Bu satırlar yazıldığında Leyla Güven açlık grevi direnişinin yetmiş dokuzuncu günündeydi. Biyolojik yaşam bakımından ne kadar aktivitesi bulunduğu pek bilinmiyordu. Ancak söz konusu biyolojik durumuna rağmen, AKP-MHP faşizminin bütün çabaları onu amaçlarından vaz geçiremiyor. Hewlêr’deki Nasır Yağız’ın direnişi atmış beş günü aşmış, zindanlardaki ve Avrupa’daki direnişler de kırk güne ulaşmış bulunuyor. Söz konusu açlık grevi direnişleri her alanda kitleler tarafından aktif desteklendiği gibi, süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerine yeni katılımlar oluyor. Başta Leyla Güven olmak üzere tüm direnişçiler, “Tecrit kırılmadan açlık grevini bırakmayacaklarını” belirtiyor. Tecridin kırılmasının da faşizmin yıkılması ve Kürdistan’ın özgürleşmesi anlamına geldiği dikkate alınırsa, söz konusu direnişlerin daha epey bir süre gelişerek devam edeceği anlaşılıyor.
Bu durum çok net bir biçimde gösteriyor ki, yediden yetmişe Kürtler artık İmralı tecrit ve işkence sistemiyle birlikte yaşamak istemiyorlar. Zaten Leyla Güven de, son mesajında yirmi yıl boyunca hiçbir zaman İmralı tecrit sistemini beyin ve yüreklerinde kabul etmediklerini belirtiyor. Yirmi yıllık tecrit kırılmadan, yani İmralı işkence sistemi parçalanmadan eylemini sona erdirmeyeceğini ifade ediyor. Leyla Güven’in bir milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı olduğu ve halk içinden çıkan bir politikacı kimliğine sahip bulunduğu dikkate alınırsa, Kürt halkının artık İmralı sistemi ile yaşamak istemediği ve bu sistemi parçalamayı hedefleyen genel bir halk direnişi içine girdiği, yirmi yıllık faşist baskı ve tecrit sisteminin biriktirdiği tepkinin artık patlamaya dönüştüğü açıkça görülüyor.
Leyla Güven’in de açıkça ifade ettiği gibi, aslında Kürtler hiçbir zaman 15 Şubat komplosunu ve İmralı işkence ve tecrit sistemini meşru görmediler. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ABD-TC işbirliği ile Kenya’dan kaçırılarak İmralı’ya getirilmesini asla kabul etmediler. Yirmi yıl boyunca tam bir fedai çizgisinde 15 Şubat komplosuna ve İmralı sistemine karşı mücadele ettiler. “Güneşimizi Karartamazsınız” sloganı altında Önder Abdullah Öcalan etrafında bir ateşten çember oluşturdular. Bu uğurda kadın-erkek, çocuk-yaşlı on binden fazla şehit verdiler. Ama bir an bile Önder Abdullah Öcalan’dan kopmadıkları gibi, bağlılıkları giderek daha da arttı.
Diğer bir boyut, yirmi yıllık direniş içinde sadece Kürtler yer almadılar ve şehit düşmediler. Kürtlerle birlikte Türk, Arap, Çerkez, Ermeni, Fars gençler de mücadele etti ve şehit düştü. Dahası faşist DAİŞ çetelerine karşı mücadelede bu katılım daha da arttı. Amerika’dan İngiltere’ye, Kanada’dan Almanya’ya kadar dünyanın tüm kıtalarından gençler gelip Kürdistan’da “Bijî Serok APO!” diyerek savaştı ve şehit düştü. Komploya karşı ilk fedai eylemi yapanlardan biri, Lübnanlı Arap kadın militan Rojbin’di. Bugünü yirmi yıl öncesinden gören Rojbin Arap, tüm Arap gençlerini Kürt gençleriyle birlikte ortak özgürlük mücadelesine çağırmıştı.
Kuşkusuz 15 Şubat komplosuna ve İmralı tecrit sistemine karşı herkes farklı biçimlerde mücadele etti; ancak kadın duyarlılığı, cesareti ve fedakârlığı her zaman önde oldu. Örneğin 6 Mayıs 1996 günü Türk kontrgerillası tarafından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik Şam’da yürütülen saldırıya cevabı, 30 Haziran günü Dersim’de fedai eylem gerçekleştiren Zilan(Zeynep Kınacı) verdi. PKK gerillası Zilan, beyaz katliamın imbiğinden geçmiş Malatyalı bir Kürt kadınıydı. Önder Abdullah Öcalan’ın başlattığı mücadele asimilasyonu kırmış, TC’nin asimile ettiğini sandığı Kürt kadın ve erkeklerini birer fedai özgürlük militanı haline getirmişti.
İmralı tecrit ve işkence sistemini kökten reddeden ilk bilinçli tutumu da bir Kürt kadını geliştirdi. Süleymaniye’de doğan ve bir aşiret kızı olan Viyan Soran(Leyla Wali Hüseyin), 1-2 Şubat 2006 gecesi, yani 15 Şubat komplosunun yedinci yıldönümüne gidilirken, “Ben İmralı sistemi altında yeni bir 15 Şubatı yaşamak istemiyorum” diyerek, Zaxo İlçesinin dağlık alanında bedenini ateşe verdi. Bu temelde başta yoldaşları, kadınlar ve Güney Kürdistanlılar olmak üzere herkesi 15 Şubat komplosunu meşru görmemeye ve İmralı tecrit sisteminin parçalanması için aktif mücadele etmeye çağırdı. Viyan Çağrısı başta kadınlar olmak üzere Kürt halkı tarafından benimsenerek, 2006 baharında komploya karşı en güçlü, aktif ve kitlesel halk direnişleri gerçekleşti.
2006 yılı Şubat başında kendini direniş kıvılcımı yapan Süleymaniyeli Leyla’dan, şimdi 2019 yılı Şubatına doğru giderken kendini direniş kıvılcımı yapmış olan Konya doğumlu Leyla’ya kadar Kürt kadınları İmralı tecrit ve işkence sistemini kabul etmiyor, bu sistemle birlikte yaşamak istemiyor ve kendini ateş topu yaparak direniyor. Aynı biçimde Kürt gençleri direniyor, Kürt halkı direniyor, Kürtlerin dostları direniyor. Konya doğumlu, Hakkari milletvekili, DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde tüm Kürtler ve dostları, yirminci yılı dolarken artık 15 Şubat komplosu ve İmralı tecrit sistemiyle birlikte yaşamak istemeyip ölümüne yeni bir direniş içine girmiş bulunuyor. 2006 yılı Şubat başında Viyan Soran’ı saran özgürlük ve direniş ruhu, şimdi bütün Kürt kadınlarını, gençlerini ve halkını sarmış oluyor.
Bazıları Leyla Güven’in biyolojik olarak yaşamını yitireceğinden, diğer açlık grevi direnişçilerinin de benzer bir durumu yaşayacağından, çok sayıda ölüm olabileceğinden, böyle olmaması için bundan vazgeçilmesi gerektiğinden söz ediyorlar. Çok açık ki, böylesi düşüncede olanlar, yirmi yıldır Kürt kadınlarının ve halkının nasıl yaşadığını, nasıl bir vahşi baskı ve zulüm gördüğünü, zorluklar altında nasıl mücadele ettiğini ve bu mücadelede ne kadar genç kadın ve erkeği şehit verdiğini, ne kadarını zindanlara gönderdiğini bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar. Halbuki 14 Temmuz 1982 tarihinden beri en doğal ve kolay ölüm, Kürtler için ölüm orucu oluyor. Ne kadarının cesetlerinin parçalanıp yok olduğunu, ne kadarının bir mezarının bile bulunmadığını belli ki bazıları görmek ve bilmek istemiyor.
Kısaca Leyla Güven öncülüğünde gelişen “Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım ve Kürdistan’ı özgürleştirelim” direniş hamlesi ile Kürt halkı ve özgürlük hareketi doğru yolu bulmuş ve Önderlik çizgisine girmiş bulunuyor. Bedeli ne olursa olsun, kuşkusuz şimdiye kadar olandan fazlası ve de beteri olamaz, söz konusu bedeli ödeyerek amacı başarana kadar sürecek bir zafer direnişini tutturmuş oluyor. Direniş eylemleri dört parça Kürdistan’da, Türkiye’de ve dünyada her alana yayılıyor ve her türlü yöntemle zenginleşiyor. Kuşkusuz bu mücadele büyüyüp keskinleşecek ve zafere kadar sürecektir. Artık hiç kimse Kürt halkını böyle bir direnişten alıkoyamayacaktır.
AKP-MHP faşizminin 12 Ocak günü başvurduğu özel savaş oyunu boşa çıkartılmış, artık Kürtler ve dostları bu tür oyun ve hilelere karşı da duyarlı ve dikkatli hale gelmişlerdir. Dolayısıyla faşizmin hiçbir yalanı ve hilesi sonuç vermeyecektir. Rusya’ya, ABD’ye, Avrupa’ya ve İran’a yalvarmaları ise hiçbir sonuç vermeyecek ve AKP-MHP faşizmini çöküşten kurtarmayacaktır. Tayyip Erdoğan kendini ne kadar pazarlarsa pazarlasın, büyük güçler önünde ne kadar takla atarsa atsın, faşist-soykırımcı diktatörlüğün çöküşünü önleyemeyecektir. Artık her yerden eli boş dönmektedir. Dahası alay konusu olmakta, mevcut faşist yönetim altında Türkiye inek sağar gibi sağılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye toplumunun da artık bu ucube yönetimi taşıma gücü kalmamıştır. Leyla Güven ve açlık grevi direnişleri öncülüğündeki Kürt özgürlük direnişi tüm Türkiye’yi saracak, önümüzdeki aylar AKP-MHP faşizminin toptan çöküş ayları olacaktır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika