Olgular ve olayların isimlendirilmesi önemlidir. Adlandırma sadece basit bir sınıflandırma değil, olgu ve olayların içeriğini de anlamak için yol gösterir.
Çünkü kavramlar sadece bir olguyu, olayı betimlemekle veya tanımlamakla kalmazlar, algıda oluştururlar. Bazen gerçeğin ters-yüz edilmesinde, yanlış bir tarih bilincinin oluşmasını da sağlarlar.
Tam da bu nedenden dolayı eşyayı adıyla çağırmak veya çağırmamak sanıldığından daha keskin sonuçlara yol açabilir.
Çoğu kez sömürgeciler, zalimleri diktatörler, katiller, tecavüzcüler yaptıkları her kirli işi güzel betimlemelerle gizlemeye çalıştı.
Mesela Saddam Hüseyin 1986-1988 yılları arasında 180 bini aşkın Kürdün soykırımdan geçirildiği harekatın adını Kur'an’ın 75’inci sûresi ‘’Enfal’’ olarak koymuştu.
Saddam’dan çok önce bu işi yapanlar vardı tabi. Bir anlamda Saddam onların öğrencisi sayılırdı.
Örneğin Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürdistan’da sürgün, soykırım ve asimilasyon politikalarını ‘’geri kalmış bölgelere medeniyet götürüyoruz’’ gibi kavramlarla gizlediler.
Gerçekten de Zilan’da veya Dersim’de pekte ne olduğundan haberdar olmayan, hatta oralarda ‘’vahşi, yırtıcı, mağara insanlarının’’ yaşadığını düşünen Türkler ekseriyetle Cumhuriyet’in bu yerlere medeniyet götürdüğünü düşündü.
Köyler yakılıp yıkılıyor, uçaklardan insanların üzerine çuvallar dolusu çiviler dökülüyor, fare zehri ile mağarada çocuklar topluca öldürülüyor, on binlerce, yüz binlerce insan göç ettiriliyor, yüzlerce Kürt idam sehpalarında ipe çekiliyor ama dönemin basın-yayın organları devletin ‘’eşkıyayı temizlediğini’’, ‘’medeniyeti kabul etmeyen yaratıkları’’ ortadan kaldırıldıklarını yazıyordu. Cumhuriyet gazetesi 19 Haziran 1937’de soykırımı ‘’Dersim dağlarındaki son çapulcu gruplar temizleniyor’’ başlığıyla gizliyor ve aklıyordu.
Bu soykırımcı politikaya sadece ahali değil, bazı sol, liberal çevrelerde inanıyordu veya inanmak istiyordu. Örneğin dönemin Türkiye Komünist Partisi yayın organlarında Kemalistlerin, ‘’emperyalizmin uşağı, gerici, şeriat devleti kurmak isteyen Kürt isyancıları’’ bastırdığı öve öve anlatılıyordu.
Daha yakın zamanda Kıbrıs işgal Harekâtı’nın ‘’Barış Harekâtı’’ olarak adlandırılması da asla tesadüfü değildi. İşgali ve vahşeti gizlemek için bu isim özenle seçilmişti. Bu işgal üzerinden 45 yıl geçmesine rağmen ne adaya barış geldi ne de Türk ordusu tarafından kaybettirilen 1635 kişinin akıbeti açığa kavuşturuldu.
Veya 2000 yılının son günlerinde cezaevlerindeki açlık grevlerini bastırmak için yapılan ve tam bir katliama dönüşen müdahalenin adı gibi: ‘’Hayata Dönüş Operasyonu.’’
Öyle bir hayata dönüş ki askerler ve özel timler tarafından açlık grevinde olan tutsaklar kimyasal silahlarla diri diri yakıldı, kurşuna dizildi. 30 tutsak ve iki de asker -ki bunlarda özel timler tarafından vuruldu- yaşamını yitirdi. Onlarca tutsak yaralandı, sakat kaldı.
Başka bir örnek: Şubat 2008’de Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bulunduğu Medya Savunma Alanları’na karşı yapılan işgal girişiminin adı da ‘’Güneş Harekâtı’’ idi.
Ve Ocak 2018… Türk devleti, Ortaçağ karanlığından fırlamış çetelerle birlikte insanların barış ve huzur içinde yaşadığı Rojava Kürdistanı’nın Efrîn bölgesine karşı işgal ve soykırım saldırısı başlattı. Bu soykırım saldırısına ‘’Zeytin Dalı Harekatı’’ adını koydu. Çünkü ancak böylesine masum bir adlandırmayla bu vahşi soykırım saldırısı gizlenebilirdi.
Türk ordusunun saldırısında yüzlerce masum insan yaşamını yitirdi. Yüz binlerce insan asırlardır üzerinde yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı. Efrîn doğası, tarihi ve zenginlikleri bu işgalci güçler tarafından talan edildi. Öyle ki Türk devletinin Efrîn zeytinlerini çalması ‘’Zeytin hırsızları’’ kavramıyla dünya medyasının gündemine girdi.
Vicdan ve insanlıktan yoksun Türk medyası anın da psikolojik savaş merkezi tarafından üretilen ‘’Zeytin Dalı Harekâtı’’ adını çok sevdi. Tıpkı 1925, 30, 38 yıllarında olduğu gibi Türk ordusunun ‘’vahşi’’ ve ‘’medeniyet dışı’’ Kürtleri ortadan kaldırmak için ‘’çok temiz bir harekât’’ yaptığını propaganda etmeye başladı. Ne yazık ki Türk olmanın imtiyazını korumaya eğilimli ekseri çoğunluk bu yalanı kabullendi. Veya kabullenmek işine geldi. Sözüm ona sanatçı, aydın, köşe yazarı bir kamyon dolusu kişi de Türk ordusu ve ona bağlı çetelerin yanında saf tutmaya başladı.
İşgal gerekçeleştikten sonra Türk psikolojik savaş merkezi Efrîn’deki vahşeti görünmez kılmak için bu kez başka bir kavramı pazara sürdü. Türk devletinin Rojava Kürdistanı’nda, Kuzey Suriye’de işgal ettiği yerlerin adı ''kontrol altına almak'' oldu.
Gariptir işgali ve vahşeti perdelemek için üretilen bu kavram AKP-MHP havuzunun ‘’dışında’’ olduğunu iddia eden ‘’tarafsız’’ ve ‘’objektif’’ olmakla övünen medya tarafından da kullanılmaya başladı.
Mesela en son BBC Türkçe ‘’Suriye'nin yeniden inşasını hangi ülkeler üstlenecek, Türkiye rol oynayabilir mi? ‘’ haber-analizde Türk işgalini ''kontrol altına almak'' olarak nitelemekle kalmadı, gazetecilik adına daha vahim ve utanç verici bir şey yaptı. İşgalci Türk devletinin Efrîn’de “çok güzel şeyler’’ yaptığını iddia etti. Bu iddiasını daha doğrusu yalanını, yalan haber yapmakta dünyada ilk sırada yer alan Anadolu Ajansı’na dayandırdı.
BBC Türkçe haberinde şöyle diyor:
‘’Türkiye, Fırat Kalkanı Harekâtı ile kontrol altına aldığı El Bab, Cerablus, Azez ile Zeytin Dalı Harekâtı ile kontrol sağladığı Afrin'de yerel meclis, okul, hastane inşası ve onarımı ile altyapı hizmetlerine başlamış durumda.’’
Yani BBC’ye göre işgal ‘’kontrol sağlamak’’, soykırım ve talan politikası ise ‘’alt yapı hizmetlerine’’ dönüşmüş oluyor.
BBC Türkçe'ye göre; Türk ordusu ve çetelerin Efrîn’de Kürtlere ait ne varsa yakıp-yıkmaları, Zeytin başta olmak Kürtlerin malına-mülküne el koymaları, hızlı bir Türkleştirme programı uygulamaları, binlerce insanı dışarıdan getirip buraya yerleştirmeleri, demografik yapıyı değiştirmeye çalışmaları ‘’alt yapı hizmetleri’’ oluyormuş!
Tabi bu ısmarlama ‘’gazeteciliği’’ sadece BBC Türkçe yapmıyor. Rus istihbaratının her ülke ve konuya göre günlük, hatta saatlik algı oluşturmak için otuzdan fazla dilde yayın yapan ‘’Sputnik’’ adlı ‘özel kuruluş’’ da yapıyor. Hem de fazlasıyla.
Türk psikolojik savaş merkezinin ürettiği kavramlar üzerinden işgal ve soykırımı gizleme çabası sadece BBC Türkçe ve Sputnik’e özgü bir şey mi?
Elbette ki hayır!
Tonu ve vurgusu farklı olmakla birlikte bunu Kemalistlerin yayın organı Sözcü ve Cumhuriyet, Süleymancıların yayın organı Yeni Asya, PDK’nin yayın organı Rudaw ve Gülencilere yakın olduğu söylenen Ahval da yapıyor.
Sonuç olarak bilerek veya bilmeyerek Efrîn başta olmak üzere Rojava Kürdistan’ı ve Kuzey Suriye topraklarının Türk ordusu tarafından işgal edilmesini ''kontrol altına almak'' olarak adlandırmak, buradaki soykırımı ‘’alt yapı çalışmaları’’ olarak görmek hem utanmazlıktır, hem de soykırım suçuna ortak olmaktır.
Ve öyle iddia edildiği gibide bunun “tarafsız” ve “objektif” gazetecilikle de bir alakası yoktur.