Kuşkusuz Mehmet Öcalan’ın 12 Ocak günü İmralı’ya götürülmesi bir aile görüşü bile değildi. Zira tatil günü olan cumartesi günü görüş mü olur? Söz konusu gidiş, bu biçimde resmi kayıtlara bile geçmemiştir. Eğer yapılan bir aile görüşü idiyse, o zaman neden başka aile üyeleri de gitmediler? İmralı’da rehin tutulan diğer tutsakların aileleri niçin götürülmediler? Geçtiğimiz hafta içinde ailelerin gidişi ve görüşmelerin yapılışı niçin devam etmedi?
Belli ki benzer sorular daha çok sorulabilir. Fakat bunlar da konuyu aydınlatmak için yeterlidir. Aslında 12 Ocak günü yapılan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile aile görüşü değil, tersine DTK Eşbaşkanı ve HDP Milletvekili Leyla Güven’e açlık grevi direnişini bıraktırmak için düzenlenmiş bir özel savaş oyunudur. Bunun için aynı tatil gecesi Leyla Güven’in avukatı cezaevine gönderilmiş, “İmralı’da görüşme yapıldı” denerek Leyla Güven’in açlık grevi direnişini bırakması sağlanmak istenmiştir. Belli ki söz konusu özel savaş taktiğini planlayanlar açısından Leyla Güven’in direnişi bırakması yeterli görülmüştür. Öyle anlaşılıyor ki, onları en çok zorlayan Leyla Güven’in direnişidir. Belki de Leyla Güven’in açlık grevini bırakması bu biçimde sağlanabilseydi, diğer direnişçiler için daha farklı oyun ve saldırı yöntemi geliştireceklerdi.
Her neyse, Leyla Güven gece saat on ikide görüşe çıkmayınca avukatlar üzerinden yapılmak istenen hile gerçekleşmedi ve başta Leyla Güven olmak üzere zindanlarda direnen insanlar uyanık davrandılar, sonuçta söz konusu özel savaş oyunu bozuldu. Tıpkı 11 Eylül 2016’daki gibi düzenlenmiş olan özel savaş taktiği bu sefer tutmadı. Direnişçiler bir bir yapılan hileyi ortaya koyup bunun tecridin sona ermesi anlamına gelmediğini ve bu nedenle direnişin devam edeceğini açıkladılar, bu temelde özel savaş oyunu bozularak “Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım” hamlesi güçlenerek devam etti.
Şimdi bu noktada bazı hususları değerlendirmek gerekiyor. Birincisi, Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi topyekûn bir özel savaş saldırısı ile karşı karşıyadır. Özel savaş da yalan, oyun ve hile demektir. Bir yandan DAİŞ’in yaptığı gibi dehşet saçarak korkutmayı hedefler, diğer yandansa yalan ve hile ile oyuna getirmeye çalışır. Açık ve dobra dobra gerçekleşen bir saldırı biçimi değildir. Bu nedenle, özel savaşa karşı mücadele edenlerin, açık ve kaba saldırılara karşı direngen olmaları gerektiği gibi, yalan ve hilelere karşı da duyarlı ve dikkatli olmaları gerekir. Yoksa direnerek kazansalar bile, hile ve oyunlar karşısında kaybeder duruma düşebilirler. Bu gerçeği tüm Kürt halkının ve dostlarının, tüm yurtsever ve demokratik güçlerin iyi bilmesi, özel savaş hile ve oyunlarına karşı sürekli duyarlı ve dikkatli olabilmesi gerekir.
İkincisi, açlık grevi ve ölüm orucu gibi eylemler öyle ortak karar ve plan temelinde olmaz, tersine bireylerin değerlendirmeleri ve öz kararları temelinde gerçekleşir. Örneğin süreç değerlendirilir, nasıl direnilmesi gerektiği ortaya çıkartılır, bu durumda herkes içinde bulunduğu koşullara göre eylem yöntemleri bularak karara ulaşıp pratiğe geçer. Bu temelde açlık grevi ve ölüm orucu gibi eylemler esas olarak elinde başka tür mücadele imkanı bırakılmamış olan zindanlardaki tutsaklar tarafından gerçekleştirilmektedir. Nitekim Leyla Güven, kendi yaptığı değerlendirmeler sonucunda ve kendi öz iradesi ile böyle bir eyleme karar verip başladığı, bundan başka hiçbir kimsenin haberinin bile olmadığını belirtmiştir. Benzer durum diğer direnişçiler açısından da geçerlidir. Bu nedenle, sanki başka birileri bu eylemi başlatmış gibi, yine başka birilerinin bıraktıracağı beklentisi içinde olmamak, bu yönlü arayışlar içerisine girmemek gerekir. Tersine söz konusu karar ve iradeye saygılı olmak, eğer bir şey yapılmak isteniyorsa, o zaman mümkün oldukça sahip çıkarak destek vermeye çalışmak en doğrusu olur.
Üçüncüsü, benzer biçimde söz konusu eylemleri sona erdirici güç olarak hep Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı görmek ve ondan beklentili olmak da doğru değildir. Zira tecrit sadece İmralı’da yoktur, TC sınırları içerisinde her yerde ve herkes üzerinde vardır. Zaten sınırlara duvarlar örülerek, AKP-MHP faşizmi tarafından Türkiye adeta bir zindan haline getirilmiştir. Dolayısıyla tecridi kırmak demek, sadece İmralı ile ilgili bir durum değildir, herkesi ilgilendiren genel bir durumdur. O açıdan da, direnişlerin muhatabı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan değil, direnişleri geliştirmek anlamında Türkiye’de yaşayan herkes, direnişlere yol açan anlamında ise AKP-MHP iktidarıdır. Söz konusu direniş eylemleri mevcut faşist tecridi kırmak için gerçekleşmektedir, tecridi yaratan ise mevcut AKP-MHP iktidarıdır. O halde söz konusu eylemlerin muhatabı mevcut iktidardır, eğer tecrit sona erecekse bunu ancak tecridi ortaya çıkartan iktidar yapabilir. Bunun için de herkesin yönünü iktidara dönmesi ve iktidar üzerinde baskı uygulaması gerekir.
Dördüncüsü ise, bir özel savaş hilesi bile olsa, 12 Ocak günü Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya götürülmüş olması, Leyla Güven öncülüğünde yürütülen “Tecridi kıralım ve faşizmi yıkalım” direniş hamlesinin somut bir başarısı olmaktadır. Çünkü mevcut direnişin zorlaması sonucunda AKP-MHP iktidarı Mehmet Öcalan’ı İmralı’ya götürmek ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüştürmek zorunda kalmıştır. Kuşkusuz bu biçimde mevcut direniş hamlesini pasifize etmeyi ve kırmayı amaçlamıştır, ancak yöntem olarak Kürt Halk Önderi ile görüşme yöntemini uygulamaya zorlanmıştır. Demek ki mevcut direniş hamlesi faşist diktatörlüğü zorlamakta ve farklı adımlar atmaya mecbur bırakmaktadır. Demek ki direniş sonuç vermektedir. O halde daha büyük ve etkili direniş daha büyük sonuçlar verebilecektir. Nitekim direniş kazandırmaktadır.
Son olarak, söz konusu özel savaş oyununun boşa çıkartılması “Tecridi kıralım ve faşizmi yıkalım” direniş hamlesinin çok güçlü bir biçimde gelişmesine yol açmıştır. Özel savaş işte böyle bir savaştır. Yerinde ve zamanında etkili uygulanırsa sahibine kazandırır, ancak yalan ve hile açığa çıkartılarak oyun bozulursa o zaman da karşıtı kazanır. Nitekim 12 Ocak’ta planlanan oyunun bozulması AKP-MHP’nin özel savaş sistemine kaybettirmiş, buna karşı “Tecridi kıralım ve faşizmi yıkalım” hamlesine kazandırarak, özgürlük hamlesinin çok güçlü bir biçimde gelişmesine yol açmıştır.
Şimdi oyunun bozulmasından ve İmralı görüşmesinden aldığı güçle söz konusu direniş hamlesi daha çok gelişmekte ve her tarafa yayılmaktadır. Kuşkusuz mevcut açlık grevleri oldukça kritik bir aşamaya ulaşmış durumdadır. Her an şahadetlere de yol açabilir. Bunu bizzat direnişi yürütenler de zaten açıkça ifade etmektedir. Mevcut özgürlük direnişi zaten böyle bir fedai çizgisinde yürütülmektedir. Direniş toplumu nasıl etkileyip mücadeleye sevk ediyorsa, şahadetler de daha güçlü bir biçimde halkı mücadeleye çekecektir.
Bu anlamda gelinen nokta çok daha etkileyici ve eyleme geçirici bir noktadır. Nitekim bu temelde eylemler yayılmakta, çeşitlenmekte ve büyümektedir. Zindanlardaki açlık grevleri dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında çok zengin halk eylemleriyle birleşmekte, gerilla eylemleri bu direnişlerin moral gücü olmaktadır. Özel savaş oyunlarını bozan özgürlük hamlesi zafer yolunda ilerlemektedir. Buna karşı AKP-MHP faşist saldırganlığı gittikçe daha çok zayıflamakta ve Minbic’te ABD askerlerini vuracak kadar bir çılgınlaşma içine girmektedir. Faşizmin yürüttüğü özel savaş diplomasisi de, ekonomisi de, saldırganlığı da, tehditleri de artık hiçbir sonuç vermemekte ve faşizmin çöküşünü önleyememektedir. Özgürlük direnişi faşist özel savaş sistemini adım adım çökertmektedir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika