Sayılar neyi anlatır? Vicdan sayılır mı?

Burda kimse tek bir şeyi ifade etmiyor. Herkes eylemle çoğalmış, büyümüş. TV’den Gule’yi eline paspası alırken görmek mümkün. Gelen ziyaretçilere  eylemci arkadaşları çay servisi yaparken görmek mümkün.

17.12.2018, 14.2.2019, 60, 14, 100…

Rakamsal değere bakarsak sadece semboller. Yukarıda yazdığım sayılar, bir nicelik belirtmiyor artık. Her sayı direniş, umut, inanç, fedakarlık, vicdanı anlatıyor, geçen zamanla birlikte.  Rakamlara anlam veren ise bir direnişin kendisi şimdi. 2018 yılının 12. ayının 17. gününde 14 kişi süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemine başladı.

2019 yılının 2. ayının 14. gününde 60. gününe giren süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi devam ediyor. Leyla Güven’in eylemi ise 100. günü geride bıraktı. Dile kolay 100. gün.

Kış mevsiminin son ayına girdik. Bir mevsim direniş, bir mevsimin direnişine döndü. İlkbahar kışa, beyaz karanlığa, iyi kötüye direniyor. Yakında toprak uyanacak, yaşam ölüme direniyor. Anlam sayıya, ses sessizliğe direniyor. Özgürlük tutsaklığa,  umut karamsarlığa direniyor. Avrupa’nın orta yerinde insanlık insana direniyor. Bir kentin orta yerinde, özgür insan; kendi derdi dışında bir şeye yaramayan, anlık keyfini insanca yaşama tercih etmiş bencilliğe direniyor. 14 kişi dünyanın yükünü yüklenmiş, omuzları düşmeden onursuzluğa karşı direniyor.

STRASBOURG'DA KIŞ

Bu kent savaşlara, zamansız ölümlere çokça tanıklık etmiş bir kent. Avrupa’yı mezbahaya çeviren faşizmi yaşamış, tarihi geçmişe sahip. Ortaçağda katolik kiliselerinin kurduğu engizisyon mahkemelerinin kararlarıyla, cadılıkla, sapkınlıkla cezalandırılıp katledilen onlarca insanın ahı yankılanıyor müzelerinde ve sokaklarında. Bu halk özgürlüğünün bedelini ağır ödemiş zamanında. Şimdi ise bağrında özgürlüğe bedenlerini yatırmış insanları misafir ediyor, tarihlerinin kanlı sayfalarına yatmış, bir sessizlik maalesef ev sahibi. Oysa bilseler, duysalar, kentlerinde bir direniş destanı ekleniyordu tarihlerine.

Eylemciler, büyük bir emekle yeni yerine taşındı. Kış mevsiminin soğuğunda, eylemcilerin umutlu, kararlı direnişinden ısınan onlarca yürek, bir günde taşıdı herşeyi. Bedenler küçüldü geçen günde, umut ve zafere inanç ise mekandan taştı. Bu fedakarlığın, bu inancın ve emeğin bir anlama dönüşeceğinden umutlu herkes. Bir şeye dönüşecek, bir sese dönüşecek. Vicdanı uyanmış binler onure edecek açlığa bedenlerini yatıranları.

Sağlık sorunlarının artması ise eylemcilerdeki kararlılığa, etki etmemiş durumda. Kerem Solhan, Yüksel Koç, Gülistan Çiya İke teşhis için hastaneye götürüldü. Tedaviyi ret edip, eylem yerine döndüklerinde, telaşla bekleyenlere omuz oldular her defasında.

Herkes birbirini düşünüyor, herkes bir bütüne dönmüş durumda. Güneş burda doğuyor, burda batıyor artık. Gün burda bitiyor, sabah burda başlıyor artık.

DİRENGEN, İNATÇI BİR DİRENİŞÇİ

Eylemciler hava almaya dışarı çıktıklarında karşılaşmak mümkün. Doktorlar çokça hareket etmelerine izin vermiyor artık. Sağlık sorunlarının artmasından dolayı, olumsuz bir durumun yaşanmasından kaygılı doktorlar. Enerjilerini korumaları gerekli, zira büyük bir sessizlikte insanlık.

Nurgül Başaran. Hava almaya çıktığında görmeye gidiyorum. İnatçı ve direngen biri. İçinde ki çocuk hala büyümemiş sanki. Enerjisi ve gülümsemesi ile insana umut taşıyor. Şefkat ve sevgi yüzünün her zerresine işlenmiş. Sanki hayatında hiç bir zaman şikayet etmemiş hiç birşeyden. Eskisi gibi karşılaşmak ve sohbet etmek pek mümkün değil. Karşılaştığımda yormamak için pek meşgul etmiyorum artık.

İlk defa böyle görkemli bir direnişe şahit oluyorum. Onu tarif etmek belki de bundan dolayı bu kadar zor, benim için.

ÇOCUKLARINA ÖZGÜRLÜĞÜ VADEDENLER

Önümde ki bilgisayar ekranına bakıp ne yazacağımı, nerden başlayacağımı düşünürken Ayvaz Ece’nin ”Heval nasılsın?” sesini duyuyorum. Birlikte bahçeye çıkıyoruz. Ailesinin durumunu soruyorum. Sohbet ilerliyor. Üç çocuğum var diyor Ayvaz Ece. Bir gelecek vadetmiş. Özgürlük. Ailesinin en son 47. Gün ziyaretine geldiğini dile getiriyor. Eşinin gözlerinden özlemi ve sevgisini okuduğunu ve eşinin gözlerinin dolduğunu anlatıyor. ‘‘Ama moralim bozulmasın diye gözlerini benden sakladı‘’diyor. Eyleminin, anlaşıldığından emin. Bundan gurur duyuyor. Çocuklarının, kendisinin eylemde olduğunu bilmediklerini ve onların psikolojisini düşündüğü için söylemediklerini dile getiriyor. En küçük çocuğunun ismi Rêzan Deniz. 5 yaşında. Her gün görüntülü arama yapıyor. Çocuğunun her gün sayı saymayı öğrenen parmaklarının, günlere dokunduğunu, sesinin özlem koktuğunu söylüyor. ”Baba ne zaman geliyorsun?” Rêzan yeşilden düş göndermiş babasına. Babasına, her gün resim çizip gönderiyor. Bahçesine yeşil ağaç ekmiş ve öğrendiği bir kaç kelime ile ”anne, baba” çizmiş beyaz düşüne benzeyen kağıda.

Ayvaz, kalbinin özgür ülkesine herkesi taşımış; ”Eylemimiz bütün çocukların geleceği içindir, değişmeli bir şeyler. Birçok şehidimizin öksüz çocukları var, birçok anne babamız çocuğunu kaybetti. Bir şeyler değiştirmezsek, bu hep böyle devam edecek. Kürt halkının geleceğini düşünmek zorundayım. Sadece Kürt halkını değil, acı çeken, ezilen herkesi düşünmek zorundayım. Başkasının acısını içinde hissetmek vicdandır. Mücadelemiz çocuklarımızın geleceği üzerinedir. Onlara özgür bir vatan verirsek, en büyük şeyi vermiş olacağız zaten.”

”Kainatın deryasıyım, madem ki ben bir insanım.” Ayvaz Ece’den ayrılırken aklıma bu parça geliyor. ”İnsan hakta, hak insanda. Ne ararsan var insanda.”

EMEKTAR DİRENİŞÇİLER

Burda kimse tek bir şeyi ifade etmiyor. Herkes eylemle çoğalmış, büyümüş. TV’den Gule’yi eline paspası alırken görmek mümkün. Gelen ziyaretçilere -ki eylemin sahibi olanlar kendileri- çay, kahve götürmek kısa bir an için unutulduğunda, eylemci arkadaşları çay servisi yaparken görmek mümkün.

Ramazan İmir, şair yüreğinde taşıdığı şiirlerle mutlaka çalışırken durumumuzu soruyor her gözüne iliştiğimizde. Güçlü bir karakter. Ruhunun derinliğini gözlerinden görmek mümkün. Şiirlerinde özlem ve direniş var. Şiir okuduğunda, Kürdistan dağlarına gidiyor ve ordan binbir renk ile dönüyor insan. Sözü var bize, şiirlerini paylaşma sözü. Onu gördüğümde sürekli vicdanımı gözden geçiriyorum. Yaşadığım her anı tekrar gözden geçirmemi sağlıyor. İnsanı yenileyen, direnişiyle insana umut veren biri. Bir masaldan, bir destandan çıkıp gelmiş sanki. O destanın kahramanı, cümlesini biz kuracağız.

DİRENİŞİ SANATA DÖNÜŞTÜRENLER

Nimet Sevim. İdeolojik birikimi ve çözümlemeleri ile Kürt Özgürlük Hareketinin olgun bir meyvesi. Bir komutan karakteri olduğu kadar bir Kürt aydını. Beyaz saçlarının her teline direniş kelimeleri işlemiş. Kelimelerini cümleye dökerken, etkili bir silaha dönüştürmeyi sanata çevirmiş. ”Direniş sanattır” demişti Deniz Sürgüt. Direnişi sanata çeviren bir kişilik Nimet Sevim; yoldaşlığın, yoldaşlarının eksikliklerini tamamlamak olduğunu pratikleştirmiş bir omuz.

Direniş mevzileri, çelikten bir zırha dönüşüyor gün geçtikçe. Kawa’nın binlerce yıl önce zalime karşı salladığı balyozunun sesi  yankılanıyor bu mevzide.

Yüksel Koç, ciddi sağlık problemleri sonrası herkesin gözetimi altında. O bütün bunlara rağmen halkını düşünüyor her an. Önderlik üzerinde ki tecridin insanlık suçu olduğunu anlatıyor durmadan. Ailesi ise sık sık ziyaretine geliyor. Babasının ciddi sağlık probleminden sonra ziyaretine gelen Dilan’a duygularını sorduğumda‚ ”Bu mücadelede binlerce insan var. Babamla gurur duyuyorum. Onun eyleminden gurur duyuyorum” demişti. Eşi Gule ile bakışlarında ki aşkı, sevgiyi, şefkate tanık oluyoruz yan yana geldiklerinde. Tedirgin olsa Gule, Kürt halkını düşünüyor. Halkının eylemi sahipleneceğinden kuşku duymuyor.

MÜCADELEYİ YAŞAMSALLAŞTIRANLAR

Bahçeye çıktığımda Ekrem ve Pelda ile karşılaşıyorum. Sevgilerini, yoldaşlıkla güçlü kılmayı başarmışlar. Pelda Arşimed, eylem grubunda olan Ekrem ile 2 yıl önce özgür eş yaşamı seçmişler. Çocukluğundan beri mücadele içerisinde olduklarını belirtiyor. Kürt’ün dramının tümünü yaşamış. Kendi vatanında, mülteci olarak yaşamış milyonlarca Kürt gibi. Aile olarak sürgünler, tutuklamalar yaşamış. Fransa’ya çok olmamış geleli. Mücadeleyi yaşamsallaştırmış bir ailesi var. Süresiz dönüşümsüz açlık grevlerinin başlayacağını duyunca ikisi de katılmaya karar vermiş. Ama aynı aileden iki kişi kabul edilmemiş. Pelda her gün eylemcilerle birlikte. Eylemin amacına ulaşması için sürekli emek sarfediyor, ne yapabileceğini tartışıyor.

Kürt halkının bu eylemlere yeterince katkı sunmadığını dile getiriyor Pelda. ”Halkımızın yüreğinin, kalbinin, aklının burada olduğundan eminim. Ama dışarıya çıkmalılar. Leyla Güven başta olmak üzere, her bir arkadaşımız yavaş yavaş eriyor. Çağ varolma ya da yok olma çağı. Ekrem’in, arkadaşlarımızın direnişini sahiplenmek zorundayız. Haklı olduğumuz bir mücadelede moral bozmaya hakkımız yok. Bu eylemdeki birçok arkadaşın çocuğu var. Empati kurmak zorundayız. Leyla Güven’in kızının açıklamasını okudum, sizde okuyun. Ağlamıştım, içimi çok acıtmıştı o açıklama” diyor.

‘ÇOCUKLUK HAYALLERİME İHANET ETMEDİM’

Deniz Sürgüt ile sohbet ediyorum. Heyecanla Berlin’den kendilerine gelen bir mektuptan bahsediyor. Gelen mektupta bir çocuğun kendilerine bir resim çizip gönderdiğini söylüyor. Çocuğun bir güneş çizdiğini ve güneşin etrafına her eylemcinin ismini yazdığını söylüyor. ”Bizde bir zafer işareti çizdik isimlerimizi yazdık. Seni çok seviyoruz diye yazdık, gönderdik” diyor. Sürgüt bir kitap gördüğünü söylüyor ve anlatıyor: ”Çocukların dünyasını o kitapta o kadar net görmüştüm ki. Kitapta çocuklar Önderliğe mektuplar yazmışlardı. Demişler biz senin orda olmanı istemiyoruz. Seni ordan çıkaracağız. Önderlik diyor ya. Ben çocukluk hayallerime ihanet etmedim.”

Ziyarete gelenlerin gözlerinde yakaladıkları bir pırıltı olduğunu ve bu pırıltıyı gördüklerinde günlerin bir anlamının kalmadığını söyleyen Deniz Sürgüt, ”İnsanlar buraya geldiklerinde aslında kendilerini sorguluyorlar. Oysa yapacakları çok şey var, kendileri de bunu biliyor” diyor.

Türk hükümetinin kendisi hakkında çıkardığı kırmızı bülteni sormam üzerine Deniz Sürgüt, ”Bu arama eylemimizi kriminalize etmeye yöneliktir. Herkesin saygı duyduğu eylemimizi karalamak ve boşa düşürmek içindir” diye belirtiyor.

ZİYARETÇİ MİNİK KUŞ

Yaşadığım duygu yoğunluğu ile yola çıkarken çocukluğuma dönüyorum; sonbaharda çocukluğumun taş atan hali geliyor gözlerimin önüne. Bütün bir mevsim, meyvesini saklamayan ağacın zirvesinde ki dallarda asılı kalan o son meyveye taş atan halim.. Dallar kırılıyor, ağaç ani esen rüzgara ağıtını salıveriyordu sanki. Yıllarca köye gitmedim. O ağaçlardan birisini ziyarete gittim, gördüm ki başka biri bir ağaç koymuş yanına. Artık dallarında kalan son meyveye taş atmıyordu çocukluğum. Ve artık herkesin evinin önünde meyve ağaçları vardı. Kimsenin çocukluğu taş atmıyordu artık o son meyveye.

Kürt Özgürlük mücadelesi bir ağaca benziyor. Bu mücadeleye katılıp halkı için mücadele eden herkes birer meyve. O ağacın üzerinde olgunlaşarak halkına ulaşmaya çalışıyor. Halkı için mücadele ediyor. Bizler için mücadele ediyor. Bizler ise hala oradan beslenip duruyoruz ve hala o son meyveye bakıyoruz. Oysa o ağacın yanına ağaç dikme zamanı. Onlarca ağaçla bahçe yapma zamanı.

Eylem devam ederken minik bir kuş arkadaşları ziyarete gitmişti.

O minik kuş o bahçeyi gördü…

Kaynak: Yeni Özgür Politika