Rojava Devrimi, Trump’ın kararı ve ortaya çıkan fırsatlar...

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye ve Kuzey Suriye’den güçlerini çekme kararı, Amerikan iç siyasetinde ciddi tartışmalara yol açarken, Türkiye’nin işgal ve katliamlarına geçit verdi.

ABD Tunus, Mısır, Libya ardından Suriye’de başlayan başkaldırılardan sonra bölgeye askeri olarak da adım adım girmeye başladı. ABD’nin bu adımı, sözkonusu ülkelerde halk tarafından başlatılan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan isyanlarla gerçekleştirilen devrim süreçlerinin üzerine konmak içindi.

ABD, bu politikayı AKP ile birlikte izlemeye başladı. Zira AKP, 2003 yılında Arap ülkelerinde etkili olmak, ABD politikalarına hizmet etmek için siyasal İslam iktidarı olarak geliştirilmişti.

ABD yönetimi, halk isyanlarını saptırmak ve demokratik devrimlerle sonuçlanmasını engellemek için AKP ile birlikte Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de ortak politika izlemeye ve devrilen diktatörlerin yerine kendi “siyasal İslamı”nı egemen kılmaya çalıştı. Ancak ABD, AKP ile bu ortaklığı yürütmek isterken, AKP ve Erdoğan da, ABD’den bağımsız olarak Müslüman Kardeşler'le kendisine bağlı bir iktidar kurma çalışmalarını yürütmeye başladı.

Erdoğan Tunus, Mısır ile birlikte aynı politikayı Libya ve Suriye için de izledi. Tunus’ta Raşid Gannuşi, Mısır’da Muhammed Mursi üzerinden izlediği politika Erdoğan’ın izlediği politikayı deşifre etti. Erdoğan rejimi, Tunus’ta AKP’ye yakınlığı ile bilinen Raşid Gannuşi, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin kadrosu Muhammed Mursi ile yürürken, Suriye’de eski Müslüman Kardeşler kadrosu olan ve Cephet El Nusra’nın kurucusu Muhammed Colani, Şeyh Yusuf Anedan, Abdulbasit Seyda, Arap Şovenisti Burhan Ğelyum ve Suriye Ulusal Koalisyonu adını verdiği yapı içindeki birçok kadro ile Beşar Esad’ı devrirerek yerine Müslüman Kardeşlerden oluşan bir yönetimi oluşturmak için çalıştı.

ABD ile Erdoğan’ın ortaklığı, Erdoğan’ın kendi planlarını uygulamaya başlaması, Rojava’da beklenmeyen bir devrimin gelişmesi, Rusya ve İran gibi güçlerin sahaya inmesi, kendi planlarını hayata geçirmeye çalışması bir tıkanmaya yol açtı, acımasız bir iç savaş başladı.

ABD ile Erdoğan, Kürtlerin öncülüğünde Kuzey Doğu Suriye’de gelişen bu devrime karşı da bir plan belirlediler. Plana göre Efrin ve Kobanê Türkiye’ye bırakılacaktı, Cezire ise Türkiye ve ABD ile işbirliği içinde olan KDP’ye bırakılacaktı. Bu plan, günümüze kadar da sürdü. Türkiye tarafından Efrin’de işgalle, katliamlarla ve demografik yapıyla oynayarak planı uyguladı. Bu plan, ABD’nin onayı ile gerçekleşti.

Farklı planlar ve aktörlerin oyuna dahil olmasıyla yaşanan tıkanma ardından, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler üzerinden izlediği “ABD’den bağımsız” planlar, belirginleşmeye başladı. Bu durum Tunus’ta Gannuşi, Mısır’da ise Muhammed Mursi ile somutluk kazandı.

Bunun karşısında ABD’nin destek verdiği general Sisi, Erdoğan ile yakın ilişkili Muhammed Mursi’ye darbe vurarak, Mısır’daki planı bozdu.

ABD’NİN KUZEY DOĞU SURİYE YAKLAŞIMI

ABD’nin, Kobanê direnişi ile DAİŞ’in ağır darbeler alarak yenilgiye doğru gitmesinden sonra Kuzey Doğu Suriye askeri ve siyasi güçleri ile yaptığı görüşme ve anlaşmalar hiçbir zaman taktik olmaktan öteye gitmedi.

Zira ABD, Kuzey Doğu Suriye’de inşa edilen kapitalist sisteme karşı, halkçı, özgürlükçü, doğrudan demokratik sistem inşasını, kendi egemenlikçi politikaları için de hep tehlike olarak gördü. Taktik yaklaşım içinde çok çeşitli hesaplar vardı. Hesaplardan biri gelişen devrimin baz aldığı ideoloji, feleseden onu uzaklaştırarak, kendisine bağlı, güvenliği de kendisi tarafından sağlanan Başûrê Kurdistan ve KDP’ye yakınlaştırmaktı. Bunu zaman zaman görüşmelerde açık bir şekilde söyledi. Zaman zaman da izlediği pratik politikalarda bariz bir şekilde yansıttı.

Kuzey Doğu Suriye’de istediği sonucu elde edemeyeceğini bildiği için devrimin geliştiği ilk günden itibaren devrime mesafeli durdu. Devrimin gelişmesi, korunması ve savunması için herhangi bir şey yapmadı. Örneğin 1992 yılında Çekiç Güç uygulaması ile Başûrê Kurdistan için attığı adımın bir benzerini atarak, Kuzey Doğu Suriye sahasını uçuşa yasak bölge ilan etmedi. Bu durum Kuzey Doğu Suriye topraklarını Erdoğan’ın saldırgan, işgalci ve katliamcı politikalarına açık bıraktı. Efrîn’de yaşananlar bunun somut örneğini gösterdi.

KATAR ESKİ BAŞBAKAN’INDAN İTİRAF!

ABD’nin Tunus’tan Suriye’ye uzanan planları, Erdoğan’la yaptığı ortaklıklar ve bu çerçevede oluşturulan ÖSO gruplarına ilişkin bir itiraf Katar eski Başbakan’ından geldi. Hemad Bin Jasım Al-i Sani 28 Ekim 2017 tarihinde yaptığı açıklamada Suudi Arabistan'ın Suriye dosyasını Katar'a havale ettiğini belirterek, Katar'ın Suriye'deki silahlı gruplara askeri yardımlarının Amerika ile koordinasyon içinde Türkiye üzerinden yapıldığını ve her şeyin ABD, Türk ve Suudi güçler üzerinden dağıtıldığını itiraf etmişti.

Nusra Cephesi'nin kabul edilir taraf olmadığı açıklandıktan sonra bu örgüte desteklerin kesildiğine dikkat çeken Al-i Sani, Riyad'ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın iktidarda kalmasına ilişkin tutumunu değiştirdiğini kaydetti. Katar eski başbakanının bu itirafları ABD-Türkiye işbirliğinin açık itirafıdır.

ABD ve Türkiye’nin hesapları, Erdoğan’ın cihatçı politikaları, Rojava Devrimi'yle bozulunca, bu kez yeni hesaplar yapılmaya başlandı.

Bu plan ABD’nın Irak’a müdahalesinden sonra ortaya çıkan ancak çok fazla etkinlik göstermeyen DAİŞ, 2013 yılından itibaren Türkiye’nin açık desteği ve birçok bölgesel ve uluslararası gücün dolaylı desteği ile Suriye’de devreye sokuldu.

Ancak DAİŞ’in etkili olabilmesi için popülaritesinin arttırılması gerekiyordu. O yüzden ABD Irak’ta iktidarda olan İran yanlısı Nuri Maliki’yi düşürüp yerine kendisine ve batıya yakın bir isimi getirme planı ile hareket etti. Onun için DAİŞ Irak’ta harakete geçirilerek yaklaşık iki aylık bir süre içinde Tikrit, Anbar, Diyala, Tel Afer gibi kentler ile Musul ve Şengal işgal etti.

Bu işgalden sonra Malik’i görevden düşürülerek yerine Avrupa ülkeleri ile ABD’ye yakın Haydar Abadi başbakan olarak atandı. DAİŞ ise Musul ve Irak’ın diğer kentlerinden ele geçirdiği silah ve cephane ile yaptığı büyük bir hazırlıktan sonra Eylül 2014’te Kobanê’ye saldırdı.

Dört aylık tarihi bir direnişle Kobanê’de DAİŞ’in saldırıları kırılmaya başlandı. Adım adım Kobanê özgürleştirilmeye doğru gidince, ABD Kuzey Doğu Suriye yönetimi ile YPG güçleri ile ilişkiye geçerek askeri olarak uluslararası koailsyon adıyla sahaya girmeye başladı. Kobanê’nin bu direnişi aynı zamanda DAİŞ ile bölgenin yeniden dizayn edilmesi, Türkiye-ABD-KDP arasında yapılan Efrin ile Kobanê’nin Türkiye’ye, Cezire’nin KDP’ye bırakılması planlarını bozdu.

ERDOĞAN’IN CİHATÇI KİMLİĞİ

Kobanê direnişinden sonra DAİŞ baş aşağı gitmeye başlayınca Erdoğan’ın kurmak istediği cihatçı iktidarı tehlikeye girdi, kimliği kendisini açık bir şekilde ele verdi. Bunun üzerine içeride muhalefet adına her şeyi susturmaya ve yok etmeye başladı. Cihatçı zihniyete karşı olan akademisyen, yazar, sanatçı, memur, siyasetçi, insan hakları savunucuları dahil on binlerce kişiyi işinden etti ya da hapsetti. Cihatçı diktatörlük kurmak için devletin tüm kurumları ele geçirildi. MHP ile yaptığı ittifakla birlikte, cihatçı kimliğini milliyetçilik ve Kürt düşmanlığı üzerinde inşa etmeye devam etti. Suriye’de baştan beri kendisine bağlı olan tüm çete gruplarını DAİŞ ile bir nevi birleştirdi. Daha sonra bu çete grupları ile başta Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünyayı tehdit etmeye başladı. Bu tehditlerinden sonra Brüksel, Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya başta olmak üzere birçok ülkede DAİŞ saldırıları gelişti. Saldırıların Erdoğan’ın hedef göstermesinden sonra gelişmesi başta DAİŞ olmak üzere cihadçı gruplarla ortaklığı da gözler önüne serdi.

Rusya ile Halep başta olmak üzere Hama, Humus, Şam, Latkiye, Tartus ve diğer tüm bölgelerdeki çetelerin İdlib’e çekilmesi için yaptığı anlaşma ile çete gruplarını orada toplaması, sözkonusu grupların Erdoğan ile olan açık bağını da ortaya koydu.

Durum böyle olunca Erdoğan ve DAİŞ başta olmak üzere çete grupları dünyanın başına bela olmaya başladı. Bundan ötürü başta ABD ve uluslararası koalisyonun Suriye iktidar yapısını değiştirmek yerine, kendileri için de tehlike olmaya başlayan DAİŞ ve bu gruplarla mücadeleyi temel hedefleri haline getirdi. YPG, YPJ, QSD ve Kuzey Doğu Suriye yönetimi ile bunun üzerine işbirliği anlaşmaları yaptı. ABD ve uluslararası koalisyon güçleri için karargahlar, havaalanları yapıldı.

TRUMP’IN ‘DAİŞ BİTTİ, GERİ ÇEKİLİYORUZ’ AÇIKLAMASI

Henüz Derazor operasyonu sürerken, Trump “DAİŞ bitti, Kuzey Doğu Suriye topraklarından çekiliyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklama Trump’ın Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinden sonra yapıldı. İki ülke arasındaki gizli anlaşmalar ve planlar tartışılmaya devam ederken, alınan karar YPG, YPJ, QSD güçleri tarafından zayıf düşürülen, bitirme noktasına getirilen DAİŞ’in yeniden canlandırılıp, insanlığın başına bela edilmesi fırsatını veriyor.

Trump’ın bu kararı ABD hükümeti, kongresi, senatosu başta olmak üzere sahada DAİŞ’e karşı YPG, YPJ ve QSD güçleri ile birlikte mücadele eden Pentagon ve Uluslararası Koalisyon içindeki 60 ülkeden hiçbirinin onayı ve görüşlerine başvurulmadan alındı. ABD’de yaşanan istifa depremleri, koalisyon içinde yer alan ülkelerin açıklamaları tartışmaları, bu duruma işaret etti.

Bu karardan dolayı ABD Savunma Bakanı James Mattis ve ABD’in DAİŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brid McGurk istifa etti. Hatta daha başka istifaların da olacağı yönünde görüşler var. Ayırca Trump’un bu kararından ötürü ABD’de başlayan tartışmalar Trump’ın görevden alınmasına kadar gidebileceği yönünde görüşler de yok değil.

Mattis ve McGurk’un istifa nedeni, Trump’ın aldığı bu kararın ABD’nin Ortadoğu politikası ve BOP’a (Büyük Ortadoğu Projesi) yapacağı olumsuz etkilerdir. Aslında bu karar, ABD’nin BOP projesinden vazgeçtiğinin bir işareti olarak da ele alınabilir. Zira BOP, ABD’nin Irak’tan sonra Suriye’ye yerleşerek bölgeyi ekonomik, siyasi, askeri, güvenlik olarak kontrol etmesini içeriyor. Bu kararın alınması bir anlamda yüz yıllık, stratejik bir yaklaşımla üretilen bu projeden vazgeçilmesi anlamına geliyor. Ancak şu ana kadar ABD’nin bu projeden vazgeçtiğine, yeni bir plan ve proje oluşturduğuna dair herhangi kesin bir sonuç çıkarmamak gerekiyor.

Nitekim, Trump’ın bu kararına ilk açıklama ve tepki İsrail’den geldi. Zira ABD’nin BOP projesinden vazgeçmesi İsrail’in güvenliğini tehlikeye atıyor. İsrail kararın açıklamasından sonra güvenliklerini gözden geçirerek savunmalarını yapacağı şeklinde bir açıklama yaptı. Başbakan Benyamin Netanyahu’dan ikinci bir açıklama daha geldi. Netanyahu savunmaları için acımasız bir şekilde saldırgan olacaklarını söylüyordu. İsrail’den bu açıklamanın gelmesinin temel nedeni ABD’nun çekilmesi ile Suriye’de İran etkinliğinin artması ile açıklanabilir. Bu durum İsrail tarafından büyük bir tehlike olarak görülüyor. İsrail’den İngiltere, Fransa, Almanya ve Koalisyon'un diğer ülkelerinden de karara tepkiler geldi.

Fransa, Kuzey Doğu Suriye’nin güvenliğini üstleneciği yönünde açıklamalar yaptı. Macron, MSD eşbaşkanlarını davet ederek bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeden sonra yapılan açıklamalar, uçuşa yasak bölge talep edildiği belirtilerek, Macron ile bu konuda tartışmaların yürütülüdüğü ortaya çıktı. Uçuşa yasak bölge ilan edilir mi edilmez mi henüz belli değil, ancak belli olan tek bir şey var; Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı, katliamı ve topraklarının işgali üzerinden yürüttüğü politikalarla Rojavı işgal etmek için saldırıcağı görülüyor.

BAĞIMLILIK

Kuzey Doğu Suriye devrimini, Kuzey Doğu Suriye halkları gerçekleştirdi. Kendilerini bugüne kadar savundu. ABD’nin, kendi çıkarları için sahaya inmesi ve yerleşmeye çalışması ile birlikte ikinci bir Başur yaratma çabaları sonuç almayınca, Kürtler ve Kuzey Doğu Suriye halkları Erdoğan’ın katliamları ile yüz yüze bırakıldı.

Trump bu kararı, Erdoğan ile yaptığı ikili anlaşmayla alsa da, başka bir yönüyle Kürtlerin ve Kuzey Doğu Suriye halklarının kendilerine muhtaç olduğunu göstermeye çalıştı.

Ancak Kuzey Doğu Suriye halkları devrimlerini kendileri gerçekleştirdiği için katliamlara rağmen bu devrimi savunacaklarını meydanlarda haykırıyorlar. O yüzden Trump’ın kararı, bir başka güce dayalı siyaset yapmanın ne kadar büyük bir zayıflık olduğunu, kendi özgücü ve iradesiyle hareket etmenin ne kadar büyük bir güç olduğunu gösterdi.

Erdoğan, Kuzey Doğu Suriye topraklarına saldırmaya kararlı görünüyor. Ancak ona karşı büyük bir direnişin olacağı da kesin. Belki bu saldırıların sonuçları ağır olacak, ancak gerek bu kararla ortaya çıkan yeni denge fırsatları, gerekse uluslararasılaşma yönünde gündeme gelmiş olması Kürtler ve Kuzey Doğu Suriye halklarına kazandıracaktır...