Yakın tarih içinde Kürtler neden birleşik ve güçlü bir devlet kuramadılar? Son yarım yüzyıl içinde Kürt siyasetinin en çok tartıştığı temel konulardan biri hiç şüphesiz bu oluyor. Ehmedê Xanî’nin ünlü eseri Mem û Zîn okunduğunda söz konusu tartışmanın daha önceki tarihsel süreç içerisinde de yoğun bir biçimde yapılmış olduğu görülüyor. Ehmedê Xanî sorunu örgütsel zayıflıkta ve parçalanmışlıkta görüyor, çare olarak da güçlü bir önderin ortaya çıkması gerektiğini belirtiyor.
Son yarım yüzyıllık tartışmalarda ise söz konusu soruya iki temel cevap veriliyor. Bunlardan birincisi, Kürdistan’ın tarih boyunca sürekli savaş alanı olup yabancı işgale uğraması, işgalciler arasında sürekli bölünüp parçalanması, yabancı işgalcilerin çok güçlü olması gibi hususlardır ve esas olarak dış güçlerin temel neden olarak görülmesini içerir. İkincisi ise Kürt beyliklerinin birbiriyle çok fazla rekabet etmesi ve çatışması, bir türlü aralarında birlik yaratamamaları, herhangi bir beyliğin birleştirici güç haline gelememesi ve sonuçta Kürt beylik siyasetinin hep dışa bağımlı olup işbirlikçi konumda kalması görüşüdür ve dikkat edilirse temel neden olarak iç durumu ve Kürt siyasi yapısını görmektedir.
Bilindiği gibi, milliyetçi zihniyet hep birinci nedeni esas almış ve kendi tarih tezini buna göre oluşturmuştur. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve kurduğu PKK ise ikinci nedeni esas alıp tarih tezini buna göre oluşturmuş, teorisini ve pratiğini bu temelde geliştirmiştir. Kürt milliyetçi örgütlenmeleri ile PKK arasındaki en temel ayrımlardan birisi bu olmuştur. Tarih içerisinde çözülememiş olan söz konusu sorun, nihayetinde bu tür görüşler temelinde çözülmeye çalışılmıştır.
Osmanlı sistemi içerisinde gelişen cemiyet örgütlenmeleri sürecinde Kürt aydınları da kendi cemiyet örgütlenmelerini geliştirmişlerdir. Bunlardan en çok öne çıkanın ‘Kürt Teali Cemiyeti’ olduğu bilinmektedir. Ardından Ortadoğu toplumlarında gelişen parti örgütlenmelerine paralel olarak Kürtler de kendi siyasi örgütlenmelerini parti adıyla gerçekleştirmeye yönelmişlerdir. Kürtlerde resmi isim konarak ilk partileşmenin Doğu Kürdistan’da ‘Mahabat Kürt Cumhuriyeti’ sürecinde ‘Kürdistan Demokrat Partisi-KDP’ adıyla geliştirildiği bilinmektedir. Daha sonra bundan esinlenen Süleymaniyeli aydınlar da Güney Kürdistan’da aynı adla parti kurup çalışmışlardır. KDP adıyla partileşme Kürdistan’ın Kuzey ve Batı parçalarında da geliştirilmiş, Güney’deki parti KDP ve YNK olarak ikiye bölünmüştür. Kürdistan parçalarında çok sayıda parti ve örgüt kuruluşu 1970’li yıllarda ve özellikle Güney KDP’nin 1975 yenilgisi ardından olmuştur.
Bu kısa bilgilendirmeleri şunun için yapıyoruz: Söz konusu çok sayıda partinin kuruluş süreci ve siyasi duruşları biraz da tarih içindeki Kürt beyliklerinin duruşuna benzemiştir. Yani Kürt beyliklerinin parçalı ve çatışmalı duruşlarının bir benzerini de söz konusu Kürt partileri yaşamıştır. Sürekli kendi içinde bölünen ve dışındaki partilerle sürekli çatışan, var olma ve gelişmeyi diğer Kürt partilerine karşı mücadele etmede ve onları geriletmede gören bir particilik anlayışı hakim olmuştur. Özellikle Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüş olması ve Kürt toplumu üzerinde çok planlı bir soykırımın özel savaş kapsamında yürütülmesi söz konusu parçalanma ve iç çekişmeyi daha da geliştirmiş ve beslemiştir. KDP ile YNK arasındaki tarihi çelişki ve çatışma buna en somut örnektir. Diğer parçalarda yaşananlar da aşağı yukarı benzerdir.
Devletleşememe sorununun kaynağı olarak iç parçalanmayı ve bundan doğan işbirlikçiliği gören PKK, daha çıkışından itibaren işbirlikçi zihniyet ve siyasete karşı, yine yaşanan parçalılığa karşı çok yoğun bir mücadele yürütmüştür. Böyle bir mücadele ile işbirlikçiliğin ve ihanetin yok edilmesini ve yaşanan parçalılığa son verilerek siyasi birliğin yaratılmasını öngörmüştür. Bunun için daha baştan itibaren cephe anlayışını esas almış ve her dönemde Kürt siyasetini cephesel yapı içerisinde birleştirmeye çalışmıştır. Birliğe gelmeyen eğilimlerin arkasında hep sömürgeci etkileri görmüş ve bu temelde de zaman zaman sert bir mücadele içerisine girmiştir.
PKK’nin 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı temelinde Kuzey Kürdistan’da önemli bir siyasi-askeri güç haline gelmesi ve etkisinin Kürdistan’ın diğer parçalarına da yayılması, Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti ciddi bir korku ve panik içerisine sokmuş, sömürgeci-soykırımcı güçleri yeni çare arayışlarına ve bu temelde özel savaşı derinleştirmeye itmiştir. Bu temelde sömürgeci-soykırımcı güçlerin bulduğu ilk çare Kürt örgütlerini birbirleriyle çatıştırmak, yani diğer Kürt parti ve örgütlerini çeşitli yollarla PKK’ye karşı mücadele eder hale getirmek olmuştur. Bu temelde Kuzey Kürdistan ve yurtdışındaki örgütlerin kullanılması yeterli olmayınca, bu sefer devreye Güney Kürdistan sokulmuştur.
1991-92’de mevcut Güney Kürdistan Bölge Yönetiminin bu temelde kurdurtulduğu bilinmektedir. Yani PKK’ye karşı çıkması ve mücadele etmesi temelinde söz konusu yönetime TC Devleti ‘evet’ demiştir. ABD-TC ittifakının oluşturduğu ‘Çekiç Güç Operasyonu’ çerçevesinde söz konusu yönetim ortaya çıkartılmıştır. Bu temelde, bir yandan Güney Kürdistan Türk ordusunun PKK’ye karşı saldırılarına açılmış, bir yandan da PKK’ye karşı savaşta TC ile Güney Kürdistan Bölge Yönetiminin ittifakı oluşmuştur. Önder Abdullah Öcalan, bu durumu o dönemde “Apo pirimi”, “PKK pirimi” olarak tanımlamış ve değerlendirmiştir.
Kısaca bir Kürt partisine karşıtlık ve ona karşı mücadele etmek diğer Kürt partilerine gelişme imkânı ve fırsatı yaratmıştır. 1990’ların dünyası, bölgesi ve Kürdistan’ı buna izin vermiştir. O dönemde izlenen siyasetler Kürdistan üzerinde böyle bir yansıma bulmuştur. Bu çerçevede, PKK karşıtlığı temelinde oluşan Güney Kürdistan Bölge Yönetimi PKK’ye karşı mücadele ettikçe sömürgeci-soykırımcı güçlerden destek görmüştür. Özellikle de KDP Yönetimi böyle bir durumu adeta temel bir zihniyet ve siyaset haline getirmiştir. Bu durumu ucuz ve kolay kazanç yolu olarak görmüştür. Geçen süreci bu temelde kendi lehine değerlendirmeye çalışmıştır.
Fakat şimdi 2020 yılındayız ve 1990’lara göre her alanda çok önemli değişiklikler yaşanmış bulunuyor. En temel bir değişiklik, PKK’nin gerçekleştirdiği paradigma değişimi oluyor. Bu temelde, her alanda değişiklik yaptığı gibi, PKK diğer Kürt partileriyle ilişki ve ittifak alanında da ve Kürt siyasetini ulusal düzeyde birleştirme alanında da önemli bir değişim yaşamış bulunuyor. Rekabet edip diğer Kürt partilerini gerileterek değil, ‘kazan-kazan’ ilkesi temelinde ilişki ve ittifak yaparak birlikte kazanma zihniyet ve siyasetini oluşturuyor. Kürdistan Ulusal Kongresi temelinde diğer Kürt partileriyle ilişki ve ittifak içinde olmayı bu denli önemsemesi ve bunun için yoğun çaba harcaması bundan kaynaklanıyor.
Diğer bir temel değişim, kuşkusuz 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında kararlaştırılan ‘Çöktürme Eylem Planı’ ile TC Devletinin geliştirdiği yeni strateji oluyor. Bu stratejiye göre TC Devleti, PKK’yi ezip imha etmeye çalışırken, aynı zamanda Kürdistan’ın Başûr ve Rojava parçalarını da işgal etmeyi ve buralardaki Kürt kazanımlarını ve statüsünü ortadan kaldırmayı hedefliyor. Yani artık TC Devleti, PKK’ye karşı mücadele karşılığında KDP’ye Güney Kürdistan’ı vermiyor. 1990’dan bu yana oluşan Güney Kürdistan statüsünü de kendisi için tehlike görüp onu da yok etmek istiyor. Mevcut işgalci ve ilhakçı yaklaşım bunu açıkça gösteriyor. Dahası faşist şef Tayyip Erdoğan bu amacını zaten açıkça söylüyor.
Güney Kürdistan Bölge Yönetiminin ve özellikle de KDP’nin anlamadığı veya çok zayıf olduğu için anlamak istemediği gerçeklik işte bunlar oluyor. KDP Yönetimi PKK’nin gerçekleştirdiği değişim ile TC Devletinin yaptığı strateji değişimini görmüyor. 1990’ların zihniyet ve siyasetinde çakılıp kalmış. PKK’ye karşı çıktıkça hala kendisinin gelişeceğini sanıyor. Oysa zayıflayan PKK, daha çok zayıflayan KDP ve diğer Kürt partileri oluyor. KDP Yönetiminin, otuz yıl içerisinde gerçekleşmiş değişikliklere göre kendi zihniyet ve siyasetinde gereken değişiklikleri yapması ve artık 1990’ların zihniyet ve siyasetinden kurtulması gerekiyor. Yoksa mevcut siyasetle bir PKK’ye vurursa bir de kendisine vurur. Bunu da görüp anlaması önem taşıyor.
Kaynak: Yeni Özgür Politika