Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor

Ortadoğu’da yürütülen Üçüncü Dünya Savaşında yeni bir döneme girildiği ve buna bağlı olarak da kartların yeniden karıldığı herkesin yakından gördüğü bir gerçekliktir.

Geçtiğimiz haftanın sonlarına doğru ABD yönetimi adına yapılan açıklamada, TC devletine 3.5 milyar dolar tutarında  Patriot hava savunma füzelerinin satılacağı belirtilmişti. Dünya haber ajanslarına geçen bu açıklama beraberinde ABD-TC arasındaki ilişkiler konusunda yapılan tartışmalara da yeni bir boyut katmıştı. Rusya Cumhuriyeti adına açıklamalarda bulunan bir devlet yetkilisinin, satışı konusunu belirli bir sonuca bağladıkları S-400 füzeleri hakkında Türk devletinin sır nitelikli özel bilgileri başka bir ülkeye vermeyeceklerine inandıklarını dile getirmiş olması da bu konuda dikkatleri çekmişti. Çünkü iki ayrı sisteme sahip olan hava savunma füzelerinin bir arada olması bazı sorunları da beraberinde getirecekti. Bu da doğal olarak acaba “TC, Rusya’dan S-400 füzelerini almaktan vaz mı geçti” yönünde soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuştu.

Daha bu tartışmalar bir sonuca bağlanmadan, İran Cumhurbaşkanının Türkiye’ye yaptığı ziyaret de, Erdoğan’ın; ABD tarafından İran’a uygulanan ambargoya dair yaptığı açıklamalar gündeme girdi. R.T. Erdoğan bu açıklamada, çok açık olarak ABD’nin aldığı kararın kendilerini ilgilendirmediğini dile getirdi. ABD’nin Patriot füzelerini TC’ye satacağını açıkladığı günün içerisinde, Erdoğan’ın böyle bir açıklamada bulunmuş olması da dikkatleri çekti. Tabii bunlar yaşanırken, ABD Başkanı Donald Trump’ın Rojava’dan “askeri güçlerini çekeceklerini” belirtmiş olması ve bunun ardından da; Fransa, İngiltere, Almanya vb. devletlerinin yapmış oldukları açıklamalar gündeme giren bu tartışmaları geride bıraktı.

Aslında birbirini tamamlayan bu açıklamalar, karmakarışık bir tabloya dönüştürülerek, anlaşılması zor belirsiz bir hale getirilmeye çalışılmış oldu. Ya da var olan gerçeklik bu hale getirilerek daha farklı gösterilmeye, anlaşılır bir hale getirilmeye çalışıldı. Hatta denilebilir ki, spekülasyonlara bağlı olarak gerçekleştirilen borsa da yaşanan dalgalanmanın bir benzeri siyaset alanında gerçekleştirilmek istenildi. Denilebilir ki, bunda başarılı da olundu. Şimdi herkes önlerine konulan bu karmakarışık tabloyu tartışmaktadır. Burada bunun ciddi bir saptırma ve asıl gerçekleri saklamaya yönelik bir çaba olduğunu belirtmekte yarar vardır. Yaratılan sis perdesi ile gizlenilmeye çalışılan gerçekliklerde bunu göstermektedir.

Ortadoğu’da yürütülen Üçüncü Dünya Savaşında yeni bir döneme girildiği ve buna bağlı olarak da kartların yeniden karıldığı herkesin yakından gördüğü bir gerçekliktir. Rusya-İran ve Türkiye’nin garantörlüğünü yaptığı Suriye konulu Astana görüşmelerinin miadını doldurduğu, Cenevre’de yürütülen görüşmelerin de bir başka formatla yürütülmesi gerektiği ve gelinen aşama da İran’ın savaşın sıcak bölgelerinden biri haline getirilmek için startın verildiğine dair var olan emarelerde bahsi geçen bu gerçeklik içerisinde yerini almaktadır. Bu ise Rusya- İran ve TC arasındaki var olan ilişkileri etkileyeceği gibi, ABD ve TC arasındaki ilişkiler üzerinde de bazı sonuçlar yaratacaktır. ABD’nin gerek Patriot füzelerinin satışı ve Rojava’dan askerlerini çekeceğine dair yaptığı açıklama da bundan bağımsız olmadığı gibi kendi içerisinde de bir uyumu ifade etmektedir. Çelişki veyahut karışıklık burada değildir. Asıl çelişki ve karışıklık, bu gerçekliğe rağmen TC devletinin sanki hiçbir şey değişmemiş gibi; Rusya ve İran’la aralarında aynı ilişki sürdürülüyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor olmasından kaynağı almaktadır.

Burada bilinmesinde yarar olan bir husus da gerek ABD’nin “Rojava’dan askerini çekeceğine”, gerekse de Fransa’nın Kuzey Suriye’deki varlığını koruyarak kendilerini daha etkin bir konuma getirmek istediklerine dair yapmış oldukları açıklamaların yeni olmadığıdır. ABD devlet başkanı daha aylar öncesinden DAİŞ’e yönelik yürütülen operasyonların sonuçlanmasına bağlı olarak Rojava’dan, askerlerini çekeceklerini, Fransa’da buna bağlı olarak hem askeri olarak buradaki varlıklarını güçlendireceğini hem de mali açıdan daha fazla ödenek ayıracağını açıklamıştı.

Mevcut durumda yapılan açıklamalarında bunun ötesine geçmediği çok bariz bir şekilde görülmektedir. ABD geçmişte yaptığı açıklamaları yenilerken, Fransa Suriye Demokratik Meclisi (MSD) yetkililerini Elysees sarayında ağırlamış, Almanya ve İngiltere’de Fransa ile birlikte ortak bir tutum içerisine girmiştir.

Var olan böylesi bir gerçeklik içerisinde, ABD askerlerini Rojava’dan çekebilir de. Nasıl Rojava’ya gelişleri bir çağrı üzerine olmamışsa yine aynı şekilde kendilerinin alacakları kararlar doğrultusunda gidebilirler de. Ya da Donald Trump’ın dediği gibi, bugüne kadar taşıdıkları savaşın yükünü; Fransa, Almanya ve İngiltere’nin sırtına yükleyerek “biraz da benim adıma siz taşıyın” diyebilir. Veyahut TC gibi bir devlet ile anlaşarak ona koçbaşı olma görevini verebilir. Bunların hepsi de olabilir. Tabii bunların hepsi de tamamen ABD’nin kendisinin alacağı kararlardır. Fakat ABD Başkanının yapmış olduğu bu açıklamanın uygulanması halinde gerek ABD’nin çıkarları gerekse de DAİŞ’e karşı yürütülen mücadele üzerinde nasıl bir etki yaratacağı da doğallığında tartışılacaktır ki, bugün de ağırlıklı olarak tartışılanlarda bu konular etrafında dönüp, dolaşmaktadır.

TC devleti de gerçeklerin, oluşturulan bu sisli ortam içerisinde görünmez bir hale getirilmeye çalışılıyor olmasını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan geri kalmamaktadır. Denilebilir ki, oluşan bu tabloyu yürüttüğü psikolojik savaşın etkin bir malzemesi haline getirmek istemektedir. Daha şimdiden kollarını sıvayarak harekete de geçmiştir.

TC devletinin Rojava Kürdistan’ında, Kuzey Suriye’de yaşayan halklar üzerinde yaratmaya çalıştığı, ülke topraklarını terk etmelerini sağlayacak olan yeni bir göç dalgasını başlatmayı hedefleyen, her an saldırıya geçerek katliamlar gerçekleştirecekmiş gibi korkuya dayalı psikolojik bir ortam, yine umutları kırılmış olan işbirlikçi, hainleri, DAİŞ vb. lerini yeniden “canlandırarak” harekete geçirme yönünde atmış olduğu adımlar ve tüm bunları da 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleşecek olan Yerel Seçimlerde propaganda malzemesi haline getirmek istemesi de böyle bir gerçeklik içerisinde yerlerini bulmaktadırlar.

Kaynak: Yeni Özgür Politika