Siz kimsiniz ki benim önümü kesiyorsunuz?
İmralı tecrit ve işkence sistemini kırmak amacıyla yürüyen bir Kürt kadını, sokakta önünü kesmek isteyen AKP-MHP polislerine işte böyle sesleniyor. “Siz kimsiniz ki benim önümü kesiyorsunuz?” diyor...
İmralı tecrit ve işkence sistemini kırmak amacıyla yürüyen bir Kürt kadını, sokakta önünü kesmek isteyen AKP-MHP polislerine işte böyle sesleniyor. “Siz kimsiniz ki benim önümü kesiyorsunuz?” diyor...
TC zindanlarında beş aydır açlık grevinde olan oğullarını ve kızlarını desteklemek ve İmralı tecrit ve işkence sistemini kırmak amacıyla yürüyen bir Kürt kadını, sokakta önünü kesmek isteyen AKP-MHP polislerine işte böyle sesleniyor. “Siz kimsiniz ki benim önümü kesiyorsunuz?” diyor.
Bu söz ve tutum, kuşkusuz en başta Kürt kadınının özgürlük için mücadele kararlılığını ve kendine duyduğu güveni yansıtıyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ve Apocu çizgide mücadele eden kadın ve erkeklere duyulan büyük bağlılığı ortaya koyuyor. Kürt düşmanı, halk düşmanı, kadın düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete duyulan derin öfkeyi gösteriyor.
Özgürlük mücadelesindeki azim, kararlılık ve inancın göstergesi oluyor. Artık hiç kimsenin Kürt kadınına baş eğdiremeyeceğini ve özgürlük mücadelesinde önünü kesemeyeceğini ifade ediyor.
AKP-MHP polisinin ahlaksızca yönelttiği vahşi saldırı ve hakaretlerine karşı Kürt kadınları, Kürt anaları işte böyle direniyor. Söz konusu aşağılık saldırılarla Kürt kadınının iradesini kırabileceğini sanan AKP-MHP faşizmine karşı Kürt anaları işte böyle cevap veriyor.
İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı Demokratik Toplum Kongresi ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğündeki Büyük Açlık Grevi Direnişi neredeyse altı ayını doldurmaya yaklaşıyor. Tam altı aydır Leyla Güven öncülüğünde zindanlarda, dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında binlerce insan büyük bir inanç ve kararlılıkla direniyor.
Açlık grevi direnişçileri içinde ölüm orucu tartışmalarının giderek yoğunlaştığı bilgisi artık daha sık bir biçimde geliyor. Kürt analarının öncülüğünde açlık grevlerini destekleme ve İmralı tecrit sistemini kırma amacıyla Kürt halkının ve dostlarının her alandaki eylemleri büyüyor ve yayılıyor.
Serhat’tan Bradost’a, Çukurca’dan Efrîn’e kadar kahraman Kürt gerillasının AKP-MHP faşizmini kahreden tarihi eylemleri gerçekleşiyor. Kürtler işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs’ı işte böyle bir direniş içinde karşılıyor ve yaşıyor.
1 Mayıs’la birlikte Mayıs Şehitler Ayı boyunca Kürt Özgürlük Hareketinin ve Kürt halkının Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım ve Kürdistan’ı Özgürleştirelim Direniş Hamlesinin sürekli gelişip zirve yapacağı anlaşılıyor. Bu da Erdoğan-Bahçeli faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetini daha çok teşhir ediyor ve çöküşe götürüyor.
Bu temelde Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset içte ve dışta daha çok sıkışıyor ve tecrit oluyor. Artık AKP-MHP faşist ittifakının ve diktatörlüğünün sonu gelmiştir. Faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğü Sudan ve Cezayir’deki benzerleri gibi yıkılıp tarihin çöp sepetine atılacaktır. İşte bu gerçek, üstü hiçbir biçimde örtülemeyecek tarzda artık herkes tarafından açıkça görülüyor.
Bu nedenledir ki, faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğü, bir yandan Kürt halkı üzerindeki faşist-soykırımcı baskı ve katliamlarını artırırken, diğer yandan da türlü türlü hilelere ve yeni oyunlara baş vuruyor.
Zindanlarda açlık grevi yapan çocuklarını destekleyen Kürt analarına böyle hakaretler, içte faşist terörü ve savaşı tırmandırma, Güney Kürdistan’a yönelik askeri saldırıları artırma, Şengal’e ve Rojava Kürdistan’a yönelik artan saldırı tehditleri işte bu temelde ortaya çıkıyor.
Faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğü söz konusu saldırılarla Kürt direnişini zayıflatmayı ve bu temelde ömrünü uzatmayı umut ediyor. Bunlarla AKP içindeki tartışmaları ve yeni parti arayışlarını bastırmaya çalışıyor.
Diğer yandan, 31 Mart yerel seçimi ardından Tayyip Erdoğan Yönetiminin geliştirdiği yeni oyunları iyi görmek gerekiyor. Çünkü 31 Mart seçiminde başarısız olan ve yenilen Tayyip Erdoğan yönetimidir.
Artık AKP-MHP ittifakının şimdiye kadar olduğu gibi devam etmesi mümkün değildir. Çünkü bu ittifak MHP’yi güçlendirmiş, Tayyip Erdoğan Yönetimini ise yenilgi ve çöküşten kurtaramamıştır. Tayyip Erdoğan artık bu ittifaka bir biçimde sınır getirecek ve son verecektir.
Nitekim son zamanlarda “Türkiye ittifakı” gibi bir kavramı ortaya atmıştır ki, bu da geçmişin “Milli birlik açılımına” benzemekte ve artık AKP-MHP ittifakının sonunun geldiğine işaret etmektedir.
Peki nedir Tayyip Erdoğan’ın dillendirdiği Türkiye ittifakı? Kuşkusuz bu sorunun cevabı Türkiye’deki tüm ideolojik ve siyasi eğilimleri demokratik bir yapıda birleştirmek olmamaktadır. Nitekim Tayyip Erdoğan’ın sözlemleri ve uygulamaları bunu göstermemektedir.
Söylemde ve uygulamada Kürt düşmanlığı, halk düşmanlığı ve kadın düşmanlığı artarak sürmektedir. Bu biçimde sol ve sosyalist hareketler, devrimci ve demokratik güçler, Kürt Özgürlük Hareketi söz konusu ittifakın dışında kaldığına göre, “Türkiye ittifakı” söylemiyle Tayyip Erdoğan acaba CHP, İyi Parti ve SP’ye mi zarf atmış oluyor? Öyle ya, söz konusu ittifak söyleminin içine koyacak Türkiye’de başka herhangi bir güç bulunmuyor.
Peki Tayyip Erdoğan’ın düşüncesi böyleyse ve “Türkiye ittifakı” söylemi bu anlama geliyorsa, o zaman İstanbul belediye başkanlığı mücadelesini ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Ankara-Çubuk’ta asker cenazesinde yöneltilen linç girişimini nereye koymalı ve nasıl anlamalıyız?
Acaba tüm bunlar Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dışında ve ona rağmen mi gerçekleşmektedir? Böyle olduğunu hiç sanmıyoruz! Mevcut durumda Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dışında Türkiye egemen siyasetinde kuş bile uçmamaktadır.
Her şeyi denetleyen faşist tekçi bir diktatörlüğü Tayyip Erdoğan önemli ölçüde yaratmıştır. O halde tüm olanlar Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde oluyorsa, bu temelde İstanbul belediye başkanlığı mücadelesi ile Kılıçdaroğlu’na yönelik linç saldırısı Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde yapıldıysa, bu durumda “Türkiye ittifakı” neyin nesidir? Tayyip Erdoğan bu söylemle kime veya kimlere çağrı yapmakta ve ne tür oyunlar tezgahlamaktadır?
İşte karanlıkta kalan, aldatıcı olan ve bilinçleri karartan hususlar bunlar olmaktadır.
Burada şu sorular akla gelmektedir: Acaba haftalarca süren İstanbul belediye başkanlığı mücadelesi, 7 Haziran 2015 seçimi ardından iktidarda kalabilmek için Tayyip Erdoğan’ın geliştirdiği oyunların bir benzeri miydi?
Peki önce oy sayımı bu denli uzatıldı da, bir anda ve daha AKP itirazları karara bağlanmadan İstanbul belediye başkanlığı YSK tarafından CHP adayına niçin verildi? Acaba bu noktada bir AKP-CHP pazarlığı ve gizli uzlaşması mı yaşandı?
AKP’nin dört buçuk yıl iktidarda kalması karşılığında İstanbul belediye başkanlığı CHP’ye mi verildi? Acaba bu gizli pazarlığı ve uzlaşmayı gizlemek ve Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalmasına bir kez daha koltuk değnekliği yapan Kemal Kılıçdaroğlu üzerindeki şaibeyi örtebilmek için mi Ankara-Çubuk’taki linç girişimi olayı tezgahlandı?
Söz konusu linç girişimi bu temelde gerçekleri gizleme, Kürt kadınları üzerindeki terörü tartışan gündemi saptırma ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu parlatma operasyonu mu oluyor?
Belli ki benzer sorular daha da çoğaltılabilir. Bunlar cevap bekleyen ve doğru anlaşılmayı gerektiren can alıcı sorulardır. Eğer bu sorular doğruysa ve CHP Genel Başkanı böyle oyunlar içinde olup bunlara göre davranacaksa, o zaman tüm demokratik güçlerin ve halkların daha bilinçli ve duyarlı olması gerektiği ortaya çıkar.
Öyle ya, İstanbul belediye başkanlığını CHP adayı Ekrem İmamoğlu zaten kazanmıştır, dolayısıyla bu durum Tayyip Erdoğan’ın bir lütfu olamaz ve Kemal Kılıçdaroğlu da böyle görüp davranamaz.
Dolayısıyla sadece AKP’nin İstanbul oyununa karşı çıkıp Kürdistan’da HDP’ye yapılanları görmezden gelemez. Sadece kendisine Ankara’da yöneltilen saldırıya karşı çıkıp Kürt kadınları üzerindeki faşist devlet terörüne ve hakarete sessiz kalamaz.
Eğer böyle yaparsa, işte o zaman AKP ile anlaşmış olduğu ve özel savaşın oyuncağı haline geldiği gerçeği ortaya çıkar ki, herkes de bunu böyle anlar. Ne diyelim, inşallah böyle değildir! Ancak uyumamak ve bu tür oyunlara da gelmemek gerekir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika