Kürt olarak mezarda yatmak bile yasak

Bir kişinin Kürt olarak ölmesi ve Kürt olarak mezarda yatması bile TC Devletine hakim olan Kürt düşmanı zihniyet ve siyaseti işte bu denli, ödünü patlatırcasına korkutmaktadır. Neden?

TC Devletine hakim olan ve AKP-MHP faşizmi tarafından da en üst düzeyde temsil edilen Kürt düşmanı zihniyet ve siyasete göre, bu dünyaya Kürt olarak doğmak yasak, Kürt olarak yaşamak yasak, Kürtçe konuşmak ve okuyup yazmak yasak, Kürtçe sanat yapmak ve ıslık çalmak yasak, Kürt olarak ölmek yasak! Ve dahası Kürt olarak mezarda yatmak da yasak! AKP-MHP faşizminin yıllardır Kürdistan’da mezarlıklara saldırmasının ve Kürt özgürlük mücadelesi şehitlerinin mezarlarını tahrip edip kemiklerini kaçırmasının başka ne anlamı olabilir? İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin soykırım zihniyeti ve siyaseti AKP-MHP faşist yönetiminde işte böyle bir Kürt düşmanlığı düzeyine ulaşmıştır.

Örneğin eskiden denirdi ki, ABD zihniyetine ve siyasetine göre en iyi Vietnamlı ölü Vietnamlıdır! Emperyalist ve sömürgeci güçlerin sömürge insanına yaklaşımı böyle ifade edilirdi. Buradan yola çıkılarak, sömürgeci yaklaşıma göre ‘En iyi Kürt ölü Kürt oluyor’ biçiminde tanım geliştirilirdi. Oysa TC Devletine ve AKP-MHP faşist iktidarına göre söz konusu bu yaklaşım doğru değildir. TC Devleti ve AKP-MHP faşist iktidarı Kürt’ün sadece dirisine karşı değil, onunla birlikte ölüsüne de karşıdır. Diri Kürt istemediği gibi, ölü Kürt de istememektedir. O, Kürt adına hiçbir şeyin diri veya ölü olarak olmamasını istemektedir. TC’nin Kürt karşıtlığı işte bu temeldedir. Buna “Kürt’ün kökünü kazıma politikası” denmektedir.

Örneğin dönüp tarihe ve Kuzey Kürdistan’daki coğrafyaya bakalım. Hiç Kürtçe bir dağ, ova, şehir, kasaba, köy adı resmi olarak var mıdır? Kürtlerin geliştirmiş olduğu hiçbir sanatsal ve kültürel eser Kürtçe adıyla yaşamakta mıdır? Her şey ya yok edilmiştir, ya da Türkçeleştirilerek Türklere mal edilmiştir. İşte ölüm ve mezarlıklar da böyledir. Örneğin Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü için mücadele etmiş olan kişilerin hiçbirinin mezarı var mıdır veya bilinmekte midir? Hayır, yoktur veya bilinmemektedir. Örneğin Şex Said ve Seyid Rıza’nın mezarlarına ilişkin hiçbir bilgi yoktur. Halbuki ikisini de bu devlet idam etmiştir ve cenazelerinden sorumludur. Eğer denizlere atmamışsa, o zaman kuşkusuz bir yerlere gömmüştür. Ancak bu durum tümüyle gizlidir. Ne ailesi ve ne de başka hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Acaba gizli tutularak olsa bile devlette bunların birer kaydı var mıdır? Artık bunun bile şüpheli hale geldiğini düşünmemiz gerekir.

Örneğin 12 Eylül 1980 faşist-askeri rejiminin tutukladığı devrimcilere yönelik politikalarına bakalım. Çok iyi biliyoruz ki, bu politika Türkiye’de farklı, Kürdistan’da farklı olmuştur. Örneğin Türkiye’de elli kişiden fazla tutuklu idam edilmiş olmasına rağmen, Kürdistan’da bir kişi bile idam edilmemiştir. Neden? Kuşkusuz Kenan Evren cuntasının Kürtleri öldürmek istememesinden kaynaklanmamıştır. Peki neden kaynaklanmıştır? Çok açık ki, Kürt olarak ölmelerini istememesinden kaynaklanmıştır. Bu nedenledir ki, Diyarbakır zindanında tutsaklara “İtirafçılık” politikasını dayatmıştır. Ne demek itirafçılık politikası? Tutsağın ideolojisinden, inancından, parti veya örgütünden, tabi en önemlisi de Kürtlüğünden vaz geçmesi demektir. Nitekim bunlardan vaz geçenlerin adını “Genç Kemalistler Birliği” koymuştur. Şahin Dönmez gibi hainleri böyle adlandırmıştır. Burada insanın aklına ister istemez şu husus gelmektedir: Acaba Kemalistlerin hepsi de böyle dönme midir? Öyle ya, bu biçimde oluşmuş bir ‘Beyaz Türklükten’ söz edilmektedir.

1980’lerin başında Diyarbakır cezaevinde Kürtlüklerinden vazgeçmedikleri için devrimci Kürt tutsakların idam edilmemiş olmaları çok ilginç ve iyi anlaşılması gereken bir durumdur. Evet idam edilmemişlerdir, ancak Kürtlükten vaz geçip Türk olmaları için de tarihin en ağır ve vahşi zulmüne maruz kalmışlardır. Mazlum Doğan’ın, Ferhat Kurtay’ın, 14 Temmuz Ölüm Oruççularının eylemi bir yanıyla söz konusu vahşi zulme karşı direniş olurken, bir yanıyla da Kürt kalmakta ve Kürt olarak ölmekte ısrar olmuştur. Nitekim Kürt olarak öldükleri için Mazlum Doğan ve diğerlerinin mezarları defalarca devlet tarafından kırılmış ve tahrip edilmiştir. Eğer halen bazı mezarlar tahrip edilmeden duruyorsa, bu durum Kürt özgürlük mücadelesinin devam ediyor olmasından kaynaklıdır. Eğer gücü yetse ve TC Devleti Kürt özgürlük direnişini ezmeyi tümüyle başarsa, hiç kuşku yok ki o zaman Kürt olarak ölmüş tüm mezarları da tahrip ve yok edecektir.

Yine tarihe başvurursak, Dersim soykırımını yürüten zihniyet ve siyasetin temel düsturu nedir? Çok iyi biliyoruz ki, “ilerde Kürtlük idealini beyninde ve yüreğinde taşıma ihtimali olan herkesi öldürün” emridir. Bu emir nedeniyledir ki, ana karnındaki çocuklar bile süngülenerek katledilmiştir. Çünkü söz konusu ihtimal herkes için ve her zaman geçerlidir. Dolayısıyla daha ihtimal aşamasındayken ve fiiliyata dökülmeden katledilmeleri yeğlenmiştir. İşte Kürt soykırımı bu temelde yürütülen bir kök kazıma hareketi olmaktadır.

Bu nedenlerle, bugün AKP-MHP faşizminin Kürdistan’da yaptıkları bilinmez ve anlaşılmaz bir durum değildir. Özgürlük savaşçılarının cenazelerinin Kasaplar Deresine atılması, paramparça edilmesi, üzerlerine basılarak fotoğrafların çektirilmesi, kadınların çıplak hale getirilmesi, Taybet anaların cenazesinin haftalarca ortalıkta bırakılması, cenazelerin arabalara bağlanıp sürüklenmesi, şehit mezarlarının ve mezarlıkların tahrip edilmesi, şehit kemiklerinin çıkartılarak götürülüp kaybedilmesi ve daha benzer birçok şeyin bilinmemesi ve unutulması mümkün müdür?

Peki AKP-MHP faşizmi bütün bunları niçin yapmaktadır? Çok açık ki, o mezarlarda yatanların Kürt oldukları, Kürt olarak öldükleri ve Kürt olarak orada yattıkları için. Bir kişinin Kürt olarak ölmesi ve Kürt olarak mezarda yatması bile TC Devletine hakim olan Kürt düşmanı zihniyet ve siyaseti işte bu denli, ödünü patlatırcasına korkutmaktadır. Neden? Çünkü ölü bile olsalar Kürtlüğü temsil etmekte ve görüp bilenlerin beynine ve yüreğine Kürtlük ilham etmektedirler. TC Devletini ve AKP-MHP faşizmini korkutan gerçeklik işte budur. Dersim soykırım fermanına göre ise bunun cezasının ‘Ölüm’ olduğu açıktır. İşte mevcut devlet ve hükümet mezarlara saldırarak tekrar tekrar söz konusu bu cezayı uygulamaya çalışmaktadır.

Burada önemli olan bir nokta, söz konusu bu durum şimdiye kadar Kürdistan’da uygulanırken, şimdi adım adım Türkiye’de de uygulanıyor hale geliyor olmasıdır. Nitekim ölüm orucunda şehit düşen İbrahim Gökçek’in cenaze törenine bombalı saldırıda ve cenazenin polis tarafından kaçırılmasında bu durum görülmüştür. Açık ki Kürdistan’daki uygulama giderek Türkiye’de genelleştirilmek istenmektedir. AKP-MHP faşizmi Koronavirüs denen saldırı sürecinden işte bu biçimde yararlanmak istemektedir. Eğer antifaşist direniş geliştirilmez ve bunun önü alınmazsa da kalıcı hale getirmek isteyeceği kesindir. Söz konusu Koronamikrop olayına da işte bu temelde yaklaşmak ve faşizmin oyununa gelmemek gerekir.

Sonuç olarak, demek ki özgürlük mücadelesi şehitlerimiz faşist-soykırımcı düşmanın yüreğine işte bu düzeyde korku salmaktadır. Kuşkusuz düşmanı korkuttukları oranda da bizi eğitmekte, bize cesaret ve fedakârlık kazandırmakta, mücadele azmimizi ve irademizi bilemekte, bizi birleştirip özgürlük mücadelesine sevk etmektedirler. Böyle bir mücadelede bize komuta etmektedirler. Her zaman ve her yerde en temel güç kaynağımız olmaktadırlar. Bu tür düşman saldırıları bizim için daha güçlü ve başarılı bir mücadele gerekçesi oluşturmaktadır. Bu temelde, şahadetinin kırk üçüncü yıldönümünde büyük enternasyonalist devrimci Haki Karer’i ve onun izinden yürüyen tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor ve kırk dördüncü yılda daha güçlü yürüyeceğimizi belirtiyorum.

Kaynak: Yeni Özgür Politika