Düsseldorf Davasında neler yaşandı?

Düsseldorf Davası avukatlarından Edith Lunnebach, mahkemede yaşananları Yeni Özgür Politika gazetesine anlattı.

PKK yasağı öncesinde 1989’da Kürt siyasetçilere yönelik gerçekleşen Düsseldorf Davası’nda Almanya kendi yasalarını da ihlal ederek birçok hukuksuzluğa imza attı. Almanya’da ilk defa bir mahkemede müvekkil ve avukat arasına demir bariyerler yerleştirildi. Savunma avukatlarına kayyum atandı, Almanya Türkiye’nin verdiği belgelerle yargılama yaptı…

Düsseldorf Davası avukatlarından Edith Lunnebach, mahkemede yaşananları anlattı:

”Bu davanın görüldüğü yer hali hazırda zaten biliniyordu ama bu dava için özellikle yeni eklemeler yapılmıştı. Düsseldorf Davası olarak bilinen dava eski bir polis kışlasındaki bir arazide yapıldı. Kışlanın önü demir bariyerlerle çevrilmişti. Bu demir bariyerleri geçtiğinizde, özel güvenlik girişi sizi bir bodrum katına indiriyor daha sonra o bodrum katından başka bir girişten yukarı çıkarıldığınızda da mahkeme salonuna ulaşmış oluyordunuz. O atmosfer, biraz şu duyguyu veriyor; bodruma inerek realiteden koparılıyor, oradan da mahkemenin ‘göstermelik’ tartışmalarının gerçekliğine götürülüyordunuz.

Mahkeme salonuna vardığımızda oldukça şaşırdık çünkü biz ve müvekkillerimiz arasına demir bariyerler konulmuştu. Avukat ile müvekkiller arasında fiziki bir engel koyarak birbirinden ayıran böyle bir uygulama Almanya’da ilk defa uygulanıyordu. Biz ve müvekkillerimiz arasında 20 metre ara bırakılmıştı ve bunun adına da hukuki yargılama diyorlardı. Biz tabi bunu kabul edemezdik. Savunma tarafından hemen bu uygulamaya karşı bir direniş başladı çünkü bizim için de bu çok yeni ve beklenmeyen bir şeydi. Farklı yollarla bu uygulamanın kaldırılması için mücadele ettik ve sonunda gerçekten de en azından baskı elementlerinden biri olan bu uygulama kaldırıldı.

SAVUNMAYA KAYYUM

Dediğim gibi bu baskı uygulamalarından sadece biriydi. Bunun dışında mesela yargılananlara kişi başına sadece bir avukat hakkı tanınmıştı ki, bu davanın yıllar sürecek bir yargılama olacağı başından biliniyordu. Bundan dolayı biz en azından kişi başına iki avukat hakının tanınmasını, böylece avukatlardan hasta olması, başka davalarının olması ya da herhangi bir sebepten gelememesi durumunda diğer avukatın savunmayı yüklenebileceğini söyledik. Dava hakimleri doğrudan iki avukat hakkı tanımak yerine, ikinci avukatı kendileri atamaya karar verdiler. Deyim yerindeyse kayyum avukatları atadılar. Böylece biz sadece iddia makamına karşı değil aynı zamanda savunma avukatlarına karşı da savunma yapmak zorunda kaldık.

KÜRTÇE TERCÜMAN YOKTU

Biz atanan avukatlara davaya katılmamalarını, savunma yapmamalarını istedik. Onlar dava boyunca her duruşmaya gelip sessizce yanımızda oturarak bu davaların hukuksuzluğunun eti kemiğe bürünmüş hali oldular. Bunun yanında daha en başta mahkeme doğru dürüst bir çevirmen ayarlayamadı. Kürtçe çevirmen yoktu. Türkçe çevirmen o kadar kötü çeviri yapıyordu ki, onları birkaç hafta sonra değiştirmek zorunda kaldık. Bu sefer de her şey baştan başlamak zorunda kalıyordu. Her şey o kadar karmaşık yürüyordu ki, sadece iddianame bile ancak bir kaç ay sonra tamamen okunabildi. Bunlar aslında hukuktaki olağanüstü halin göstergesiydi.

DAVAYA İLGİ BÜYÜKTÜ

Çok büyük bir davaydı. Dava ile ilgili bir sürü haber yayınlandı, makale yazıldı. Ve içerikte de genelikle “Kürt özgürlük savaşı”, “Türkiye’de Kürtler ezilirken burda nasıl böylesi bir dava yapılır?”, “Orada çok büyük adaletsizlik yaşanıyor” gibi şeyler söyleniyordu. Alman kamuoyunda çok eleştirisel sesler çıkıyordu. Mahkemede de çok canlı bir atmosfer vardı. Devamlı olarak davayı izleyen çok kişi vardı. Sadece Kürtler ve Türkler gelmiyordu aynı zamanda Almanlar da oldukça ilgi gösteriyordu. Mahkeme salonunda yer olmadığı için insanlar dışarıda bekliyordu. Dışarıda şarkılar söyleniyor, halay çekiliyor, sloganlar atılıyordu. Ordaki atmosfer gerçekten çok canlıydı. Bu tabi bize de yardım ediyordu, biz de müvekkillerimize davaya büyük bir ilginin olduğunu aktarmaya çalışıyorduk.

TÜRK DEVLETİNİN DELİLLERİ KULLANILDI

O dönem tabi Almanya’dan Türkiye’ye bir çok defa dava gerekçesi için materyaller istendi. Türk devleti de bunları mahkemeye gönderdi. Türk devletinin dava ile ilgili görüşünü dava savcılarına gönderdi, savcılar da bunu kullandı. Biz devamlı olarak bunun hukuksuz olduğunu, bu dökümanların yabancı bir ülke tarafından gönderildiğini, kendi tahminlerine göre Türk devletinin bu dokümanları hukuksal olmayan yollarla elde ettiğini söyledik ve bu da davadaki büyük tartışmalardan biriydi.

DÜSSELDORF DAVASINI UNUTAMIYORUM

Benim hatıralarımda Kürtlerle ilgili en büyük yeri Düsseldorf Davaları yer etti. Ne zaman mahkemelere gidersem o davayı hatırlıyor, kendimi o mahkeme salonunda hissediyorum. Biz avukatlar bizi müvekkillerimizden ayıran yüksek bariyerlerin önünde, onlar ise arkasında oturuyordu ki, bu zaten o davanın sembolüydü bence. Sanıklar savunmalarına, avukatlarına yabancılaştırılıyordu. Bu benim en çok aklımda kalan şeydi ve unutamıyorum.