Terörizm değil iç savaş

Brüksel davasının avukatı Jan Fermon:Türkiye, Almanya, ABD gibi ülkeler; AB, NATO gibi uluslararası kuruluşların iddia ettiği gibi PKK bir ‘terör örgütü’ değil silahlı çatışmanın bir tarafı. Yaşanan ise terörizm değil bir iç savaş.

Belçika’da bir mahkeme PKK’yle ilgili ‘terör’ suçlamalarını reddederek bir ilk imza attı ve ”PKK terörist değil silahlı çatışmanın bir tarafı” dedi. Böylece Kürt halkının meşru, haklı ve insani mücadelesi bu karar ile bir kez daha tescillenmiş oldu.

2010 yılında Kürt siyasetçiler Remzi Kartal, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun’un da yer aldığı 40 kişi hakkında açılan dava sonucunda çıkan bu karar PKK’ye yönelik terörizm suçlamalarını çürütürken, savaş hukukuna ve bunun gerekliliklerine de işaret ediyor.

Brüksel davası, 25. yıla giren PKK yasağının hukuk dışılığını ve mesnetsizliğini ortaya koyan önemli bir karar.

Davanın avukatlarından Jan Fermon ile Brüksel davasının perde arkasını, gelişimini, etkileri ile terörizm, savaş hukuku gibi daha bir çok konuya ilişkin Yeni Özgür Politika'nın sorularını yanıtladı.

PKK’ye yönelik ‘terörist’ suçlamasını reddeden Brüksel davası hakkında bilgi verir misiniz?

 Belçika savcıları yıllar önce üç konuda soruşturma başlattı; ‘PKK için finans sağlama’, ‘PKK propagandası‘ ve ‘PKK’ye üye kazandırma çalışmaları.’ Savcılar bu soruşturmalar bittiğinde 40 kişiyi ve Kürt televizyonlarının bünyesinde olduğu ikişer şirketi dava etti. Davaya dahil edilen kişilerden bazıları ‘terörist bir örgütün lideri’ olmakla, diğerleri ise ‘terörist bir örgütün faaliyetlerine katılma’ suçlamasıyla yargılanmaya başladı. Bu iki suçlama aynı zamanda Belçika hukukunda terörizm ile bağlantılı yasalardır. Savcılık böyle bir suçlamayı ya da iddiayı dile getirdiğinde mahkeme davanın görülüp görülmeyeceğine karar verir. Yani bu ön hazırlık aşamasında mahkeme davanın devam edeceğine ya da durdurulmasına karar verir.

Bu noktada biz Türkiye’de olanların silahlı bir iç çatışma olduğunu, bu çatışmanının taraflarının olduğunu; bir tarafta Türk devleti, diğer tarafta PKK ve tabiki HPG’nin savaştığı bir iç savaş yaşandığı argümanını ortaya koyduk. Belçika hukuku iç savaşta, anti terör mevzuatının uygulanmayacağını söylüyor, tabi kimi özel durumlar var ama biz bunun bu özel davaya uyumlu olduğunu düşündük.

Başta tabi savcılık bizim argümanlarımıza oldukça yukarıdan baktı, cevap verme tenezzülünde bulunmadı. Dava sonucunda ise mahkeme bize hak verdi; bunun bir silahlı çatışma olduğunu, HPG’nin silahlı bir örgüt olduğunu kabul etti. Mahkeme farklı örgütlere mensup, hiçbir zaman PKK üyesi olduklarını belirtmemiş, lider konumunda ya da bireysel olarak PKK faaliyetleri yürütmüş olan müvekkillerimizin ‘anti terör mevzuatı‘ ile yargılanamayacaklarını çünkü PKK’nin silahlı çatışmanın bir tarafı olduğunu, bundan dolayı da terörist bir örgüt olmadığını söyledi. Mahkeme, müvekkillerimizin PKK üyesi ya da bağlantısı olup olmadığı sorusundan bağımsız olarak -bu tamamen farklı bir soru- ne olursa olsun terörist örgüt üyeliği suçlaması ile yargılanmayacağını çünkü PKK’yi hukuksal olarak terörist olarak gören savcılığın aksine ”silahlı bir çatışmanın tarafı olduğuna ve terörist olmadığına” karar verdi. Dava şu anda yeniden temyiz mahkemesinde.

PKK’nin silahlı bir çatışmanın tarafı olduğuna ilişkin hangi uluslararası hukuku referans gösterdiniz ve savcılık bunlara hangi argümanlarlarla karşı çıktı?

Bir çatışmanın uluslararası hukuka göre silahlı çatışma olarak görülüp görülmeyeceği sorusu aslında oldukça kanıtlanabilir bir şeydir, çünkü tamamen verilere bağlıdır. Veriler çatışmanın ‘silahlı bir savaş mı’ yoksa ‘yayılmış bir şiddet mi’ olduğunu kanıtlar. Eğer veriler bunun bir ‘yayılmış şiddet’ olduğunu gösteriyorsa o zaman bu kriminal hukukun konusudur. Ama eğer bu bir savaş ise o zaman farklı yapıların konusudur, çünkü savaşta mesela askeri hedeflere saldırmak illegal değildir. Savaşta askeri hedeflere saldırmak yasaldır. Ama tabi eğer sivil hedeflere saldırırsanız, uluslararası hukuk sizi savaş suçu işlemekle yargılar, burada terörist olmakla da suçlanabilirsin. Sonuç olarak bu iki durumda yasal mevzuat farklıdır.

Bizim argümanımız, orada yaşananların bir savaş durumu olduğuydu. Bu uzun süredir devam eden bir çatışma ve sadece kolluk kuvvetlerinin konusu değil. PKK ile sadece sıradan polisler değil, ordu ve de polislere ait özel ordunun da savaşıyor olması, silahlı bir çatışma olduğu gerçeğini gösteriyor. Bence jandarma ve polise ait özel birliklerin ordu güçleri olarak görülmesi gerekiyor. Yine bunun silahlı bir savaş olduğu gerçeğini, Türk hükümeti tarafından Kandil ve diğer yerlerin savaş uçakları ile vurulmasında görebiliyorsunuz. Çatışmanın coğrafik olarak geniş bir alanda yapılıyor olmasında görebiliyorsunuz ve yine çatışmanın yoğunluğunda görebiliyorsunuz, yine zorla yerlerinden edilen insanların sayısında bunu görebiliyorsunuz. Yayılmış şiddet bir milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine sebep olmuyor. Sonuç olarak bu çatışmanın yoğunluğu o kadar fazla ki savaş olarak görülmesi gerekiyor.

İkincil olarak HPG’nin ordu olarak davranmasıdır. HPG şiddet uygulayan bir grup gibi hareket etmiyor, ordu gibi davranıyor. Gerillaları eğitiyor, yönetimi, iç hukuku var, uluslararası insan haklarına saygı duyuyor, ne zaman bir gerilla uluslararası hukuk kuralarına karşı bir suç işlese disiplin cezası uygulanıyor; iç mahkemesi var, HPG’nin komuta yapısı var. Şiddet yayan insanlardan oluşan bir grup gibi değil.

Eğer bu iki koşul yerine getiriliyorsa; yaşanan çatışmanın yoğunluğu ve devlet olmayan gücün davranışı, o zaman kriminal, terörist ve şiddet biçiminde değil, savaş hukuk altında ele alınmalıdır. Bana göre hem hukuksal açıdan hem de politik açıdan önemli. Çünkü çatışmayı çözmek istiyorsunuz. Uluslararası toplumun çatışmadaki amacı, görevi çatışmayı bitirmek, onun için bir çözüm bulmaya yardım etmek, çözümü müzakere etmektir. Yani eğer bunu çatışma olarak görürseniz o zaman bu yaklaşımı sergilersiniz; tarafları bir araya getirmeye çalışırsınız, tarafları müzakere etmeye itecek, onlara müzakere için yardım edecek bir yaklaşım gösterirsiniz. Ama eğer terörizm olarak tanımlarsanız o zaman onunla savaşmak zorundasınız. Onu bitirene kadar savaşmak zorundasınız. Bundan dolayı da hem politik olarak hem de hukuki olarak Kürtler ve Türk devleti arasında yaşananları ”iç silahlı savaş, sivil çatışma” olarak tanımak gerekir, kriminal bir konu olarak değil.

Adalet Divanı’nda PKK’nin ‘terör örgütleri listesi’nden çıkarılması talebinin görüşüldüğü davaya İngiltere ve Fransa ülkeleri de müdahil. Brüksel davasında da benzer bir durum var mı?

Lüksemburg’taki dava oldukça farklı çünkü oradaki dava Avrupa’nın PKK’yi ‘terör listesi’ne almasına karşı açılan bir dava. Adalet Divanında görülen bu dava da, davalı AB olduğu için Avrupalı ülkelerin müdahil olup, fikirlerini belirtmesi normaldir. Ondan dolayı da mesela İngiltere davaya müdahil olarak, mahkemeye dava konusu ile ilgili tutumunu gösterdi. Ulusal mahkemelerde ise tabi diğer ülkeler müdahil olamaz. Onun için bizim davada tabiki İngiltere, Fransa ya da başka bir ülke müdahil olmadı. Buna karşın Lüksemburg’ta mümkün olmayıp, bizim davada mümkün olan şey şuydu: Türk devleti davaya sivil taraf olarak müdahil oldu. Bunun anlamı Türk devleti savunmanın eylemlerinden zarar gördüğünü belirtti ve bunun için de tazminat talep etti. Zarar gördüklerini ve tazminat istemelerinden dolayı davaya sivil taraf olarak dahil olabildiler. Yani sonuç olarak evet Türk devleti Belçika’daki davanın bir tarafı.

Peki Türk devleti iddialarını nelere dayandırdı, mahkemeye ne tür bilgi ve belgeler sundu?

Aslında oldukça ilginç ama Türk devleti davadaki taraf olarak şimdiye kadar sadece çok genel şeyler söyledi ve sadece savcıların iddianamesini destekledi. Yani Türk devleti tarafından, savcılara katılıyoruz dışında, gerçek anlamda bir savunma görmedik. Bilmiyorum eğer dava duruşmaya giderse ve bu kamuoyuna açık yapılır ise belki Türk devleti daha aktif bir savunma yapar ama bu onlara bağlı.

Davanın hala devam ettiğini ve şu anda temyiz mahkemesinde olduğunu belirttiniz. Bunu biraz açar mısınız?

Aslında ilk mahkeme PKK’nin ‘terörist bir örgüt değil silahlı bir çatışmanın parçası’ olduğunu belirterek davayı düşürdü ama savcılık bu kararı temyiz etti. Temyiz mahkemesinde, mahkeme aynı kararı aldı ama bu sefer daha güçlü argümanlarla, daha uzun ve daha net kanıtlar göstererek bunu yaptı. Bundan sonra da iddia makamı davayı Anayasa Mahkemesi’ne götürdü ve Anayasa Mahkemesi de temyiz mahkemesinin kararını, teknik sebeplerden dolayı diyebilirim, bazı sorulara yetersiz cevaplar verdiğini gerekçe göstererek temyiz mahkemesine geri gönderdi. Şu an geldiğimiz aşama yine temyiz mahkemesi.

Şimdi mahkemenin yeni karar almasını bekliyoruz ve bu kararın 2019’un ilk çeyreğinde olacağına inanıyoruz. Bütün davayı değerlendirince bana göre özet olarak bu bir silahlı çatışmadır ve bundan dolayı da bu dava düşmelidir. Düşmezse zaten dava terörizm suçlamasıyla yerel mahkemede görülecek. Eğer temyiz mahkemesi yeni kanıtlar ekleyip davayı yerel mahkemeye gönderirse bu bütün tartışmaların yeniden baştan yapılmasına neden olacak. Bu durumda bu dava o zaman 2019 sonundan önce bitmez.

Davadan nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? 

Ben bir beklenti dile getirmek istemiyorum. Durum oldukça karmaşık. Ben temyiz mahkemesinin nasıl bir karar vereceğini bilmiyorum. Temyiz mahkemesi davayı durdurabilir, daha önce yaptığı gibi ya da davanın bütünlüklü olarak görülmesi için yerel mahkemeye gönderebilir ya da savcılara göndererek sizin verdiğiniz bilgiler yetersiz daha kapsamlı bilgi istiyoruz diyebilir. Ama bana göre önemli olan şey bizim bu davada hali hazırda iki kararırımız var; yerel mahkeme ve temyiz mahkemesi. Yerel mahkemede bir hakim, temyiz mahkemesinde üç hakim bunun bir silahlı çatışma olduğunu ve anti terör hukuku değil savaş suçları hukukunun konusu olması gerektiğine karar verdi.

Yani sonuç olarak bizim elimizde iki farklı bağımsız mahkeme tarafından verilen bunun anti terör değil çatışma meselesi olarak alınması gerektiğini belirten iki lehte karar ve buna ek olarak da farklı bir yerel mahkemeden çıkan benzer bir karar var. Yani bu mahkeme aleyhte bir karar verse bile elimizde iki aleyhte karara karşın üç lehte karar olacak.

Peki bu davanın benzer davalar üzerinde bir etkisi olacak mı? 

Avrupa’da bildiğim kadarıyla konuyu bu bakış açısıyla ele alan ilk mahkeme kararıdır. Bazen benzer davalarda aşağı yukarı benzer argümanların savunma tarafından dinlendirildiğini gördüm ancak mahkeme tarafından farklı gerekçelerle reddedildi. Yani bu ilk defa yapılan bir tartışma değil ama ilk defa bu açıklıkta bunun bir çatışma olduğunu ve PKK’nin bu çatışmanın bir tarafı olduğunu ve terörist olmadığını belirten ilk karardır. Bunun daha çok ahlaki ve politik etkileri olacaktır. Çünkü bu yeni bir tartışma yaratacak. Avrupa’daki diğer mahkemeleri bu konuda daha duyarlı davranmaya itecek, burada belirtilen sorunsalı tartışmadan reddetmelerinin önüne geçecek. Bu açıdan bakınca bana göre etkisi olacak tabi ama ulusal mahkemeler farklı yaklaşabilir, bundan dolayı da otomatikman bir etkisi olmayacak.

Mesela; Belçika’da bir karar çıktı, Danimarka’da da geçerli olacak değil. Danimarka mahkemesi tekrar bu kararın üzerinden geçecek ama en azından Danimarka, Almanya ya da Fransa’daki meslektaşlarımız mahkemede bu konuyu masaya yatırarak, bunun sadece bir savunma olmadığını aslında Belçika’daki mahkemenin de kendileri gibi düşündüğünü belirterek, bu davaya daha kapsamlı ve derin bakmalarını talep edebilirler. Sonuç olarak ben bunun aslında kapılar açacağını düşünüyorum, tabi bu aynı yönde kararlara yol açacak mı bunu bilmiyoruz.

143 farklı terörizm tanımı ile nasıl çalışabilirsiniz?

Ben terörizmin meşru hareketler için yeterli bir konsept olduğunu düşünmüyorum. Ben bunun politik bir konsept olduğunu düşünüyorum. Hükümetler her zaman karşıtlarını terörizm ile suçladılar ve birçok durumda terörist olarak suçlanan örgütler ya da bireyler sonrasında kahraman oldular. Paris teröristler tarafından özgürleştirildi, Nazi rejimi terörist olmakla itham edilen insanlar tarafından özgürleştirildi. Aynı durum Balkan’larda da yaşandı, orada da Naziler karşıtlarına teröristler diyordu. Nelson Mandela ve Afrika Ulusal Kongresi dünyadaki en iyi manifesto haline gelmeden önce ABD ve benzerleri tarafında terörist olarak damgalanıyorlardı. Sonuç olarak bu politik bir konsepttir ve hukuksal bir konsept olarak kullanmak için yeterli değildir. Ve aslında bunu hukuksal bir konsept olarak kulanmanın tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

Çünkü bizi ikinci dünya savaşı öncesine, hükümet karşıtı her hareketin suç sayıldığı bir döneme götürecek. İkinci dünya savaşından sonra dünya insanları, insanların bazen devlete karşı eylemlerinin gerekli olduğunu gördüler. İkinci dünya savaşından sonra herkes için aslında Nazizm ve faşizme karşı hareketler, ki sadece Almanya’da Nazizme değil aynı zamanda mesela Japonya’daki faşizme karşı sivil isyanlar, gerekli olarak görüldü. Çünkü bu isyanlar olmasaydı aslında dünya faşizmden kurtulmayacaktı. İkinci dünya savaşından sonra oluşturulan hukuka baktığınız zaman, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Birleşmiş Milletlerin Sosyal, Ekonomik ve Politik Haklar Bildirgesi, Birleşmiş Milletlerin Kolonyalizm Karşıtı Mücadele ile ilgili beyannamesi vs. Sonuç olarak bütün bunlar bazı dönemlerde halkın tiranlıklara karşı güç kulanmasının meşru, hukuksal olduğunu ve bu meşru tepkinin kriminalize edilemeyeceğini söylüyor.

Böylece uluslarası hukuk bunun için alan açtı. Oradaki esas gelişmelerden biri, uluslararası toplumun kriminal hukuk yerine savaş hukukunun iç savaşta da, yani bir ülke içindeki savaşta da uygulanabileceğini kabul etmesidir. Bu durumda uluslararası hukuk devlet ve devlet olmayan aktörleri, devlete karşı isyan edenleri aynı yere koydu. Bana göre terörizm konseptinin yasalarının kullanımı bizi ikinci dünya savaşının öncesine, devlete karşı her türlü tepkinin -devletin ne olduğu ve ne yaptığı ve ne kadar terörist olduğundan bağımsız- devlete karşı her hareketin kriminalize edildiği ve terörizm olarak damgalandığı bir yere götürüyor.

Bundan dolayı bunun yetersiz bir konsept olduğunu düşünüyorum ki, bu aynı zamanda belirsiz bir konsept. Avusturyalı profesör Hans Koller uluslararası enstrümanlar ve dökümanlarda 143 farklı terörizm tanımını ortaya çıkardı. Yasal bir konsept üzerinde nasıl 143 farklı bir tanım ile çalışabilirsiniz ki? Eğer insanları katlederseniz, kitle kıyımı yaparsanız, bombalarla kitlesel kıyım yaparsanız ya da arabayla kalabalığın arasına dalıp kitle kıyımı yaparsanız, kriminal hukukun sizi bunun için yargılayacak ve gerekli cezaya çarptırtacak gerekli bütün araçları var. Neden o zaman bizim bu tür davranışları cezalandıracak gerekli araçlarımız varken belirsiz olan terörizm gibi bir konsepte ihtiyacı duyuyoruz? Çünkü bu konsept, bu atfedilen suçlamarla hiç ilgisi olmayan insanları da terörizm ile suçlayabiliyor ki, bu oldukça sağlıksız ve kötü.