İstanbul’da sözde Suriye’de sorunların çözümünü, İdlib’te sorunların nasıl aşılacağını ve insani sorunları tartışan bir toplantı yapılmış. Ancak toplantıda herkesin kendi tezlerini savunduğu ve sadece genel geçer ortak şeylerin söylenmesi dışında bir sonuç çıkmamıştır. İstanbul’da böyle bir toplantının yapılmasının tek sonucu AKP faşizmini ve bu faşizmin Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yapılan saldırıları meşrulaştırılması olmuştur. Zayıflayan ve ayakta zor kalan AKP-MHP faşizmine böylece güç verilmiştir. AKP-MHP faşizmini kimin iktidarda tuttuğu bir daha gözler önüne serilmiştir.
Kapitalist ülkelerin hiçbir ahlakı, vicdanı ve siyasi değeri, ölçüsü olmadığı AKP-MHP faşizmine verilen destekle bir daha görülmüştür. Avrupa’nın ve AB’nin demokratik değerler söyleminin bir safsatadan ibaret olduğunu bundan daha iyi ortaya koyan bir durum olamaz. Avrupa’da sadece halkların mücadelesi karşısında ayakta kalmak için bazı demokratik değerler kabul edilmek zorunda kalınmıştır. Bu sadece kendi ülkeleri içinde sınırlı kabul edilen haklardır. Ancak burjuvazi hiçbir biçimde demokratik değerlere sahip değildir; ahlaki, vicdani değere sahip değildir. Sadece Avrupa’daki sistem halk için katlanılabilir hale getirilmiştir. Bunu da sömürücü sistemlerini yaşatmak için kabul etmişlerdir. Kabul etkileri bu ilkeleri dışarıda sadece işlerine yaradıkları ölçüde dillendirmekte; ama kendilerine bir yarar sağlamadığı takdirde unutmakta ve görmezlikten gelmektedirler. Kürtler üzerindeki soykırıma sessiz kalmaları, faşist AKP-MHP iktidarıyla ilişki sürdürmeleri, hatta önlerine kırmızı halı açarak karşılamaları bu gerçekliği ifade etmektedir.
Fransa, Almanya ve Rusya devlet liderleri nasıl bir ülkeye gitmişlerdir. Kürt milletvekilleri ve belediye eşbaşkanları tutuklu. Binlerce siyasetçi tutuklu. Her gün onlarca Kürt siyasetçi ve demokrat tutuklanmaktadır. En küçük demokratik eylem yapanlara saldırmakta ve tutuklamaktadır. Cumartesi Anneleri’nin sokağa çıkarılmaması bu faşist rejimin karakterinin ne olduğunu göstermektedir. Bu faşist rejimi anlatmak için bundan başka örnek sunmaya gerek yoktur; ancak Kürtler ve demokrasi güçleri üzerindeki baskıyı her gün ortaya koymak gerekmektedir. Eğer Merkel, Macron ve Putin hiçbir rahatsızlık duymadan İstanbul’a gidiyorsa, bu AKP-MHP faşizminin halklara iyi yansıtılamadığını gösterir. Yoksa Merkel, Macron ve Putin kendi halklarından ve demokrasi güçlerinden çekinerek bu düzeyde rahatlıkla faşist Erdoğan’ın ayağına gitmezlerdi.
10 kadar Kürt şehrinin yakılıp yıkılması ve yüzlerce sivilin katledilmesine, Efrîn’in işgal edilmesine, kadın, çocuk, yaşlı yüzlerce sivilin öldürülmesi ve yüzbinlerce Kürt’ün Efrîn’den sürülmesi ve soykırım uygulanmasına göz yumanlar faşizmi meşrulaştırır, normalleştirir, destek verebilir, denilebilir. Bu doğrudur; ancak kendilerini demokratik gösteren Almanya, Fransa ve diğer ülkelerin teşhir edilmesi gerekir. Hiç değilse kendilerini demokratik gösterip ortalıkta tozmamalılar. Faşizmin işbirlikçisi ve destekçisi olduğu görülmelidir. Ermeni soykırımı katliamdan çok tehcir edilerek yapılmıştır. Ermeniler topraklarından sökülüp atılmış; Ermenilerin ortak vatanı olan Kürdistan ve Türkiye Ermenisizleştirilmiştir. Bu durum şimdi haklı ve doğru olarak soykırım olarak tanımlanmaktadır. Peki bu durumda Efrîn’de Kürtlerin göçertilmesi ve oraya çetelerin ve ailelerinin yerleştirilmesi soykırım değil midir? Bu uygulamaları yapan Türkiye soykırımcı değil midir? Türkiye sadece Efrîn’de değil Bakurê Kürdistan’da halkı zorla yerinden yurdundan koparıp dünyaya savurmaktadır. Kürt şehirlerine farklı halklardan insanları yerleştirerek Kürt nüfusunun oranını azaltmaktadır. Tüm bunlar soykırım değil midir? Kaldı ki Türk devleti izlediği siyasi, toplumsal, kültürel, eğitim ve ekonomik politikalarla soykırım politikası yürütmektedir. Bu soykırımı da polis, asker ve yargı baskısıyla sürdürmektedir. İşte İstanbul’a gelen Merkel, Macron ve Putin böyle faşist ve soykırımcı bir devleti normalleştirmiş ve faşist Erdoğan’ı desteklemişlerdir. Bu nedenle dünya Merkel, Macron ve Putin’in gerçek karakterini görmelidir.
İstanbul’da ne Suriye halkı ne de insanlık için toplanmışlardır. Erdoğan İdlib ve buradaki çeteler için siyasi çözüm diyor ve insani sorundan söz ediyor. Ancak arkasından Fırat’ın doğusundaki istikrar ve barış bölgesi Rojava’yı, Kuzeydoğu Suriye’yi, burada demokratik bir sistem kuran Kürtleri, Süryanileri ve Arapları tehdit ediyor. Buraları da Efrîn gibi işgal etmekle tehdit ediyor. Buna ne Merkel, ne Macron, ne de Putin ses çıkarıyor. Hiç birisi İdlib için ateşkes, barış, siyasi çözüm ve istikrar diyorsun ama barış ve istikrar içinde olan Fırat’ın doğusuna neden düşmanlık yapıyorsun, demiyor. Hepsi utanmazca, ahlaksızca Tayyip Erdoğan’ın alçakça ifade ettiği Kürt düşmanlığını dinliyorlar. Bu bile başlı başına İstanbul’a gidenlerin siyasi ahlak ve vicdandan yoksun olduğunun kanıtıdır.
Erdoğan’ın tüm derdi beslediği çeteler üzerinden Fırat’ın batısında siyasi etkisini sürdürmek ve Fırat’ın doğusundaki Kürt iradesini ve özerkliğini ortadan kaldırmaktır. En büyük insani sorunu Efrîn halkını topraklarından atarak kendisi yarattığı halde utanmadan insani durumdan ve mültecilerden söz etmektedir. Türkiye’de bir Suriyeli mülteciler sorunu vardır. Bunlar topraklarından uzaklaşmıştır. Bunların büyük çoğunluğunu Tayyip Erdoğan bilinçli bir şekilde Türkiye’ye çekmiştir. Bunlar üzerinden DAİŞ, El Nusra ve diğer çeteleri kontrol ederek Suriye üzerinde siyasi etkide bulunmak istemiştir. Yoksa bu mülteciler için milyonlarca dolar harcamamıştır. Bu konuda ekonomik hiçbir kayıp yaşamamıştır. Hatta bunlar sırtından aldığı fonlarla kendisine ekonomik kazanç sağlamıştır. Suriyeli mülteciler ucuz iş gücü ve birikimlerini Türkiye’ye taşıyarak kendilerine harcananın katbekat karşılığını vermişlerdir. Öte yandan çetelerin ucuz petrol satışı üzerinden önemli bir gelir elde etmiştir. Kuşkusuz Türkiye bu mülteciler nedeniyle bir maddi kayıp yaşamamıştır. Ancak bu Türkiye’de bir mülteci dramının olmadığı anlamına gelmiyor. Ülkelerinden kopması, şehirlerinin yakılıp yıkılması, birçok ekonomik, toplumsal ve kültürel sorunlar yaşaması durumları vardır. Ancak Türkiye mültecilerden söz ederken bunları düşünmüyor, mülteci varlığı, tehdidi ve şantajı üzerinden kendisine siyasi çıkar ve ekonomik rant elde etmeye çalışıyor.
Türkiye’nin Suriye’de sorunların çözümüne katkı sunacak ülke olarak görülmesi bile trajik bir durumdur. Suriye’nin yakılıp yıkılması, iç savaşın derinleşmesi ve bu kadar mülteciliğin oluşmasında en büyük payı olan Türkiye’dir. Suriye ve diğer ülkelerden daha fazla Türkiye’nin bu yıkımda ve yaşananlarda sorumluluğu vardır. Suriye ile sınır olmasını böyle yıkıcı biçimde kullanmıştır. Türkiye şimdi Suriye’deki siyasi çözüm tartışmalarının parçası yapılarak bu olumsuz rolü ödüllendirilmektedir. Merkel, Macron ve Putin’in İstanbul’a giderek yaptığı budur.
Türkiye’nin içinde olduğu bir girişimden barış, istikrar ve demokratik gelişme ortaya çıkmaz. Zaten Türkiye’de olduğu gibi Suriye’de de Kürt yararlanır diye demokratikleşmeye karşıt olan Türkiye’dir. Türkiye Esad’a karşı olduğunu söylüyor ama Kürt düşmanlığında ortaklaşmaya hazırdır. Zaten Efrîn ve Fırat’ın batısında Kürt karşılığı nedeniyle ortak politika izlemişlerdir; bu ortaklaşmayı da Rusya sağlamıştır. Nasıl oluyor da Suriye rejiminin düşmanı Türkiye Rusya’nın iş ortağı oluyor. Türkiye ile bu kadar sıkı ilişki içinde olan Rusya nasıl Suriye’nin stratejik ortağı oluyor? Kürt karşıtlığında ortaklık olmasaydı bu durumlar hiçbir biçimde ortaya çıkmazdı. Herhalde Kürt düşmanlığı üzerinden Suriye’de barış, siyasi çözüm ve istikrar ortaya çıkmaz. Belki dönemsel olarak anlaşabilirler ama sonunda bu politikalar Suriye’de siyasi çıkmaz yaratır; çatışma ve istikrarsızlığa götürür.
Suriye’nin en istikrarlı ve demokratik bölgesi olan Kuzeydoğu Suriye’nin, Fırat’ın doğusunun İstanbul toplantısında tehdit edilmesi ne anlama geliyor? Bunu Suriye’de siyasi çözüm, ateşkes, barış ve istikrar tartışmalarıyla, insani durum hassasiyetiyle ne alakası vardır? Bu toplantı sadece AKP faşizminin kendi işgalci, Kürt düşmanı faşist politikalarını kabul ettirme ve faşizmini meşrulaştırma toplantısı olmuştur. Merkel, Macron ve Putin İstanbul ziyaretiyle faşizmin destekçisi ve ortağı olduklarını resmileştirmişlerdir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika