Rojava Devrimi öz güce dayanır

Rojava Devrimi'nin korunmasının tek koşulu öz gücüne dayanan bir savunma sistemini oluşturmaktır. Devrimci halk savaşını örgütleme, faşizme karşı radikal düzeyde mücadele etme, işgale karşı dik durma pozisyonu ile ancak Türk işgali durdurulabilir.

Ortadoğu’nun kanlı ve karanlık labirentlerinde her karış toprağın kurtlar sofrasına dönüştüğü bir sürecin analizini yapmak gerçekten de zor. Bu tür süreçler daha çok paylaşım savaşlarının sürdüğü ve birçoklarının kendilerini Aslan, bazılarının da kendilerini Çakal yerine koydukları süreçlerdir. Her iki dünya savaşında böyle oldu, üçüncü dünya savaşı dediğimiz Ortadoğu’nun paylaşım savaşı sürecinde de böyle oluyor.
1. Paylaşım Savaşı'nda dünya adeta ikiye bölünmüştü. Her iki taraf da biz kazanacağız diye sahada futbol maçını izler gibi, alkışlar eşliğinde adeta naralar atıyordu. Tabii ki bu egemen sınıfın züppeleri, cephede ölen zavallı askerlerin perişanlıklarından, açlıktan ölen milyonlarca genç-kadın ve çocuğun hallerinden anlamadan yükselen ırkçılık ve ulus devlet şehveti ile kendilerinden geçerek adeta sarhoş olmuştu. İtilaf devletlerinden yana olanlar İtilaf devletlerinin, İttifak devletlerinden yana olanlar ise İttifak devletlerinin kazanacağını haykırıyordu. Her iki taraf da gerçekten buna inanıyordu.
Savaşın ve güç dengesinin son derece muğlak ve bir alamda da şiddetin hakim olduğu bu ortamda, taraftarların başka bir gücünün de olduğunu veya ortaya çıkabileceğini, savaşın yoğunluğunun içinden başka bir iradenin de yeşerebileceğini düşünmüyorlar. Tüm yorum ve analizler her bir blokun başını çeken İngiltere ve Almanya ekseninde oluyordu. "Almanya’mı kazanacak yoksa İngiltere’mi" gibi sorular adeta gündemin temelini oluşturuyordu.
Ancak tarihin gelişim süreci yapılan bu analiz ve yorumlar temelinde gelişmedi, savaş da bu doğrultuda sonuçlanmadı. Her iki taraf da kaybetti. İhtilaf blokunda yer alanlar belki siyasi olarak kazandı ama sonuçta “hiç kimse savaşta kazanmaz” gerçekliği ortaya çıktı. Kısacası herkes kaybetti çünkü sözcüğün gerçek anlamıyla insanlık katledildi, yaratılan tüm değerler yerle bir oldu.
Ama hesapta olmayan, hiç kimsenin sözünü bile etmediği bambaşka bir güç bu yıkıntının, bu katliamın altından boy verdi: “17 Ekim Devrimi”. Evet, Ekim Devrimi bu yıkıntıların, oluk oluk akan kanın ve milyonlarca ölü bedenin arasından kızıl bir karanfil gibi yükseldi. Hiç kimse sosyalistlerden, devrimcilerden, insanlığı temsil eden emekçilerden bahsetmedi, ama onlar bu kirli savaşa kaşı çıkarak tüm dünyayı sarsan bir devrim yaptılar.
2. Dünya Savaşı'nda da benzer bir süreç yaşandı. Herkes Hitler'in temsil ettiği blok ile ABD ve İngiltere'yi temsil eden blokun yarışını, savaşını ve katliamlarını izleyerek taraf tuttu.
Bu süreçte de gündeme oturan iki blokun hakimiyeti oldu. Herkes ya Almanya'yı ya da ABD ve İngiltere'yi destekler pozisyonuna girdi. Ancak bu süreçte de gözden kaçan ve dünyayı sarsan Sovyetler Birliği'nin sürece hakim olması ve onun önderliğinde ortaya sosyalist bir blokun çıkmasıdır. Tüm dikkatler iki büyük gücün birbirleriyle savaşına çevrilmişken, Sovyetler Birliği geliştirdiği ustaca bir strateji ile sosyalist sistemin inşasını sağladı.

ANALİZLER YANLIŞ

Ortadoğu'da yürütülen 3. Dünya Savaşı'nda da benzer bir tartışma, gündem oluşturma ve bu eksende analiz yapma gerçekliği vardır. Türkiye, Rojava'yı her tehdit ettiğinde, ona her saldırdığında, her operasyon yaptığında “acaba ABD ne yapacak, Trump ne diyecek, Rusya hangi dengelerle yönünü belirleyecek” gibi tartışmalar başlar. Şu saatlerde de aynı tartışmanın sürdüğünü biliyoruz. Sosyal medyada, televizyonlarda, gazetelerde, haberlerde, köşe yazılarında, kısacası yaşamın her alanında Rojava Devrimi'nin korunması veya tasfiye edilmesi daha çok dış güçlere, ABD’ye, Rusya’ya, İran veya başka bir güce bağlanarak tartışılıyor. Kim ağzını açıyorsa, kim makale yazıyorsa, kim ekrana çıkıp bir iki analiz yapıyorsa kullandığı ilk cümle “ABD Kürtleri sattı”, “Rusya kalleşlik yaptı”, “İran kendini kurtarmak için Türkiye’nin işgaline onay verecek”, “Rejim Rusya’nın dediğini yapacak” oluyor.
Oysa böyle değil. Bu eksende yapılan analizler de, yorum ve değerlendirmeler de isabetli değildir. Elbette ki Ortadoğu belli dengeler üzerinde kurulmuş bir coğrafyadır. Devletler ve örgütlerin tümü de bu dengelere göre konumlanmışlardır. Ancak Kürtler ve Rojava Devrimi dengeler üzerinde inşa edilmiş bir devrim değildir. Dengelerden yararlanma, güçler arasında yaşanan çelişki ve çatışmalardan hareketle konumunu güçlendirme vardır, ancak kendini dengelere dayayarak, dengeleri her şeyin merkezine koyarak ortaya çıkan bir devrim olmadığı biliniyor. Rojava Devrimi öz gücüne, halka, kadınlara, gençlere dayanan bir devrimdir. Rojava Devrimi bu konseptle ortaya çıktı, bu eksende de yaşatılıyor.
Rojava Devrimi'nin önderliği, özel konjonktürden dolayı bazı güçlerle geçici ve taktiksel olarak ittifak ilişkisine girmesi, onlarla birlikte aynı mevzileri kullanması onun bu güçlere bağlı olduğu anlamına gelmez. IŞİD’e karşı mücadelede bazı güçlerle ortak hareket etme kararı alınırken de bunun geçici ve belli bir yere kadar olduğu biliniyordu. ABD ile olan ilişkiler de bu bağlamdaydı. IŞİD’in bitmesinden, yenilgiye uğramasından sonra ittifakta yer alan her gücün kendi yolunu seçeceği de biliniyordu. Gelinen nokta budur.
Çok daha önemli olan, Rojava Devrimi'nin oluşturduğu sistem ile ABD’nin inşa ettiği sistem arasında derin bir fark vardır. Dolayısıyla ABD, Rojava Devrimi'nde ortaya çıkan sistemi asla kabul etmez, çünkü onun inşa ettiği sistemin zıttı olarak ortaya çıkan bir sistemdir. ABD kendi sisteminin zıddı olarak ortaya çıkan bir sistemi kabul eder mi? Yani Rojava sistemi hem sınıfsal, hem mantıksal, hem ideolojik hem de ekonomik olarak ABD sisteminden farklı bir toplumsal ve halkçı sistemdir. Bu anlamda ABD'nin, stratejik olarak çıkarı olmadığı sürece Rojava Devrimi'ni koruması zaten mümkün değildir.
Bu genel yaklaşımdan hareketle şunu belirtmek mümkündür: Rojava Devrimi'nin korunmasının tek koşulu öz gücüne dayanan bir savunma sistemini oluşturmaktır. Tartışmalar bu eksen üzerinden geliştirilmelidir. Devrimci halk savaşını örgütleme, faşizme karşı radikal düzeyde mücadele etme, işgale karşı dik durma pozisyonu ile ancak Türk işgali durdurulabilir.
ABD veya Rusya’ya dayanarak devrim korunamaz! Hele hele bu devrim Kürt devrimiyse, doğru bir ideoloji ve komünal perspektifyle gerçekleştirilmiş bir devrimse bu daha da böyledir. Demek ki Türk işgalini ele alırken, Türk devletinin Rojava saldırısını yorumlarken, temel perspektif böyle olmak zorunda. Halk esastır, öz güç olmazsa olmazdır. Öz güç yoksa, savunma kuvvetleri örgütlendirilmemişse, halk bizzat savunma gücü haline getirilmemişse ne ABD bir şey yapabilir, ne Rusya, ne de İran…

KUŞATMA ALTINDA OLMAYA DEVAM EDECEK

Rojava Devrimi dün olduğu gibi bugünden sonra da kuşatma altına alınmaya devam edecek bir devrimdir. Rojava Devrimi, var olan karakterini, özellik ve ruhunu koruduğu sürece kuşatma altına alınmaya devam edecektir. Bu kuşatmaya öncülük eden de Türkiye’dir. Çünkü Türkiye sadece Rojava Devrimi'nin karakterine karşı değil, aynı zamanda Kürt düşmanlığını da yapmaktadır. Rojava Devrimi'ni yaşatmama gibi bir görevi önüne koyan Türk devleti, aynı zamanda ABD’den de direktif almaktadır. Çünkü ABD de, Rojava Devrimi'ne karşı uluslararası emperyalist bir güçtür. Bu, Avrupa ülkeleri için de geçerli olan bir argümandır.

ROJAVA DEVRİMİ ENTERNASYONALDİR

Rojava Devrimi sadece Kürt devrimiyle sınırlı olan bir devrim değildir. Ortadoğu’yu kapsayacak ve giderek tüm bölgeyi etkileyecek olan bu devrimi yaşatma elbette ki son derece zor ve çetin olacaktır. Ortadoğu ve uluslararası güçlerin hedefi olan Rojava Devrimi'ni düşünürken bu temelde düşünmek elbette ki daha doğru ve gerçekçi olacaktır. Yani Rojava Devrimi aynı zamanda enternasyonal bir devrimdir. Bu anlamda Ekim Devrimi kadar bölgeyi ve dünyayı etkileyen bir devrimdir. Devrim yapmak ve onu korumak aynı zamanda bir cesaret işidir de. Kürtler şu an böylesi bir süreçten geçiyorlar. Herkesin bu süreci bu temelde ele alma gibi görevi vardır.

ERDOĞAN, ÖZEL SAVAŞ TAKTİĞİYLE SONUÇ ALMAYA ÇALIŞIYOR

Türk devleti ve Erdoğan, savaşın yarısını, siyasetin önemli bir bölümünü özel savaş taktiğiyle, yalan ve demagojiyle, korku ve sindirmeyle götürüyor. Bu taktiği kendi müttefiklerine, dostlarına ve aynı blokta yer alan güçlere de uyguluyor. Bastırarak, kendi konumunu pazara sunarak, NATO ilişkilerini kullanarak, Rusya ile geliştirdiği ilişkileri gündemde tutarak sonuç almaya çalışıyor.  Erdoğan bunalım, kriz, kaos yaratarak toplumu susturma, muhalefeti bastırma, gelişmeleri kendi lehine dönüştürme çabasında. Hatta savaşı bile böyle ele alıyor, böyle değerlendiriyor…

DEVRİM ULUSLARARASI GÜÇLERE DAYANARAK KORUNMAZ

Sonuç olarak, ABD ve uluslararası diğer güçlere dayanarak Rojava Devrimi'ni korumak düşünülmemelidir. Rusya’ya taviz vererek işgali engellemek mümkün değildir. İran'la, rejimle bazı sorunları ele almakla da sorun çözülmez. Tüm bunlar belli bir denge ve belli bir ilişki ağını oluşturabilir ama devrimi korumak, işgali engellemek mümkün değildir. Uluslararası güçler kendi çıkarlarını esas alarak hareket ediyor, bir şeyleri alarak, kopararak yaklaşım gösteriyor. Türkiye’nin bu güçlere vereceği çok şey var, ancak Rojava Devrimi'nin kimseye vereceği bir şeyi yoktur. Bu nedenle sınıf, devlet, ekonomik, politik çıkarlar esastır. ABD ve Rusya buna göre konumlarını belirliyor, buna göre denge oluşturuyor. Ancak şunu vurgulamak gerekiyor: Erdoğan ve onun oluşturduğu savaş kabinesinin sonu gelmiştir. Bu kesindir ve Erdoğan bu gerçeği çok iyi biliyor. Sağa sola saldırarak, Rojava Devrimi'ni hedefleyerek, Kuzey ve Doğu Suriye’yi işgal etmeye çalışarak da kendini kurtaramaz…