Strasbourg direnişi: Avrupa kamuoyu Öcalan’ın rolünü daha iyi anladı

Öcalan’a tecride karşı açlık grevi direnişi zaferle sonuçlanırken, özellikle 161 gün boyunca Strasbourg ve Avrupa kentlerindeki süresiz-dönüşümsüz açlık grevleri ile halk eylemleri, Öcalan’ın kaçınılmaz rolü Avrupa kamuoyunda bir kez daha vurgulandı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan ağırlaştırılmış tecride karşı Leyla Güven öncülüğünde başlayan ve cezaevleriyle birlikte binlerce kişinin katıldığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi ve ölüm orucu direnişleri, 26 Mayıs Pazar günü yapılan bir basın açıklamasıyla sonlandırılmıştı. Binlerce kişinin büyük bir kararlılık ve sabırla yürüttüğü direnişin tecridi kırması bir yana, bu direnişin ortaya çıkardığı sonuçlar da uzun süre tartışılacak.

Kürdistan, Türkiye ve dünyanın dört bir yanına yayılan tecride karşı direnişin en önemli ayaklarından biri, İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve Avrupa Konseyi (AK) gibi sorumlu ve yetkili kurumların olduğu Strasburg’da yürütültü. Bugüne kadar görülmemiş bir biçimde Avrupa kamuoyunun desteğini alan direniş eylemi, aynı zamanda Öcalan ile Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı bugüne kadar siyaset ve medya üzerinden yayılan dışlayıcı, negatif ve kriminalize eden anlayışın da ortadan kalktığını göstermesi açısından önemliydi.

Avrupa’daki Kürtlerin aylarca eylemlilikleriyle sahiplendiği direniş, Avrupa’daki birçok siyasetçi, seçilmiş ve kurumun da desteğiyle CPT gibi kurumlar üzerinde ciddi baskı oluşturdu. Tecride karşı kazanılan bu zafer, Türk devletinin sertlik politikasında en uç noktada bulunduğu, mülteciler üzerinden şantajla Avrupa’yı politikalarına yedeklediği bir dönemde Kürt halkının sabırlı bir biçimde yürüttüğü kararlı direnişle faşist yönetime diz çöktürülebileceğini gösterdi.

Tüm dünyaya yayılan tecride karşı direnişin Strasbourg’daki ayağında yer alan eylemcilerden Yüksel Koç, Dilek Öcalan ve Kardo Bokani’nin yanı sıra direnişçileri ilk andan itibaren yalnız bırakmayan Dr. Fahrettin Gülşen, Fransa Demokratik Kürt Konseyi (CDK-F) sözcülerinden Agit Polat ve Tevgera Ciwanên Şoreşger (TCŞ) üyesi Xelil Çewlik, Strasburg’daki süreci ANF’ye değerlendirdiler.

TECRİDE KARŞI DİRENİŞİN MERKEZİ: STRASBOURG

Öcalan’ın esir edildiği 1999 yılından bu yana özgürlüğü için düzenlenen eylemlerin merkezi olan Strasburg’da daha önce birçok kereler açlık grevleri düzenlenmişti. 2007 yılında Öcalan’ın İmralı’da zehirlendiğine dair şüphelerin netleşmesinden sonra aralarında Remzi Kartal’ın da olduğu bir grup Kürt siyasetçi süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlamıştı. Eyleme katılan gazeteci Hasan Akbaba’nın deyimiyle ‘AKP hükümetini zorda bırakmak istemeyen CPT’, Avrupa geneline yayılan destek amaçlı dönüşümlü açlık grevleri ve eylemlilikler karşısında çok kısa zamanda geri adım atmıştı. Eylem 39’uncu gününe vardığında yine Öcalan’ın gönderdiği bir mesajla sonlandırılmıştı.

2012 yılında Öcalan’a yönelik avukat görüşü yasağı ve uygulanan tecrit koşullarına karşı yine Strasbourg’da düzenlenen açlık grevi eylemi ise 52 gün sürmüştü. Bu eylem, Avrupa’daki en uzun süreli açlık grevi eylemiydi.

2016 yılında ise bu sefer Şengal Diaspora Meclisi üyesi Ezidi Kürtler, Strasbourg’da süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladılar. Kürdistan’da milletvekillerinin de dahil olduğu eylemlerle aynı andaki bu direniş eylemi, Öcalan’ın kardeşi ile yaptığı görüşmede yaptığı çağrı ile sonlandırılmıştı.

BİRÇOK ÜLKEYE YAYILDI, TÜM AVRUPA’DA SOKAKLARA İNİLDİ

Her ne kadar 2007 yılındaki süresiz-dönüşümsüz açlık grevi başta CPT olmak üzere Avrupa ülkelerinin kurumlarını hızlıca harekete geçirmeye zorladıysa da kamuoyuna yansıma, anlaşılma, geniş kesimlerin desteğini alma noktasında 161 gün süren açlık grevleri kadar yankı uyandırmamıştı. Strasbourg eylemiyle aynı gün Galler’de İmam Şiş’in başlattığı açlık grevlerine daha sonra Almanya, İtalya, Hollanda, Kanada ve Avusturya gibi ülkelerdeki çok sayıda Kürdistanlı katılım göstermişti.

Eylemin ilanından itibaren Avrupa’nın dört bir yanında yaşayan Kürdistanlılar, yürüyüş, miting, stant, bilgilendirme çadırları ve kurum ziyaretleri gibi farklı eylemleriyle direnişçilerin taleplerini daha fazla duyurmaya çalıştılar. Bir yandan Avrupa sokaklarında tecridin kaldırılmasını isteyen Kürtler diğer yandan da Strasburg’daki direnişçilere ziyaretleriyle moral olmaya çalıştılar.

“TÜM KESİMLERİN ORTAK EYLEMİYDİ”

161 günlük süreçte Türkiyeli ve Avrupalı birçok sivil toplum kuruluşu, dernek, siyasi parti ve hareketin yönetici ve üyeleri de eylemcileri yalnız bırakmadı. Türkiyeli sol hareket veya derneklerden DİDF, Partizan, ATİK; Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) ve ülkeler bazındaki bileşenleri, Asuri-Süryani halkı ve daha birçok farklı kesim, tecridin kırılmasının ‘Türkiyeli halkların faşizmi yenmesinin’ önemli bir aşaması olduğuna dikkat çekiyordu.

Süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemlerine katılan bir isim de Avrupa Demokratik Kürt Toplum Kongresi (KCDK-E) Eş Başkanı Yüksel Koç oldu. Koç, direnişin beklenenin de üstünde bir desteğe ulaştığını ve sadece Avrupalıların değil dünyanın birçok yerinden halkların temsilcilerinin desteğine vurgu yapıyor.

Tüm dünyada büyük bir direnişinin ortaya konduğunu söyleyen Yüksel Koç, “Önder Apo etrafında kenetlenen milyonların direnişiydi bu. Sadece Kürt halkı değil, dostlarının da direnişiydi. Bu direniş boyunca bütün ülkelerde, şehirlerde direnişle aynı duyguyu paylaşan Afrika’dan Pakistan’a kadar ilerici, demokrat insanlar bize destek verdi. Herkes bu haklı direnişin, taleplerin yanındaydı. Özellikle annelerin destansı direnişi çok görkemli, anlamlıydı. Başta tecride karşı fedai eylem yaparak şehit düşen 9 arkadaşımızın eylemleri bütün toplumsal kesimleri harekete geçirdi. Bu eylem demokrasi, özgürlük ve barış isteyen tüm kesimlerin ortak eylemiydi, ortak çabayla oluşan bir eylemdi” diye konuştu.

GENÇLER DİRENİŞİN HER ANINDA YER ALDI

Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecride karşı direnişte belki de en önemli rollerden birini de Kürt gençleri oynadı. Strasbourg’daki direnişin başından bu yana eylemcileri yalnız bırakmayan gençler, açlık grevcilerinin taleplerinin karşılanmasına ilişkin eylemlere de öncülük ettiler. Tevgera Ciwanên Şoreşger (TCŞ) üyesi gençler Strasbourg başta olmak üzere Avrupa’nın birçok şehrinde gerçekleştirdikleri spontane eylemlerle, direnişçilerin sesinin daha geniş bir kamuoyuna ulaşmasını sağlamaya çalıştılar.

Tecride karşı direniş boyunca 7’si cezaevlerinde olmak üzere 8 kişi de fedai eylem gerçekleştirerek, yaşamına son verdi. Almanya’nın Krefeld kentinde 20 Şubat’ta mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart’ta şehit düştü. Zülküf Gezen, 17 Mart'ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde; Ayten Beçet 23 Mart'ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde; Zehra Sağlam 24 Mart'ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde; Medya Çınar, 25 Mart'ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde; Yonca Akici, 9 Mart’ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde; Siraç Yüksek, 2 Nisan’da Osmaniye 2 No'lu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde; Mahsum Pamay ise 5 Nisan’da Elazığ 1 No'lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde şehadete ulaştı. Eylül ayında Almanya’da tecride karşı fedai eylem gerçekleştiren Umut Acar ise, tecride karşı direnişe giden süreçteki ilk şehitti.

'BU KADAR ETKİLİ OLACAĞINI TAHMİN EDEMİYORDUK'

Eyleme güçlü bir moralle başladıklarını ve tecride karşı eylemlerle gün itibariyle sonuç aldıklarını söyleyen Dilek Öcalan, uzun süreli eylemde birçok konuda ciddi bir farkındalığın açığa çıkarıldığını dile getirdi. Kendilerinin de başlangıçta eylemin bu denli geniş yankı bulacağı ve kazanım elde edeceğini tahmin edemediklerini söyleyen Dilek Öcalan, “Sonradan anladık ki, örgütlü halkın direnişiyle, 7’den 70’e kadın, genç, yaşlı herkes bu eylemde kendini var etti, rolünü üstlendi. Kürt halkı bir kez daha tüm dünyaya Önderliğinin arkasında, onun izinde olduğunu kararlılıkla gösterdi” dedi.

DİRENİŞ AVRUPALILAR TARAFINDAN SAHİPLENİLDİ

Eylemin ilk günlerinden itibaren Fransa, Almanya, İsveç gibi birçok ülkenin Avrupa Parlamentosu (AP) ile ulusal meclislerindeki temsilcileri, Öcalan’ın ve Kürtlerin Ortadoğu barışının sağlanmasındaki rolüne dikkat çekerek, direnişi sahiplenmişlerdi. Eylemi ziyaret eden onlarca Avrupalı milletvekili ve senatörün ortak görüşü, Avrupa’nın Öcalan’ın fikirleri etrafında örgütlenen ve barbarlığa karşı mücadele eden Kürtlere ‘çok şey borçlu olduğu’ şeklinde özetleniyordu. 13 Mart’ta eylemcileri ziyaret eden İsveçli parlamenter Bodil Valero, tüm dünya halklarının DAİŞ zihniyetine karşı büyük bedeller ödeyerek, bitirilmelerini sağlayan Kürtlere borçlu olduğunu ifade etti.

ÖCALAN’IN ÖNEMİ DAHA NET ANLAŞILIYOR

Konuyu belirli aralıklarla Ulusal Meclis gündemine getiren Fransız sağ ve sol siyasi partileri de bir yandan Kürtlerin rolüne dikkat çekerken diğer yandan Öcalan’ın barışın sağlanabilmesi için vazgeçilemez olduğunun altını çiziyorlardı. Eylemcileri 105’inci günde ziyaret eden Alman Profesör Roland Mönch de “Kürtler olmasaydı Avrupa DAİŞ tarafından boğulacaktı” derken, tecride karşı mücadelede Avrupa’nın sessizliğini eleştirmişti.

KÜRTLERE VE ÖCALAN’A YÖNELİK DİL DEĞİŞTİ

Tecride karşı direnişe Avrupalı siyasetçiler ve sivil toplum kuruluşlarının verdiği destek bir yana, Avrupa medyasında da konu özellikle Öcalan’ın ve Kürtlerin bölgedeki rolünün önemi üzerinden de tartışıldı. Kürtlere ve Öcalan’a yönelik negatif algı yaratma ve kriminalize etme politikalarını destekleyen Avrupa medyasında yer alan birçok haber veya yorumda bu yıl çok daha farklı bir dil kullanıldığı görüldü.

Bunu teyit eden Fransa Demokratik Kürt Konseyi (CDK-F) dış ilişkiler sözcülerinden Agit Polat, Strasbourg ve tüm alanlardaki direnişe bakışı şu sözlerle ifade ediyor: “Bu süreçte özelikle dış kamuoyu nezdinde ortaya çıkan önemli gelişmeler oldu. Örneğin 1999 esaret sürecinden bu yana Önderliğimizin Ortadoğu’da barış, demokrasi ve eşit haklara dayanan bir sistemin oluşturulması noktasında üstlendiği rol ilk kez bu denli açık bir şekilde kabul gördü. Bu rol bugüne kadar bu şekilde ifade edilmemişti. Özellikle başta Fransız basını olmak üzere Avrupa basınında ilk kez bu düzeyde Önder Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü noktasında vazgeçilmez bir lider olduğu vurgulandı. Bunun altını çize çize, defalarca manşetler atarak vurguladılar. Bu önemli bir gelişmedir.”

AKPM ÖCALAN’I İLK KEZ ANARAK KARAR ALDI

Tecride karşı Strasbourg’daki direniş eyleminin ilk haftadan itibaren Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa Parlamentosu’nda (AP) yapılan çalışmalar ve bu kurumlara üye parlamenterlerin sahiplenmesiyle önemli bir başarı elde etmişti. Bu anlamda özellikle Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM)’nin Ocak ayı oturumu ile Avrupa Parlamentosu’nun Ocak ve Şubat aylarındaki Strasbıurg oturumları öne çıkmıştı.

AKPM’de başta Birleşik Avrupa Solu (GUE) ile AP’de Avrupa Birleşik Solu-Kuzey Yeşil Solu (GUE/NGL) gibi gruplar öncülüğünde onlarca parlamenter, doğrudan açlık grevlerini sahiplenmişti. AKPM oturumlarının olduğu 21 Ocak günü çok sayıda parlamenter Leyla Güven resimleri ve tecride son verilmesini isteyen dövizlerle eylem düzenlemişti. Bu eylemin olduğu AKPM oturumları boyunca sürdürülen diplomasi çabalarının da yarattığı duyarlılıkla ilk kez bir karar tasarısında doğrudan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın adı anılarak, tecride son verilmesi istendi. AKP-MHP rejimi, kararın ertesi gününde telaşla direnişin öncüsü Leyla Güven’i tahliye ettirerek, göz boyamaya çalışmıştı.

PARLAMENTERLER BİZZAT CPT İLE GÖRÜŞTÜ

AP’de yer alan çok sayıda parlamenter de tecride karşı direnişte Kürt halkını yalnız bırakmayarak, açık tutum sergiledi. Tecride son verilmesini isteyen birçok parlamenter hem konuyu oturumlarda gündeme getirdi hem de CPT ile bizzat görüşerek, harekete geçilmesi için baskı yaptı. Bunlardan biri de İsveçli parlamenter Malin Björk idi. Ailelerin veya Kürt siyasetçilerin yaptıkları görüşmelere ek olarak parlamenterlerin CPT ile görüşmesi ve açıklamalarında bu kurumun ‘kuruluş amaçlarına’ dikkat çekmeleri de önemliydi. Zira tecrit bir işkence türü idi ve CPT de ‘işkenceyi önleme’ amaçlı kurulmuştu. CPT’nin mayıs ayında nihayet cezaevlerini ziyaret etmesinde Öcalan’ın artık tüm kesimler tarafından vazgeçilmez bir muhatap olarak görülmesinin de etkisi vardı.

CDK-F Sözcüsü Agit Polat, AKPM ve AP ile sınırlı kalmayan ve hükümetleri açıklamaya yapmaya iten bu desteği şu sözlerle anlattı: “Artık eskisi gibi negatif bir imajla lanse etme, negatif bir algı yaratma veya kriminalize etme gibi bir durum söz konusu değil. Önder Apo’ya yönelik uluslararası kamuoyundaki ilgi bu denli yüksek boyutlara ulaştı. Bir taraftan parlamenterlerden, senatörlerden, belediye başkanlarından diğer taraftan ise sendikalardan, çeşitli, derneklerden, sivil toplum kuruluşlarından ve yine resmî kurumlardan gelen destek açıklamaları vardı. Yine insani, hukuki çerçevede gelen çeşitli açıklamalar vardı.”

KÜRTLERİN VE DOSTLARININ BASKISI YETKİLİ KURUMLARI HAREKETE GEÇİRDİ

Eylemcilerden Yüksel Koç da bu süreçte kurumlar olarak eksiklikleri olsa da herkesin ciddi bir emek ve çabasının olduğuna vurgu yaparken, “Kürdistan’ın dört parçasında bu direniş öyle bir etki yarattı ki, çocuklardan 70-80 yaşlarındaki analara kadar herkesi harekete geçirdi. Uluslararası alandaki birçok kurumu harekete geçirdi. Buradaki tüm Kürt kurumları yoğun bir çaba gösterdi, tüm şehirlerde yoğun bir eylemlilik içerisinde olundu” dedi. Koç, bu sayede Avrupa’daki farklı siyasi partiler, parlamenterler, sivil toplum kuruluşlarının da harekete geçtiğini söyledi.

Avrupa ülkelerinde Kürtlerin ve dostlarının uyguladığı baskı sayesinde başta CPT gibi kurumların geçte olsa harekete geçmek zorunda kaldıklarını vurgulayan Polat’a göre, toplumsal baskı, yetkili kurumları çaresiz bıraktı.

Polat, şöyle dedi: “Hükümetlerden olsun, farklı kurumlardan olsun gelen açıklamalar kamuoyunun bu kurumsal yapılar üzerinde uygulamış olduğu baskıdan da kaynaklıydı. Örnek olarak, İngiltere Başbakanı Theresa May’in yaptığı açıklama, Galler’de meclisten gelen açıklama ve yine İsveç, Fransa’dan gelen kurumsal açıklamaların nedeni buydu. Bir toplumsal baskı oluşuyor; Avrupalılar kendi devletlerinden açıklama istiyor, neler olduğunu anlamak istiyor, baskı oluşturuyor ve hesap soruyor. Bu anlamıyla bir hareketliliğin oluştuğunu söyleyebilirim. Duyarlılığın, sahiplenmenin oluştuğunu; bir haksızlık olduğunu ve bu haksızlığın Avrupa kamuoyu tarafından kabul edilmediğini görmüş olduk. Bu sahiplenme şüphesiz ki CPT’nin harekete geçmesinde etkili olmuştur. CPT bu ay içinde Türkiye’ye gitti ve Önder Apo dahil yüzlerce tutsakla görüşme yaptı. Bu ise, direniş ve etrafındaki eylemlerin oluşturmuş olduğu baskıdan da kaynaklı idi. Bir eylem süreci gelişti, Kürt ve Avrupalılar tarafından bir sahiplenme gelişti ve bu, beraberinde yetkili kurumların harekete geçmeleri gibi somut bir adıma dönüştü. CPT’yi sürekli rahatsız etme, baskı altında tutma ve sorumluluklarını hatırlatma durumu vardı. Ve en son gitmek zorunda kaldılar.”

Koç, CPT’nin geçte olsa harekete geçmesinde açlık grevi direnişi etrafında Kürt halkının ve Avrupalı dostlarının yaptığı baskının etkili olduğunun altını çizdi.

BİR AN BİLE KARAMSARLIĞA DÜŞÜLMEDİ

161 gün boyunca sürdürdükleri eylemde bir an bile olsa karamsarlığa düşmediklerini söyleyen Koç, baştan itibaren kararlı duruşları sayesinde başarı umudunun hiç eksilmediğini vurguladı.

Bugüne kadar ‘azla yetinen anlayışla’ hareket ettikleri özeleştirisinde bulunan Koç, şunları ifade etti: “Sonuç almaktan ziyade, en ufak bir olumlu gelişmeyle yetindik. Bu ‘yetinmeci’ anlayışların özeleştirisini daha önce verdiğimiz için olumsuzluklar bizi etkilemedi. O yüzden mutlak sonuca göre hareket ettik. Mehmet Öcalan’ın Başkanla görüşmesi, Leyla Güven’in tahliye edilmesi, arkasındaki gelişmeler vs. etkilemedi. Çünkü ne ahlaki ne hukuki olmayan bu tecridin aşılması gerekiyordu; tüm halklara, hepimize uygulanan bir tecritti. Ve Başkan Apo konuşursa özgürlük, eşitlik ve barış umudunun yeşereceğini, büyüyeceğini bildiğimiz için umutluyduk. Dışarıda belki tartışılıyordu ama bizim içimizde, eylemciler arasında kesinlikle böyle bir şey yoktu. O ‘yetinmeci anlayışın’ doğru olmadığını biliyorduk. Elbette bizi daha fazla umutlandıran şeyler oldu: Bu yılki Newroz’da halkımızın bu direnişin etrafında kenetlenmesi, seçimlerde alınan sonuçlar, kamuoyunda tecridin giderek daha fazla tartışılması, farklı siyasal yelpazelerde, sivil toplumda, uluslararası alanda etki bulması vs. bizleri umutlandıran gelişmelerdi. Ve bu bizim başaracağımıza olan inancımızı güçlendiriyor, motive ediyordu. Yine 8 yıldan bu yana Guantanamo’da bile olmayan bir şekilde avukat görüşmeleri engellenmişti. Bunun sağlanmış olması, annelerin eylemleri, halkımızın bunu sahiplenmesi bizler için umudu yükselten gelişmelerdi.”

‘AMAÇSIZ SONUÇLANDIRMA’ GİRİŞİMLERİ BOŞA ÇIKARILDI

Açlık grevinin binlerce eylemci ve halkın amacına ulaşamadan sonlandırılması amacıyla Türk devletinin girişimleri de olmuştu. Eylemciler, bunu boşa çıkardıklarını söyledi. Süresiz-dönüşümsüz açlık grevini ‘amaçsız sonuçlandırma’ amacıyla Türk devletince atılan taktik adımlara değinen Dilek Öcalan, Mehmet Öcalan’la görüşmeye izin verilmesi, Leyla Güven’in serbest bırakılması ve son haftalarda sanki ‘tecrit pratikte de kaldırılmış’ gibi Türk devlet yetkililerinin yaratmak istediği algıya da dikkat çekti. Ancak Öcalan, kendilerinin bu tür oyunlara gelmediklerini ve kararlı duruşlarını sürdürerek, boşa çıkardıklarının altını çizdi.

“KARARLI DURUŞUN MUTLAKA BAŞARIYA ULAŞACAĞI GÖRÜLDÜ”

Direnişleriyle birlikte Öcalan’a tecridin uygulandığı döneme göre farklı bir konjonktürde olduklarını söyleyen eylemcilerden KNK üyesi Kardo Bokani ise, Öcalan’ın 8 yıl aradan sonra ilk kez avukatlarıyla görüşebilmesiyle bunun açığa çıktığını belirtti. Ancak kendilerinin daha resmi bir biçimde tecridin sonlandırıldığına dair garanti istediğini hatırlatan Bokani, “Elbette faşizmin vereceği hiçbir garanti yoktur. Görüşmelerde Önderliğin bugüne kadar 9 şehadetin yaşanmasını da dikkate alarak, eylemin sonlandırılmasına yönelik çağrısıyla bu kararı aldık” dedi.

Tecride karşı direnişin ortaya çıkardığı en önemli sonucun ‘kararlı duruşun mutlaka başarıya ulaşacağının’ görülmesi olduğunu söyleyen Kardo Bokani, “Gördük ki, karşınızdaki güç ne kadar güçlü olursa olsun, faşist devletler Kürdistan’a istedikleri şiddetle saldırsınlar, eğer direniş ve mücadele varsa, zafer mümkündür. Belki birçok kişi, şehadetler de verilse ‘Türkiye’nin geri adım atmayacağı’ şeklinde düşünüyordu ama öyle değil. Ve Türk yöneticiler resmi ağızdan (Adalet Bakanı) açıklamayla geri adım attılar” diye konuştu.

‘Öcalan’sız Kürt ve Kürdistan yaratma’ anlayışının mümkün olmadığının bir kez daha gösterildiğini vurgulayan Dilek Öcalan’a göre, bu eylemin en büyük kazananı beyaz tülbentli anneler şahsında Kürt kadını oldu.

ULUSAL BİRLİK VURGUSU

Kürdistan’daki diğer tüm parti ve hareketlere de seslenen Kardo Bokani, Kürtlerin bugüne kadar kaybetmelerinde en büyük etkenin parçalı duruş olduğu tespitini yaptı. Vietnam örneğini veren Bokani, “Ancak Vietnam Fransa’dan sonra ABD tarafından egemenlik altına alınmıştı. Lakin biz Kürtler dört devletle mücadele ediyoruz. Vietnamlılar için ulusal birlik ne kadar mühim idiyse, bizler için onun 10 katı daha fazla önemlidir. Ulusal birlik Kürtler için hayati önemdedir. Eğer Kürdistan’ın, Başkan Apo’nun özgürlüğünü, özgür ve eşit bir yaşamı istiyorsak ulusal birliği sağlamalıyız” diye konuştu.

Kürdistan Ulusal Kongresi’nin (KNK) önemine vurgu yapan Kardo Bokani, “KNK’nin ulusal birlikte başka bir talebi yoktur. Hepimiz aynı gemideyiz ve hiçbir siyasetçi kendisini bundan ayrı görmesin. Bu gemi batarsa, hepimiz batarız. Kürdistan’ın özgürlüğüne giden bir süreç var. Eğer biz bu süreci hızlandırmak istiyorsak, birlikte çalışmaya mecburuz. Kürdistan özgürleştiğinde de zaten birlikte çalışacağız. Bu bugün olmazsa yarın olacaktır. Ama Kürdistan’ın özgürleştirilmesi sürecini hızlandırmak istiyorsak, bugünden birlik olmalıyız” diye konuştu.

'FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLANANA KADAR HER AN DİRENİŞ İÇERİSİNDE OLACAĞIZ'

TCŞ’den Xelil Çewlik ise, tecride karşı verilen direnişin sadece açlık grevi süreciyle sınırlı olmadığını ve bunun tarihi bir direnişin parçası olduğuna vurgu yaptı. Çewlik, “Sonuçta Önderliğimizin fiziki özgürlüğü henüz sağlanmış değil ve bizler de bu gerçekleşene kadar her saniye direniş içerisinde olacağız” dedi.

Başta genç kadınlar olmak üzere tüm kadınların direnişin etrafında toplandığını söyleyen Çewlik, gençler olarak da açlık grevi direnişinin başlangıcından itibaren ciddi bir mücadele yürüttüklerini belirtti. Gençlerin Kürdistan’ın dört parçasında ve Avrupa’da diğer enternasyonalist gençlerle birlikte önemli bir rol üstlendiklerini kaydeden Çewlik, demokratik eylemliliklerle ‘sürece cevap olunmaya çalışıldığını söyledi. Gençliğin moral ve motivasyonunun herkese yansıdığını söyleyen Çewlik, gençliğin özellikle ‘süreçlerin tıkandığı noktalarda’ fedai ruhla hareket ederek, kendi yaşamından vazgeçebildiğini ifade etti.

'ÖNEMLİ OLAN BUNDAN SONRAKİ SÜREÇTİR'

Açlık grevi direnişiyle tecridin kırılmasının önemli bir kazanım olduğunu söyleyen Xelil Çewlik, gençliğin bundan sonraki temel hedefinin Kürt Halk Önder’inin özgürlüğü olduğunu vurguladı. Çewlik, şunları ekledi: “Ama bizim için önemli olan bundan sonraki süreçtir. Doğrudur tecridi, faşizmi kırdık. Bununla beraber artık Önderliğimizin özgürlüğünü tamamlamak için her zaman olduğu gibi mücadele etmemiz gerekiyor. Direniş alanlarını terk etmeyip Önderliği özgürleştirme hedefini iliklerimize kadar hissedip, onun için ne gerekiyorsa yapmamız gerekiyor. Bütün gençler de bunu bu şekilde ele almalıdır. Perspektiflerimizi Önderliğimizden aldık ve bundan sonra da ondan aldığımız perspektiflerle ne gerekiyorsa onu yapmalıyız.”

'İMRALI’DA O KOŞULLARDA TUTULMASI KABUL EDİLEMEZ'

Öcalan’ın halen esaret altında olduğunu hatırlatan Dilek Öcalan, “Evet üzerindeki tecrit kaldırıldı ama halen İmralı’da o koşullarda tutulması kabul edilebilir değildir. Halka, diğer halklara umut olan, fikirleriyle onları aydınlatan bir insanın orada tutulması hiçbir ahlaki ve demokratik kurala sığmaz” diye konuştu.

Dilek Öcalan, başta eylemde yer alan direnişçiler olmak üzere herkesin buna itiraz edeceğini söyleyerek, Öcalan’ın özgürlüğünün temel hedef olduğunu vurguladı.

'HENÜZ HERŞEY BİTMİŞ DEĞİL!'

Bundan sonra yapılması gerekenlere de değinen eylemcilerden Yüksel Koç, şöyle dedi: “Tarihi bir sorumluluk ve görev önümüzde duruyor. Bundan sonra da başta biz eylemciler olmak üzere tüm halkımız ve dostlarımızın yapması gereken, kardeşliğin, barış ve demokrasinin gelişmesinde Başkan Apo’nun rolünü oynayabilmesi için daha fazla mücadele etmektir.”

KCDK-E olarak daha kapsayıcı, halklar ve inançları içeren bir ortak mücadeleye öncülük etmek istediklerine vurgu yapan Koç, “Ortak mücadeleyle birçok şeyi başardık, tecridi aştık. Ama unutmayalım henüz her şey bitmiş değil” diye belirtti. Koç, Öcalan’ın özgürlüğünün ve Türkiye halkları için çalışmalarını sürdürebilmesinin önemli olduğunu kaydetti.

Kardo Bokani de diğer eylemciler gibi tecride karşı kazanılan zaferin her şeyin bittiği anlamına gelmediğinin altını çizdi. Esas amacın Kürdistan’ın ve Öcalan’ın özgürlüğü olduğuna dikkat çeken Bokani, “Tecride karşı verdiğimiz bu mücadeleyi temel alarak, bu mücadelenin, direnişin büyütülmesi gerekiyor” vurgusunu yaptı.

DOKTORLARI 5,5 AY BOYUNCA NELER YAŞADI?

Strasbourg’daki açlık grevi boyunca en çok merak edilen konulardan biri de eylemcilerin sağlık durumlarıydı. Bu süreçte birçok kez hastaneye kaldırılan eylemciler, son ana kadar direndiler ve hastaneye gitmeyi sadece eylemlerinin sonlandığı 26 Mayıs günü kabul ettiler. 5,5 ay boyunca yaşananları Dr. Fahrettin Gülşen şöyle anlattı:

“17 Aralık 2018 tarihinde başlayan açlık grevine doktor olarak katılmam talep edildiği zaman bir hayli kaygılı, endişeliydim. Çünkü süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerinde eylemin ne kadar süreceği bilmiyoruz ve bu grev süresince eylemcilerin bedenlerinin göstereceği reaksiyon ilk başlarda tahmin edilemiyor. 14 kişinin hayatı size teslim ediliyor ve bu eylemciler hiçbir şey yemiyor, aç kalıyorlar. Açlığın vücutta yarattığı tahribatları bilen biri olarak daha fazla endişeleniyordum. Tabii bu kaygı ve endişe gün geçtikçe biraz hafifledi, eylemcileri tanır olduk. Vücutlarının reaksiyonlarını tanıdık. İlk baştaki kaygıya oranla biraz rahatladık.

Ancak günler uzadıkça ve insanlar kilo atınca, eriyince, bu sefer de hayatlarını kaybetmeleri kaygısını taşıyorsun. Tabii bu daha değişik bir duygu; hekim olarak burada bulunuyorsun ve bu insanlar senin yanında hayatını kaybetme riskini taşıyorlar. Bir hekim için bu dayanılmaz bir durumdur. Bazı arkadaşların sınıra geldiğini hissettim. Örneğin bazı arkadaşlarda akciğer iltihaplanması olmuştu; üriner veya dolaşım sistemlerinde sorunlar ortaya çıkmıştı. İltihap öldürücüdür, çünkü tedaviyi kabul etmiyorlardı. Bunun endişesini çok ciddi bir biçimde yaşadık.

Bu yüzden gün oldu sabahlara kadar yatmadım, gün oldu insanların başından hiç eksik olmadım, sabahlara kadar uyurken onları kontrol ediyordum. Bir hekim olarak bunlar zor süreçlerdir, anlardır ve bunu yaşadım.

Bunun yanında şunu da belirtmek isterim: Eylemcilerin yüksek motivasyonu, kararlılığı bize de yansıyordu. Ve arkadaşlardan aldığımız bu moral, bir nebze de olsa korkularımızı azaltıyordu. Ama tabii ki tamamen bunu ortadan kaldırmıyordu. Ve nihayet sonuna geldik, eylemciler 161’inci gününde eylemlerini sonlandırdılar. Bundan hem büyük sevinç duydum hem de gurur duydum. Böylesi kararlı, inançlı insanlara doktorluk yaptığım için.

Bu arkadaşlar bundan sonrasında hastane süreci yaşayacaklar. Bu kontroller sonrasında eğer gerekiyorsa tedavi edilecekler ve bu süreci bu şekilde noktalamış olacağız. Tabii belirli bir süre dikkat etmeleri gerekiyor, kendilerine de ilettik dikkat etmeleri gereken kuralları.

Sonuç olarak çok mutluyum. Benim için bir okul gibi oldu. İyi dersler vardı ve çok şey öğrendim. Bundan sonra burada öğrendiklerim bana yol gösterici olacak. Benim için de tıbbi anlamda önemli bir tecrübe oldu. Daha önce de 3 açlık grevinde bulundum ama onlar birisi 39, biri 52 ve sonuncusu 21 günlüktü. Ama bu eylem çok uzun sürdü ve bu benim için önemli idi. Tabii en sonunda dediğim bu sevinci yaşadım.

Eyleme başlamadan önce sağlık kuruluşlarının gelerek eylemcileri yerinde ziyaret etmesi, muayene etmelerini istedik, bildiriler ve mektuplar gönderdik. Ama üzülerek belirteyim ki, istenilen alakayı görmedik. Kürt-AKAD öncülüğünde bir grup Alman ve Kürt doktor gelerek, ziyaret ettiler. Onlara çok çok teşekkür ediyorum.

Ayrıca buranın valisinin devreye girmesiyle sağlık görevlileri iki kez buraya geldiler. Ama çok da faydası olmadı bize. Öyle duyarlı değildiler. Onların bu duyarsızlığı kendi mesleklerine yakışır bulmadık. Kendilerini eleştirdik: Bunun doğru olmadığını, ‘Bir hekim bu kadar duyarsız olamaz’ dedik. Onlara şunu dedik: ‘Eğer siz hekimlikle devletin dediğini yapıyor iseniz, o zaman bilin ki, hekimlik ile devlet siyaseti birbirine terstir. O zaman bırakın hekimliği, gidin politika yapın.’ Bunlar devlet tarafından gönderilen hekimlerdi.

Bunlar adeta sağlık sorunlarını gözlemlemekten ziyade, sanki denetlemek, ne ediyorlar, nasıl ediyorlar gibi bilgi almak için gelmiş gibiydiler. Mesleklerine uygun olmayan bir eda içindeydiler. Bunun doğru olmadığını söyledik. Zaten eylemcilerden de çok ciddi tepki aldıkları için bir daha gelmediler. Bir keresinde daha gelmeye çalıştılar ama bu sefer de eylemciler onları reddetti. Çünkü tavırları duruşları hekim, sağlıkçı duruşu değildi. Eylemci arkadaşlar da bunu hissettikleri için reddettiler.”