Delibaş: 14 Temmuz meşalesini bugün milyonlar taşıyor

1980 yıllarında Diyarbakır zindanı olmak üzere ömrünün toplam 24 yılını Türkiye’nin çeşitli cezaevlerinde geçiren Kürt siyasetçi Celalettin Delibaş, Strasbourg açlık grevi eylemcilerini ziyaret etti.

Urfa’nın Hilvan ilçesine bağlı Karacurun köyünde, 1958 yılında doğan Celalettin Delibaş, gençlik yıllarında “Apocular” ile tanışır. Delibaş, PKK tarihinde, “Hilvan ve Siverek direnişi” olarak geçen o dönemdeki çatışmalarda yer alır. Bundan dolayı 12 Eylül darbesi öncesi 1980 yılında tutuklanır ve PKK’nin ana davasında yargılanır. Ömrünün 24 yılını Amed başta olmak üzere bir çok cezaevinde geçirir.

Celalettin Delibaş, cezaevinden çıktıktan sonra siyasete devam eder ancak AKP hükümetinin baskıları sonucu tekrardan ceza alınca Avrupa’ya çıkmak zorunda kalır. Bu süre zarfında, 1980 yıllarındaki ölüm orucu olmak üzere defalarca açlık grevlerine giren Kürt siyasetçi Delibaş, uzun yıllar birlikte kaldığı arkadaşları Mustafa Sarıkaya ve M. Nimet Sevim’in de aralarında olduğu Strasbourg’daki açlık grevi eylemcilerini ziyaret etti.

Duygusal anların yaşandığı ziyarete ilişkin konuşan Delibaş, arkadaşlarıyla gurur duyduğunu söyledi. Leyla Güven öncülüğünde devam eden açlık grevi eylemlerinin, 14 ölüm orucu kökleri üzerinde yükseldiğini belirten Delibaş, tıpkı o dönem gibi amacına ulaşacağı vurgusunda bulundu. Kürt halkını da AKP’nin politikalarına karşı mücadele etmeye çağıran siyasetçi Celalettin Delibaş ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecrit, açlık grevleri ve AKP politikaları üzerine konuştuk.  

Türk devleti ve AKP hükümeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit politikasıyla ne gibi mesaj vermek istiyor?

İmralı adası, özel bir plan dahilinde hazırlandı. Bu proje uluslararası bir projedir. Uluslararası devletler bu proje çerçevesinde, Önder Apo’yu, Türkiye’ye teslim etti. Hatırlarsanız dönemin Türkiye başbakanı Bülent Ecevit, "Biz anlamadık niye Öcalan’ı bize verdiler" dedi. Aslında bu her şeyi net ve açık bir şekilde gösteriyor. Bugün de devam eden İmralı sistemi uluslararası bir sistemdir.

Uygulanan tecrit de kapsamlı ve planlıdır. Önder Apo’ya uygulanan tecritle birlikte Kuzey Kürdistan’ın kentleri yıkıldı, insanlar katledildi. Yine Türk ordusu Efrîn’i işgal etti. Bir bütün olarak Kürtlere karşı topyekün bir savaşın ilanıydı. Tecrit ile birlikte Kürtleri yok etme ve sindirmek istiyor. AKP’nin amacı budur.

Bu dönemde Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevi eylemlerini nasıl yorumlamak gerek?

Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi, yok etme, imha planı olan tecride karşı bir cevaptır. Bugün de başta zindanlar olmak üzere dünyanın birçok merkezinde binlerce kişi tarafından devam ediliyor. Bu tarihi ve kutsal bir eylemdir. Bu eylemin kökleri, 14 Temmuz 1982 ölüm orucuna kadar uzanıyor.

Bu miras, M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’ten günümüze kadar gelmiştir. Ancak bugün anlamı daha farklıdır. Çünkü AKP Kürt halkının iradesini kırmak istiyor. Bunun için Önder Apo’nun üzerindeki tecridi derinleştirmek istiyor. Özgürlük mücadelesini tasfiye etmek istiyor. İşte bugünkü açlık grevi bu tasfiye, yok etme ve asimilasyona karşı bir direniş ve mücadele yöntemidir.

Tarih boyunca açlık grevi eylemleri dünyanın birçok yerinde mücadele yöntemi olarak denenmiş ve sonuçlar da almıştır. Peki Kürdistan özgürlük mücadelesi tarihinde açlık grevi eylemleri nasıl bir role sahip?

Kürdistan tarihinde açlık grevi mirası yok. İlk olarak bu tohumu M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek, PKK’nin direniş kültürüne ekti. Bu 4 arkadaş ölüm orucunda şehit düştü. Daha önce Türkiye’de Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Nazım Hikmet gibi şahsiyetler açlık grevine girmişlerdi. Ancak Kürtlerin mücadelesinde 1982 yılında başladı.

Bu direnişte zaten Kürtlük namına bir şeyin olmadığı 12 Eylül 1980 askeri darbenin bütün muhaliflerin üzerinden silindir gibi geçtiği bir dönemde yapıldı. Zaten bu eylemin karakteri de böylesi dönemlerde ortaya çıkar. Bu eylem en zor koşullarda yapılarak, amacına ulaştı. 12 Eylül darbesinin amacına ulaşmasına karşı bir set oldu.

Hayatınızın 24 yılını cezaevinde geçirmiş, 12 Eylül Diyarbakır zindanında ölüm orucu olmak üzere defalarca açlık grevine girmiş bir siyasetçi olarak, bugün yapılan açlık grevini nasıl görüyorsunuz?

Halkların özgürlük mücadelesi, her dönem kendi koşullarına göre mücadele yöntemi ve metodunu ortaya çıkarıyor. Bazı dönemlerde gerilla savaşarak, silahla amacına ulaşır. Bu başarıya ulaşmıştır. Bazı koşullarda da sivil siyaset devreye girer. Ancak bugün sivil siyaset tamamen boğulmak isteniliyor. Parlamenterler, seçilmiş siyasetçiler cezaevinde. Faşizm adeta nefes bile aldırtmıyor. Bu koşullarda bir çok mücadele yöntemini ortaya çıkarmıştır. Bunlardan bir tanesi de açlık grevidir.

Halk da bu mücadele ile önderlerine, çocukların sahip çıkıyor. Bu direnişte halk, önderleriyle buluşmuş AKP-MHP faşizmi geriletmiştir. 31 Mart yerel seçimleri de bunun somut örneğidir. İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin, Adana gibi iller AKP’den alınmıştır. Kürtlerin rolü burada belirleyicidir. Kuşkusuz bunda da açlık grevinin büyük bir etkisi var. Bu da faşizme büyük bir darbedir.

Açlık grevinin amacına ulaşacağına inanıyor musunuz?

Nasıl ki, 1982 yılında M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek, başarıya ulaştıysa, rolünü oynadıysa bugünde Leyla Güven öncülüğünde tecride ve imhaya karşı başlatılan ve binlerce kişi tarafından yürütülen bu direniş, başarıya ulaşacaktır. 14 Temmuz direnişi meşale oldu, dağlara ulaştı, oradan da halka, bugün de milyonlara ulaşmıştır. Bugünkü açlık grevi bir örgütlülüğe kavuşacak ve amacına ulaşacaktır.

Strasbourg’daki 14 açlık grevi eylemcileri arasında Mustafa Sarıkaya ve M. Nimet Sevim de bulunuyor. Her iki isimle yıllarca cezaevinde kaldınız ve açlık grevi eylemlerinde bulundunuz. Yıllar sonra onları tekrar açlık grevinde gördüğünüzde ne hissettiniz?

Oldukça duygusal bir atmosfer oluştu, bunu söyleyebilirim. Çünkü Mustafa Sarıkaya ve M. Nimet Sevim ile yıllarca birlikte cezaevinde kaldık. Duygulanmamak elde değil ama biz bir mücadele yürütüyoruz. Bunlar bizim için birer mevzi. Arkadaşlar burada hiçbir kişisel ve şahsi çıkarlara tenezzül etmeden şehit arkadaşlarına, önderlerini sahip çıkarak, yıllar sonra Avrupa’nın merkezinde bedenlerini ölüme yatırdılar. Çünkü Önder Apo bizim için her şeydir.

Burada Prometheus’un isyanında bir örnek vermek istiyorum. Prometheus derki, “Zeus iktidarda olana kadar acılarım bitmez. Ne zaman Zeus iktidardan düşerse acılarım ve dertlerim son bulur.” Biz Kürdistan devrimcileri için de Önder Apo, İmralı adasında olana kadar acılarımız bitmez. Önder Apo İmralı cezaevinden çıkıp, Amed’de ve Kürdistan’da halk tarafından zılgıtlarla karşılandığı zaman bizim de acılarımız son bulur. Bence bu çok yakındır. Onun için halkımız bu mücadele etrafından kenetlemeli. Geleceğine, özgürlüğüne sahip çıkarak, Türk faşizmine karşı çıkmalıdır. İşte özgürlük o zamandır…