Afganistan savaşındaki yalanlar ve sırlar

Afganistan savaşı, ABD’nin en uzun süreli, en külfetli ve en ölümcül savaşı olarak tanımlanıyor. Ortaya çıkan yeni belgeler, bu işgale yol açan yalanları ortaya koyarak sır perdesini araladı.

Washington Post’un elde ettiği bir rapor, 18 yıldır süren savaşın felaket boyutlarını ortaya koydu. Yolsuzluk, yalanlar ve çelişkilerle, bu savaş etrafındaki sır perdesini aralandı. İşgal için ne kadar yatırım yapıldı, ne kadar can yitirildi ve ne kadar para harcandı? Ortaya çıkan sonuç ne oldu?

HAKİKAT FİKRİNE KARŞI YÜRÜTÜLEN BİR SAVAŞ

Afganistan Papers olarak adlandırılan 2 bin sayfalık belgeler, kısa bir süre önce Washington Post tarafından “Freedom of information act” adına elde edildi. Belgelerin yaklaşık 600 sayfası tanıklıklardan oluşuyor. Tanıklıklar Special Inspector General for Afghanistan Reconstruction (SIGAR) tarafından toplanmış.

Washington Post, hafta içinde yayınladığı bir haberde bu savaşı “hakikat fikrine karşı yürütülen bir savaş” olarak tanımladı.

AMAÇ NEYDİ, BİLMİYORLARDI

Belgelerden çıkan özet şöyle: “2001’den beri yaklaşık bin milyar dolar harcadık; 2 bin 400’e yakın savaşımız orada öldü (buna Afganlar dahil değil); tarihimizin en uzun ve en maliyeti yüksek savaşıdır; Afganistan’ı yeniden inşa edemedik; yalan söyledik; hiç bir zaman amaç neydi bilmedik; kötülerin kim olduğunu bile bilmiyoruz (bu ifade eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in kendisine ait). Birbirini takip eden arda üç yönetim altında, ne klasik savaşı, ne de kalpler ve gönüllerdeki savaşı kazandık. Kısaca: güç olmak neye yarıyor?”

Belgeler Amerikan müdahalesinin temelindeki yolsuzluğa işaret ediyor. Resmi açıklamalara göre, Talibanlar 11 Eylül 2001 saldırılarını faillerine kucak açtığı için Afganistan işgali başlatıldı. Başlangıçta asker gönderilmesi öngörülmemiş. Önce, yerel savaş ağalarını satın almak için milyonlarca dolar ortaya dökülmüş. Zaman içerisinde bu miktar devasa boyutlar kazanmış.

TEMELİNDEKİ YOLSUZLUK

İsviçre Le Temps gazetesine göre ABD Dışişleri Bakanlığı’nda o dönem danışman olarak çalışan Barnett Rubin, “Temel hipotez, yolsuzluğun bir Afgan sorunu olduğu ve bizim de çözüm olduğumuz yönündeydi. Ama yolsuzluğu beslemek için kaçınılmaz bir hammadde var; bu paradır. Ve biz, parası olanlardık” diyor.

Daha sonra hızlı bir şekilde Talibanlar geçici olarak yeniliyor, iktidardan uzaklaştırılıyor, El Kaide unsurları kayboluyor ya da sonraki yıllarda Usame Bin Ladin’e yönelik operasyonun da gösterdiği gibi Pakistan’a kaçıyorlar. Tüm bunlar sistemin işlevsiz kalmasını sağlamıyor. Bu sisteme göre her şey satın alınabilir, her şey parayla ölçülebilir. Amerikan ordusunun eski bir albayı olan ChRistopher Kolenda'nın müfettişlere verdiği ifadelere göre Cumhurbaşkanı Hamid Karzai tarafından yönetilmeye başlanan ülke 2006’da bir “kleptokrasi” (hırsızlar rejimi) olmuştu bile. Belgeler dolarların valizlerle aktığını gösteriyor. Bunlar savaş ağalarını, yerel hatırı sayılır kişileri, opium üreticilerini besliyor.

Bu savaşın maliyetinin 1.500 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Bir kıyaslama yapılırsa; Çin dünyanın önemli bir kısmında egemenliğini oturtmak için “Yeni İpek Yolları” projesine daha az bir bütçe öngörüyor.

BİR SAVAŞ İÇİN GEREKEN ÜÇ KOŞUL

Fransız Marianne dergisi, belgelerin ortaya çıkardığı başka bir sonucu şöyle özetliyor: “Devlet aygıtı kendi sırlarını giderek daha kötü koruyabiliyor. 1971’deki bilgi ifşacısı (Whistleblowing) D. Elllsberg’den E. Snowden’e, oradan Maning ve Assange’, her zaman arşivlere girişi yapan biriler onları dışarı çıkaracak teknik yöntemler buluyor ve ahlaki veya başka nedenler kamuoyunun bilmesi gerektiğine karar veriyor. Ya da bir soruşturma olacak ve her şey bilinecek. Bir bürokrasi, verileri arşivlemek ve gerçekliğin resmi versiyonunu yaymak için ne kadar beyin (insani veya dijital) harekete geçirse, o kadar hızlı yalanlanıyor. Eski bir deyime göre, bir sırrı üç kişi biliyorsa artık o bir sır değildir. Burada, yaklaşık 400 kişi konuşmuş ve pazıl çok iyi yeniden oluşturulmuş.”

Dergi şu yorumda bulunuyor: “Bir savaş üç koşul gerektiriyor: düşmanın kim olduğunu bilmek, zaferi getirecek koşulların hangileri olduğunu belirlemek ve rakibi kaybettiğine ikna etmek. Öyle görünüyor ki, her üçü de kusurlu. Sorgulanan generallerden birinin söylediği gibi: ‘Afganistan’la ilgili temel bilgimiz yoktu, ne yaptığımızı bilmiyorduk... Neyi gerçekleştirdiğimizi bilmiyoruz. Aksi halde, açıklanan hedeflerimizin ütopik versiyonlarını kabul etmeyecektik.’”

NEDEN YALAN SÖYLENİYOR?

Neden ABD’nin Bin Ladin’i öldürdükten sonra çekilmediğini sorgulayan Marianne, ordu içerisinde “akıllık ve dürüst insanların da” olmasına rağmen nasıl bu durumun gizlendiğini filozof Hannah Arendt’in Vietnam savaşı ve “Pentagon Belgeleri”ne ilişkin sözleri ile açıklıyor: Kaçınılmaz bir yenilgi üzerine neden yalan söylemek? Kuşkusuz amaç ne güç ne de çıkardı, bir imaj üretimiydi. Ve çünkü başlatılan devlet aygıtı vites küçültmez.”

Arendt, “Totalitarizmin Kaynakları” adlı üç ciltlik eserinde yalana dair daha da ibret verici ifadeler kullanıyor. Bu ifadeler sadece Afganistan’da değil, dünyanın her tarafından hükümetlerin neden yalana başvurduklarına işaret ediyor:

"Totaliter ya da başka türden bir diktatörlüğün hüküm sürmesini olanaklı kılan şey, insanların bilgilendirilmemesidir. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabilir misiniz? Herkes size mütemadiyen yalan söylüyorsa, bunun sonucu, yalanlara inanmanız değil, artık hiç kimsenin hiçbir şeye inanmaması olur. Çünkü yalanlar, doğaları gereği, değiştirilmek zorundadır; yalan söyleyen bir hükümetin de kendi tarihini durmadan yeniden yazması gerekir. Bunun muhatabı olarak, sonuçta önünüze hayatınızın sonuna kadar inanabileceğiniz tek bir yalan konmaz, siyaset rüzgarı nereden eserse ona göre değişen sayısız yalan konur. Artık hiçbir şeye inanamaz hale gelmiş bir halk da hiçbir konuda karar veremez. Sadece eylemde bulunma kabiliyetinden değil, düşünme ve muhakeme etme kabiliyetinden de mahrum kalır. Ve bu hale gelmiş bir halka dilediğiniz her şeyi yaptırabilirsiniz ..."

Washington Post gazetesi de gerçeğe karşı savaşın korkunçluğuna dikkat çekerken, belgelerin yeniden bir bürokrasinin nasıl hakikate karşı illüzyonu ayıkladığını gösterdiğine işaret ediyor. Marianne ise şöyle noktalıyor: "Bilgi savaşı yürütmek için formatlanmış bir makine (çift yönlü olarak teknoloji ile her şeyi bilmek ve yumuşak gücünü yaymak) gücüne rağmen değil, gücünden dolayı gerçeğin ilkesini görmezden gelebilir.”