Tayyip Erdoğan utanmazlığının düzeyi

Tayyip Erdoğan gerçekten de faşist demagojiyi pervasız hale getirmiştir. Açıkça Sarı Yeleklilerin eylemini kendi faşist rejimini normalleştirmek için kullanıyor. Hiçbirisi Türkiye’deki gibi faşist otoriter değil. Türkiye’de soykırımcı bir sistem var.

Fransa ve Belçika’da gerçekleşen Sarı Yelekliler eylemi üzerinden Erdoğan’ın yaptığı değerlendirmeler dikkat çekici. Dünyada nerede bir olay oluyorsa onu kendi faşist diktatörlüğü için kullanıyor. Sarı Yeleklilerin eylemi üzerinden bir taraftan sağ iktidarların kendi faşist iktidarına destek olmalarını istiyor; diğer yandan da polislerle eylemciler arasında yaşanan kavgalar üzerinden benim polisim daha insancıl, diyerek kendi faşist düzenini normalleştiriyor ve meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. Yine Sarı Yelekliler ile Fransa ve Belçika iktidarlarının yaşadığı sorunu fırsat bilerek Gezi düşmanlığını daha da tırmandırıyor.

İlk önce Avrupa’daki bu eylem neyi ifade ediyor bunun üzerinde durmalıyız. Bu eylemlerin özellikle burjuvaziyi daha fazla gözeten iktidarlara karşı yapılmış olması da siyasal ve toplumsal boyutu konusunda önemli veriler sunmaktadır.

Son zamanlarda dünyanın birçok yerinde sağ ya da liberal partilerin iktidara geldiği görülüyor. Bir dönemin sosyal demokratlar dalgası gerilemiş bulunuyor. Bunun tek tek ülkelerdeki toplumsal ve siyasal durumlarla bağlantısı olduğunu görmek, çözümlemeleri buna göre yapmak gerekir. Kapitalizmin küresel olması ve tüketim topumu denen kapitalizmin yayılması ve derinleşmesi dönemi yaşanmaktadır. Kapitalizm her ne kadar küreselleşme ve tek tek ülkeleri aşarak iç içe geçse de yine de azami kar yasası gereği büyük bir rekabet yaşanmaktadır. Öte yandan büyümeyen ve kar oranını artırmayan kapitalizm yaşayamaz, çöker. Bunlar hiçbir biçimde kaçınılmayacak, kapitalizmin doğasından ileri gelen sonuçlardır.

Kapitalizmin geldiği aşama Önder Apo’nun vurguladığı gibi tamamen tüm toplumsal değerleri öldüren kanserojen aşamasıdır. Aslında kapitalizm kanserli toplum yaratır. Belki kapitalizm ilk dönemlerinde bu yeterince görülmemiş yada kanserojen karakterini bu kadar göstermemiştir. Küreselleşen ve tüketim toplum aşaması kapitalizmin kanserojen karakterinin çok ilerlediği aşamadır. Bunun önemli bir boyutu da paradan para kazanma yanıdır. Bir zamanlar lanetlenen, kötülük kaynağı olarak görülen tefecilik bugün kapitalizmin temel karakteri haline gelmiştir. Tefecilik her zaman toplumu çürüten, ahlakı bozan etken olarak görülmüştür. Bu, şu anda dünyadaki ekonomik, toplumsal ve siyasal sistemin temel karakteri haline gelmişse, o zaman toplumdaki çürüme, ahlaksızlık ve her türlü değerden kopmanın ne düzeyde olduğu daha iyi anlaşılır. Aslında şu anda kapitalizmin diğer kötülükleri yanında en temel kötülüğü budur. Bunun da tüm kötülüklerin anası olduğu açıktır.

Kapitalizm aslında 20. yüzyılın başında geldiği finans kapital aşamayla birlikte toplumları ve kendini bitirecek bir döneme girmişti. Bugün tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan karakteri 20. yüzyılda ortaya çıkmıştı. Sovyet Devriminin gerçekleşmesi ve daha sonra kapitalist sistemden kopan ülkelerin artması bu sistemin emekçilerin ve halkların uyanışı, özlemleri ve istekleri karşısında kendini ayakta tutmak için bazı sosyal politikalara yönelmesini zorunlu kıldı. Eğer bu konuda adımlar atmasaydı 20. yüzyılda sosyalizme yönelim daha da artacaktı. Bu nedenle emekçilerin ve halkların sömürüye ve baskıya karşı mücadelesini geriletmek için sistem içinde kimi sosyal reformlara gitmek zorunda kalmışlardır. Öte yandan 20. yüzyıl ortamında her yerde emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesi gelişmiştir; bu da sosyal, ekonomik kimi reformlar yapılmasını dayatmıştır.

2. Dünya Savaşı sonrası özellikle gelişen sosyal demokrasi birçok toplumsal yaşam alanlarında toplum için kolaylıklar sağlayan politikalara yönelmiştir. Ekonomik ve sosyal haklar gelişmiştir. Sağlık, eğitim başta olmak üzere toplumu ilgilendiren alanlara kaynaklar aktarılmıştır. Bu sosyal politikalar özellikle Avrupa’daki kapitalist iktidarları toplumlar için katlanılabilir kılmıştır. Hatta dünya genelinde önemli gelişme olarak görülmüştür. Reel sosyalizm çok ciddi bir yanlışlık, yanılgı ve kendi temel gerçeklerinden koparak kapitalizmle maddiyatçılık ve konformizm yarışına girince Avrupa’da belli düzeyde toplumları olumlu etkileyen bu sosyal politikalar karşısında reel sosyalizmin geri kalması durumu ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin maddiyatçılığı ve konformizmi karşısında esas olarak maneviyat, moral ve kültürel değerler temelinde üstünlüğünü sağlayacağına, bu güçlü yanını bırakarak kapitalizmle maddiyatçılık yarışına girince hem önceliklerini kaybetmiş hem de sosyalizmden sapıp bürokratik ve devletçi kapitalizm yoluna girilmiştir. Diğer kaybetme etkileri yanında bu da reel sosyalizmi çöküşe götüren etkenlerden olmuştur.

Reel sosyalizm karşısında tüm kapitalist ülkeler ortak tutum içindeydi. Reel sosyalizmin yakılışıyla birlikte kapitalist ülkeler açısından yeni bir durum ortaya çıktı. Zaten neo liberalizm diye yeni bir ideolojik ve politik yaklaşım ortaya konuldu. Bunun ekonomik politikası da devletin önceden yaptığı sosyal harcamaların kesilmesi, esas olarak rekabetin önündeki engellerin aşılması yönünde oldu. Sermayenin ve malların serbest ve güvenli dolaşımı kapitalizmin evrensel yasası haline getirildi. Bu dönemde her ülke kendi burjuvazilerini ve tekellerini desteklemeyi ve güçlendirmeyi esas aldı. Bunun için de eskiden sosyal devlet anlayışıyla toplum için önemli olan sosyal harcamalar kısıtlanarak bu kaynaklar burjuvaziye, tekelci burjuvaziye aktarıldı. Özellikle reel sosyalizmin yıkılması ve kapitalizmin derinliğine yaygınlaştırılması burjuva için muazzam sömürü alanları ortaya çıkardı. Bu ortamda kendilerini güçlendirmek isteyen tekeller eski sosyal harcamalara aktarılan kaynakların tümüyle kendilerine aktarılmasını dayattı. Sosyal harcamaların yüksek olduğu söylenen İskandinav ülkeleri de kaynakları burjuvazinin güçlenmesine kaydırdılar. Küreselleşen kapitalizmin sistem içi rekabeti bunu kaçınılmaz kılmıştır.

Bilimsel teknik devrimde yaşanan gelişmeler sömürü imkanlarını ve alanlarını artırmıştır. İletişim ve bilim araçları buna ivme kazandırdığı gibi toplumu tüketime teşvik etme ve tek amacın tüketim maddelerine erişim haline geldiği bir toplumsal gerçeklik ortaya çıkarmıştır. Örneğin; eskiden bir ailede bir kişi çalışır ailenin ihtiyaçlarını karşılardı. Şimdi tüm aile çalışsa da tüketim toplumunun yarattığı standartları karşılayamamakta; herkesi çağdaş tefecilere borçlu kılarak çalıştırmaktadır. Bu çalıştırmayla hem sömürüsünü artırmakta hem de tüketime sunduğu malların peşinden koşuşturmaktadır. Bu tüketim mallarına erişme peşinde koşan, temel değeri bu hale getirilen bir toplumsal gerçeklik ortaya çıkmıştır. Öte yandan tüm kaynaklar tekellerin daha fazla gelişmesine, sömürülmesine ve büyümesine ayrılınca gelirler arasındaki uçurum da artmaktadır. Hem kapitalist ülkeler içinde hem de bölgeler ve kıtalar arasında.

Kapitalizmin yeni geldiği aşamada örgütlü toplumda daralmalar görülmektedir. Tüm dünyada işçilerin ve memurların sendikalaşma oranı düşmüştür. Ekonomik ve sosyal mücadele veren kurumların etkisi zayıflamıştır. Zaten kapitalist sistem ekonomik ve sosyal harcamaları kısıtladığı gibi bu alanları da tamamen toplumu sömürme alanları haline getirmiştir. Sağlık ve eğitimde özelleşmenin bu kadar artması sistemin toplumun en temel yaşam alanlarını bile nasıl sömürü nesnesi haline getirdiğine kanıttır. Bunun toplumsal ve insani bir durum olmadığı açıktır.

Neo liberalizm denen kapitalizmin bugünkü aşaması sömürüyü derinleştirme ve rekabeti artırdığı gibi bilimsel teknik gelişme azami kar hırsını, imkanlarını ve araçlarını daha da artırmıştır. Bu kapitalizm açısından daha fazla büyüme, daha daha büyüme eğilimini ortaya çıkarmıştır. Bu da sömürü oranlarını artırmayla olacaktır. Yine diğer tekellerle rekabet yapılmadığı müddetçe her an çöküşler gelebilir. Bu toplumu baskı altına alma ve sömürüyü artırma ihtiyacı ortaya çıkarmaktadır. Öte yandan toplumsal çürüme, toplumun dibe vurması ve bunun yarattığı sosyal ve kültürel sorunlar artmış bulunmaktadır. Diğer yandan toplum tüketim toplumu cenderesi içinde sıkışmış ve nefes almaz hale gelmiştir.

Kapitalizmin bu aşamasında sosyal demokratlar, hatta liberaller bile kapitalizmin sorunlarına çözüm bulamamaktadır. Hem burjuvazi hem de toplum sorunlarına çözüm aramaktadır. Zaten kapitalizm geldiği aşama ve yaşadığı sorunlar liberaller ve sosyal demokratlara kendi politikaları temelinde sorunlara çözüm bulma zemini vermemektedir. İşte bu ortamda sağ ve muhafazakar iktidarlar hem burjuvaziye hem topluma sorunları biz köklü çözeriz, diyerek iktidara talip olmuşlardır. Nitekim sosyal demokratların ve liberallerin sorunlara çözüm bulamadığı ortamda her yerde sağ ve muhafazakar siyasi eğilimler iktidara gelmektedirler. Bu tamamen kapitalizmin genelde yaşadığı ve yaşattığı sorunların sonucudur.

Sağ iktidarlar nasıl çözmek isterler; tabi ki kılıcı çekerek, bastırarak. İktidar gücüyle sorunları çözmek isterler. Ancak sorunları yaratan kapitalizmin karakteridir. Kapitalizmi daha fazla hakim kılarak kapitalizmin doğasına, karakterine ve amaçlarına daha fazla sarılarak sorunlar çözülemez, daha da derinleşir. Nitekim sağ iktidarlar dönemi kesinlikle bu durumu yaratacaktır. 19. ve 20. yüzyılda olduğu gibi otoriter rejimlerle sorunlarını dönemsel giderme şansları da kalmamıştır. Bu açıdan bu sağ iktidarlar sorunları ağırlaştıracak ve çözümsüz kılacaklardır. Zaten bu nedenle aşırı sağcılar bu sorunları siz değil biz çözeriz, radikal çözüm bizdedir, diyor. Nitekim ağır sorunlar karşısında burjuvazi de toplum da giderek bu güçlere eğilim gösteriyor. Aşırı sağın yükselişi de sistem krizi ile ilgilidir. Aslında tüm bu gelişmeler gerçek çözüm getirecek sol ve sosyalistlerin gelecekte yükselişe geçeceğini göstermektedir. Eğer kapitalizmin yarattığı sorunlara çözüm politikaları ve modelleri ortaya konulursa toplumcu demokrasiyle kapitalizme alternatif olurlar. Komünal ve topluluklar ekonomisi çözümü gündeme gelir. Kuşkusuz sadece ekonomik model ve sosyal olarak değil, toplumcu demokrasi ile birlikte. İktidarı ve devleti sınırlayacak ve ona alternatif olarak demokratik konfederalizm ile. Bu açıdan Önder Apo halkların zamanı gelmiştir, demektedir.

Şu anda birçok yerde zaman zaman tepkisel hareketler gelişmektedir. Aslında toplumları çekecek ve sorunlarına çözüm bulacak bir siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel model ortaya konulursa halkları etrafında toplamak, sürüklemek böylece demokratik, özgürlükçü, toplumcu bir sistem kurmak mümkün olacaktır. Evet, başka bir dünya mümkündür!

Tayyip Erdoğan toplumsal mücadelelerden o kadar korkmuştur ki; Gezi korkusu o kadar kendisini sarmıştır ki, şimdi tüm sağcı iktidarlara birbirimizi destekleyelim, bu tür hareketlere izin vermeyelim, diyor. Demokrasi dışında hak aramalara karşıyız; sadece demokrasi içinde hak arama kabul edilecektir, derken sadece seçim yoluyla hak aranabilir, diyor. Artık Türkiye’de değil, dünyada bile gerçek demokratik bir seçim imkanı kalmamış. Kuşkusuz hala seçimler demokrasi mücadelesi açısından değerlendirilebilir. Ancak esas olarak örgütlü toplum mücadelesi demokrasi getirir. Bu nedenle de her yerde örgütlü toplum dağıtılmakta, örgütlü toplum haline gelinmesinin önüne her türlü engel çıkarılmaktadır. Neredeyse topluma sadece sanal medya ile yetinin, deniyor; hatta Türkiye’de olduğu gibi buna bile tahammül edilmemektedir. Bu aslında Türkiye’deki sistemin çok zayıf olduğunu göstermektedir.

Tayyip Erdoğan gerçekten de faşist demagojiyi pervasız hale getirmiştir. İşi gücü gerçekleri saptırmaktadır. İktidarını ayakta tutmak için yalan, dolan, gerçekleri çarpıtma, ahlaksızlık, ikiyüzlülük, ne varsa her yola başvurmaktadır. Topluma, hatta dünyaya karşı günlük bir psikolojik savaş yürütmektedir. Avrupa’nın, ABD’nin, Rusya’nın ve dış güçlerin desteğini alarak yaşadığı halde yedi düvel bize karşıdır, diyerek halkı kandırıyor. Şovenizmi şahlandırıp gözleri boyayıp iktidarda kalmaya çalışıyor. Yedi düvel dedikleri bir gün tutum alsalar Tayyip Erdoğan tepe taklak gider. Ama Türkiye’yi bölge politikalarında kullandıkları için Türkiye’deki faşist sistemin çöküşüne izin vermiyorlar. Nitekim Almanya başbakanı bunu açıkça söyledi.

Adam o kadar demagog ki, kendi kurduğu faşist sistemi Avrupa’yla karşılaştırıyor. Bize polisiniz şöyle yapıyor diyenler, bizi baskıcı ilan edenler Avrupa’daki durumu görsün, bizi anlasınlar, diyor. Biz Gezi’de teröristlere karşı savaştık, şimdi de teröristlere karşı savaşıyoruz, terörist destekçilerine saldırıyoruz, diyor. Açıkça Sarı Yeleklilerin eylemini kendi faşist rejimini normalleştirmek için kullanıyor. Kuşkusuz Avrupa’da gerçek demokrasi yok. Orada da egemenlerin iktidarı var. Ama Türkiye ile karşılaştırılırsa oralarda eksikler olsa da hala demokratik kurumlar ve zemin var denilebilir. Hiçbirisi Türkiye’deki gibi faşist otoriter değil. Türkiye’de soykırımcı bir sistem var. Öyle ki, Kürtler yararlanır diye yerel yönetimler, özerklik şartını bile kabul etmemiştir. Fransa’da da yerel demokrasi var, Belçika’da da var. Belçika’da 3 özerk bölge, kanton ya da federe bölge var. Tüm farklı etnik kimlikler kendi ana diliyle eğitim yapıyor ve sistemlerinde ana dilde eğitim esas. Hatta 2 dilli, 3 dilli bir sosyal, ekonomik ve toplumsal sistem var. Şimdi kalkmış utanmadan Avrupalılar demokraside sınıfta kaldı, diyor.

Avrupa, kapitalizmin ve sömürü sisteminin merkezi, bu konuda ne söylense haklıdır. Eğer dünyaya tek bir söz söyleyemeyecek kişi ve iktidar varsa o da Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarıdır. Her gün insanlar evlerinden ve işyerlerinden alınıp tutuklanıyor. Tutuklananlar da sokaklarda ve meydanlarda demokratik protesto haklarını kullananlar da değil, sadece AKP’ye muhalif, AKP’ye muhalefeti örgütler diye tutuklanıyor. Şimdi binalar içinde açlık grevi yapanları bile tutukluyor. Bu faşist şef kalkmış bizim polis daha insancıl, diyebiliyor. Herhalde dünyanın en bağımsız ve adil mahkemeleri de bizde var, diyecektir. Bizim polis insancıl, diyor. Ama bu polis bırakalım Gezi ve başka protestolarda insanları katletmeyi; evde, sokakta insanlara ne yaptıkları her gün ortada. Özel harekat polisleri Gever’de halkı yere yatırıp nasıl Türk’ün gücünü göreceksiniz, dediğini tüm dünya gördü. Böyle birinin Avrupa’ya, dünyaya insan hakları ve demokrasi dersi vermesine sadece gülünür.

Kuşkusuz Tayyip Erdoğan biliyor Türkiye’de ne demokrasi, ne insan haklarının olmadığını. Ancak kimse Türkiye’deki faşist iktidarı eleştirmesin, bu iktidara karşı söz söylemesin, tutum almasın, diye bu tür söylemlerde bulunuyor. Onları suçlayıp töhmet altında bırakarak susturmak istiyor. Ama onlar utanmaz, ilkesiz ve çıkarcı. Bu nedenle kalkıp sen ne konuşuyorsun, kendine bak, diyemiyor. Arada sırada formalite gereği, sadece kamuoyuna yönelik dostlar bizi pazarda görsün misali eleştiri yapıyorlar. Aslında bu yaklaşımlarıyla Tayyip Erdoğan’ın her türlü hakaretini hak ediyorlar. Çünkü Tayyip Erdoğan yüzlerine tükürsem de bunlar yarabbi şükür derler, diye düşünüyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika