Amed: Seçimlerde iki çizgi savaşıyor

PAJK Koordinasyon Üyesi Koçerin Amed, 31 Mart günü sandıklarda iki çizginin; kadın özgürlüğünü merkezine alan demokrasi çizgisi ile kapkara faşizm çizgisinin savaşacağını söyledi.

Direnişe öncülük eden DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in “eylemimden dolayı huzurluyum, mutluyum” sözlerine atıfta bulunan PAJK Koordinasyon üyesi Koçerin Amed, direnerek, mücadele ederek mutlu, huzurlu ve başarılı olunabileceğini söyledi. Amed, “Bugün toplumsal bir mutsuzluk varsa bu faşizm karşısında pasif kalma, korkma ve ürkmenin sonucudur” dedi. AKP-MHP faşizminin bütün halklara tecrit uyguladığını ve mutsuzluğu dayattığını kaydeden Amed, bunun aynı zamanda başta Kürtler olmak üzere tüm toplumu diri diri mezara koymak anlamına geldiğini vurguladı.

PAJK Koordinasyon Üyesi Koçerin Amed, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Yerel yönetimlerin toplumlar açısından anlamı, halkların özgürlük tarihindeki yeri bağlamında Kürt halkının kendini yönetme arayışlarını anlatabilir misiniz?

Tarihte tüm toplumlar, halklar kendileri olma arayışında kendi kendilerini yönetecek bir mekanizma oluşturma üzerinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu, insanlığın başından beri var olan bir gerçekliktir. İlk ilkel kabilenin kendini yönetme arayışından tutalım günümüze kadar bu arayış hep devam etmiştir. Topluluklar, hep kendi kendini yönetme eğilimi içinde olmuşlar, onun çabasını sürdürmüşlerdir. Var olduklarını böyle görünür kılmışlardır ve varlık mücadelesine öncülük edenleri, temsil edenleri sembol olarak kutsayıp, sahiplenmişlerdir. Bu bazen demokratik otoriteyi başaran bir şahsiyet, bazen bir askeri komutan, bazen de toplumun içinden çıkan doğal bir önder olmuştur. Onu yüceltip, etrafında kümelenmiş, onların etrafında kendi varlıklarını görünür kılmışlardır. Kendilerine böyle kimlik oluşturmuşlardır. Doğal kahramanlar, halk önderleri böyle çıkarak, kimlik kazanmışlar. Yani sadece günümüzde modern uluslaşma gerçekliğinde, yerel yönetim gerçekliği ortaya çıkmamış tam tersi toplumsallıkla beraber var olmuştur. Modern uluslaşma ile yerel yönetimleri başlatıp ele almamak gerek. Bu bizi eksik bilgiye, dolayısıyla yanlışa götürür.

AŞİRET SİSTEMİ

Başta da belirttiğim gibi, Toplumlar oluştuğundan beri hep kendi kendini yönetme arayışı ve mücadelesi içinde oldular. Ortadoğu toplumlarında özelde de Kürt toplumunda hala var olan aşiret sistemi buna örnek olarak verilebilir. Aşiret olgusu hem kendini savunma ihtiyacından hem de kendini yönetme ihtiyacından çıkmıştır. Ana tanrıça inancı buna en sade, en öz örnektir. İlk kendini yönetme olgusu kadın etrafında gelişmiştir. Ana tanrıça inancı, örgütlenmesi hegemonik değil yereldir, yerel örgütlenmelerdir. Kendi bulunduğu coğrafya üzerinde demokratik otoritesini sağlamıştır. İnsan toplulukları onun etrafında kendini var kılmıştır. Ana tanrıça onun sembolü olmuştur. Kendi yönetim gücü ve toplumsal aklını ifade eden meclislerini kurmuşlardır.

İLK YEREL YÖNETİMLER

Şunu diyebiliriz tarihin ilk yerel yönetim örnekleri bu coğrafyada ortaya çıkmış ve kadın etrafında örülmüştür. Kendi sorunlarını tartışmış ve ortak aklın gücü ile çözüm yolu ve politikalarını geliştirmişlerdir. Böylece öz kimliği olan demokratik özelliklerin sahibi olmuşlardır. Bu nedenle kimlik ve yönetim olma gerçekliği arasında çok ciddi bir bağlantı vardır. Bu durum karşısında kimlik sahibi olmak isteyen herkesin “kendi olma”da ısrar etmesi gerekiyor. “Xwebûn” kendi kendini yönetmekten geçiyor. Tarihsel toplum gerçekliğimizin köklerinde var olan ve silinmezcesine içine sinen bu gerçeklik, toplumsal oluşumumuzun genlerinden süzülerek günümüzde bizlere sirayet etmiştir. Yani kendi olmak ve kendi kendini yönetmek; irade olabilmek, kendi kararlarını kendi verebilmek yani kimliklenmektir, yarattığı değerlerle beraber kendine sahip çıkmaktır. Kendine sahip çıkan, üzerinde büyüdüğü coğrafyaya, toprağa da bağlı olur, sever, sahip çıkar. Onu asla terk etmez. Kimliğinin damarlarının o topraklarda attığını bilir ve bu bilinçle kendi öz varlığına ve onun yaratımlarına sarılır.

YURTSEVERLİKLE BAĞLANTILIDIR

Tabi kendin olmak ve kendini yönetmek yurtseverlikle bağlantılıdır. Yurdunu seven her şeyden önce toprağına, suyuna, yereline sahip çıkar. Yaşadığı, bulunduğu alana sahip çıkar. Orayı dışarıdan gelen işgalcilerin, sömürücü güçlerin eline bırakmaz. Bu duruşun en başta yurt sevgisiyle çok ciddi bir bağı vardır.

Demokratik ulusun siyaset modeli olan demokratik özerklikte yerel yönetimlerin yeri nedir?

Modern uluslar çağında, kapitalizm çağında yaşıyoruz. Kapitalizmin bir ulus tanımlaması var, bir de Kürt Özgürlük Hareketi’nin açığı çıkardığı bir ulus tanımlaması vardır. Bu da bir uluslaşma biçimidir. Devletli ulustan değil, demokratik ulustan bahsediyoruz. Demokratik ulusun temel karakteri meclislere dayanır, komün - meclis örgütlenmesi bir ağacın kökleri gibidir. Bu köklerde bir bütün yerele dayanır. Yani yerel güçler demokrasinin özü ve en değerli ayağıdır. Bu gerçeklikle beraber yerel iradenin renginin daha fazla öne çıktığı bir siyaset anlayışı olma gerekliliği kendini bu sürece dayatıyor. Günümüzde AKP’nin dayattığı merkeziyetçi, diktatör yönetme biçimine alternatif, karşısında duran, onu eriten tüm kesimlerin, çeşitliliklerin kendini içinde bulacağı ve ifade edebileceği bir yönetim modelinden bahsediyoruz. Aslında demokratik özerklik ona dayalıdır, yerel yönetim gerçekliği tam da bunun ifadesi oluyor. Yerel yönetimin kendisi zaten öz yönetimdir. Kendini yerelden demokratik ilkeler temelinde yönetmeyle, bugün mevcut iktidarın dikte ettiği yönetim biçimi kesinlikle aynı şey değildir.

AKP-MHP MODELİ TİRANLIKTIR

Bugün AKP-MHP faşist iktidarının dayattığı üstte tek parti diktatörlüğüdür. Faşist, tek adam şefliğine dayalı kanlı tiranlıktır, modeldir. Bunu meşru ve kabul edilir hale getirmek için, yerelde ayaklarını örüyor, dayatıyor. Ne olduğu belli olmayan, bu ucube adına Türk tipi başkanlık dediği faşist sistemini kalıcı hale getirme çabasındadır ve toplumu buna mahkûm hale getirmek için yerele yaymaya çalışıyor. Böylelikle yerellerde başta kadınlar olmak üzere hiçbir toplumsal kesimin rengi kalmayacak hale getirmeyi hedefliyor. Bu sistem böyledir. Seçilecek her AKP adayı birer ardıl faşist olarak çoğalacak, toplumla hiçbir alakası olmayan tiran Erdoğan’ın yereldeki yansıması olacaktır. Bu model kesinlikle demokratik olmayacak, demokrasi karşıtı, özgürlük ve demokrasi adına kalan kırıntıları silip süpüreceklerdir. Tam bir kara faşizm gelişecektir. Baskıcı, tehditkâr, salt şiddet yüklü olacaktır.

BU SİSTEMDE TOPLUM KALMAZ

Bu sistemde toplum diyebileceğimiz bir şey kalmaz. Baştan aşağı kötülük yaşanır. Yerellerde kendini yayarsa toplum sürekli savaş halinde olur. İnsanı insanın kurdu yapar, düşmanlık ve nefret duygularını pompalamanın dışında ona oy verene bile bir hayrı dokunmayacak duruma getirir. HDP’nin yerel yönetim modeli ise yerele dayanır, demokratiktik. Dayandığı, kendini üzerinde var kıldığı temel ayakları vardır. Her şeyden önce kadın özgürlüğünü esas alır ve kadına dayatılan her türlü kölelik normlarını reddetmeyle rengini gösterir. Tümden demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü anlayışa dayanır. Merkezine demokrasiyi, özgürlüğü ve doğanın korunmasını alır.

SEÇİMLERİ KAZANMAK ÖNEMLİDİR

Günümüzde Kürt halkı olarak bize dayatılan inkâr ve imha temelinde soykırım zihniyeti ve siyaseti var. Bu nedenle varlık – yokluk mücadelesini en yoğun bir biçimde her saniye veriyoruz. Halk olarak soykırım saldırısı altındayız. Bunu mutlak başarıya götürmede kararlı olan bir düşmanla karşı karşıyayız. Bu nedenle yerel yönetim seçimlerini kazanmak önemlidir. Kendimizi, kentimizi yönetme statüsünü elimizde tutmalıyız, başka türlü de demokratik ulus olunamaz. Aslında Kürt Özgürlük Hareketi günümüzde bir demokratik ulus yarattı. Kürt Özgürlük Hareketi’ne kadar Kürt halkı bir ulusallaşma sorunu yaşıyordu. Sömürgecilik parçalayıp dağıtmıştı, kendini inkâr eşiğine gelmişti.

ÖZGÜR KÜRT YARATILMIŞTIR

Özgürlük mücadelesiyle Kürt halkı halk olarak bu yok oluşun eşiğinden kanatlanarak uçmayı başardı, bunu aştı ve uluslaştı. Demokratik temelde uluslaşma yoluna girdi. Bu yüzden şu bir gerçek; düşman ne yaparsa yapsın Kürt halkından, özgür ve demokratik zihniyetle yoğrulmuş Kürtlükten bunu koparıp alamaz. Etle tırnak gibi bir gerçek var. Bundan başka bir Kürtlük bulamayacaktır. Kırk yıllık yürütülen amansız mücadele ile özgür Kürt yaratılmıştır. Kendisi olan Kürt, kendi değerleri üzerinde yaşama mücadelesi ve direnişini geliştiren Kürt gerçekliği yaratmıştır.

REFERANDUM DENİLEMEZ

Yerel seçim öncesi AKP-MHP ittifakına karşı Türkiye halklarının durumunu, toplumsal kesimlerin seçime yaklaşımını nasıl görüyorsunuz, Türkiye’deki anti faşist demokrasi cephesinin tutumunu yeterli buluyor musunuz?

Başta şunu belirtmek istiyorum, kısmen de olsa yerel yönetim seçimlerini referandum gibi ele alan yaklaşımlar var. Bu şekilde değerlendirmek kesinlikle yanlıştır. Şu an Türkiye’de demokratik bir ortam yok ki referandum olsun. O yüzden bu tür değerlendirmelerden kaçınılmalıdır. Yerel seçimlere referandum dersek, o zaman çıkacak sonuç bir bütün bizi bağlıyor olacak. Demokratik bir ortam yok ki adil, eşit koşullarda adayların yarıştıkları ve kazandıkları bir seçim olsun ve referandum değerinde bir sonuç alsın. Zaten eşit, adil ve demokratik bir ortamın olması demek mevcut iktidarın erimesi anlamına gelecektir. Şu anki koşullarda bu kabul edilmediğinden aslında seçimleri kendilerini perdelemenin bir aracı haline getirmişledir.

TÜRK HALKI ZORDADIR

Erdoğan’ın tek yaptığı tüm toplumu savaşa kanalize etmedir. Bunu iktidarda kalmanın bir aracı olarak kullanıyor. Bugün en zorda olan halk, Türk halkıdır. Türkiye toplumu çok ciddi bir kandırılma, aldatılma sürecine hapsedilmiştir. Ekonomik, sosyal ve kültürel olarak böyledir. AKP, iktidara gelirken kendisini demokratik muhafazakâr bir parti olarak tanımladı ve ılımlı bir İslam politikası yürütüyor gibi yaklaştı. Başta birçok kesime kucak açtı; kadınlara, Türkiye’de yaşayan diğer halklara ve dinlere yer verdi.

ERDOĞAN’IN RUHU BAHÇELİ’DİR

Şimdi ise gerçekliği açığa çıktı, ne kadını kaldı ne Alevi’si, ne Ermeni’si. Şimdi Türkiye’de, Türkiyelilik adına hiçbiri kalmadı, kalamadı. Ortaya kaskatı Türk – İslam sentezine dayalı bir gerçeklik çıktı. Aslında Erdoğan’ın gerçek ruhu Bahçeli’dir. Bahçeli’nin ideolojisi, kafa yapısı her şey Türklük içindir, başka da Türkiye’de toplumsal renk yoktur. Başka bir gerçeklik yoktur. Bunu dayatıyor. Bu aslında Türk’ü inkâr etmek, öldürmek oluyor. Yani her şeyi tek renk yapmak demek, her şeyi yok saymak demektir. Farklılık olmazsa kendini de tanımlayamazsın, var edemezsin.

BU ZİHNİYET SADECE KRİZ YARATIR

Bu zihniyet ve siyaset Türkiye’de sadece kriz yaratır. Şimdi sonucunu görüyoruz. Erdoğan meydanlarda vaatlerde bulunuyor; paralı askerlik sisteminden ekonomik refahtan bahsediyor. Şimdi paralı askerlikle aslında oluşturulmak istenen katiller ordusudur, insan öldürme pazarıdır. Eskiden her Anadolu köylüsü askerliği vatan görevi olarak görüyor, vatan savunması için askere gidiyordu. Biz bu durumu kabul edelim ya da etmeyelim onun bir ahlaki yönü vardı. Şimdi gençler vatan savunması için askere gitmiyor, para için gidiyorlar. Devlet para için insan katleden, öldüren bir sistem yaratıyor. Bu ahlaki olarak toplumu çökertmek demektir. Zaten o yüzden toplumda bu kadar şiddet yaşanıyor. Türkiye Kadın katliamları, kadına, çocuğa yönelik şiddetin en fazla yaşandığı ülke sıralamasındadır. Basın yoluyla medyada her gün şiddet empoze ediliyor. Sokak ortasında kadın dövülüyor, yerlerde sürükleniyor, kadın köleliği mutlaklaştırılıyor.

TANZİM, EKONOMİK TERÖRDÜR

Yine ekonomik olarak çok ciddi bir kriz yaşanıyor, çöküntü var, kimse istediği gibi mutfağına rahat aşını götüremiyor, çocuğuna ihtiyacı kadar harçlığı veremiyor. Şimdi de tanzim satışla aslında ekonomik terör devreye konuldu. Önceden ne malı üreten ne de satan kar elde edebiliyordu, esas karı yani vurgunu yapan aracılardı. Şimdi ise bu yolla aracılar devreden çıkarılıp yerine Erdoğan’ın kendisi aracı oldu, özcesi vurgunu hırsızlığı ve yolsuzluğu şu an devletin kendisi yapıyor. AKP-MHP faşist iktidarı, ekonomi politikalarını ve yıllık ekonomi projelerini kıt kanat geçim sınırlarında seyreden Türkiye toplumundan nasıl çalarım, soyarım üzerinden yapıyor. Tanzim satışı buna örnek teşkil ediyor. Fiyatları biraz düşürür gibi göstererek kendine kar kanalları açıp yeni sömürü alanları oluşturuyorlar. Her alanda kendine bağlı büyük holdingleri daha da büyütüyor; küçük esnaflar ve orta sınıf çözülüyor, çöküyor, yok oluyor. Esnaflar, tüccarlar, küçük işletmeler kendi ayakları üzerinde kalmak istiyorlarsa mevcut faşist iktidara tutum almak zorundadırlar. Yoksa hepsi dağılıp yok olacaklar. Yani sorun sadece yoksulun daha fazla yoksul olması değildir. AKP-MHP iktidarı, kendine bağlı kirli ilişkilerinin olduğu şirketler dışında her yeri tasfiye etti, iflas ettirdi, öldürdü. Bu iktidar bugün yalnız Kürtleri öldürmüyor, kendisine karşı olan herkesi yok etmeyi hedefliyor. Sadece Kürt düşmanı değil, toplum düşmanı olan bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Her alanda kendi dışında hiç kimsenin yaşamasına ve var olmasına izin vermiyor. Artık bu faşist iktidar taşınamaz noktaya ulaşmıştır.

TAM TESLİMİYET DAYATILIYOR

Türkiye’de dışlanmak için Kürt olmak bile yeterli bir sebeptir. Bahçeli ruhu bunu emreder. Onun için hiçbir Kürt iş insanı, esnafı şöyle düşünmemelidir; daha fazla yalakalık, işbirlikçilik yaparsam, ben daha fazla büyüyebilirim. Böyle olsan bile Kürt kültürünü, doğal olarak seni yok etmeye çalışanlarla beraber olursan seni kimse kabul etmez. Bunu herkes bilmelidir ve ona göre bu süreçte tutum almalıdır. Yani bu süreçte Türkiye’de tüm toplumsal ve direngen kesimlere tam teslimiyet dayatılıyor. Tümden teslim almaya çalışan, soysuzlaştıran, geçmişi unutturan, devşiren bir sistemle karşı karşıyayız. Bu sistem geçmişi olmayan, soysuz bir insan taslağı yaratmaya çalışılıyor, insanlık namına, toplum namına bir şey kalmasına izin vermiyor. Bunu kabul edene, boyun eğene kapısında iş veriyor. Sistemini kabul etmeyenleri ise katliamla, öldürmeyle, tutuklamayla, açlıkla terbiye etmeye çalışarak kendi varlığını sürdürmeye çalışıyor.

BU İTTİFAK FELAKET GETİRİR

Elbette bunu sadece Kürtlere uygulamıyor. Belki en fazla Türk halkına, Türkiyeli halklara uyguluyor. Onun için başta Türk halkı olmak üzere tüm toplumsal kesimler bu seçim sürecinde kesinlikle AKP-MHP ittifakına oy vermemelidir. Bu ittifakın yaşatılması herkesten önce Türk halkı, Türkiyeli halklar için felaket getiriyor ve getirecektir.

AKTİF MÜCADELE İÇİNDE OLUNMALIDIR

Türkiye toplumunun yarısından fazlası bu iktidardan çok rahatsız, bu iktidarı reddediyor. Ama bu rahatsızlık olmasına rağmen toplumsal odaklar güçlü bir varlık gösteremiyor, iktidar karşısında onu durduran bir bent olarak yükselmiyor. Bu gerçeklikten rahatsız olan aydın, demokrat kesimler ise kendini görünmez kılmışlardır. Korku imparatorluğu kurmaya çalışan bu iktidardan korkulmamalı, korkuya teslim olunmamalıdır. Türkiye de anti-faşist, demokrasi cephesinin oluşması, bu faşizan sistemin yıkılması hayati öneme sahiptir. Bu konuda yaşanan temel sorun ise tepkisizliği baskılarla izah etme ya da birey olarak kendilerine dokunulduğunda tepki ortaya koymaktır. Bu sistem faşisttir hep saldırı içindedir; kendini yaşatmanın yolu bitirmek ya da teslim almaktır, niye bana saldırıyorsun diyemezsin sisteme, sen de kendini savunmalısın, sende vurmalısın. Bu kendini savunmak ise örgütlemekten, aydınlanmaktan, mücadele alanlarını genişletmekten geçiyor. Bunun bir ayağı demokratik mücadeledir ve şuanda da yerel yönetim seçimleridir. Bu süreçte aktif mücadele içinde olunmalıdır. Yerel seçimlerde AKP-MHP faşizmine verilmeyen her oy, ona karşı mücadele etme anlamına gelmektedir. Bu anlamda demokrasi, özgürlük mücadelesi veren HDP’ye verilen her bir oyun, faşizme karşı direnme olduğu bilinmelidir.

KADIN KATILIMI ÖLÇÜDÜR

Demokratik karakteri özünde barındıran kadın için yerel yönetimler ne anlama gelir, demokratik yöneticilik kadında ne anlam bulur?

Bir toplumun ne kadar demokratik olduğu kadın katılımıyla ölçülür. Demokrasiden bahsediyorsak kadının katılımı burada büyük önem arz ediyor. Demokratik toplumlarda kadınlar yaşamın her alanında olduğu gibi demokratik siyasette de aktif yer alır. Gerçek anlamda demokrasi ve eşitlikten bahsediyorsak eşit temsiliyetle kadının katılımı çok önemli ve gereklidir. Kadın toplumun yarısından fazlasını temsil ediyor. Erkek iktidarları daha fazla savaş üretiyorlar. Kadınların yaşamın her alanında daha fazla önde olması gereken bir çağdan geçiyoruz. Kadın özgürlüğe daha fazla sarılarak mücadele mevzilerini büyütmelidir. Kadın karakteri daha demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçidir. Kadın daha üretken, katılımcı ve daha toplumsaldır. Kadının toplumu kendi etrafında bir araya getiren, toparlayan, toplumsal sorunlara çözüm bulan bir kabiliyeti vardır. Kadın aklıyla, duygusuyla çözüm bulan, bu anlamıyla toplumsal vicdana daha fazla seslenen bir gerçekliğe sahiptir. Bu nedenle yerelde yönetimlerde en fazla kadınlar yer almalıdır, bu alan tamamıyla bir kadın alanıdır, bu alanda en doğruyu, en güzeli kadınlar yapar. Özgürlük ilkesiyle kendini eğiten kadınların içinde olduğu her çalışmada toplumsal vicdan daha canlı hale gelir. Çünkü erkek daha fazla çıkara, savaşa bulaşmıştır. Biyolojik, sosyolojik, duygusal, düşünsel boyutlarda kadın daha fazla tahribat görmesine rağmen toplumsal vicdan onda daha canlıdır. Erkek daha bencildir, daha fazla sistemin bir parçası haline gelmiştir, toplumsal vicdandan uzaklaşmıştır, kopuşu yaşamıştır. Kadın öyle değildir. Zaten şöyle bir gerçeklik de var; yaşamın bütün ceremesi, yükü kadının omuzlarında olduğu için özgürleşirse, engellenmezse kendi çözümlerini yaratma becerisini daha fazla gösterir. Yani bu sistemin tüm sorunlarını ilk basamakta o karşılaşıyor, tüm ağırlığıyla yaşıyor. Kadın bu sorunlarla daha yakıcı bir şekilde yüzleştiği için çözüm üretme potansiyeline daha fazla sahiptir.

KADIN MÜCADELESİ SONUÇ ALICIDIR

Faşizme karşı kadın mücadelesi her zaman daha sonuç alıcı olmuştur. Kadının karşısında direndiği tüm güçler bir şekilde yenilmiş ve yok olmuşlardır. Bu anlamda kadına yerel yönetimlerde daha fazla yer verilmesi sadece belediyecilik açısından değil, aynı zamanda toplumsal direnişin gelişmesi açısından da gereklidir. Ancak Türkiye de kadınlar siyasetten dışlanmış kesimlerin başında geliyor. Sistem partilerine baktığımız da kadına yok denecek kadar yer verilmiştir. Yerel yönetim seçimlerinde kadın neredeyse yok gibidir. HDP dışında diğer partilerin adayları arasında kadın yoktur. Yerel yönetim erkek ve kadının eşit özgür temelde ortaklaşarak yürütülmesi gereken bir alandır. Kadının dışlanmadığı ama erkeğin de içinde yer aldığı ortak yönetim alanıdır.

EŞBAŞKANLIK SAHİPLENİLDİ

2014 yılından itibaren Türkiye siyasetinin gündemine giren eşbaşkanlık sistemi, AKP-MHP saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Buna rağmen 2019 yerel yönetim seçimlerine HDP kadın kotasını yine en yüksek düzeyde tutarak ilkelerinden taviz vermedi. HDP’nin bu kararda ısrarı hangi sonuçlara yol açacaktır?

Çok anlamlı, değerli bir soru sordunuz. Soruda da belirttiğiniz gibi eşbaşkanlık, 2014’ten itibaren yerel yönetimler de uygulanmaya başlandı. Aslında Kürt Özgürlük Hareketi uzun yıllardır devrim niteliğinde yerellerde çalışmalar yürüttü. Önceden toplum içinde eşitlik ve özgürlük komisyonları vardı. Buna benzer; merkezine kadın özgürlüğünü ve toplumun demokratikleşmesini alan çok önemli, devrim değerinde çalışmalar, kazanımlar oldu. Eşbaşkanlık sistemi, yapılan tüm bu çalışmaların, kazanımların daha görünür kılınmasıdır. Özgürlük ve demokrasi adına kazanılan her şeyi kapsayan bu sistem, toplumda bir model olarak kabul edilmeli ve uygulanmalıdır.

Eşbaşkanlık sistemi birçok alanda uygulanmaya başlandı, Kürt toplumu tarafından da benimsendi, sahiplenildi ve toplumda büyük bir heyecan yarattı. Ancak Kürt toplumunun tarihinde her zaman kadın mücadelesi olmuştur. Özgürlük ve eşitlik mücadelesinde kadınlar her zaman önde olmuş ve büyük direnişlerle büyük kazanımlar yaratmışlardır. Toplum da bunun tanığı, içinde yer alanı ve göreni olduğundan yerellerde eşbaşkanlık hemen kabul gördü.

EŞBAŞKANLIK, MÜCADELE YÖNTEMİDİR DE

Türk özel savaş sistemi her zaman Kürt toplumunu geri göstermeye kodlanmıştır. Kürt erkeğini her zaman feodal ve geri görür. Kürt kadınını ise daha aşağı; geri, cahil, bir şeyden anlamaz olarak kabul eder. Kadını, erkek aklının operasyon bombardımanları altında her zaman terbiye edilmesi gereken bir nesne olarak görüyor. Kadını böyle yok sayan zihniyet ve siyaset ancak günümüzde olduğu gibi faşistleşir. Buna karşı eşbaşkanlık sistemi verilebilecek en doğru cevaptır, en doğru mücadele yöntemlerinden biridir.

FAŞİZM HEP KADINDAN KORKAR

Ayrıca Kürt toplumu kadın yerel yöneticiliğinin farkını da biliyordu. Tüm bunlar bir araya geldiğinde eşbaşkanlık sisteminin hem yerel yönetimlerde hem de toplumda yarattığı fark, değişim ve üretimin sonucu olarak sahiplenildi. Ancak biliniyor, faşizm her zaman kadından korkar. AKP-MHP faşist iktidarı da belediyeleri gasp edip kayyumları atadığında ilk yöneldiği eşbaşkanlık sistemi ve yaratımları oldu. Ancak kadına, eşbaşkanlık sistemine yönelim karşısında kadınlar geri adım atmadılar; toplumsal, siyasal, sosyal alanda özürlük mücadelesine devam ettiler, direndiler.

ADİL VE DEMOKRATİK MODEL

HDP’nin programına, özüne bakıldığında kadın özgürlüğü ve demokrasi üzerine oluşmuş bir partidir. Bu anlamda eşbaşkanlık siteminde ısrar etmesi kendi özü ve programı gereğidir. Yine kadının en fazla yer aldığı, aday gösterildiği yerlerde oy oranında artış yaşandı. Ayrıca eşbaşkanlık Kürt erkeğinde de ciddi bir değişim yarattı. Eşbaşkanlık sistemi kendi başına demokratikleşmede netlik ve kararlılığı ifade ediyor. Kadın erkek arasında eşitliği sağlayan, özgürlüğe götüren, daha adil ve demokratik bir modeldir. Eşbaşkanlık sistemi parti olarak HDP’nin karakterini yansıtıyor. Eşbaşkanlık kararında ısrar çok güzel sonuçlar açığa çıkıyor. Toplumun özgürleşmesini, üretken olmasını, kadın ve erkeğinin bir birine daha saygıyla baktığı bir toplumsal düzeni geliştiriyor. Toplumda özgürlük ahlakını geliştiriyor. Doğru düşünme, doğru konuşma ve doğru yapma ahlakını hem kadında hem de erkekte geliştiriyor. Bu çok önemli bir husustur.

KADIN ADAYLAR GÜÇLÜLÜK GÖSTERGESİDİR

Kadın adaylara sahip olmak bir zayıflık değil, bir güçlülük göstergesidir. Kadını bir zayıflık olarak gören erkek egem zihniyeti ve siyasetidir. Faşist iktidarlar hep böyle düşünmüştür. Oysa kadının daha aktif katılımı o toplumun gelişen demokratik ve özgürlükçü yönünü ifade eder. Onun için eşbaşkanlık sistemi her dönemden daha fazla sahiplenilmelidir. Bütün dünyaya, toplumlara, kadınlara ilham veren bir örnektir.

BEDEL ÖDEMEKTEN ÇEKİNMEYECEĞİZ

Kürt toplumunu bugün kıyaslayacak olursak ileri denilen birçok toplumundan daha ileri bir aydınlanmayı yaşamış bir gerçekliğine sahiptir. Kadın erkek eşitliğini esas alan, inanan, kadına güvenen, iradesi olarak sahiplenen bir özgürlükçü demokratik bilinç ve anlayış düzeyi yakalamıştır. Bugün gelinen düzey tabi ki kendiliğinden olmadı. Büyük bedeller verdik. Onun için insanlık vicdanını içinde büyüten, değerli kılan, parmakla gösterilen bir halk olduysak bu aralıksız süren bir mücadelenin sonucudur. Onun için üzerinde büyüdüğümüz değerlere her zaman bağlı kalarak bedel ödemekten asla çekinmemeliyiz.

KAYYUM, HALK DÜŞMANLIĞIDIR

Bugün AKP-MHP faşist iktidarı Kürt toplumunun yarattığı bütün değerlere saldırmaktadır. OHAL ve kayyumlarla birlikte AKP-MHP faşist iktidarının işgalci soykırımcı yüzünü bütün halk olarak daha iyi tanıdık. Kayyum özünde halk düşmanlığı anlamına gelmektedir. Kayyumların ilk icraatları kadın kurumlarını kapatmak oldu. Kadın kurumları, kadınların buluştuğu, tartıştığı, sorunlarına çözüm ürettiği, paylaştığı, ortak aklı yarattığı özgürlük mekânlarıdır. Kadın kendini özgürlük bilinciyle var ederek topluma katıldı, bu aynı zamanda toplumun gelişmesi demekti. Çünkü toplumun gelişmişlik düzeyi kadının gelişmişlik düzeyiyle ölçülür.

Önder Apo görüşme notlarında eşbaşkanlık sistemini değerlendirirken şöyle çarpıcı bir cümle kullandı; “Hele bakalım benim özgürlük değerleriyle yarattığım kadın mı kazanacak, yoksa Erdoğan’ın yarattığı kadın mı kazanacak” dedi. Kadın kurumlarına saldırı, bütün özgürlük değerlerine saldırıdır. Bu esasta bir ideolojik saldırıdır. Kadın ve toplum varlığına saldırıdır.

JIN JIYAN AZADÎ, SADECE SLOGAN DEĞİL

Bugün şunu net söyleyebiliriz ki Kürdistanda kadın demek özgürlük demektir. “Jin jiyan azadî” salt kulağa hoş gelen, sloganvari bir söz değildir, özgürlüğü sembolize ediyor. Faşist Erdoğan-Bahçeli’nin halklara, kadınlara reva gördüğü yaşam ise köleliktir, sömürüdür, boyun eğdirme, biat ettirmedir. Faşist iktidar onun için başta kadınlara saldırıyor. Bu seçim çalışmaları sürecinde de en fazla tutukladığı, ceza verdiği, tehdit ettiği kadınlar oldu. Bu faşist iktidar en fazla kadından korkuyor. Onun zülüm ve tiran saltanatını tuzla buz edecek kadınlar olacaktır. Bunu en iyi faşist rejimler bildikleri için ilk önce kadına saldırmaktadırlar. Şunu çok iyi biliyorlar; kadınları teslim aldıkları zaman toplumun öz suyunu, yaşam enerjisini çekmiş, tüketmiş olacaktırlar. Ancak o zaman toplumu bütün yaşam hücrelerinden koparmış olurlar, sindirebilir. Kadınlar mücadele ettikçe bu iktidar lime lime edilecek ve tarihin çöp sepetinde bile yer bulmayacaktır. Kadınlar buna inandığı için mücadele ediyor.

KADIN DÜŞMANLARINA İNAT DAHA FAZLA ÇALIŞMALI

Bu mücadelesini büyütme ve yükseltme gerekçeleri her dönemden daha fazla bugün artmıştır. O yüzden HDP’ye, kadın vekillere bu kadar saldırıyor, bu kadar düşmandır. Çünkü onun gerçekte ne olduğunu açığa çıkarıyor, deşifre ediyorlar. HDP, Erdoğan-Bahçeli faşist iktidarı için bir turnusol kâğıdı gibidir. Çok sayıda kadın vekil, belediye başkanı olmasından korkuyor, tahammül edemiyor. Birçok aday adayını tutukluyor, tehdit ediyor. Kürt kadınları olarak kadın düşmanı Erdoğan’a inat daha fazla çalışılmalı, kazanma dışında başka seçenek kabul etmemelidir. Demokratik siyaset alanında belki topla tüfekle karşı karşıya gelinmiyor ama iki çizgi savaşı, iki zihniyet savaşı karşı karşıya geliyor. Hepimiz şunu bilmeliyiz. 31 Mart günü sandıklarda iki çizgi savaşacak; kadın özgürlüğünü merkezine alan demokrasi çizgisiyle, kapkara bir faşizm çizgisi. Büyük bir azim ve kararlılıkla her yerde tüm kadınlar ve bütün toplum olarak çok çalışmalı ve sandıktan demokrasi çizgisinin zaferiyle 1 Nisan gününe merhaba demeliyiz. Evet, gün kadınların canla başla çalışma günüdür.

Yerel seçimlerde ittifaklardan çok söz edildi. Fakat bu süreçte kimse kadın ittifakından çok fazla söz etmedi. Sizin Türkiye ve Kürdistan’daki kadın hareketlerinin seçime katılımı nasıl, daha fazla ne yapılabilir?

AKP-MHP faşizmi bir saldırı rejimidir ve en fazla kadın yaşamına saldırıyor. Malına, canına; her şeyine kast eden bir saldırı halindedir. Bu sistemin kendisi katil üreten bir sistemdir. Bırakalım başka şeyleri kadınlar eğer yaşam hakkı kazanmak istiyorlarsa birlik olmak zorundalar. Kendi yaşamları ve gelecekleri için doğru tercihlerde bulunmaları gerekir. Ailesini, ekonomisini, yaşadığı coğrafyayı, yurdunu, ülkesini hesaba kattığında, kapı komşusunu, birlikte yaşadığı halkları, inançları, kültürleriyle korumak istiyorsa, bir olmalıdırlar ve örgütlenerek mücadele etmelidirler. Böyle bir toplumsal duyarlılık kadında daha fazla gelişmelidir. Faşizm, yaşamın en küçük ayrıntısına kadar kadın düşmanlığı ve köleliği yaratıyor. Bunu en fazla kadın yaşıyor ve de hissediyor.

TÜM KADINLAR DOĞAL MÜTTEFİKTİR

Faşizm, kim olursa olsun kendisine kölece biat etmeyene düşmandır, bunları tamamen kırmak ve teslim almak için saldırır. Yukarıda da ifade ettim, faşizm tam bir kadın düşmanıdır. Faşizme karşı mücadelede bütün kadınlar aslında doğal ittifak gücüdür. İnanıyorum ki; aklıselim düşünen, biraz önünü gören hiçbir kadın gidip AKP-MHP ittifakına oyunu vermez. Erdoğan-Bahçeli, faşist yönetimini sadece Kürt düşmanı olarak görmemek gerek, bütün halklara, inançlara, kültürlere düşmandır. Halklar bahçesi olan Anadolu topraklarını bu iktidarın tekleştirme ideolojisiyle çorak hale getiriyorlar. Ancak Türkiye’de çok büyük bir algı operasyonuyla yönlendirme var ki bu da bugün doğru ile yanlış, güzel ile çirkini birbirine karıştırmakta, gerçeklerin görülmesine engel olmaktadır. Düşünceler bulanıklaşırsa yapılan iyi sorgulanmaz ve hakikat kaybedebilir. Bu faşist iktidar deyim yerindeyse toplumun düşüncelerini bulanıklaştırarak serseme çevirmiştir, toplum başı kesilmiş tavuk gibi bu kan emici iktidarın elinde çırpınıyor.

ULUSAL BİRLİK STRATEJİK ÖNEMDEDİR

Kürdistan ve Türkiye’de kadın dayanışması güçlenmelidir. Yine Kürdistan’da diğer halklardan kadınlarla ortaklaşmanın, birlik ve dayanışma içinde olmanın çok büyük önemi vardır. Onun için Kürdistan’da çok değerli olan ulusal birliğin çimentosu olacak olan Kürdistan kadın birliğidir. Birlik ve örgütlenme bizi ortak düşmanımız olan faşizm karşısında güç yapacaktır. Ulusal birlik bizler için stratejik önemdedir. Toplumun en fazla buna ihtiyacı vardır.

Yerel yönetim seçimleri gündemimizdedir. Tüm Kürk kadınları birlik ruhuyla Kürdistan’da kendilerine ait olan belediyeleri alma, Türkiye’de de faşist AKP-MHP iktidarına kaybettirme hedefiyle çoğulcu demokrasiden yana olan adayları desteklemelidir. Yerel yönetim seçimlerinde hedef Kürdistan’da kazanmak, Türkiye’de demokrasinin kazanmasına çalışarak Erdoğan-Bahçeli faşist güruhuna mutlak yenilgiyi yaşatmaktır. Bu amaçla da adaylar etrafında kenetlenmeli, kazanmaya odaklanmak esas alınmalıdır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılması talebiyle başlatılan açlık grevleri de yerel seçim gündemiyle iç içe devam ediyor. Bu direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz, yerel seçimlerle çakışmasının etkisi ne olur?

Başta sevgili Leyla Güven şahsında tüm açlık grevi direnişi eyleminde olan arkadaşları, direniş ruhunun zafer getireceğine olan inançla selamlıyorum. Şu anda yüzlerce arkadaş açlık grevi eylemiyle büyük bir direniş ve mücadele yürütüyor. Tarihsel bir direnişin içinde olunduğu gerçeği, herkese bir kez daha kadının özgürlüğe olan sevdasını göstermektedir. Kadın öncülüğünde başlatılan büyük direniş eylemi, mutlaka başarıya ulaşacaktır. Kadın toplumsal ihtiyaçlara en duyarlı olan kesimdir. Bedenini hücre hücre direnişe geçiren, tepeden tırnağa kendini direniş yapan bu duruşların bize verdiği mesaj, bıçağın kemiğe dayandığı noktayı gösteriyor. Leyla Güven öncülüğünde yürütülen direniş, bizim yaşam sürekliliğimizin yansımasıdır. Leyla Güven’in öncülük ettiği açlık grevi için geliştirilen eylemlerde, “Leyla’yı yaşatalım” deniliyor. Esasta Leyla’yı da Kürt halkını da yaşatan direniştir, bu durumda Leyla Güven’i yaşatmak için de direnişi yükselterek mücadeleyi yaygınlaştırmak gerekir.

Bu dönemde açlık grevine öncülük eden ve giren arkadaşların önemli bir kısmı halktandır. Bu özgürlük mücadelemizin halklaştığını gösteriyor. Öncesinden de vardı ama sadece destekleyen değil, daha fazla sahiplenendir. Bu çok önemli bir gelişmedir. Şimdiye kadar militanlar öncülük yaptı. Kemal Pir, Hayri Durmuş, Sakine Cansızlar’dan başlayan tarihsel direniş geleneği, bugün bir bütünen toplumsallaşarak köleliğe, sömürüye karşı dört parça Kürdistan ve dünyaya yayılmıştır. Elbette bu aynı zamanda herkese, büyük görev ve sorumluluklar yüklemekte, her şeyden önce vicdani olarak her anın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha açığa çıkarmaktadır.

Leyla Güven, Nasır Yağız, zindanlardaki yüzlerce arkadaş ve tüm eylemciler, özgürlük ve demokrasi mücadelesine daha militanca, devrimci bir ruhla sahiplenildiğini ortaya koydu.

DİRENEREK HUZURLU OLABİLİRİZ

Eylemciler, bu eylemin tek amacını net olarak ifade etti; Önder Apo’ya uygulanan tecridin mutlak şekilde sonuçlanması. Bu eylemler, isyandır, köleliği kabullenmemedir. Özgürlüğün mücadelesi ve ifadesidir. Leyla Güven, bu eylemle ruh gibi hafiflediğini belirtiyor ve esasta direnişin, mücadelenin yarattığı gerçekliği ifade ediyor. Sakineler, Mazlumlar, Hayriler, 12 Eylül faşizmine karşı direnişe geçerken aynı gerçekliği ifade ettiler. Bu da bizlere şunu gösteriyor; direnerek, mücadele ederek mutlu, huzurlu ve başarılı olabiliriz. Bugün toplumsal bir mutsuzluk varsa bu faşizm karşısında pasif kalma, korkma ve ürkmenin sonucudur.

TOPLUMA MUTSUZLUĞU DAYATIYOR

Erdoğan faşizmi, bugün Önder Apo’ya uyguladığı tecritle sadece Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt toplumuna değil, bütün Türkiyeli, Ortadoğulu halklara tecrit uygulamakta ve mutsuzluğu dayatmaktadır. Herkesi teslim alarak kendi diktasını yaşatmaya çalışmaktadır. Bu aynı zamanda başta Kürtler olmak üzere tüm toplumu diri diri mezara koymaktır.

Yüzlerce arkadaşın direniş eylemine girmesinin nedeni budur. Mutlak tecrit, Kürt halkı açısından çok zorlayıcı bir durumdur. Açlık grevi eylemcileri, buna ‘dur’ demek için dünyanın en zor eylem biçimini seçtiler. Bütün toplumun faşizmden kurtuluşu için yapılan bir eylemdir. Önder Apo üzerindeki tecridin böyle bir anlamı var. Bu anlamda destek vermek, içinde yer almak ve birlikte direnişi yükseltmek; kadınların, gençlerin, Kürtlerin, Türkiyeli halkların, kendine insanım diyen herkesin sorumluluğundadır. Bu sorumluluk; açlık grevleriyle, eylemcileri sahiplenmeyle, ses çıkarma eylemleriyle, yürüyüşlerle ve oy kullanmaya kadar birçok şekilde yerine getirilebilinir. Bunun içindir ki her oyun anlamı çok büyüktür. Yerel seçimlerde AKP-MHP faşizmine giden her oy eylemdeki arkadaşlara karşı yapılan bir karşıtlık olduğu kadar, demokrasi seçimini sahiplenme de direnişçilere destektir. Farklı siyasal görüşler, kabul edilmeyen, eleştirilen birçok husus olabilir, ancak faşizme karşı mücadelede, açlık grevi direnişçilerine karşı sorumluluğu çok boyutlu düşünmek gerekiyor.

YERELİNE DE ÖNDERLİĞİNE DE SAHİP ÇIK

Sonuç olarak kendi yereline sahip çıkan, önderliğine de sahip çıkar. Kendine sahip çıkan, önderliğe sahip çıkar gerçekliği ile Kürt ve Türkiyeli kadınları ve gençleri, bütün toplumu seçimlerde kendi iradelerine ipotek koyan faşizme karşı birlik olmaya çağırıyorum. Yine Leyla Güven şahsında tüm eylemci arkadaşları sevgiyle selamlıyor, mutlaka başaracağız ve başaracak gücümüz, irademiz var.