Almanya’yı sert bir dönem bekliyor

Gazeteci Yücel Özdemir, AfD’nin ve Sol Parti’nin oylarını yükselttiği Almanya’nın erken genel seçiminin sonucunda kurulacak CDU/CSU ve SPD’den oluşacak yeni hükümette daha muhafazakâr ve güvenlikçi politikalar izleneceğini işaret ediyor.

ALMANYA'DA SEÇİMLERİN ARDINDAN

Almanya’da geçtiğimiz Pazar yapılan erken genel seçim sonucunda seçimi Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) kazanırken Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi ise ilk kez ikinci sırada yer aldı. Öte yandan Sol Parti (Die Linke) ise oyunu artırdı. Ama hiçbir parti parlamentodaki salt çoğunluğu kazanamadı. Önümüzdeki süreçte ise hükümetin CDU/CSU ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) koalisyonunda oluşması bekleniyor.

Peki seçim sonuçlarına göre oylarını yükseltenler neden yükseltti, kimlerden oy aldı ve tablo nedir? Dahası Trump’ın Ukrayna Savaşı ile ilgili planları Almanya’yı bu yeni tabloda nasıl etkileyecek? Almanya nasıl bir rota çizecek? Gazeteci Yücel Özdemir sorularımızı yanıtladı.

Almanya seçime giderken en çok konuşulan şey AfD'nin oylarının yükselme beklentisiydi ki öyle de oldu. Öte yandan sürpriz çıkışlar da var, seçim sonuçlarının tablosu nedir tam olarak?

Yıllar sonra hükümet partileri kaybetti, çok önemli bir kayıpla hem de. Sosyal Demokrat Parti (SPD) Yeşiller ve Hür Demokrat Parti’nin (FDP) kaybettiği oy oranı %19,5 ve bu önemli bir oran. Ki önceki hükümetin koalisyonu ortağı olan FDP yüzde 5 barajın altında kaldı. Geçtiğimiz seçime göre yüzde 7 oy kaybettiler. Diğer bir büyük kaybeden de SPD’nin adayı Olaf Scholz’dı. En sevilmeyen başbakan adayı olarak ortaya çıktı, hatta parti içerisinde de eleştiriler olduğu halde aday oldu ve faturayı toplamda ağır bir şekilde ödediler.

Peki hükümet partisinin bu kadar kaybetmesine sebep olan şey neydi?

Birçok neden var bunların başında da ekonomik ve sosyal nedenler, sorunların giderek ağırlaşması geliyor. Almanya ekonomisi son yıllarda durgunluk düzeyinde, büyük fabrikalarda işten atmalar var, örneğin Bosch gibi büyük şirketlerde. Buna bağlı olarak toplumda korku ve gelecek endişesi çok yaygın. Zaten seçimlerde “oy verirken önceliğiniz nedir?” diye sorulduğunda bunlardan ilk sırada iç güvenlik, ikinci sırada da sosyal güvenlik yer alıyor. Böyle olunca hükümet partilerinin geçmiş dönemde yürütmüş olduğu icraatlar halkı memnun etmedi tam tersine tepkisini arttırdı.

Diğer yandan AfD’nin bu kadar oy kazanmasının nedenlerini pazar akşamından beri inceliyoruz, analiz ediyoruz değişik boyutlarıyla. Her şeyden önce Almanya seçime bu toplumsal korku iklimi içerisinde gitti. Bir de arka arkaya terör saldırılar oldu. Önce 13 Şubat’ta Münih'te, daha önce Zollingen’de olmuştu. Bunları yapanların Almanya’ya iltica için gelmiş kişiler olması toplumda genel olarak bir endişe ve korku oluştu ve AfD’de de bütün stratejisini bunun üzerine oturttu. Sosyal demokratlardan koalisyon ortaklarına kadar hepsi de bu strateji destekledi. Bu seçim kampanyasında sosyal sorunlar değil, dış politika değil, iç politika değil, esas olarak kaçak yollardan gelen mültecilere kapılar kapatılacak mı? Sınır dış edilecekler mi? Edilmeyecekler mi? konuşuldu. Bu konuda çok büyük bir yarış başladı. Diğer partilerin hepsi AfD ile yarışa girdiler, biz gerekeni yapıyoruz zaten diye.

Daha da sağcı bir tutum aldılar yani…

Tabii. Sizin söylediklerini biz zaten yapıyoruz. Sınır kapılarından girişlerde 47 bin kişi girişini engelledik, elimizden geleni yapıyoruz tablosu çıkardılar. Hristiyan Demokratlar bununla da yetinmediler. AfD’nin daha önce gündeme getirdiği talepler ekseninde bunlar aynı zamanda bir yasa çerçevesine de oturtma kararı aldılar. Göçün sınırlandırılması, Almanya’ya iltica etmiş olan insanlara oturum alsalar bile aile birleşiminin gerçekleştirilmemesi ve polise sınır dışı işlemleri için daha fazla yetki veren bir yasa tasarısı hazırlandı. Özetle AfD ile o konuda yarışır bir siyasete girdi ve bu sadece söylemde değil aynı zamanda eylemde de oldu ve bu konuda meclise de bir tane önerge götürdüler. 31 Ocak’ta bu önerge oylandı mecliste. Hristiyan Demokratlar, liberaller ve Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) bu üç madde onaylansın diye oy verdiler. Sonuçta yasa meclisten geçmedi çünkü çoğunluğu elde edemediler ama ülkedeki tartışma göçmenler üzerinden yoğun bir şekilde sürmeye devam etti. Seçim kampanyasının asıl gündemi buydu. Zaten bütün televizyon programlarındaki tartışmalarda da “mültecilere kapıları kapatalım, sınır dışı edelim, işe yaramayanları cezalandıralım, onlara vermiş olduğumuz yardımları keselim” gibi bir yarış vardı.

Peki Sol Parti’nin yükselişi neye bağlı olarak gelişti?

Sol Parti’nin yükselişi de tam da bu döneme denk geldi. 31 Ocak'ta meclisteki oylamada Sol Parti çizgisini bozmadan mülteciler insan hakları çerçevesinde ele alınmalı dedi ve AfD ile birlikte oy kullanmadı. Ama aynı zamanda seçim kampanyası sürecinde de sosyal sorunları gündeme getirip mültecileri çok fazla gündemine almadı. Yoğun bir şekilde yüksek kiralar, hayat pahalılığı, düşük ücretli işler gibi konuları öne çıkardı. Zaten tam o arada, o oylamadan sonra ülke çapında büyük gösteriler başladı. Hristiyan demokratlarla AfD arasında bir koalisyon kurulma ihtimali gündeme geldi, tabandan buna itirazlar yükseldi ve sokak hareketleri başladı. On binlerce insanın katıldığı her kentte eylemler yapıldı. Sol Parti bu eylemlerin içindeydi ve bu eylemlerin içerisinde de gençlik çok önemli bir güçtü. Bu gençler sadece eyleme katılmadı daha sonraki süreçte bizzat Sol Parti’nin kampanyasına katıldı. Toplumda aşırı sağın bu tedirgin edici yükselişine karşı bir şeyler yapmak gerekiyor bir düşünce zaten vardı ama kendisini gençlik daha fazla hissettirdi. Özellikle büyük kentlerde. Bunlar aynı zamanda seçim kampanyasının da aktif parçası haline geldi. Sol Parti’ye üye olanlar oldu. Galiba üye sayısı bugün itibariyle 100 bini geçti.

Eskiden ne kadardı?

Uzun yıllar 70 binler civarındaydı. Sol Parti’nin üye sayısı bu kutuplaşma ve aşırı sağın yükselişi kapsamında hızlı bir şekilde arttı. O tepki gösterme seçimlere de yansıdı. Sandık başına giden gençlerin yüzde 25'i Sol Parti’ye oy verdi. Sol Parti ülke çapındaki oy oranı yüzde 8,8 iken 18-24 yaş gruplar arasında bu oran yüzde 25 oldu. Rekor düzeydi. Daha önceki seçimlerde FDP ile Yeşiller birinciydi mesela gençler arasında. Ama bu sefer onların inandırıcılığı kalmadığı için Sol Parti güçlü bir çıkış yaptı.

Bir taraftan aşırı sağın yükselmesiyle birlikte bir tedirginlik vardı. Öte taraftan gençliğin özellikle Sol Parti’ye yoğun talebi umut olarak da okundu. Sizce de bu durum gerçekten umut olarak okunabilir mi?

Kesinlikle bir umut olarak okunabilir. Bu Almanya’nın aydınlık yüzü aynı zamanda. Çünkü Almanya’yı konuşurken hep karanlık bir geçmiş, faşizm, ırkçılık, yükselen bir aşırı sağdan bahsediyoruz; ama ona karşı direnç merkezlerini pek görmüyoruz ve Almanya'daki bu direnç merkezi de giderek güçleniyor. Zaten gençler kendisini sokakta ifade ediyordu. Gençler politik ve ideolojik olarak Sol Parti’yle aynı noktada olmasalar, aynı düşünmeseler bile bir reaksiyon olarak ona oy verdi, bir tepki gösterdi ve bu önümüzdeki dönemde belki daha kalıcı bir sürece evrilir. Ama bunun bir gerçeğin üzerini de örtmemesi lazım. AfD'nin yükselişi de bu süreçte hızlı bir şekilde düşmeyecek. Çünkü AfD'nin yükselişinin ekonomik-sosyal nedenleri var. Ukrayna Savaşı'nın yaratmış olduğu büyük tahribat var. AfD burada savaşa karşı daha görünür halde karşı çıktı. Rusya'yla ilişkilerin normalleştirilmesini, Ukrayna'ya maddi ve askeri olarak yardımların yapılmamasını sürekli söyledi. Bu açıdan tırnak içerisinde bir “barış partisi” görünüm oldu ne yazık ki. Solun zayıflığından ve Ukrayna konusundaki bulanıklığından meydan ona kaldı.

Peki bu söylemlerle AfD daha çok kimlerden oy aldı?

Ekonomik sorunların belirleyici olduğu bu süreçte AfD'yi asıl güçlendiren yoksul emekçi sınıflar oldu. Oy verenlere baktığımızda AfD, işçiler arasında en fazla oy alan parti durumunda, bu oran yüzde 38 ve çok önemli bir oran. Bu oran eskiden mesela Sosyal Demokrat Parti’deydi. Sosyal Demokrat Parti oy kaybettikçe işçi sınıfından emekçilerin arasında bu kaybedilen oylar AfD'ye gitti. Ülke siyasetten bölünmüş durumda zaten. Batı Almanya'daki seçim bölgelerinde aşağı yukarı Hristiyan Demokratlar kazandı. Doğu Almanya'daki doğrudan seçim bölgelerinin neredeyse tümündeyse AfD kazandı ve birinci parti oldu. Bu da toplumsal kutuplaşmanın derinleşeceğini, ekonomik sorunların daha belirleyici bir şekilde olduğunu gösteriyor. Zaten göçmen ve mülteciler AfD tarafından bilinçli bir şekilde öne çıkarıldı. Çıkarıldı ki sosyal sorunlar tartışılmasın. AfD burada istediğini elde etti. Stratejisi de buydu zaten. Çünkü eğer ekonomi politikaları, vergi politikaları, dış politikalar, askeri politikalar tartışılmış olsaydı AfD'nin CDU'dan, SPD'den farklı söyleyeceği bir şey yoktu. Göç politikasında da fazla yoktu ama diğerlerine göre daha inandırıcıydı.

AfD’nin Ukrayna Savaşı’na dair tutumu zaten anlattınız öte yandan orada da gelişmeler var, Trump’ın Ukrayna savaşıyla ilgili bir sürü açıklaması oldu. Trump'ın yeni politikası ya da Ukrayna'ya dair açacağı yeni kartlar hem AfD'nin söylemlerini güçlendirmek açısından hem de Almanya hükümetinin buradaki rolü açısından seçimle de birleştirirsek nasıl bir tablo çıkaracak ortaya? Trump’ın tarzı AfD’yi daha da haklı çıkaran bir pozisyona mı getirecek? AfD’nin adı kurulacak hükümette geçmiyor, o zaman yeni hükümet nasıl bir rota çizecek?

Tabii ki hem AfD işini kolaylaştıracak hem de güçlendirecek. Zaten AfD’nin yüzde 20,8 oy almasında Elon Musk’ın da büyük bir rolü ve etkisi var. Doğrudan Almanya'nın seçim kampanyasına müdahale ettiler ve çağrı yaptılar zaten. Trump’ın Avrupa’daki aşırı sağa yatırım yaptığı net bir şekilde görülüyor. Amerika yönetimi bundan sonra Avrupa Birliği’nin bütününü muhatap almak istemiyor. Tek tek ülkeler muhataptır stratejisi izliyor. Bu tek tek ülkeler muhataptır stratejisinde de o ülkelerdeki aşırı sağ ne kadar güçlenip hükümete gelirse işinin o kadar kolay olacağını biliyor. Bu nedenle İtalya’da Giorgia Meloni ile gayet uyumlu bir strateji içerisindeler. Önümüzdeki süreçte bütün Avrupa ülkelerinde aşırı sağ desteklenecek, bu İngiltere’de de Nigel Farage oldu mesela, oradaki Reform Partisi'ne de açık destek verdiler. Bütün ülkelerde ulusalcı, milliyetçi ve faşist partilerin güç kazanması için Amerika yönetimi çaba harcıyor. Bunu da birleşik bir Avrupa’ya ve Avrupa Birliği’nin daha entegre olacak bir şekilde bir güç merkezi haline dönüşmesine karşı çıktıkları için yapıyorlar. Zaten Trump Ukrayna'da da Avrupa Birliği'ni muhatap almıyor. Avrupa ülkelerini de muhatap almadı. Kendisine göre bir yol haritası belirledi. Bu yol haritasını Putin’le yapacağı görüşme çerçevesinde hayata geçirmeye çalışıyor.

Avrupa da “biz bu kadar harcama yaptık, bu kadar askeri destek yaptık. Nasıl olur da bundan sonra Ukrayna’nın yeniden paylaşımında biz rol sahibi olmayacağız, nasıl müzakereler dahil olmayacağız” diye veryansını ediyor. En son Macron gitti, Trump’la görüştü. En kısa süre içerisinde bence Almanya’nın yeni başbakanı olacak Friedrich Merz de koltuğuna oturur oturmaz o yola başvuracak.

Bir taraftan Avrupa’yı kendi içinde konsolide etmeye çalışacaklar ama Amerika mümkün olduğu kadar Avrupa ülkelerini Ukrayna'daki paylaşım sürecinin içerisine dahil etmeyecek. İlişkileri tamamen bozacak demiyorum ama mümkün olduğu kadar dışarıda tutacak. Zaten başkanlık görevi gelmeden önce güvenlik görevini Avrupa’ya vereceğini belirtmişti, bunun mesajını vermişti. Avrupalılar da şimdi bir güvenlik şemsiyesine girecek, eğer Rusya bir daha Ukrayna'ya saldırmayacaksa bu güvenliğe talip olduklarından asker gönderecekler. Ama bütün bunlar aşırı sağın güç toplanmasına vesile olacak. Çünkü o zaman “Biz Ukrayna'ya bu kadar askeri yardım, bu kadar mali yardım yaptık ve bunun için yoksullaştık ama sonuçta elde ettiğimiz hiçbir şey yok,” propagandası yapacaklar. Bunun sıradan emekçiler açısından bir karşılığı mutlaka olacaktır. Hakikaten de Ukrayna Savaşı ile Almanya'daki emekçiler yoksullaştı. Daha fazla doğalgaz ve elektrik parası ödemeye başladılar. Temel gıda ürünleri gideri öncesine göre çok çok daha fazla arttı ve Almanya dışındaki dış ticarette rekabet gücünü azaltmış birçok büyük firma artık pahalı enerjiyi de gerekçe göstererek daha fazla bu işi sürdüremeyeceğini açıklıyor. Onun için bütçeden sürekli daha fazla para istiyorlar.

Aslında genel çerçeveyi tarif ettiniz ama daha da somutlarsak, Almanya’nın yeni hükümet döneminin nasıl olmasını bekliyorsunuz?

Önümüzdeki süreç Almanya için sert bir dönem olacak orası açık. Zaten tek bir koalisyon ihtimali var şu anda, Hristiyan Demokratlar’la Sosyal Demokratlar (SPD) arasında bir koalisyon kuracak. Çünkü birinci çıkan Hristiyan Demokratlar seçim öncesinde “biz AfD'yle kesinlikle koalisyon kurmayacağız” dedi. Bu seçeneği kapatınca meclise giren Yeşillerin de oyu yetmiyor örneğin. Bu nedenle ilk kez Almanya bir seçim sonrasında tek bir seçenekle karşı karşıya.

Bunun dışında özellikle Almanya'nın dış politikadaki çıkarları ve ihtiyaçları daha fazla askerileşme ve militaristleşmeye ihtiyaç duyuyor. Askeri harcamalar arttırma ilk sıralarda yer alıyor. Almanya, Ukrayna savaşıyla birlikte sadece bir gecede askeri harcamalar için 100 milyar Euro ayırdı. Sonra NATO'nun belirlediği iki kriterini kısa bir sürede yerine getirdi ve şimdide yüzde 2,5’e kadar askeri harcamaları arttırmak istiyor. Diğer taraftan ise işçi sınıfının, emekçilerin kazanmış olduğu sosyal hakları daha fazla budamak için harekete geçiyorlar. Bunun sendikalar da farkında ve 15 Mayıs'ta Almanya'da sendikalar bu nedenle sokağa çıkacak.

Almanya’yı önümüzdeki dönem daha otoriter, daha muhafazakâr ve daha güvenlikçi bir gelecek bekliyor. Bunun sivri ucu da öncelikle tabii ki mültecilere, göçmenlere dokunacak. Polisin yetkilerinin genişletilmesiyle birlikte göçmenlere karşı daha sert politika izlenmesini de isteyecekler. Zaten bunun hazırlıkları da var. Bu açıdan Almanya'yı sert bir dönem bekliyor. Bu sert dönemde koalisyonun ömrü ne kadar olacak o da tartışılıyor şu anda. Bu iki parti, yani Hristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar koalisyonu dört yıl sürer mi, sürmez mi belirsiz…