Tecrit, yetersiz yoldaşlığın sonucu

"20 yıldır İmralı’da büyük bir izolasyon var. Gençler, kadınlar, onu Önder olarak kabul eden bizler bir özeleştiri de veriyoruz. Önderlik yakalandığında yetersiz yoldaşlıktan dolayı olduğunu söylemişti. Tecridin sürmesi eksikliğin bir göstergesi.”

 

Yerleşik olmak nedir? Evimiz neresidir?               

Hepimiz için doğal gelen bu sorular, yerleşik olmamızın normalliğinden. Normal olan alışılagelenle ifade edilir. Ama alışılagelmeyen her şeyi sıra dışı görmeye meylimiz inkar edilemez. Strasbourg’a doğru yola çıkmadan açlık grevi eylemcileriyle ilgili telkinler, bilgiler, kimler oldukları, ne tür çalışmalarda bulunduklarına dair haber merkezi bilgilendirmede bulundu. Bir gazeteci olan Gülistan Çiya İke ile ilgili, aynı çalışma alanından olunduğu için oldukça fazla bilgi vardı.

2011 yılından bu yana Avrupa’daki gazetecilik çalışmalarına Sterk TV’de devam ediyor. Editörlük, moderatörlük, haber bültenleri, programlar. Bir televizyonda var olabilecek tüm alanlarda çalışma yürütmüş ve yürütmeye devam ediyor. Babası mücadelenin ilk günlerinden Özgürlük Hareketi saflarına katılmış, şehit olmuş biri. Annesi, Gülistan ve iki kardeşiyle sürekli göç halinde Güney ve Kuzey arasında gidip gelmiş. İki kardeşi Özgürlük Hareketi saflarında. Hayatları göç yollarında geçmiş ve daha bir sürü şey.

Hikayeyi ilginç yapan alışılageldik bir hayatın dışında bir hayatları olması. Ama o sıradışılığın, yerleşikliği normallik kabul eden bizler için olduğunu İke ile konuşmalardan anlıyoruz. İlk zamanlar kendi hikayesi ile ilgili konuşmak istemiyor İke. “Bir ara kitap çalışması yapmak isteyenler de oldu ama ben anlatamıyorum” dedi her görüşme isteğimizde. Ama her farklı hikaye ilgi çekicidir biz yerleşikler için.

Hele ki hayatı sınırlarda geçmiş birinin hikayesi… Ama onun için öyle miydi? Elbetteki hayır. Onun normali oydu. “Bir yere gittiğimde oraya dair bir yabancılık hissetmiyorum. Ama burası benim de diyemiyorum” diyor, anlatmaya karar verdikten sonra. Sınırda yaşamanın nasıl bir his olduğunu, sınırın nasıl bir dili olduğunu soruyoruz, sınır okumalarından akıldan kalan birkaç cümleyi bir araya getirmeye çalışırken. “Benimki bir sınırda yaşamak değil, bundan bahsetmiyorum. Tam tersi sınırsızlıktan bahsediyorum” diyor. Bize sıradışı, onun normali olan hayatını, İke’den dinliyoruz.

ÇOCUKLUK, GÖÇ. SINIRDAKİ SINIRSIZLIK

“1984’te Şırnak Grek köyünde dünyaya geldim. 1985 yılında da ailecek Güney’e geçmek zorunda kaldık devlet baskısı nedeniyle. Behdinan’a gittik. Enfal’e kadar da orada kaldık. Enfal Katliamı bildiğiniz gibi Kuzey sınırına kadar dayandı. 1989-90 arasıydı yanlış hatırlamıyorsam, Kuzey’e geçmek zorunda kaldık. Çünkü kaldığımız yer Behdinan’daydı ve orası sürekli olarak Saddam tarafından bombalanıyordu. Bir yıl Kuzey’de kaldık ama sürekli yer değiştirmek de zorundaydık. Ama baskılar artınca tekrar Güney’in yolunu tuttuk. Zaxo’ya gittik. Babam o zamanlar harekete katılmıştı. Bir gerillaydı. 1994’te MİT-KDP işbirliği sonucu yakalanıp Türkiye’ye teslim ediliyor. Sonra da katledildi. Bir komployla şehit edildi. Fakat kimse bir şey bilmiyordu. Nasıl oldu, nerede oldu? Şehadetinden sonra biz 1995’e kadar Zaxo’da kaldık. Çaresiz kalınca o dönem kamp vardı, oraya geçtik. Sürekli bir göç hali yaşıyorduk.

Bu süreçte çocuktuk ama hiç oyun oynadığımı hatırlamıyorum. Çünkü bir savaş vardı ve bu şiddetli savaşın içerisinde sürekli göçer halde oradan oraya gidiyorduk. Bir yerde oranın kültürünü, adetlerini öğrenecek kadar çok kalmadık. O nedenle çocuk olarak oyunsuz kalıyorsun. Bu tabii bir çocuk için kötü bir şeydi. 1995’te kampta okula gitmeye başladım. Liseye kadar kampta okudum. Sonrasında da siyasi çalışmalarım başladım. Öncesinde de kültürel çalışmalarda yer alıyordum. 2011’den bu yana da Avrupa’da basın çalışmalarıma devam ediyorum.

Babam bir devrimciydi. Bizler de her daim arkadaşlarla birlikteydik. Mücadele kültürü ile büyüdük. Bizi motive eden, birçok zorluk içinde bizi ayakta tutan da bu kültürdü. Biz bu mücadelenin bir parçasıydık. Sadece bu da değil. Aynı zamanda mücadelenin de içindeydik aile olarak. Büyük zorluklar yaşadık elbette. Bu kadar büyük bir savaşın içinde çocuk olarak sürekli yer değiştirmemize rağmen bir kırgınlık yaşamıyorduk. Çünkü mücadele kültürü bunu bize veriyordu. İnsanlar yerleşikti. Elbette onları görünce biz de soruyorduk, neden bizimki böyle diye. Ama biz biliyorduk neden olduğunu da. Çünkü bir derdimiz, bir davamız vardı. Bir yolda yürüyorduk. Bu yol sadece göç yolu değil. Bu dava ülke, özgürlük davasıydı. Çekirdekten oradan yetişiyorsun aslında. O yüzden size yabancı gelmiyor. Aileye bağlılık, aile aidiyeti o nedenle bizde gelişmedi. Bir yere gittiğimde buralıyım ya da buralı değilim diyemiyorum. Çünkü sürekli yer değiştiren göçmenlerdik. Bu ayrıca iyi bir şeydir. Her yere ait olabilirsiniz ama hiçbir yere de ait değilsiniz. Sınırlarda dolaşmak bunu size veriyor. Bu bir sınırsızlık da aslında. Siz hiçbir yere başkasının yeri diye bakmıyorsunuz, her an oraya gidebilirsiniz. Bu benim yerim buradan kopamam, gidemem diyemiyorsunuz. Dolayısıyla aidiyetimiz yok. Aslında evet bir kimlik anlamında sizi etkiliyor. Toprakla güçlü bağınız olmuyor. Ama diğer yandan bir sınırsızlık duygusu yaratıyor. Kürdistan coğrafyasında dolaşıyorsunuz ve evet Kürdistani oluyorsunuz, yerellikten çıkıyorsunuz. Evrensel olarak da böyledir. Kürdistan dışına çıkınca Ermenistan’a, Kafkaslara gidince, Avrupa’ya gelince bir yabancılık ya da aidiyet hissetmedim. Örneğin Kürdistan’ın dört parçaya ayrılması duygusu bende yok. O nedenle evet bir ülkemiz var. Bu bir tanedir, dört parça değil. Amaç var, mücadele var. Bu çok güzel bir duygu.

SU AKLIMDA ÖLÜMLE ÖZDEŞLEŞTİ

Çocukluktan aklımda kalan hep göçler oldu. Sınırlardan geçişler hep aklımda. Her zaman aklımda olan bir olay var. Enfal sonrasında bizler tekrar Kuzey’e geçecektik. Annem her şeyi topluyordu ve her şeyimizi eşeklere yükledi, eşeğin heybesine doldurdu. Sonra bir akşam biz yola çıktık. Kimsemiz yoktu, babamızda yanımızda değildi. Biz çocuktuk, annem tek vardı. Babamın bazı dostları vardı onlar bize yardımcı oldu. Kimyasal saldırı nedeniyle nerede su vardıysa bombardıman sonrasında herkes sulara doğru koşup, kendini suya bırakıyordu. Kimyasal onlara etki etmesin, su onları korusun diye. Birçok insan suların içinde kaldı, çıkamadılar. Bu hep aklımda. O nedenle hala daha suyun olduğu bir kıyıya gittiğimde korkuyorum. Çünkü su ölümle bütünleşik kaldı aklımda. O nedenle sudan korkuyorum. Sonrasında biz yoldayken, eşeğimiz kayboldu. Elbiselerimiz içindeydi, oyuncaklarımız içindeydi, sevdiğimiz herşey içindeydi. Kardeşlerimin de tabii. Annem Bağdat’a Musul’a gitmişti. Oradan bize getirdiği şeyler vardı. Ne zaman çocukluğuma dönsem bu aklıma gelir. En güzel şeylerimiz o eşeğin heybesinde kaldı. Ne oldu, nereye gitti bilmiyoruz. Ne zaman sinirlensem, gidip anneme hani eşyalarım, oyuncaklarım diyordum. Annem de ”eşeği bulacağız” diyordu.

ANNEM GÜÇLÜ BİR KADINDI

Babam devrimle geçirdi hayatını. Devrimi tanıdıktan sonra aileyi bıraktı tabii. Bunun nedenleri vardı. Zaman zaman gidiş gelişleri de oldu. Fakat bir zaman sonra aile ile ilişkileri tamamen kesildi. Annem bizleri büyütmek için çok zahmet çekti. Hem göç halindeydik hem de çocuklar olarak bizler küçüktük. Bazen bende düşünüyorum. Annem nasıl başarabildi bizleri büyütmeyi, o kadar zorluk içinde? Çok güçlü kadındı. Çok sabırlı bir kadındı. Ne yapacağını, nasıl yapacağını biliyordu. Doğrusu bizi mağdur da etmedi. Elinden gelen her şeyi yapıyordu. Annemin yaşamı büyük acıların olduğu bir yaşamdı. Devrim, mücadele içindeydi. Birçok arkadaş gördü. Mücadelenin içinde birçok arkadaşla tanıştı. Heval Agit’i gördü örneğin. Onlara hizmet etti. Onlara, arkadaşlara, mücadeleye çok değer veriyordu. Babam, erkek ve kız kardeşim mücadeleye katıldı. Bir kez bile bir şey demedi. Bu yol saygın ve onurlu bir yoldur. Bizim yolumuz budur diyordu. Çocuklarını da bu mücadele içinde büyüttü. O nedenle annem hepimizden devrimciydi. Bu devrimin, mücadelenin sahibiydi. Belki her şeyi içine attı. Biz, onun ne hissettiğini çok bilmezdik. Her şeyi içinde yaşıyordu. Dışarıya yansıtmıyordu bizler etkilenmeyelim diye belki de. 2000 yılında kansere yakalandı annem ve onu kaybettik. Ama kardeşlerim küçüktü. Onlar elbette ki kötü etkilendiler ölümünden. Arkadaşlarımız ellerinden geleni yaptılar kardeşlerim için.

KADINLARA ÖZGÜRLÜK YOLUNU ÖNDERLİK AÇTI

Gözümü açtığımdan beri bu mücadelenin içindeydim ve böyle büyüdüm. Sonradan öğrenmedim, sonradan katılım sağlamadım. O nedenle kendimi bu davanın, bu mücadelenin sahibi olarak görüyorum.

Önderliğin yaşamı her zaman mücadele ile doluydu, onu örnek alıyorduk. Önderlik anlatırken diyor, mücadelem çocukluğumdan bu yana başladı. Çocukluğum Önderliğin söylemleriyle şekillendi. Onun yaşamı mücadele dolu bir yaşam. Fakat 20 yıldır İmralı’da o izole sistem içinde bile büyük adımlar attı. İmralı, bir işkence sistemidir. Belki 20 yılda çok az kişi İmralı’ya gidip, onu görebildi. Fakat İmralı’daki şartlar oldukça ağır. Nemli, havasız bir yerde kalıyor. 20 yıldır bir insan tek başına kalıyor ve bu mücadele için büyük adımlar atıyorsa, paradigmada büyük değişiklik yapabiliyorsa, felsefi anlamda, ideolojik anlamda hepimizi besliyorsa, hareketimizi oradan besleyebiliyorsa, toplumda büyük değişiklikler yapabiliyorsa bu büyük bir mucizedir. Dünyada böyle bir şey yok. Böylesi koşullarda Önderlik yürütebilmesi emsalsiz bir örnektir. Bunu böyle söyleyebiliriz. İmralı direnişi, toplum, halkın tarihi direnişi demektir de. Bu aynı zamanda güncel bir direniştir. Önderliğin liderliği, başka bir liderliktir. Önderliğin farklılığı da budur. Önderlik varlık ve kimlik demek benim için. O nedenle ben hayatımda Önderliği yaşadığımı düşünüyorum. Ben yaşamımın her alanında Önderliği görüyorum.

Kadınların kendi varoluşu için Önderlik oldukça önemli. Ben bugün burada direnebiliyorsam bu Önderlik paradigması, Önderliğin kadın özgürlüğü için verdiği emekler sayesindedir. Kadınlar için var olmak, kendini tanımak Önderlik sayesinde oldu. Bu nedenle Önderliğin söylemleri herkes için önemli ama biz kadınlar için çok daha ayrı bir önem sahip.

Önderliğin yaşamı, varlığı büyük bir risk altında. 20 yıl az bir zaman değil. 20 yıldır İmralı’da büyük bir izolasyon var. Gençler, kadınlar, onu Önder olarak kabul eden bizler bir özeleştiri de veriyoruz. Önderlik yakalandığında yetersiz yoldaşlıktan dolayı olduğunu söylemişti. İmralı sürecine baktığımızda bunun devam etmesi, bu eksikliğin de bir göstergesi. Bunu tamamlayabilseydik, kurtuluşunu sağlayabilseydik tecrit devam etmezdi. Kadınlar olarak, halk olarak bu eylemle görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.

Bu eksikliği tamamlamaya, yetersiz yoldaşlığımızı gidermeye çalışıyoruz. İmralı tecridini kırıp, Önderliğin özgürlüğünü sağlamaya çalışıyoruz bu açlık greviyle. İmralı’daki işkence ağır oldu, 20 yıl çok uzun bir süreç. Bizler direnişi büyütmeye çalışıyoruz. Bunun öncülüğünü yapmaya çalışıyoruz. Bugün bu devrim, halkımıza yönelik ve dört parçada bizlere yönelik yoğun saldırılara karşı direniyor. 20 yıldır İmralı’da Önderlik bu hareketi büyüttü. Bu Önderliğin öncülüğü sayesinde oldu. Hareketimiz büyüdü, uluslararası bir karaktere kavuştu. Kadın hareketimiz de yine aynı şekilde. Bu da Önderlik sayesinde oldu.

VİCDANLARA SESLENİYORUZ

Açlık grevi bir çaresizlikten değil. Başka yol kalmadı ve biz buna başladık diye düşünülebilir ama ben böyle görmüyorum. Bu bizim için bir mücadele şekli. Belki Avrupa’da daha farklı çalışmalar yapılabilir. Ama bizler bütün dünyanın gözü önünde bu açlık grevini yapıyoruz. Kürdistan’ın dağlarında büyük bir direniş var. Orada da direniş büyüyor. Arkadaşlarımız, Kürt gençleri, Kürt kadınları mücadele yürütüyorlar yıllardır. Mücadele böyle büyüdü. Aynı şekilde Rojava’da yerli halkın katılımıyla yeni bir yönetim oluştu. Büyük bir güç oluştu, hegomon güçlere karşı. Bu da bir direniş yolu. İnancımız odur ki, bu eylem vicdanlara bir ses katar.

Vicdanlar, bu insanlık sesini duyabilirler. Doğrusu biz muhattaplarımıza bunu hissettirmek istiyoruz. Açlık grevi, iradeleriyle bedenini ölüme yatırmaktır. Eğer vicdan, insanlık var ise bu sesimize ses katılmalı. Elbette biz tek değiliz. Leyla arkadaşımız eylemimize öncülük etti.

Onun öncülüğünde, kadınların öncülüğünde bu eylemler devam ediyor. Bu da oldukça önemli. En kritik zamanlarda biliyoruz ki, kadınlar sorumluluğu üzerine alıp canıyla, her şeyiyle direnişe öncülük ediyor. Leyla Güven bunu yaptı. Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi olarak başlattığımız bu eylemle bizler, Önderliğe yönelik tecriti kırmayı hedefliyoruz. Avrupa, 3 maymunu oynuyor. Önderliğe uygulanan tecritten, haklarının gasp edilmesinden haberdar değil gibi. İnsanlığın vicdanına seslenmemiz önemli. O nedenle Avrupa’daki açlık grevleri, onlara seslenmek için de oldukça önemli.

Kaynak: Yeni Özgür Politika