir kez daha uyarmak istiyoruz. Çıplak gözle görülüyor ki, TC Devletinin ordusu Suriye sınırlarını geçiyor ve Suriye Arap toprakları olan Cerablus ve Bab’ı işgal etmiş bulunuyor. Şimdi de benzer bir biçimde Minbic’ı işgal etmek istiyor. Haydi Efrîn Kürt toprağıydı ve bu dünyada Kürtlerin yeri ve hakkı yoktu! Bu nedenle iki ay boyunca yürütülen zalimane saldırı karşısında hiç kimse ses çıkarmadı. Peki Arap toprakları için de mi aynı tutum gösterilecek? Nerede kaldı mevcut sınırları koruduğunu söyleyen BM? Nerede kaldı milliyetçiyim diyen Arap Birliği? Nerede kaldı insan haklarından söz eden Avrupa? Peki bunların hepsi gerçekten birer yalan mıydı, yoksa artık tarihin çöp sepetine mi atıldılar?
Kaynak: Yeni Özgür Politika