Kuzey’de bütün bahar, yaz ve sonbahar ayları boyunca TSK ile HPG arasında çetin savaşlar yaşandı. Kürt kamuoyu, HPG’nin kayıpları hakkında ANF’nin haberleri sayesinde bilgilendi. HPG kayıplarını gizlemedi ve halk gerilla cenazelerini büyük baskı altında defnetti.
Türk devleti ise kayıplarını gizledi. Türk kamuoyu ne AA’dan, ne de havuz medyasından kayıplarını hiçbir zaman öğrenemedi. Zaman zaman, o da adet yerini bulsun diye ya da gizlenmesi mümkün olmayan çatışmalarda, bir-iki kayıptan söz etmekle yetindi. Askerlerin cenazesi geçmişte olduğu gibi medya manşetlerinde kendine yer bulamadı.
Birden bire garip bir haber manşetlere taşındı: İki asker Dersim’de donarak ölmüştü.
Türk kamuoyu ayağa kalktı. Milletin aklına Enver Paşa’nın Allahüekber Dağında onbinlerce askerin donarak ölmesine sebeb olan macerası akıllara geldi.
Bu çağda iki asker nasıl oluyor da donuyor sorusuna yanıt bulunamadı.
Şaşkınlığı Jandarma Lojistik Komutanı Güzel’in yaptığı açıklama büsbütün arttırdı. Güzel, jandarmanın eksi 40 derecede, yüksek rakımlı bölgelerde askerlerin donmasını önleyen giysilerini medyanın önünde sergilemişti.
Nasıl olmuştu da bu giysilerin içindeki askerler donmuştu? Komutan bu soruları yanıtlamadı.
Çünkü sosyal medyada donarak ölen askerlerin resimleri yayınlanmıştı ve bu resimlerde Lojistik Komutanı’nın ballandırarak anlattığı giysilerden eser yoktu. Tıpkı Enver gibi Erdoğan da askeri donanımsız bir şekilde ölüme göndermişti.
Bu durum kamuoyuna yansır yansımaz Süleyman Soylu ortaya atıldı. Jandarma, malum, artık ona bağlanmıştı. Soylu “bu resimler sahte” deyiverdi. Şöyle konuştu:
„Şehit olan askerimiz üzerindeki giysi ve ekipman, Jandarma Genel Komutanlığı’nın kullandığı dünya standartlarında, hatta dünyadaki birçok orduya da üretim yapan standartlar şeklinde elde edilmiştir. Ağır kış şartları için özel olarak üretilmiş ekipmanlardır.“
Eksi 40 derecede bile donmayı önleyen bu giysilerle donanmış bu iki asker neden dondu?
Soylu “müdafaaya” devamla şunları söyledi:
“Tunceli’ye terörist grubunu intikal ettirmeye çalışıldığı istihbarat birimlerince haber alındı. Jandarmamız 1 Ekim’den itibaren 21 tim ile operasyona başladı. Şehitlerimiz de bu timlerden 12 kişilik timlerin içerisinde bulunuyordu. Operasyon bölgesi 2300 rakımda. Karayolu ulaşımı olmayan, ağaçlık veya başka bir sığınma yeri bulunmayan zorlu bir bölgedir.”
Bu sözlerden anlıyoruz ki, bir gerilla grubu askerlerin donduğu bölgeye “intikal” etmiş.
Kamuoyu mırıldanıyor: “Neden gerillalar donmuyor da Türk askeri donuyor?”
Soylu şunları da söyledi:
“Timlerin bölgeye bırakılmasından sonra hava şartları aniden ağırlaştı. Hava şartları kötüleşip, tipi bastırınca 26 Ekim’de timlerin geri çekilmesi konusunda komutanlar talimat veriyor. Bölgeye defaatle denenmesine rağmen, ki aynı aynı helikopter pilotu denemesine rağmen; 2-3-4-5 tipi nedeniyle oraya inemedi. Arkadaşlarımız terörist saldırısına ve EYP (el yapımı patlayıcı) riskine rağmen, yaya olarak bölgeye intikal etmeye çalıştılar.”
Kafalar allak bullak oldu. TSK’nın helikopterleri vardı, Gerilla’nın da var mıydı? Gerillaları donmaktan ne kurtarmıştı da, iki askeri helikopterli Türk ordusu neden kurtaramamıştı?
Derken Soylu en büyük açıklamayı yaptı: “İki evladımız ‘hipotermi’ geçirdi ve şehit düştü.”
Bu da ne? Millet birbirine soru dolu gözlerle baktı.
Soylu “askerler dondu” demek yerine milletin ne olduğunu bilmediği “hipotermi”yi ölüm nedeni olarak duyurmuştu. Kamuoyu ilk defa duyduğu bu “hipotermi”nin “nezle, bronşit ya da zatürre” gibi bir şey olduğunu sanmaya başladı.
“Gerilla donmamışsa, Türk askeri de donmaz, ‘hipotermi’ olur” denmeye başlandı. Tıp sözlüğünü açanlar bu “hipotermi”nin basbayağı “donmak” anlamına geldiğini elbette anladı.
Vatandaş bozulmuştu. “Neden gerilla hipotermi olmuyor da ordumuzun askeri hipotermi oluyor?” diye konuşmaya başladı.
Ne yalan söyleyim, ben de bu soruya doyurucu bir yanıt bulamadım. Dersim bölgesine “intikal eden” gerillanın neden “hipotermi” geçirmediğini, eksi 40 derecede bile donmayı önleyen giysilerle donanmış anlı-şanlı Türk erlerinin ne demeye donduğunu anlayamadım.
İmdadıma Quto yetişti:
“Veysi abe gerilla heykel degil, durmadan, dinlenmeden koşiy, kanı kayniy, kazan bombalarının bin derecelik cehennemine karşı koyan gerillaya eksi 40 derece soğuk bahar esintisi gibi geliy…”
Pek ikna edici olmasa da Quto’ya izahatından dolayı teşekkür ettim.
Bu arada bizi dinleyen eski bir gerilla şöyle dedi:
“Elbette bizde de donma olaylarına rastlanıyor, ama bunlar genellikle birliğinden uzak düşmüş gerillalardır. Dersim’deki donma olayı askerin hayatını hiçe saymanın sonucudur. Türk ordusunda askerin kıymeti yoktur, komutanları onları gözlerini kırpmadan ölüme gönderir, bir HPG komutanı ise gerillayı korur, onları kışın ölümcül şartlarında sahaya sürmez. Ve bir de gerilla doğanın bütün koşullarına yaratıcı önlemlerle ayak uydurur. Ben bir keresinde eksi 40 derecede, giysilerimin altına buruşturarak yerleştirdiğim gazete kağıtları sayesinde dayandığımı hatırlarım. Bizim önlemlerimiz ucuzdur, İHA’ları beş liralık şemsiyelerle nasıl etkisiz kıldığımızı hatırlayın.”
Quto kızmıştı. “Gerilla abe, sen soruna teknolojik yaklaşiysin, ben ise ideolojik yaklaşiyem” dedi.
Eski gerilla ona “her biji Heval Quto” diye yanıt verdi.
Sanırım konu anlaşılmıştı: Ucuz ve yaratıcı teknoloji, yüksek Apocu ideoloji ve inanç donmayı önlüyordu.
Kaynak: Yeni Özgür Politika