Osmanlı'dan bu yana Türk egemenlerinin ayakta kalmalarının beş silahı yani Survivor Stratejileri bulunmaktadır:
Bir; kendilerini her sıkıştıklarında birilerine fütursuzca pazarlamaları.
İki; hiçbir ahlaki değer tanımadan şantaj yöntemini kullanmaları.
Üç; dünyanın neresinde bir Türk varsa ırkçılaştırarak, dünyanın tümünün Türk düşmanı olduğu tezine sarılarak işlemeleri.
Dört; 3’üncü maddeyle bağlantılı olarak inanılmaz ölçüde mağdur edildiklerini işlemeleri.
Beş; kendi yaptıklarını başkalarına yıkarak hem kendi yaptıklarını gizleyebilmeleri hem de başkalarını baskılamaları.
Bu beş silah ya da bu beş stratejiyle tam 200 yıldır birçok kez dağılmayla yüz yüze gelmiş, komalık oldukları halde halen ayakta duran bir gerçeklikle yüz yüzeyiz. Bırakalım ayakta durmalarını, bu coğrafyanın en kadim halklarını bu topraklarda soykırımdan geçirebilmek için her türlü yol ve yönteme de başvurmaktan halen geri durmuyorlar.
Türk egemenlerin karakterini genişçe işlemek mümkündür ancak biz bunun yerine sadece son zamanlarda ortaya çıkan birkaç hususu ele alarak değerlendirmelerde bulunmak istiyoruz.
'PAZARLAMA' STRATEJİSİ!
Birinci stratejileri: Kendilerini hiçbir değer tanımadan pazarlama stratejisi!
Osmanlı dolasıyla onun devamı olan tüm Türk rejimleri zora girdiklerinde bulundukları coğrafyanın jeo-stratejik öneminden de yararlanarak herkesi hiçbir ahlaki değer tanımadan kullanmasını bilmişlerdir.
Henüz, 1830’larda dönemin İngiliz yetkililerinden olan Stanley, Osmanlılar için, "Avrupa kıtasından silinip gitmezlerse çok yazık olurdu. Bunları ortadan kaldırmak kolay, işin asıl zor tarafı bunların yerine kimlerin konulması gerektiğini bilmektir" demişti. Ancak Osmanlı'nın yerine konulacak bir gücü bulamadıkları için Osmanlı'nın, daha sonra İttihatçıları, Kemalistleri ve şimdilerde Yeşil Türkçü faşistleri ayakta tutanlar, bu Avrupa’nın hegemon güçleridir. Osmanlı'nın ve devamı olan bu milliyetçi devletin son iki yüz yılına bakıldığında görülecektir ki, bu faşist devlet yapısı her seferinde bir hegemon güce dayanarak ayakta kalmasını başarabilmiştir. Her hegemon gücü altın yumurtlayan tavuk misali kullanarak bugüne kadar gelebilmiştir.
Buna iyi bir örnek en son yaşanan İdlib Krizi’dir. Sözde Ruslarla ilişkilerini ileriye taşımış olan bu yapı İdlib’de sıkışınca ilk el atığı güç Avrupa’nın hegemon güçleri olmuştur. Daha önce Ruslardan S-400 alan ve ABD’ye neredeyse tüm ırkçı milliyetçi yapıları da hazırlayarak küfreden bir Erdoğan ve çevresi, birdenbire nasıl NATO’nun bir gücü olduğunu söylemeye başladıkları gibi, Patriot Füze Savunma Sistemi istemekten tutalım da silah ve para yardımı talebinde bulunmalara kadar... Dahası birdenbire Avrupalı ve ABD’li olunmuş ve anti-Amerikancı olan rejime yakın yalakalık yapan basın da ”Rus’tan dost olunmaz” edebiyatıyla 180 derece çark ederek, Amerika karşıtlığından Amerika dostluğuna kayış yapmıştır.
Bu durumu gören Ruslar ise hemen aynı ilke ve ahlak yoksunu olan devletin bu ilkesiz kayabilme gerçekliğini bildikleri için 5 Mart’ta Rusya’da görüşerek çöküşü yaşayan bir devlete ve ırkçı faşist liderine yeniden bir hayat öpücüğü kondurmuşlardır.
İşte Osmanlı ve Osmanlı'nın torunlarının, tam iki yüz yıldır uyguladıkları gibi, kendilerini herkese hiçbir ahlaki değer tanımadan peşkeş çekerek ayakta kalma stratejilerini yine uygulamışlardır.
ŞANTAJ
İkinci stratejileri: Şantaj stratejisi!
Yıllardır neredeyse kuyruğuna basılan kedi misali ne kadar çok mülteciyi Türk misafirperverliği temelinde ağırladıklarını ve gerekirse yıllarca daha milyarlarca dolar harcayarak bunu sürdüreceklerini söyleyenler, bir gün de İdlib’deki sıkışmaya destek sunmayan Avrupalılara “Kapıları açıyoruz” diyerek bizatihi kendilerinin örgütledikleri kurumlar aracılığıyla Türkiye'ye yerleşmiş binlerce -Suriyeli başta olmak üzere- kişiyi, birçok halktan insanı Yunanistan’ın üzerine sürmüşlerdir. Öyle ki, sanki her bir mülteciye bir sayaç takmışlarcasına saat saat ne kadar mültecinin Yunanistan’a doğru gittiğini ve hatta geçtiğinin de haberlerini yapmışlardır. Sözde hukuka uyan bir devlet olarak resmi bir şekilde insan kaçakçılığını tam çeteler gibi yapmaya başlamıştır.
Elbette gönderilenler sadece birkaç bin ya da yüz bin olmayacak. Verilen mesaj, öncelikli olarak Türkiye’de yaşadığını ifade ettikleri 4 milyon Suriyeli ile İdlib’de gelecek olan milyonlarca mülteci kafilesi olmaktadır. Bunların içerisinde ne kadar El Nusralı ve DAİŞ’li var, bunu bilecek olan elbette sadece Erdoğan ve çevresi olacaktır.
Bu tehlikeyi gören ancak ahlaki ölçüler ve ilkeler yerine kendi kârlarını ve çıkarlarını düşünen her Avrupalı devleti ve hegemonunu teslim alabileceklerini bilen Erdoğan ve çevresi, bu şantajı stratejik düzeyde kullanarak Avrupalıları ayaklarına getirebilmektedir. Dikkat edersek, şantaja karşı durma yerine, Avrupalıların yaptığı, kuyruklarını sallayarak Erdoğan’ın ayaklarına tek tek gelmeleri olmuştur.
(Bir parantez açarak, başta Yunanistan devleti olmak üzere Avrupa’nın ve kapitalist modernist kültürün ortaya çıkardığı kâr savaşlarından dolayı mülteci haline getirilen insanlara dönük politikalarını ise esefle kınıyorum.)
Halbuki aynı Erdoğan geçmişten beri şantaj stratejisini çok etkili bir şekilde kullanmasını bilmişti. Örneğin Fransa’ya karşı Charlie Hebdo’da, Belçika’ya karşı Brüksel’de, Almanya’ya karşı Berlin’de, İngiltere’ye karşı Londra’da ve de Mısır’a karşı Kahire’de DAİŞ’i Erdoğan’ın nasıl kullandığını herkes gördü.
Yapılması gerekli olan şantaja boyun eğmek değil, şantajı uygulayanın ve uygulayanları tüm numaralarını da açığa çıkarak Lahey’e götürmek olmalıdır.
'TÜRK DÜŞMANLIĞI' STRATEJİSİ
Üçüncü stratejileri: Dünyanın tümünün Türk düşmanı olduğunu söyleyerek, ırkçılığı geliştirerek Türk halkını esir alan strateji!
Örneğin birkaç hafta önce Almanya’nın Hanau kentinde ırkçı bir Alman iki lokali basarak 9 Alman olmayanı yani yabancıyı katletmişti. Bu milliyetçi ve ırkçı saldırıya en sert refleksi Erdoğan ve Bahçeli'ye yakın çevreler gösterdi. Hem de Avrupa’nın nasıl bir milliyetçiliğe ve ırkçılığa doğru kaydığını en yüksek tonda söyleyerek.
Avrupa’da sağcılığın dolasıyla ırkçılığın adım adım geliştiği açıktır. Irkçılığın Avrupa’da neden giderek tavan yaptığının sosyolojik incelemesi yapılabilir. Kapitalist modernist kültürle, liberal ideolojiyle bağı da ortaya konulabilir. Kapitalizmin bir ürünü olan her ulus devlet yapısının son tahlilde kâr sağlamak amaçlı halkları birbirine kırdırarak milliyetçiliği ve ırkçılığı geliştireceği de ideolojik, felsefik, sosyolojik ve politik ayaklarıyla gösterilebilir.
Ancak ilginç olan şudur ki, Hanau’daki ırkçı saldırıya en fazla sert söylemle tepki verenlerin, dünyanın en milliyetçi ve ırkçı yapıları olmaları.
Erdoğan ve Bahçeli ismindeki kişiler başta olmak üzere, bu çevrelere yakın duranların tümü ırkçılıklarını faşizan düzeyde açıktan ifade etmektedirler. Suriye’yi işgal ettikleri halde Suriye’ye hiç kimsenin ağzına almayacağı küfürler eden bunlar olmuştur. Milliyetçilikleri için “Şehitler Tepesi boş kalmayacaktır” diyerek, Türklük için ölümü kutsayanlar bunlar olmuştur. Öyle ki, Türkiye’nin sokakları, okulları, camileri, eğlence mekânları, sözde sivil toplum örgütleri derken basını, aydınları hep bir ağızdan ölüm duaları etmeye başlamıştır. Öyle ki İslam dini bir Müslümanın başka bir Müslümanı katletmesini günah sayarak yasaklarken, Diyanet İşleri Bakanlığı’nın başındaki zat tüm camilerde Fetih Suresi’nin okunmasının talimatını vererek, camileri milliyetçi ve ırkçılığın ham maddesi olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Aynı Diyanet İşleri Başkanı başka mezheplere en ileri düzeyde saldırmaktan çekinmediği gibi, İslam ümmetçilik olduğu halde Türkçülüğe övgüler yağdırmaktadır.
Evet, dünyada ırkçılığın ve milliyetçiliğin en açık bir şekilde savunulduğu ülke bugün Türkiye ve Türkiye içerisinde de bunu yapanların Erdoğan ve çevresi olduğu açıkken, Avrupa’ya ırkçılık suçlamalarında bulunmaları tek bir kelime ile ifade edecek olursak, iki yüzlülüktür. Ancak unutulmasın ki bu bir stratejidir. Türk egemenlerin ayakta kalabilmek için kendilerinde olanı başkalarına yıkma stratejisi.
Ne var ki, böylesine kirli bir strateji sürekli tutmaktadır. Tek bir Avrupalı çıkıp, önce aynada kendine bak, demedi ve diyemedi. Türkiye’de geliştirilen ırkçılığın ve milliyetçiliği Kürtlere ve Kürtlerin yanı sıra diğer renklere nasıl saldırdığını ifade edemedi. Çünkü Kürtlerin katledilmesinde, topraklarının işgal edilmesinde, bodrumlarda üzerine benzin dökülerek yakılmasında Avrupa devletlerinin de payları vardır. Benzer bir şekilde Kürtlerin bugün sömürge statüsünde tutularak dörde bölünmüş olmalarının da altında Avrupa devletlerinin politikaları ve imzaları vardır. Özelde de son yıllarda Almanyalı Merkel Hanım’ın Türk ırkçı ve milliyetçiliğin her zora girmesinde yanı başında durduğu ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne terörizm yaftasını yapıştırdığı imzası ve politikaları vardır.
Halbuki yapılması gerekli olan, şartlar ne olursa olsun, halkları soykırımda geçirmiş ve halen de geçiren Türk ırkçı ve milliyetçi rejimine karşı duruş gösterilmesidir. Çünkü milliyetçilik ve ırkçılık hem diğer halklara karşı bir silah olarak kullanılırken, diğer yandan Türk halkını da devletleştirerek maymun hale getiren bir stratejidir.
'MAĞDURİYET'
Dördüncü strateji: Mağduriyet Stratejisi!
Dünyanın belki de en ilginç durumu milliyetçi zihniyetiyle donanmış TC devlet yapısının yaptıklarını başkalarına yığarak kendisine yapıldığının propagandasını yapmasıdır.
Örneğin, Suriye’ye giren, Suriye’yi işgal eden, Suriye’yi bombalayan ve Suriyelileri katleden milliyetçi ve ırkçı faşist Türkler ve devleti olurken, sanırsınız ki Beşar Esad tüm gücünü toplayarak Ankara’yı ele geçirerek işgal etmiştir. Sanırsınız ki Suriye ordusu operasyonlarını Adana’da ya da Edirne’de Türklere karşı gerçekleştirmektedir. Ve sanırsınız ki Türkiye’yi bombalayan Beşar Esad’dır.
Ya da sanırsınız ki, Kürdistan denilen coğrafya Türklerin topraklarıdır ve Kürtler Ay’dan gelerek buraları işgal ederek Türkleri katlediyor, Türkleri bu coğrafyadan çıkararak demografisiyle oynuyor.
Örneğin, Efrîn'i işgal ederek demografisiyle oynayan bu faşist yapı olduğu halde dışarıda izleyenler Efrîn'in bir Türk coğrafyası olduğu ve Kürtlerin orayı işgal ettiğini sanır.
Benzer bir şekilde Girê Spî ve Serêkaniyê işgal ettikleri halde sanırsınız ki, oralar TC’nin toprakları ve başkaları gelmiş buraları işgal etmişlerdir.
Dahası, neredeyse 18 yıldır Türkiye’de iktidarda bulunan faşist bir şef ile faşist bir parti olan AKP vardır. Ancak bu faşist şef ile faşist partiyi dinlediğiniz de sanırsınız ki, onlar yani Erdoğan ve AKP muhalefette ve muhalefette olanlar ise iktidardadırlar. Çünkü kullandıkları dil, çok ileri düzeyde mağduriyete dayalı, kendini acındırarak başkalarının üzerine yıkmak üzerine kurulu olan son derece çirkin ve ahlaki değerlerden uzak bir dildir.
BAŞKASINA YIĞMA
Beşinci strateji: Kendi yaptıklarını başkalarına yığma stratejisi!
Çok ilginçtir ki; dünyada Osmanlılar, İttihatçılar, Kemalistler ve de Yeşil Türkçü faşistler kadar halkları soykırımda geçiren başka yapılara- belki Hitler hariç- rastlamak zordur.
Bunlar kadar toplumları sömüren ve sömürge haline getirerek katleden yapılar da azdır.
Bunlar kadar tumturaklı yalanlar sarf edenler de yine azdır.
Bunlar kadar kendi yapmadıklarını yapmış, yaptıklarını ise yapmamış olarak yansıtanlar da azdır.
Kendilerinde olmayan insani özellikleri varmış gibi ancak kendilerinde olan faşizan özellikleri de yokmuş gibi yapan başka bir güçlerde çok az görülmektedir.
Daha somut olarak: Erdoğan’ın yaptıklarının tümüne bakılabilir. Yalan söyler ancak dürüst olduğunu iddia eder. Çalar ancak birilerinin çaldığını söyler. Katleder, başkalarının katlettiğini söyler. Anaların kutsal olduğunu söyler, en çok anayı katleder. Dinden söz eder en büyük dinsizliği yapar. Kapitalisttir ancak ne kadar antikapitalist olduğunu söyler. Dünya beşten daha büyüktür, der, Türkiye’de tek olmak için her şeyi yapar. Darbe yapar, başkalarının darbe yaptığını söyler. Anti demokratik ve diktatördür ancak birilerini diktatör hatta faşist olarak lanse eder. İşçi ve emek karşıtıdır ancak emeğin en büyük savunucusu olarak ortaya çıkar. İnsana düşmandır ancak insanı yaratandan dolayı yaratılanı sevdiğini söyler. Kürt düşmanıdır ancak ağzından "Kürt kardeşim" sözleri düşmez. Herkese küfreder ancak ne kadar da sağlam ve dürüst bir Müslüman olduğunu sürekli tekrarlar.
Başka bir deyişle, kendisinden olmayanı kendisinden varmış gibi yapan, kendisinin yaptığını ise başkalarının yaptığını günde bin kere söyleyen kişi Erdoğan ve onunla aynı yolu izleyenlerdir. Bu bağlamda ikiyüzlülüğü çok çok aşan hatta günlük olarak yüz tane farklı yüzle ortada dolaşan bir strateji ile karşı karşıyayız.
Sonuç itibarıyla, tam iki yüz yıldır bedavadan başkalarının sırtında parazit gibi ayakta kalma stratejileri belirleyerek yaşayan bir faşizan gerçeklik ve zihniyetle karşı karşıyayız.
Bu stratejileri bilerek faşizme karşı mücadele yöntemlerimizi zenginleştirme umuduyla.