Gerçek tarihi direnenler yapar

Kim ne derse desin ve bedeli ne olursa olsun, başta Kürtler olmak üzere Kuzey-Doğu Suriye halkları bu bedeli ödemeyi göze alan tutum ve direnişleriyle aslında tüm halklara ve insanlığa öncülük eden ve tarih yapan bir çizgi tutturmuşlardır.

Uzun süredir yapılan tehdit nihayet pratiğe dönüştü ve AKP-MHP faşizmi 9 Ekim günü akşama doğru tüm sınır boyunca Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik işgal ve soykırım saldırısını başlattı. Bu temelde dört gündür savaş uçakları, tanklar ve toplar Rojava Kürdistan topraklarını vuruyor. Söz konusu saldırganlığa karşı Kuzey ve Doğu Suriye halkları ve YPG, YPJ ve QSD savaşçıları kahramanca direniyor. Başta dört parça Kürdistan ve yurtdışındaki Kürt halkı olmak üzere tüm halklar ve insanlık bu kutsal varlık ve özgürlük direnişini destekliyor. Dört gündür tüm dünya birinci gündem olarak bu işgali ve ona karşı direnişi tartışıyor. 480 kilometrelik sınır boyunca yaygın ve sert bir çatışma durumu yaşanıyor. Verilen bilançolara göre tarafların belli düzeyde kayıpları var ve savaş yoğunlaşarak devam ediyor.

Şimdi tüm bu yaşananlar çok kısa ve özlü olarak nasıl değerlendirilmeli? AKP-MHP faşist yönetimindeki TC Devletinin ve ordusunun söz konusu saldırıları hiç kuşkusuz işgalcidir, katliamcıdır ve soykırımcıdır. Dolayısıyla haksızdır ve insanlık suçu kapsamındadır. Çünkü saldırgandır, başkalarının toprağını işgal etmeyi, başka halkları katledip topraklarından sürmeyi, başka yönetimleri yıkmayı hedefliyor. Soykırım çerçevesinde başkalarını yok ederek kendini yaşatmayı ve güçlendirmeyi amaçlıyor. Yüzyıllık Kürt, Ermeni ve Asuri-Süryani düşmanlığını ve soykırımını söz konusu bu saldırı ile ilerletmek ve sonuca götürmek istiyor. Başka devletlerin topraklarına girmeyi ve oraları ele geçirmeyi ifade ediyor.

Bütün bunlara karşılık, başta Kürt halkı olmak üzere tüm Kuzey ve Doğu Suriye halklarının direnişi ise varlığını korumayı, topraklarını savunmayı, özgür ve demokratik yaşamı geliştirmeyi hedefliyor. Kimsenin toprağında gözü yok, başkalarına saldırmıyor, başkalarını yok ederek kendini yaşatmayı öngörmüyor, başkalarını tehdit etmiyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de halkların kardeşliğine dayanan demokratik özerk yönetim altında kendi demokratik birliğini ve yaşamını geliştirmeyi amaçlıyor. Bu durumu tüm Kürdistan ve Suriye için bir model yaparak sorunların çözümünün bu temelde gerçekleşmesini istiyor. Kısaca son derece haklı, ahlaka ve hukuka dayalı, temel insanlık değerlerini esas alan ve bu temelde insanlığı savunan bir direniş oluyor.

Savaşan tarafların temel karakterini bu biçimde kısaca özetledikten sonra, şimdi de mevcut savaş durumuna nasıl gelindiğine ve kimlerin bu işte ne tür rolleri olduğuna kısaca bakalım. Öncesini bir yana bırakırsak, mevcut faşist saldırının ABD, TC ve QSD arasındaki “Güvenli Bölge” çalışmaları içinde ve Rusya, İran ve TC’nin son Ankara zirvesi ardından gerçekleştiğini görmemiz gerekir. Bu nedenle savaşın önünü açanın Rusya’daki Putin Yönetimi ile Amerika’daki Trump Yönetimi olduğu açıktır. Putin Yönetimi TC Devletini bizzat teşvik etmiş ve bu temelde Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimini zorlayarak teslim almak istemiştir. Trump Yönetimi ise içteki seçim çalışmasında puan toplama gayreti dışında bu biçimde QSD’yi biraz daha zayıflatıp kendine muhtaç kılmayı ve TC Devletine biraz güç vererek Ortadoğu savaşında daha çok kullanmayı hedeflemiştir. Nitekim savaş üzerine toplanan BM Güvenlik Konseyi toplantısında TC işgalini kınayan bir kararın çıkmasını ABD ve Rusya Yönetimleri birlikte engellemiştir.

ABD Başkanı Trump aksini iddia etse de, 1950’den bu yana Ortadoğu’da yaşanan tüm savaşların arkasında ABD vardır. Partneri ise geçmişte Sovyetler Birliği olurken, şimdi Rusya Federasyonu’dur. 1990’dan bu yana Ortadoğu’daki tüm savaşları ABD çıkarmış ve başkalarını da bu savaşın içine çekmiştir. Dolayısıyla Suriye’de ve Ortadoğu’da ABD bir misafir ve başkalarının çağırarak getirdiği bir güç değildir. Tersine kendi karar ve planları doğrultusunda ve kendi isteğiyle gelip çıkar savaşı yürüten bir güçtür. Bu nedenle ABD’nin Ortadoğu’dan ve Suriye’den geri çekilmesi diye bir şey gerçekte yoktur. Trump’ın zaman zaman ortaya attığı bu tür sözler iç politika amaçlıdır ve gerçekleri çarpıtmaya dönüktür. ABD örneğin Suriye’de geri çekilmemekte, ancak taraf değiştirmektedir. Daha önce uluslararası koalisyon çerçevesinde hareket eder ve QSD ile ittifak içinde olurken, şimdi bu ittifakı tümden bozmasa da, onunla birlikte DAİŞ’in gerçek yöneticisi olan AKP-MHP ile ittifak geliştirip onların safına geçmektedir.

Suriye’de sekiz yıldır olup bitenlerden birinci derecede sorumlu olan iki güç ABD ve Rusya’dır. Hemen her şey bu iki gücün gizli anlaşmaları temelinde olmaktadır. Nitekim 9 Ekim işgal ve soykırım saldırısı da bu iki gücün planı temelinde gerçekleşmiştir. Rusya Yönetimi Tayyip Erdoğan’ı böyle bir saldırıya teşvik ederken, ABD Yönetimi ise “Güvenli Bölge” çalışmaları kapsamında Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimine adeta bir tuzak kurmuştur. Belli ki QSD ile ayrı, TC ile ayrı şeyleri tartışmış ve gerçekleri QSD’den gizlemiştir. Çünkü, neredeyse “Savaş olasılığı kalktı” diye açıklama yaptıkları bir süreçte ve bir anda askeri güçlerini “Güvenli Bölge” denen yerlerden çekerek TC işgalinin önünü açmıştır. Bu tutumun Kuzey-Doğu Suriye için bir tuzak olduğu açıktır. Fakat TC için de bir tuzak olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Çünkü bu biçimde TC Yönetimi Ortadoğu savaşı içine daha çok çekilmekte ve ABD’ye daha çok yaklaşmaktadır.

Küresel kapitalist modernite sisteminin Ortadoğu’yu daha küçük parçalara bölmeye çalıştığı ve ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin bunu içerdiği bir sır değildir. DAİŞ ve TC eliyle Irak ve Suriye’nin bölünmesi önemli oranda gerçekleştirilmiştir. Şimdi demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfedaralizm çizgisinde Demokratik Ortadoğu Birliğini yaratmayı hedefleyen Kürtler de mevcut TC işgal ve soykırım saldırıları ile zayıflatılıp etkisiz hale getirilmek istenmektedir. Eğer bu başarılırsa, ardından TC’nin İran’ı parçalama saldırılarında kullanılmaya çalışılacağı açıktır. O da gerçekleşirse, belli ki sıra Türkiye’ye gelecek ve Türkiye Sevr’den daha beter bir hale getirilecektir. Küresel hegemonyanın amacı işte budur ve TC faşist-soykırımcılığı da bu amaç doğrultusunda kullanılmaktadır.

Kuşkusuz tarihi kimlerin yapacağı ve gerçek tarihin nasıl seyredeceği bu büyük mücadelenin sonuçları temelinde belirlenecektir. Her şeyini maddi çıkar ve daha çok sömürü üzerine kurmuş olan kapitalist modernite sistemi mi tarihi yapacaktır, yoksa özgür birey ve demokratik komüne dayanan demokratik modernite sistemi mi kendini tarih yapan hale getirecektir? Rojava sınırı boyunca dört gündür amansız bir biçimde yaşanan ve daha ne kadar yaşanacağı da pek belli olmayan savaş işte bu sorunun cevabının bulunması içindir. Dolayısıyla aslında TC ve Kuzey-Doğu Suriye olmak üzere temel iki taraf vardır, bunun dışında üçüncü taraflar yoktur. Sadece bugünkü koşullarda kendi çıkarı için ikili oynayan güçler vardır. O güçler de esas olarak TC tarafındadır, fakat TC zayıf olduğu için ve kaybetme tehlikesini yaşadığı için, bu tür ikili oyunla TC ulus-devlet faşizminin çöküşü önlenmeye çalışılmaktadır.

Kim ne derse desin ve bedeli ne olursa olsun, başta Kürtler olmak üzere Kuzey-Doğu Suriye halkları bu bedeli ödemeyi göze alan tutum ve direnişleriyle aslında tüm halklara ve insanlığa öncülük eden ve tarih yapan bir çizgi tutturmuşlardır. Tüm Kürtlerin, kadınların ve gençlerin, tüm halkların ve insanlığın büyük ilgisi ve desteği bu nedenledir. Herkes bu çizgide ve direnişte kendi özgür varlığını ve geleceğini görmekte ve bu temelde destek vermektedir. Açık ki bu destek sürekli büyüyecek ve Kuzey-Doğu Suriye direnişi zafer kazanacaktır. Bu temelde ve bu kez tarihi yapan direnenler olacaktır.